Sır
18.Ocak.2017, 15:51
BU ÂYET, toplum hayatımıza Müslümanca bir bakış açısı getiren, yaşayışımızda egemen olması gereken değerleri sağlam bir şekilde düzenleyen, bu arada, Allah yolunda hizmet edecekler için de hiç göz ardı edilmeyecek olan bir âyettir. Bu âyet, yaşanan hayattan canlı bir kesit ortaya koyuyor. Bir zaafımıza işaret ediyor. Bu zaafın etkisinde kalarak haktan uzaklaşma ve Allah'ın kullarına zulmetme tehlikesine karşı bizi uyarıyor.
Ashab-ı Kiram, Peygamber Efendimizin yoksullarla beraber bulunmaktan, onlarla sohbet etmekten ve onların dertleriyle meşgul olmaktan asla yüksünmeyen pek yüksek bir ahlâka sahip olduğunu anlatmaktadır. Zaten onun yanında bulunanların çoğu dünyadan fazla bir nasibi olmayan kimselerdi. Fakat Kureyş'in ileri gelenleri için bu tahammül edilebilecek birşey değildi. Mevki ve servet sahibi olan ve toplum içinde saygı görmeye alışmış olan bu kimseler, aşağılık gözüyle baktıkları yoksul Sahabîlerle diz dize oturup da Resulullahın sohbetini dinlemeyi asla kibirlerine yediremiyorlardı.
Bu durum, hiç kuşku yok ki, onların aleyhine oluyordu. Çünkü bir inat uğruna ve yersiz bir gurur sebebiyle, hak dine girme imkânından kendilerini mahrum ediyorlardı.
Peki, aynı durum İslâma da zarar vermiyor muydu?
Mekke döneminin o ağır şartlarını düşünün: Bir iki tane Kureyş ileri geleni Müslüman olsa, İslâm büyük bir güç kazanmaz mıydı? Onca Müslümanın çektiği sıkıntılar hafiflemez miydi? Oysa o günler İslâmın en zor günleriydi. Bir avuç insan dünyaya karşı var olma mücadelesi veriyordu. Onların o günlerdeki ihtiyacı kadar, hangi dönemde Müslümanların yardıma ihtiyacı vardı ki?
Fakat âyet, o en çetin şartlar altında bile, servet ve iktidar sahibi olan kimselere meyledip de üç beş yoksul mü'minin ihmal edilmesine, bir kenara itilmesine, ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmesine izin vermiyor; bu kapıyı kesin bir şekilde ve ebediyen kapatıyor:
Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek Ona dua edenlerle beraber sabret. Dünya hayatının tantanasını arzulayarak onlardan gözünü ayırma. Nedir dünya hayatının tantanası?
Para, mal, mülk, elbise, unvan, makam, iktidar, kaba kuvvet, şan, şöhret, gösteriş…
Bunlar, bu dünya hayatında geçer akçeler… Kimin elinde bunlardan bir ikisi varsa, girdiği yerde itibar görür, sözü dinlenir, önemli bir adam sayılır.
Fakat, tantanası bir yana dursun, dünya hayatının kendisi nedir ki?
Bir toz zerresinin üzerinde son saniyenin bir fraksiyonu!
Kâinattaki yüz milyarlarca galaksi içinde bizim galaksimizi, bizim galaksimiz içinde de yüz milyarlarca yıldız arasından bizim güneşimizi bulmaya, bir harita üzerinde onun yerini göstermeye insanlığın ömrü yetecek gibi değildir. Kâinatın ömrü içinde tüm insanlığın tarihi ise, 24 saatlik bir günün son saniyesi içine yerleşiyor.
İşte dünyanın tantanası olan para, elbise, şöhret, makam, unvan gibi şeyler bu toz zerresinde, bu son saniyenin içinde para ediyor!
Ve o saniyenin içinde bir an geliyor, insan, kendisini, bu değerlerin beş para etmediği bir başka âlemde buluyor—sanki burada hiç yaşamamışçasına!
O âlemde ise, insanın kalbinde ne kadar Allah korkusu taşıdığına, takvâ denen şeyden ne kadar nasiple geldiğine bakıyorlar. Orada ilim sahibi olan itibar görüyor; merhametten, muhabbetten payı olanların, Allah'a ve Resulüne gönülden bağlı olanların yıldızı parlıyor.
Onun içindir ki, Sevgili Peygamberimiz, bu dünyada horlandıkları halde Allah katında büyük bir değer sahibi olan kimselerden söz ediyor ve onları incitmemeleri konusunda insanları uyarıyor:
Saçı başı dağınık, eli yüzü tozlu, kapılardan kovulmuş öyleleri vardır ki, onlar Allah adına yemin edecek olsalar, Allah onların dediğini yapar.
Müslim, Birr: 138 Ve yine bunun içindir ki, Yüce Allah, kendisine ve Resulüne iman ve muhabbetle bağlı olan bir mü'minin izzet ve şerefini, dünyanın tantanasına değişmemiş, hakka hizmet uğruna dahi olsa, bir avuç yoksul Müslümanın Peygamber dizi dibinden ayrılmasına razı olmamıştır.
O Yüce Peygamber de, Rabbinin bu emrini şükürle ve sevinçle karşılamış, 'Hamd olsun Allah'a ki, sizinle sabretmeyi emretmeden canımı almadı. Hayat da sizinle olsun, ölüm de!' buyurmuştur.
Maddenin cazibesiyle kamaşan gözleri servetten, şöhretten, eşyadan, mevki ve makamdan başka şey göremez hale gelmiş şu zamanın böyle uyarılara ve böyle şükürlere ne kadar da çok ihtiyacı var!
Ashab-ı Kiram, Peygamber Efendimizin yoksullarla beraber bulunmaktan, onlarla sohbet etmekten ve onların dertleriyle meşgul olmaktan asla yüksünmeyen pek yüksek bir ahlâka sahip olduğunu anlatmaktadır. Zaten onun yanında bulunanların çoğu dünyadan fazla bir nasibi olmayan kimselerdi. Fakat Kureyş'in ileri gelenleri için bu tahammül edilebilecek birşey değildi. Mevki ve servet sahibi olan ve toplum içinde saygı görmeye alışmış olan bu kimseler, aşağılık gözüyle baktıkları yoksul Sahabîlerle diz dize oturup da Resulullahın sohbetini dinlemeyi asla kibirlerine yediremiyorlardı.
Bu durum, hiç kuşku yok ki, onların aleyhine oluyordu. Çünkü bir inat uğruna ve yersiz bir gurur sebebiyle, hak dine girme imkânından kendilerini mahrum ediyorlardı.
Peki, aynı durum İslâma da zarar vermiyor muydu?
Mekke döneminin o ağır şartlarını düşünün: Bir iki tane Kureyş ileri geleni Müslüman olsa, İslâm büyük bir güç kazanmaz mıydı? Onca Müslümanın çektiği sıkıntılar hafiflemez miydi? Oysa o günler İslâmın en zor günleriydi. Bir avuç insan dünyaya karşı var olma mücadelesi veriyordu. Onların o günlerdeki ihtiyacı kadar, hangi dönemde Müslümanların yardıma ihtiyacı vardı ki?
Fakat âyet, o en çetin şartlar altında bile, servet ve iktidar sahibi olan kimselere meyledip de üç beş yoksul mü'minin ihmal edilmesine, bir kenara itilmesine, ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmesine izin vermiyor; bu kapıyı kesin bir şekilde ve ebediyen kapatıyor:
Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek Ona dua edenlerle beraber sabret. Dünya hayatının tantanasını arzulayarak onlardan gözünü ayırma. Nedir dünya hayatının tantanası?
Para, mal, mülk, elbise, unvan, makam, iktidar, kaba kuvvet, şan, şöhret, gösteriş…
Bunlar, bu dünya hayatında geçer akçeler… Kimin elinde bunlardan bir ikisi varsa, girdiği yerde itibar görür, sözü dinlenir, önemli bir adam sayılır.
Fakat, tantanası bir yana dursun, dünya hayatının kendisi nedir ki?
Bir toz zerresinin üzerinde son saniyenin bir fraksiyonu!
Kâinattaki yüz milyarlarca galaksi içinde bizim galaksimizi, bizim galaksimiz içinde de yüz milyarlarca yıldız arasından bizim güneşimizi bulmaya, bir harita üzerinde onun yerini göstermeye insanlığın ömrü yetecek gibi değildir. Kâinatın ömrü içinde tüm insanlığın tarihi ise, 24 saatlik bir günün son saniyesi içine yerleşiyor.
İşte dünyanın tantanası olan para, elbise, şöhret, makam, unvan gibi şeyler bu toz zerresinde, bu son saniyenin içinde para ediyor!
Ve o saniyenin içinde bir an geliyor, insan, kendisini, bu değerlerin beş para etmediği bir başka âlemde buluyor—sanki burada hiç yaşamamışçasına!
O âlemde ise, insanın kalbinde ne kadar Allah korkusu taşıdığına, takvâ denen şeyden ne kadar nasiple geldiğine bakıyorlar. Orada ilim sahibi olan itibar görüyor; merhametten, muhabbetten payı olanların, Allah'a ve Resulüne gönülden bağlı olanların yıldızı parlıyor.
Onun içindir ki, Sevgili Peygamberimiz, bu dünyada horlandıkları halde Allah katında büyük bir değer sahibi olan kimselerden söz ediyor ve onları incitmemeleri konusunda insanları uyarıyor:
Saçı başı dağınık, eli yüzü tozlu, kapılardan kovulmuş öyleleri vardır ki, onlar Allah adına yemin edecek olsalar, Allah onların dediğini yapar.
Müslim, Birr: 138 Ve yine bunun içindir ki, Yüce Allah, kendisine ve Resulüne iman ve muhabbetle bağlı olan bir mü'minin izzet ve şerefini, dünyanın tantanasına değişmemiş, hakka hizmet uğruna dahi olsa, bir avuç yoksul Müslümanın Peygamber dizi dibinden ayrılmasına razı olmamıştır.
O Yüce Peygamber de, Rabbinin bu emrini şükürle ve sevinçle karşılamış, 'Hamd olsun Allah'a ki, sizinle sabretmeyi emretmeden canımı almadı. Hayat da sizinle olsun, ölüm de!' buyurmuştur.
Maddenin cazibesiyle kamaşan gözleri servetten, şöhretten, eşyadan, mevki ve makamdan başka şey göremez hale gelmiş şu zamanın böyle uyarılara ve böyle şükürlere ne kadar da çok ihtiyacı var!