Sır
18.Ocak.2017, 15:57
Mallarını Allah yolunda harcayan, harcadığını da başa kakmayan kimselerin Rableri katında ödülleri vardır. Artık onlar için hiçbir korku olmaz; onlar hiçbir şekilde de üzülmezler.
Bakara Sûresi, 2:262
KUR'ÂN'IMIZ, kendi kendisini 'mü'minler için rahmet' olarak niteler. Yeryüzündeki maddî hayat için gökten inen yağmur nasıl bir rahmet ise, ruhlar için de Kur'ân âyetleri öylece birer rahmet halinde iner.
Bunlardan birincisiyle yeryüzü canlanır, ziynetini takınır, üzerinde rengârenk bitkiler yeşerir. İkincisi ise, bereketli bir yağmur gibi gönüllere süzülür, orada yatan istidatlara neşvünema verir.
Hakka kulak verenlerin gönülleri, Kur'ân ile canlanır. Zira Yüce Yaratan, insanın manevî yapısına, sonsuza kadar gelişebilecek hayır yetenekleri yerleştirmiştir. Kur'ân'ın âyetleri ise, Yer ve Gökler Rabbinin katında işaretlenmiş ve herbirinin nereye ineceği belirlenmiş yağmur damlaları gibi, doğrudan doğruya, insanın bu yeteneklerini hedef alır ve onlardaki cevhere hayat verirler.
Kur'ân'ın inmeye başladığı günden bu yana insanlık âleminde hayat bulan hayır yeteneklerinin ve açan hayır çiçeklerinin haddi, hesabı yoktur. Tarihimizin hangi dönemine göz atacak olsak, Kur'ân'ın teşvikleriyle harekete geçen istidatların ortaya çıkardığı nice iyilik ve güzelliklerle karşılaşırız. İşte, Fatih Sultan Mehmet gibi bir cihan padişahının tababetle ilgili şu vasiyetnamesi, bütün istidatları Kur'ân'ın âyetleriyle hareket geçmiş bir mü'minin hayal ve tasavvurlarının en ince ayrıntılar üzerinde nasıl odaklanarak bir hayır âbidesi ortaya çıkardığını gösteriyor:
'Ben ki İstanbul Fâtihi abd-i âciz Fatih Sultan Mehmet, bizatihî alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım İstanbul'un Taşlık mevkiinde bulunan ve sınırları bilinen 136 bab dükkânımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakf-ı sahih eylerim. Şöyle ki:
Bu ***ri menkulâtımdan elde olunacak nemalarla İstanbul'un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki, ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Bu sokaklara tükürenlerin, tükürükleri üzerine bu tozu dökerler ki yevmiye yirmişer akçe alsınlar.
Ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı tayin ve nasp eyledim. Bunlar ki, ayın belli günlerinde İstanbul'a çıkalar, bilâistisna her kapuyu vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar; var ise şifası orada mümkün ise şifayab olalar. Değilse kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin hastanelere kaldırılarak orada salâh buldurulalar.
Maazallah herhangi bir gıda maddesi buhranı da vâki olabilir. Böyle bir hal karşısında, bırakmış olduğum 100 silâh, ehl-i erbaba verile. Bunlar ki hayvanat-i vahşiyenin yumurtada veya yavruda olmadığı sıralarda Balkanlara çıkıp avlanalar ki zinhar hastalarımızı gıdasız bırakmayalar.
Ayrıca külliyemde bina ve inşa eylediğim imarethanede şühedânın harimleri ve İstanbul şehri fukarası yemek yiyeler. Ancak yemek yemeye veya almaya bizzâtihi kendileri gelmeyip yemekleri güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle.'
Bu vasiyetname, dünyanın en güçlü bir sultanına, o rakipsiz iktidarı içinde Kur'ân âyetlerinin nasıl bir ruh inceliği kazandırdığını gösteren bir ibret nümunesidir. Kur'ân, mü'minleri iyiliğe teşvik etmiş, 'Ancak bunu başa kakmadan, kimseye eziyet etmeden yapın' buyurmuştur. O yüce hitaptan dersini alan bir hükümdar, Fatih'in bu vasiyetnamesinde görüldüğü gibi, öyle bir ruh zarafetine bürünür ki, mülkündeki kimsesiz bir yoksulun izzeti bile o ruhun ihtimamından uzak kalmaz. İnsanlar bir yana dursun, kuluçkadaki vahşî hayvanın henüz hayata gözünü açmamış yavrusu bile yine o ruhun şefkat ve ilgisi altında korunur.
İslâm medeniyetinin bize miras bıraktığı sayısız eserlerden herbiri, böyle bir ibret belgesidir.
Onlardan herbiri, inananlar için Kur'ân'ın nasıl bir hayat kaynağı olduğunu gösterir.
Ve gönüllerimizi yüce kitabımızın irşadlarına her an açık tutmamız hususunda bizi ikaz eder.
Bizim gönüllerimiz de aynı Rabbin kudret ve hikmetiyle var olmuş ve aynı hayır yetenekleriyle donatılmıştır.
Kur'ân'ın rahmet taşıyan âyetleri bizim gönlümüze de hayat ve onu rengârenk çiçeklerle dolu bir iyilik bahçesine çevirir.
Bunun için gerekli olan şey, hakka kulak verecek bir kulaktan fazla birşey değildir.
Bakara Sûresi, 2:262
KUR'ÂN'IMIZ, kendi kendisini 'mü'minler için rahmet' olarak niteler. Yeryüzündeki maddî hayat için gökten inen yağmur nasıl bir rahmet ise, ruhlar için de Kur'ân âyetleri öylece birer rahmet halinde iner.
Bunlardan birincisiyle yeryüzü canlanır, ziynetini takınır, üzerinde rengârenk bitkiler yeşerir. İkincisi ise, bereketli bir yağmur gibi gönüllere süzülür, orada yatan istidatlara neşvünema verir.
Hakka kulak verenlerin gönülleri, Kur'ân ile canlanır. Zira Yüce Yaratan, insanın manevî yapısına, sonsuza kadar gelişebilecek hayır yetenekleri yerleştirmiştir. Kur'ân'ın âyetleri ise, Yer ve Gökler Rabbinin katında işaretlenmiş ve herbirinin nereye ineceği belirlenmiş yağmur damlaları gibi, doğrudan doğruya, insanın bu yeteneklerini hedef alır ve onlardaki cevhere hayat verirler.
Kur'ân'ın inmeye başladığı günden bu yana insanlık âleminde hayat bulan hayır yeteneklerinin ve açan hayır çiçeklerinin haddi, hesabı yoktur. Tarihimizin hangi dönemine göz atacak olsak, Kur'ân'ın teşvikleriyle harekete geçen istidatların ortaya çıkardığı nice iyilik ve güzelliklerle karşılaşırız. İşte, Fatih Sultan Mehmet gibi bir cihan padişahının tababetle ilgili şu vasiyetnamesi, bütün istidatları Kur'ân'ın âyetleriyle hareket geçmiş bir mü'minin hayal ve tasavvurlarının en ince ayrıntılar üzerinde nasıl odaklanarak bir hayır âbidesi ortaya çıkardığını gösteriyor:
'Ben ki İstanbul Fâtihi abd-i âciz Fatih Sultan Mehmet, bizatihî alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım İstanbul'un Taşlık mevkiinde bulunan ve sınırları bilinen 136 bab dükkânımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakf-ı sahih eylerim. Şöyle ki:
Bu ***ri menkulâtımdan elde olunacak nemalarla İstanbul'un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki, ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Bu sokaklara tükürenlerin, tükürükleri üzerine bu tozu dökerler ki yevmiye yirmişer akçe alsınlar.
Ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı tayin ve nasp eyledim. Bunlar ki, ayın belli günlerinde İstanbul'a çıkalar, bilâistisna her kapuyu vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar; var ise şifası orada mümkün ise şifayab olalar. Değilse kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin hastanelere kaldırılarak orada salâh buldurulalar.
Maazallah herhangi bir gıda maddesi buhranı da vâki olabilir. Böyle bir hal karşısında, bırakmış olduğum 100 silâh, ehl-i erbaba verile. Bunlar ki hayvanat-i vahşiyenin yumurtada veya yavruda olmadığı sıralarda Balkanlara çıkıp avlanalar ki zinhar hastalarımızı gıdasız bırakmayalar.
Ayrıca külliyemde bina ve inşa eylediğim imarethanede şühedânın harimleri ve İstanbul şehri fukarası yemek yiyeler. Ancak yemek yemeye veya almaya bizzâtihi kendileri gelmeyip yemekleri güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle.'
Bu vasiyetname, dünyanın en güçlü bir sultanına, o rakipsiz iktidarı içinde Kur'ân âyetlerinin nasıl bir ruh inceliği kazandırdığını gösteren bir ibret nümunesidir. Kur'ân, mü'minleri iyiliğe teşvik etmiş, 'Ancak bunu başa kakmadan, kimseye eziyet etmeden yapın' buyurmuştur. O yüce hitaptan dersini alan bir hükümdar, Fatih'in bu vasiyetnamesinde görüldüğü gibi, öyle bir ruh zarafetine bürünür ki, mülkündeki kimsesiz bir yoksulun izzeti bile o ruhun ihtimamından uzak kalmaz. İnsanlar bir yana dursun, kuluçkadaki vahşî hayvanın henüz hayata gözünü açmamış yavrusu bile yine o ruhun şefkat ve ilgisi altında korunur.
İslâm medeniyetinin bize miras bıraktığı sayısız eserlerden herbiri, böyle bir ibret belgesidir.
Onlardan herbiri, inananlar için Kur'ân'ın nasıl bir hayat kaynağı olduğunu gösterir.
Ve gönüllerimizi yüce kitabımızın irşadlarına her an açık tutmamız hususunda bizi ikaz eder.
Bizim gönüllerimiz de aynı Rabbin kudret ve hikmetiyle var olmuş ve aynı hayır yetenekleriyle donatılmıştır.
Kur'ân'ın rahmet taşıyan âyetleri bizim gönlümüze de hayat ve onu rengârenk çiçeklerle dolu bir iyilik bahçesine çevirir.
Bunun için gerekli olan şey, hakka kulak verecek bir kulaktan fazla birşey değildir.