بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قُلْ يَٓا اَيُّهَا الْـكَافِرُونَۙ ﴿١﴾ لَٓا اَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَۙ ﴿٢﴾ وَلَٓا اَنْتُمْ عَابِدُونَ مَٓا اَعْبُدُۚ ﴿٣﴾ وَلَٓا اَنَا۬ عَابِدٌ مَا عَبَدْتُمْۙ ﴿٤﴾ وَلَٓا اَنْتُمْ عَابِدُونَ مَٓا اَعْبُدُۜ ﴿٥﴾ لَـكُمْ د۪ينُكُمْ وَلِيَ د۪ينِ ﴿٦
Okunuşu: Kul yâ eyyuhel kâfirûn. Lâ a'budu mâ ta'budûn. Ve lâ entum âbidûne mâ a'bud. Ve lâ ene âbidun mâ abedtum. Ve lâ entum âbidûne mâ a'bud. Lekum dînukum veliye dîn.
Anlamı: (Ey Muhammed!) De ki: Ey inkârcılar! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma da sizler tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapacak değilim. Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.
BOZKURT21
30.Mart.2018, 22:32
Kul yâ eyyühel kâfirûn. Lâ a'büdü mâ ta'büdûn. Ve lâ entüm âbidûne mâ a'büd. Ve lâ ene âbidün mâ abedtüm. Ve lâ entüm âbidûne mâ a'büd. Leküm dînüküm veliye dîn.
Anlamı:
De ki: Ey kâfirler! Tapmam o taptıklarınıza. Siz de tapanlardan değilsiniz benim Mabudum (Allah)'a. Hem ben tapıcı değilim sizin taptıklarınıza. Hem de siz tapıcı değilsiniz benim ibâdet ettiğim (Allah)'a. Size dîniniz, bana da dînim.
Tefsir:
Bu sûreye, Kâfirûn Sûresi denir. "De ki" buyruğu, Peygamberimizedir. Mekke devrinde nâzil olmuştur. Peygamber Efendimiz Allâh'tan aldığı buyrukları, çok yumuşak bir şekilde söylemeğe memur idi. Halbuki bu sûreyi tebliğ ederken, 'Ey kâfirler?' diye en ağır bir vasıfla başlaması için emir alıyor.
Çünkü bu sûrede kendilerine "Ey kâfirler!" diye söylenilen kimseler hakka karşı besledikleri kinlerini, gayızlarını ve öfkelerini bir türlü gideremiyen, tuttukları kötü yoldaki inatlarından vazgeçmiyen ve îmana gelmiyecekleri, Allâh'ın katında belli bulunan kimselerdir ki "küfür" bunlar için değişmez bir vasıftır. Binâenaleyh, buradaki kâfirlerden maksat, Kureyş'den muayyen kimselerdir.
Peygamber Efendimiz İslâm dâvâsını, bir tek Allâh'a îman ve ibâdet etmek akîdesini ortaya atıp da "Ey insanlar, bu putlara tapmayı bırakın, Allâh'ın bir olduğuna îman ve yalnız O'na ibâdet edin, O'ndan başka ibâdete lâyık bir İlâh yoktur" dediği zaman, Kureyş O'na şöyle karşı koydular: "Biz dedelerimizden kalan putlarımızı bırakamayız.
Biz onlara tapmak suretiyle asıl Allâh'a, yeri göğü yaradana yaklaşabileceğiz. Atalarımızın yolundan ayrılıp da senin peşinden gidemeyiz." Allâh'a bir takım ortak isnat eden, Allâh'ı bırakıp da kendi elleriyle yaptıkları putlara tapan bu müşrikler fikirlerinde o kadar inat ve ısrar ettiler ki, kendilerini doğru yola çağıran Peygambere ve O'na îman edenlere yapmadık eziyet bırakmadılar. Peygamber Efendimiz de hiç durmadan ve yılmadan vazifesine devam ediyordu. En sonra Kureyş'in azılılarından beş on kişi Peygamberimize gelerek şöyle bir teklifte bulundular: "Sen bu dâvâdan vazgeç, biz sana istediğin kadar mal verelim, seni kendimize reis yapalım. Eğer buna da razı olmazsan seninle bir uzlaşma yapalım: Sen bâzan bizim putlarımıza tap, biz de arasıra senin Allâh'ına tapalım.
Böylece hayır ve selâmet hangisinde ise ona hepimiz kavuşmuş oluruz." Kalbleri kararmış olan bu zavallılar Peygamberlik ne demek olduğunu bir türlü anlayamıyorlardı. Bilmiyorlardı ki: "Hazret-i Muhammed (aleyhi's-selâm) bu ilâhî dâvâsından, bu hak yolundan asla dönemezdi. Hiçbir sebep ve menfaat O'nu yolundan çeviremezdi. Çünkü O, maddî bir menfaat, bir şöhret peşinde koşmuyordu.
O, Allah'ın bir elçisi idi ve O'nun namına hareket ediyordu. İşte müşriklerin böyle söylemeleri üzerinedir ki, Allah bu sûreyi Peygamberine indirdi ve onlara verilecek cevap bu sûreyi okumak olduğunu bildirdi. Peygamber Efendimiz de onların yukarıdaki ahmakça tekliflerine cevap olarak bu sûreyi okudu. Bununla onlara bir kere daha anlattı ki: "Ey Allâh'a inanmayan ve O'na ortaklar yapan ve putlara tapan kâfirler! Ben Allâh'ın Peygamberiyim; sizi hak yoluna çağırmaya memurum; bu benim kendi dâvam değildir.
Size ancak Allâh'ın emirlerini söylüyorum. Allâh'tan nasıl almış isem öylece size tebliğ ediyorum, bildiriyorum. Sizin teklifiniz, cahilce, ahmakça, kâfirce bir tekliftir. Çünkü ben, sizin İlâh diye tapıp durduğunuz ve benim de bazı kere tapmamı istediğiniz o putlara ne geçmişte, ne şimdi, ne de bundan sonra bir an bile tapmadım, tapmıyacağım ve tapmam. Ben, yalnız ve yalnız Rabbü'l-âlemin olan tek Allâh'a ibâdet ederim. Esasen siz de benim ibâdet ettiğim hak mâbuda, Allâhu Teâlâ'ya ibâdet edicilerden değilsiniz. Bugüne kadar O'na ibâdet etmediğiniz gibi şimdi de O'na tapmıyorsunuz ve bu halinizle O'na tapıcı ve tapacak da değilsiniz.
Çünkü O'nun birliğine ve ibâdetin yalnız O'na olacağına, O'ndan başkasına tapmanın şirk ve küfür olduğuna îman etmediniz ve etmiyorsunuz. (Bâzan putlarımıza, bâzan da Allâh'a tapalım) demek, Allâh'ın bir olduğuna inanmamaktır. Binâenaleyh sizin taptığınız, benim ibâdet ettiğim Allâh olmadığı gibi, ibâdetiniz de benim ibâdetim değildir. Ben yeri göğü yaratan bir Allâh'a, O'nun emrettiği gibi ibâdet ediyorum; siz ise kendi elinizle yaptıklarınıza tapıyorsunuz. Madem ki öyledir ve madem ki sizde hakkı duymak istidadı yoktur; artık sizin olsun dîniniz ve taptıklarınız; hak İslâm Dîni de benimdir." Bu sûreden şunları da öğreniyoruz: "Allâh'a kulluğun şartı tam bir îman ve ihlâstır. Her şeyten önce O'nun bir olduğuna, sonsuz ve küllî kudretine; her tasarruf O'nun elinde olduğuna, eşi ve benzeri olmadığına inanmak lâzımdır.
Fakat bu kadarı yetmez. Bundan sonra da O'na öz yürekle ibâdet etmek, ibâdetin de yalnız O'na olacağına inanmak ve ibâdette O'na başkasını şerik yapmamak, canlı cansız, ne suretle olursa olsun başka birine tapmamak, tapınır derecede gönül vermemek gerektir. Yoksa hem Allâh'a ibâdet, hem de bizi Allâh'a yaklaştırsın niyetiyle başkasına tapmak ve Allâh'tan istenilecek şeyleri ondan istemek, îmansızlıktan başka bir şey değildir. Sonra îman demek, bir şeye sımsıkı sarılmak demektir. Bugün bir türlü, yarın başka türlü, her gün renkten renge girmek îman değildir. Bu sûrenin sonunda "Sizin dîniniz size, benimki de bana" buyurulması müşriklerle bir mütareke yapmak değil, onlara tam bir meydan okumaktır.
Kaynak: T.C.Diyanet İşleri Başkanlığı
vBulletin v4.2.4, Copyright ©2000-, Jelsoft Enterprises Ltd.