PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Türk dinî düşüncesinin oluşumuna ilişkin / alaattin karaca



Mete
25.Ağustos.2016, 23:52
Türk Dinî Düşüncesinin Teşekkül Devri, Fatih M. Şeker’in kitabı. Türkler, IX-X. yüzyıllardan itibaren, Şamanlık diye adlandırılan bir inanç sistemini terk edip, İslâm’ı kabul eden bir ulus. Üstelik, Müslüman olduktan sonra, 15. yüzyıldan 19. yüzyıla değin, İslâm medeniyetinin askerî ve kültürel anlamda öncüsü olmuş, İslâm tarihinde önemli mevki kazanmış bir ulus. Bundan dolayı Türklerin niçin İslâm’a yöneldiği, İslâm’ı nasıl kabul ettikleri, İslâm inancıyla nasıl kaynaştıkları, Müslümanlığı kabul etmeden önceki inançlarının ne olduğu, bu inançların daha sonra izlerinin sürüp sürmediği, sürdüyse İslâm’la çatışıp çatışmadığı, Türklerde kendilerine özgü bir İslâm düşüncesinin oluşup oluşmadığı elbette önemli sorular. Daha önemlisi, bugünkü din anlayışımızın, günümüzdeki birtakım dini düşünce ve ritüellerin, tasavvufî hareketlerin, Alevilik vb. inanışların, dinî cemaatlerin açıklanabilmesi için bu tür çalışmalara gerek var. Ve günümüz Türkiye’sindeki din olgusunun arkasındaki tarihsel süreç bilinmeden, toplumun dinsel/siyasal tepkilerini doğru okumak da mümkün değil. Böyle çetin bir konuyu ele alan araştırmacı, kuşkusuz önce Türklerin İslâm öncesindeki inanışları, sonra İslâm’la nasıl, hangi uluslar aracılığıyla karşılaştığı üzerinde durmalı. Çünkü aracı ulusun kültürel kaynakları veya yaşama tarzını örnek alarak İslâm’la tanışıyorlar ve bu da dinî hayatı ve düşünceyi biçimlendiriyor. Ayrıca, bu kabul, bir ‘askerî mağlubiyet’le mi veya bir ‘rıza’ ile mi olmuştur? Dini tepkileri açıklamak bakımından bunlar da önemli. Bunların dışında, dinin kabulünde tercüme eserlerin önemi büyük. Bu noktada Türklerin İslam’ı hangi tercüme eserlerle öğrendiği belirlenip bu eserler de incelenmelidir. Tercümelerin dışında geçiş dönemi dini telif eserleri nelerdir; bu eserler, mimariye, musikiye, edebiyata, devlet yapısına, günlük yaşayışa nasıl yansımıştır. Türk dinî düşüncesinin oluşumunu ele alan bir kitapta, okur bu konuları bulmak ister. Bu sorular, tarihsel ve bilimsel perspektiften yoksun biçimde, ulusal kahramanlık, Türklerin savaşçı, cesur, cihat düşüncesine yatkın olduğu vb. hamasî bir söylemle yanıtlanamaz.
Yalnızca eleştiri
Şeker’in kitabında bu sorulara cevap bulacağımı, eserin günümüz Türkiye’sinin din algısını, tasavvufî hareketlerin tarihsel arka planını, din karşısındaki tepkilerin kaynaklarını, İslâm dışı inanış ve ritüellerin arketiplerini, hatta İslâmcılığı veya Türk modernleşmesini açıklamakta bize yol göstereceğini ummuştum. Oysa kitap, bütünüyle bu konuya hasredilmiş müstakil bir çalışma değil de konuyla ilgili -kimileri kısmen ilgili- çeşitli makalelerden, denemelerden oluşmuş bir demet. Konuya odaklı müstakil bir çalışma olmadığı için de beklentilere cevap bulamayabilirsiniz. Araştırmacı her ne kadar “Giriş”te “kişiler ve eserler üzerinden” gitmeyeceğini beyan etmişse de, eserler üzerinden gitmeden, dinî düşüncenin oluşumunun saptamak zor. O nedenle, bu makalelerde örneğin, İslâmiyet’i kabulden önceki Türk inanışlarının, ilk dinî Türkçe tercümelerin, Türklerin ilk dinî telif eserlerinin topluca değerlendirilmesini beklerdim. Ayrıca Dede Korkut Hikâyeleri, Kutadgu Bilig, Divanü Lugati’t-Türk gibi geçiş dönemi eserleri üzerinde dinî çalışmalar yapılabilirdi. Yazarın da belirttiği gibi, dinî düşüncenin oluşumunda önemli izler bırakan Maturidî, Yusuf Has Hacib, Nizamü’l-Mülk, Gazzalî gibi bilginlerin eserleri üzerinde bu konuya odaklanmış yazılar kaleme alınabilirdi. Ama Şeker, bunları yapmak yerine, “Ana Hatları İtibariyle Modern Araştırmaların Kudret ve Zaafları” başlıklı ilk bölümde, genel anlamda Türkiye’deki dinî araştırmaların eksiklerini teşhir ediyor. Üstelik kitap, genelde esere ve metinlere odaklanmayan ve bir fikir jimnastiği izlenimi veren deneme niteliğindeki yazılardan oluşmakta. Bununla beraber yazarın Türklerin İslâmlaşmasında ve İslâm düşüncesinin oluşumunda önemli etkileri olan İbn-i Haldun, Maturidi ve Gazzali üzerine söyledikleri dikkat çekici. Ama yine de yer yer tekrarlar, soyut ve edebî bir söylem, konuyla ilgisiz ve okuru sıkan bir ‘söz kalabalığı’ göze çarpmakta. Ayrıca, konu dışı, yer yer kişiselleşen ve bilimsel düzeyi düşüren kimi eleştiri cümlelerini yadırgadım. Yanlış anlaşılmasın, eleştirileri değil, eleştiri uslûbunu yadırgadım.
Eseri somut olarak değerlendirecek olursak, “Giriş”, konunun kavramsal ve tarihsel çerçevesini çizmekten çok, meselenin çetrefilliği ve akademik bakıştaki eksiklikler üzerine kısa bir ‘deneme’ mahiyetinde. “Ana Hatları İtibariyle Modern Araştırmaların Kudret ve Zaafları” başlıklı bölümde Şeker, “Türk-İslâm tasavvuru’yla ilgili çalışmaların eksikliklerine dair sıkı eleştiriler getiriyor. Bu tür çalışmalarda “muayyen bir disiplin”e saplanıp kalındığı ve akademi dünyasının “zihin dünyasının dar” olduğu vurgulanıyor. Ardından Tanpınar ve Yahya Kemal’e atıflar yapılarak, Türkiye’deki dinî zihniyetin ve hayatın ancak ‘mazi’ye bakılarak anlaşılabileceğine işaret edilmekte. Özetle önerilen, Türk İslâm düşüncesinin oluşumunda önemli etkileri bulunan Maturidi, Yusuf Has Hâcip, Gazzali, Mevlâna gibi şahsiyetlerin, bilimsel disiplinlerin dar kalıplarına sıkıştırılmadan ve tarihsel perspektif göz ardı edilmeden incelenmesidir.
Şeker’in bu konuda eleştirdiği bir başka husus, alanla ilgili hükümlerin sorgulanmadan yinelenmesidir. Yazar bu bağlamda Türklerin Müslümanlığını Mürcie’ye indirgeyen ve yineleyen akademik anlayışı sorgulamakta, “… saha üzerine yazılanların politikanın yuttuğu adamların elinden çıktığı…” (s. 26) esasından hareketle, Yusuf Ziya Yörükan, Ziya Gökalp, İbrahim Kafesoğlu ve Nihal Atsız gibi adları eleştirmekte, haklı olarak Türkiye’deki dinî araştırmaların, -başta Alevilik olmak üzere- tarihsel realiteden ve akıştan koparılarak, “Tarihteki yapıyı mevcut psikolojiye kurban eden…” (s. 28) bir anlayışla yapıldığını ileri sürmektedir. Bu eleştirilerden Sönmez Kutlu, Necdet Subaşı, Hasan Unat gibi araştırmacılar da nasibini alır (s. 28-29). Ona göre bu adlar, “tarihî olandan ziyade aktüel olanı tercih eden bir yaklaşım” (s. 33) içindedir. Eleştirilerde yer yer bilimsel uslûp ve düzey düşmekte, hatta konu dışına çıkılmaktadır. Örneğin; “…Kendisini bu işlere adamış bir Prof’un çalışma tarzını gözden geçirebiliriz. Biliyoruz ki eserleri insanların ne olduklarını gösterir.” (s. 31), “… biz yine de bu meselelerle ilgilenenlerin perspektifini ıslaha hizmet için bunları teşhis ve teşhir etme taraftarıyız.” (s. 33), “Görebildiğimiz kadarıyla Sönmez Kutlu’ya çalıştığı konu veya kişiyi âlemin merkezi addeden akademisyen psikolojisi hâkimdir.” (s. 35), “Buradan hareketle sorgulanmayı bekleyen bir başka problem de, günümüzde Türklerin İslâm yorumuna yön tayin etmeye çalışan merkezin, ilgili meseleleri, bu tarz zaaflarla malûl olan kimselere sipariş etmesidir.” (s. 29)
Sonuçta Şeker, ‘soruna güncel siyasal perspektiften bakma, tarihsel arka planı göz ardı etme, alışılmış düşünce ve tezleri yineleme ve bir Türk İslâm’ı yaratmaya çalışma’ya ilişkin eleştirilerinde haklıdır. Ama sık sık asıl konunun dışına çıkmaktadır. Okur, böyle bir kitaptan öncelikle Türklerde dinî düşüncenin nasıl oluştuğunu ve kaynaklarını öğrenmek ister. Yazarın ilk bölümde “Sonuç”ta söylediği şu cümle önemli: “… tarihin ve kaynakların bizzat kendisine dönerek muhtevayı doğrudan orada aramalıyız.” (s. 67) Okur olarak kendisinden beklediğimiz işte tam da budur.