Orijinalini görmek için tıklayınız : Hergün 1 yeni bilgi
Merak edenlere , okumayı sevenlere hergün
yeni yeni bilgiler ..
KONU HAKKIDA YORUMLARINIZ SİZLERİNDE KONU HAKKINDA DÜŞÜNCELERİNİZİ
YAZIN GÖRELİM..
İLK BİLGİMİZ
ÇAY
5000 yıl öncesine giden çayın tarihi konusunda çeşitli efsaneler var:
Bunlardan ilki Çin'e gidiyor. M.Ö. 2700'lü yıllarda tıp bilimine meraklı olduğu bilinen Çin İmparatoru Shen Nung, sıcak su içmenin sağlığa olan olumlu etkilerini gözlemlemiş. Bir gün kendi sıcak suyunu hazırlarken, demliğine birkaç yaprak düşmüş. Kaynayan suyun buharından mistik ve rahatlatıcı bir aroma yükseldiğini görmüş ve bu sıcak içecekten bir bardak içerek onun harika lezzeti ve aroması karşısında hayret etmiş. Demliğine düşen bu yapraklar bir çeşit yaban çay ağacına aitmiş….
Çayın Japonya'daki efsanesi bizi Bodidharma isimli bir Budist keşişe götürüyor. Hayatının yedi yılını Buda'ya adayarak uyumadan geçiren bu keşiş, meditasyon sırasında istemeyerek uyuya kalınca çok kızmış ve ardından göz kapaklarını kesip toprağa atmış. Toprakta köklenerek büyüyen bitki, çay bitkisiymiş.
Hindistan da çayın keşfini Bodidharma'ya bağlar. Onların öyküsüne göre bu rahip uykusuz geçirdiği yılların beşincisinde yanındaki ağaçtan birkaç yaprak alır ve çiğner. Birden bire canlandığını gören rahip bunu sık sık tekrarlayarak yedi yıllık meditasyonunu bitirir. Bu yabani ağaç elbette ki çay bitkisidir.
Sudan sonra en eski ve en çok tercih edilen içecek olan çayın ülkemizdeki serüveni oldukça yenidir. 1888'deki ilk ciddi girişimden sonra üretimdeki gerçek başarı ancak 1940'larda elde edilmiştir. Bugün Türkiye, üretimde Hindistan, Seylan gibi ülkelerden sonraki yerini korumakta ve aynı başarıyı tüketimde de İngiliz ve İrlandalılardan sonra en çok çay tüketenlerden biri olarak göstermektedir.
Çay, bazen enerji kaynağı, bazen de rahatlatan büyülü bir içecektir. Ülkemizde 7'den 70'e herkes çay tüketir, bu tüketim yaş, meslek, gelir durumu farklılığı gözetmez.
Çayı demlerken sadece büyük bir demlik kullanan birçok ülkenin yanısıra Türkiye'de çay hazırlanırken önce çaydanlığın alt bölümünde su kaynatılır, kaynayan su, üst demlikte bulunan çaya eklenir ve alttan gelen buhar ile demlenen çay, geleneksel olarak ince belli cam bardaklarda içilir. Çayın fincanla içilmesi de ayrı bir zevktir. Çayını açık ya da koyu tercih edenler, limon ya da şeker ekleyenler vardır, ancak tüm bu kişiler için en önemli şeylerden biri çayın rengidir. Günlük deyişle "tavşan kanı" olan bu renk, berrak ve güzel bir kırmızı tonudur.
Dünyanın diğer yerlerinde; İngilizler klasik beş çayından vazgeçemez ve çaya süt eklemeyi sever, Çinliler için "yeşil çay" yaşamsaldır, Japonların en popüler çayı "Sencha"dır, Kuzey Afrika'da çay nane ile aromalandırılır, Orta Doğu'da çay genellikle limonla içilir, Ruslar içine reçel koyar ya da "kıtlama" şeker ile içer, kahve tutkunu Amerikalılar ise çayı demleyip buz gibi soğuttuktan sonra keyfini çıkarır, daha çok sağlık yönü ile çay yeniden popülarite kazanmıştır. Tibet'te ise çay, süt veya su ile demlendikten sonra tereyağı ile karıştırılarak yoğun bir beslenme içeceği elde edilir. Ve saire, ve saire….
Murphy Kanunları
Murphy Kanunları (Murphy's law) Amerikalı mühendis Edward A. Murphy, jr. tarafından, başarısızlıklar ve hata kaynaklarının karmaşık sistemlerde incelenmesi üzerine ortaya konan özdeyişlerdir.
Murphy Kanunları'nın temeli şu söze dayanır:
"Eğer bir işi halletmek için birden fazla olasılık varsa ve bu olasılıklardan biri istenmeyen sonuçlar veya felaket doğuracaksa; kesinlikle bu olasılık gerçekleşecektir."
1- Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir.
2-Bir şeyin birkaç şekilde ters gitme olasılığı varsa, hep en kötü sonuç doğuracak şekilde ters gidecektir.
3-Bir şeyin ters gidebileceği olasılıkları engelleseniz bile, anında yeni bir olasılık ortaya çıkacaktır.
4-Bir şeyin olma olasılığı, istenme olasılığı ile ters orantılıdır.
5-Er ya da geç olası en kötü koşullar zincirlemesi vuku bulacaktır.
6-Ne zaman bir şeyden vazgeçseniz, vazgeçtiğiniz o şey size geri gelir.
7-Olmuyorsa zorlayın, kırılırsa zaten değişmesi gerekirdi.
8-Ne kadar beklersen bekle istenmediği zaman gelecektir.
Yukardakiler murphy kanunu kurallarından bir kaçıdır.
12 bin yıldır kalp sembolü çiziliyor!
Dünyanın her yerinde ders
sıralarının, duvarların, bankların, ağaçların üstüne milyonlarca kalp
işareti kazındı. Hepsinin içinden iki ucunda iki baş harf olan bir ok
geçiyor. Aslında insanoğlu, tam 12 bin yıldır aşık olup sağa sola kalp
resimleri çizip duruyor.
İlk kez Güney Fransa'da mağara duvarlarına
çizilen kalp resmi, günümüzde de 'en temiz duyguları' ifade etmeye
devam ediyor. Kalp sembolünün ayrılmaz parçası olan ok da Ortaçağ'da
ortaya çıkmış. Kalp Sağlığı Vakfı Başkanı olan Prof. Dr. Tayyar
Sarıoğlu'nun (52) yaptığı araştırmaya göre, kalp resmi, hemen her çağda
ve dünyanın her yerinde aşkın sembolü. Aşkını duvarlara kazıyan ilk
romantikler, Fransa'nın güneyinde yaşamış olan Cro-Magnonlar. Son buzul
çağından önce ( M.Ö. 10000-8000) yaşamış olan ve avcılıkla geçinen bu
mağara adamları, kalbin, hayatın ve canlılığın devamını sağlayan en
önemli organ olduğunu keşfettiler. Cro-Magnonlardan kalan mağara
resimlerinde günümüzdekine çok benzer kalp figürleri görülüyor. En eski
bulgulardan biri de Kuzey Afrika'da M.Ö. 700′de kurulan Cyrene şehir
devletinin hikayesinde saklı. Günümüzde Libya sınırları içinde kalan
Cyrene, burada yetişen çok değerli 'Silphium' bitkisi sebebiyle o
dönemin en önemli ticaret merkezi haline gelmişti. Çünkü Silphium,
erkekler için çok güçlü bir afrodizyak etki gösterirken, kadınlar doğum
kontrolü için kullanıyordu. Silphium bitkisi o kadar değerliydi ki,
Cyrene paraları üzerinde resmedilmişti. Bu bir kalp şekliydi ve kalp
ile sevgi arasındaki ilişkinin en önemli örneğini oluşturdu. Eski
Mısır'da (M.Ö. 2500-1000) kalp, ruhun ve vicdanın merkezi olarak kabul
edildi. Ölümden sonra bütün organlar vücuttan çıkarılırken, sadece kalp
yerinde bırakıldı. Çünkü ölümden sonra kalbin, adalet tanrısı Maat'ın
huzurunda hesap verdiğine inanılıyordu. Eski Yunanlılar ( M.Ö. 700-200)
ruhun kalbin içinde yerleştiğine inanıyordu. Kalbin kan pompalama
fonksiyonun farkında olan Hipokrat ve Aristo, kalbin aynı zamanda duygu
ve düşünce yeteneklerinin de merkezi olduğunu düşünüyordu. Şarap ve
zevk tanrısı Dionisos'un başında yapraklardan oluşan kalp şeklinde bir
çelenkle tasvir edildiği bir anfora ( M.Ö. 500), Yunanlılar'ın kalp,
zevk ve mutluluk arasında kurdukları ilişkiyi ortaya koyuyor. Bugün
bildiğimiz simetrik kalp sembolü ise Ortaçağ'da popüler olmaya başladı.
13. yüzyılda, kadınların güven ve inancını kazanmış İsveç Kralı Magnus
Ladulas'ın kolunun üzerinde bir kalp işareti yer alırdı. 1400′lerden
kalma 'Kalbin Sunuluşu' isimli Fransız duvar halısında, erkeklerin,
aşık oldukları kadınlara bağlılıkları kalplerini sunarken tasvir
edildi. Yine o dönemden beri kullanılan iskambil kartlarında kırmızı
kalp en değerli kağıt grubu oldu.
BOZKURT21
18.Şubat.2017, 14:16
ŞAMAR OĞLANI DEYİMİ NERDEN GELİYOR? (http://hergnbiryenibilgi.blogspot.com.tr/2016/02/samar-oglani-deyimi-nerden-geliyor.html)https://2.bp.blogspot.com/-4ly_RMURst8/Vr_EJKTp7uI/AAAAAAAAAAM/WtZLjX4oWHc/s1600/%25C5%259EAMAR%2BO%25C4%259ELANI%2BDEY%25C4%25B0M% 25C4%25B0%2BNERDEN%2BGEL%25C4%25B0YOR.png
Şamar oğlanı; herkesin azarladığı ve hıncını aldığı, devamlı suçlu bulunan ve tamamı karşısında ‘gıkının çıkmadığı’ kimse anlamında kullandığımız bir deyim. Bir nevi ‘günah keçisi’ anlamına da gelen şamar oğlanı deyimin nerden geldiğini biliyor musunuz? Öğrenince çok şaşıracaksınız…
‘Şamar oğlanı’nın ilginç bir hikayesi var (http://hergnbiryenibilgi.blogspot.com.tr/).
16. Ve 17. Yüzyıllarda feodal düzenin hakimiyeti sonucu, üst sınıf ve alt katman arasındaki uçurum iyice açılmıştı. Öyle ki soylu kesim, kendisini halktan çok üstün görüyor ve onlarla herhangi bir yakın temas kurmaktan kaçınıyordu.
Dolayısıyla saray mensubu ve asilzade çocuklarının halkın arasına karışıp, onlarla aynı dersliklerde eğitim almaları düşünülemezdi. Doğal olarak en iyi hoca ve alimler, saray, şato ve konaklara bu çocukların ayağına getiriliyordu.
Ancak o dehemmiyet eğitim sırasında dayak ve cezalandırma çok yaygındı ve tabi ki bu yöntemin asil çocuklar üzerinde kullanılması mümkün değildi.
“BİRİ SUÇ İŞLİYOR, DİĞERİ DAYAK YİYOR”
İşte buna çözüm olarak alt tabakadan olan bir çocuk, ders sırasında bu dayağı yemek için hazır bulunuyordu. Asilzade çocuğunun işlediği her hatada şamar ve sopayı bu çocuk yiyordu.
öteki bir ayrıntı da, derse katılan bu halk çocuğunun birşeyler öğrenmemesi için sağır kimseler arasından seçilmesi ya da bilhassa bu iş için sağır edilmesiydi. Şamar Oğlanının İngilizcesi “Whipping boy” dur.
mpemba etkisi.
çeşitli durumlarda sıcak suyun soğuk sudan erken donması
mümkündür. hatta mantıklıdır. en basitinden daha sıcak olan su, soğuk
olana göre, buharlaşmayla daha çok madde kaybedecektir, daha az sıvı
kalacaktır, soğuması hızlanacaktır. buharlaşan madde miktarı toplam
madde miktarına göre hallice bir rakamsa daha sıcak başlayan su daha
önce donacaktır.
suyun soğuması lise 1 fiziğinden ötede de
incelenebilir bir olaydır. ısı transfer yüzeyi ve yüzeyin özellikleri,
sıvının şekli, ısı transfer yüzeyinin hacme oranı, suyun kendi
içerisindeki ısı transferi filan da girer işin içine. bu değişkenlerin
en azından bir kısmı tanımlanmadan kesin yargılar mümkün değildir.
mesela aynı miktarda ve aynı şartlarda; 60 derecedeki su 30 derecedeki sudan daha önce donuyor.
MuratReis
19.Şubat.2017, 15:07
Türk Kahvesi..
Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 1543 yılında Habeşistan’dan İstanbul’a gelmiş ve zamanla Osmanlıdan Avrupa’ya geçmiştir. Avrupa’da kahve uzun bir müddet Türk Kahvesi olarak sunulmuştur. Türk kültürüne has güğüm ve cezvelerde pişirildiği için Türk kahvesi olarak anılmaya başlanmıştır. O devirde açılan kahvehaneler sayesinde Türk halkı kahve ile tanışmıştır. Kahvehaneler; sohbet edilen, oyun oynanan sosyal yerlerdir ve Türk kültüründe önemli bir yer almaktadırlar.
Türk Kahvesi, Türkler tarafından keşfedilen kahve hazırlama ve pişirme metodunun adıdır. Özel bir tadı, köpüğü, kokusu, pişirilişi, ikramıyla kendine özgü bir kimliği ve geleneği vardır. Telvesi ile ikram edilen tek kahve türüdür.
Kahvenin kökeni araştırmacılar tarafından 14. yy başlarında Güney Habeşistan'dan tüm dünyaya yayıldığı şeklinde belirtilmiştir. Bunun kaynağı da etimolojik olarak kahve ile yakın benzerlik gösteren Güney Habeşistan'daki Kaffa yöresi gösterilmektedir.
Önceleri Arap Yarımadası'nda kahve meyvesinin kaynatılması ile elde edilen içecek, bu yepyeni hazırlama ve pişirme metoduyla gerçek kahve lezzetine ve eşsiz aromasına kavuşmuştur. Kahve ile Türkler sayesinde tanışan Avrupa; uzun yıllar kahveyi, Türk Kahvesi olarak bu yöntemle hazırlayıp tüketmiştir.
Brezilya ve Orta Amerika menşeili, arabica türü, yüksek kaliteli kahve çekirdeklerinden harmanlanan ve tercihen kömür ateşinde ağır ağır, titizlikle kavrulan Türk Kahvesi, çok ince öğütülür. Bir cezve yardımıyla su ve isteğe göre şeker ilave edilerek pişirilir, bir fincan kahveye iki çay kaşığı kahve atılır. Küçük fincanlarla servis yapılır. İçilmeden önce telvesinin dibe çökmesi için kısa bir süre beklenir. Su, sanıldığı gibi kahvenin sonunda değil; kahveyi içmeden evvel içilmektedir. Ayrıca tüm dünyada espresso ile en çok tüketilen kahve türüdür ki dünya genelinde hemen hemen her tür restorantın menüsünde bulunan 2 kahveden biridir.
Türk Kahvesi Tarihi
1517 yılında Yemen Valisi Özdemir Paşa, lezzetine hayran kaldığı kahveyi İstanbul'a getirdi. Türkler tarafından bulunan yepyeni hazırlama metodu sayesinde kahve, güğüm ve cezvelerde pişirilerek Türk Kahvesi adını aldı. İlk olarak Tahtakale'de açılan ve tüm şehre hızla yayılan kahvehaneler sayesinde halk kahveyle tanıştı. Günün her saati kitap ve güzel yazıların okunduğu, satranç ve tavlanın oynandığı, şiir ve edebiyat sohbetlerinin yapıldığı kahvehaneler ve kahve kültürü dönemin sosyal hayatına damgasını vurdu.
Saray mutfağında ve evlerde yerini alan kahve, çok miktarda tüketilmeye başlandı. Çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulduktan sonra dibeklerde dövülerek cezvelerde pişirilmek suretiyle içiliyor ve en itibarlı dostlara büyük bir özenle ikram ediliyordu. Kısa sürede, gerek İstanbul'a yolu düşen tüccarlar ve seyyahlar gerekse Osmanlı elçileri sayesinde Türk Kahvesinin lezzeti ve ünü önce Avrupa'yı oradan da tüm dünyayı sardı.
Türk Kahvesi Özellikleri
Dünyanın en eski kahve pişirme yöntemidir. Köpük, kahve ve telveden oluşur.
Yumuşak ve kadifemsi köpüğü sayesinde damakta en uzun süre tadını devam ettiren kahve türüdür.
Birkaç dakika şekli bozulmadan kalabilen bu leziz köpüğü sayesinde, uzun süre sıcak kalabilir.
İnce kenarlı fincanda sunulduğu için, diğer kahve türlerine göre daha yavaş soğur ve böylece daha uzun süren bir kahve keyfi sunar. Yoğun şurupsu kıvamı ile ağızdaki lezzet tomurcuklarını aşırı uyararak hafızada yer eder.
Diğer kahve türlerine göre, daha kıvamlı, yumuşak ve aromatiktir.
Kendine özgü enfes kokusu ve özel köpüğü ile diğer kahvelerden kolaylıkla ayırt edilebilir.
Kahve tutkunları tarafından, kaynatılarak içilebilen tek kahve olarak kabul edilir.
Eşsizdir çünkü kahvesi fincanın içindedir ancak telve olarak dibe çöktüğünden filtre edilmesine ve süzülmesine gerek kalmaz.
Hazırlanırken şeker ilave edildiğinden diğer kahvelerde olduğu gibi sonradan tatlandırmaya gerek yoktur. Sağlıklıdır çünkü fincanın dibinde biriken telvesi içilmez. Sıklıkla içildiği halde, miktar olarak fazla olmadığından şişkinlik yapmaz.
Diğer kahve türlerine göre, bir içimde daha az kafein içerir. Pişirilirken, şekeri tercihe göre ilave edildiğinden içime hazır halde sunulan tek kahve türüdür.
Kahveden önce su içilerek, ağızda bulunan önceki tatlar arındırılarak kahve tadının eşsiz bir şekilde tadılması sağlanır.
Dünya’da Yerleşimin Olduğu En Sıcak Yer
Dünya’da insanların yaşadığı en sıcak yer Dallol, Etiyopya olarak kabul edilmektedir. Yıl boyunca ortalama sıcaklık 34.4 derecedir. Bu yerleşim yerinde sıcaklık yıl içinde 55-60 derecelere kadar çıkabilmektedir. Dallol Etiyopya’nın kuzeyinde yer alan bir kasabadır. Maden yatakları ile zengin bir yerleşim yeridir. Yakınlarındaki Dallol yanardağı yaklaşık yüz yıldır suskun durumdadır, fakat bölgede düzenli bir jeotermal aktivitenin olduğu kanıtlanmıştır.
MuratReis
20.Şubat.2017, 21:03
Atı alan üsküdar' ı geçti nin öyküsü ..
zamanında Bolu beyine baş kaldıran kör oğlu nun dillerde yağız mı yağız atı çalınır.bütün civarı arar tarar yok.bir kimse birde istanbul daki pazarları dolaş der. istanbul da pazarları dolaşırken atına rastlar.
pazar sahibine şu ata bir bineyim hele der.pazarcıda buyur der .
eski sahibinin kokusunu alan at şahlanıp,dört nala ordan uzaklaşır.
dövünen pazarcıya ihtiyarın biri gelip ,
ah evlat! atı alan üsküdar ı geçti.o kör oğluydu ,atın gerçek sahibi...
Çok kullandığımız bir deyimde Güme gitti.! nin öyküsü
yeniçeri ler günümüz polisliğini yaptığı dönemlerde
olaylara müdahale edip,göz altına alacakları adamları kodes lere götürür.
içeri atarken de hooop...güümm derlermiş.
ahalide bir olay sırasında suçsuz yere içeri alınan insanlara.
vay be! adam bağıra çağıra güme gitti!derlermiş.
İş inada bindi nin öyküsü..
adamın biri hayatında hiç namaz kılmamış .
bunu bilen bir arkadaşıda yahu şu mübarek ramazan bari bir-iki rekat namaz kıl demiş.
o da tamam tamam kılarız.iki rekat deyip .akşam teravih namazına gitmiş.
teravih başlamış .bir-iki-dört derken namaz devam ediyor.
bir camdan kafasını uzatıp cami önünde bekleyen oğluna ,
evlat sen eve git bu iş inada bindi.demiş.
BOZKURT21
20.Şubat.2017, 22:12
Raw Food Nedir? Çiğ Beslenmenin Faydaları
https://1.bp.blogspot.com/-pahsReGkQWM/V9IFr1RI8SI/AAAAAAAAC2s/satxD9eW720cA-S6BDp045i4kubZqMb6gCLcB/s1600/raw%2Bmekan.jpg
Raw food yani çiğ yiyecek, çiğ sebze ve meyve ağırlıklı beslenmenin kökeni aslında çok eskilere dayanıyor. İlk insanların ateşi bulmalarından önceki dönemde çiğ sebze ve meyveler ile beslenmeleri üzerinden yola çıkılarak raw beslenme modeline, öze dönme anlamı yükleniyor.
Arkasındaki fikir şu ki yiyecekleri belli bir ısıya maruz bırakmak sahip oldukları hemen hemen bütün besin değerlerini ve doğal enzimleri öldürmek anlamına geliyor. Besin maddelerini öldürmenin yanı sıra doğal enzimleri de öldürüyor olmak tam bir felaket çünkü bu enzimler bir çok kronik hastalıkla savaşıyor. Kısaca belirtmek gerekirse, yiyeceğinizi ısıttığınızda otoimnün yani bağışıklık sisteminizi ateşe atıyor oluyorsunuz. Görünen o ki aslında insan vücudu zaten pişmiş yiyecekleri hazmetmek konusunda çok zayıf kalıyor. Bu konuya da ileride değineceğim.
Bazı raw beslenme fanları ve diyetisyenler, yiyecekleri pişirmenin onları toksik bir hale getirdiğini dile getiriyor ve çiğ beslenmenin migrene, alerjilere iyi geldiğini, bağışıklık sistemini yükselttiğini belirtiyor.
Neler Yiyebilirim?
Raw beslenme modelinde çiğ sebze ve meyve yiyebilirsiniz. Benim görüşüm raw diyeti uygulamak ile beraber bakliyat tüketiminin de yararlı olacağı yönünde. Glisemik indeksi yüksek, şeker, tuz, hamur, sodyum, yüksek kalorili ve sindirim sistemini aşırı yoran yiyeceklerden uzak durularak yapılan bir diyet sizi son derece sağlıklı kılar ve yaşam kalitenizi yükseltir.
Kilo Verebilir Miyim?
Genellikle et ağırlıklı beslenen, yemek yemeyi seven biri olarak bu yazıyı okuduğunuzu kabul ediyorum. Glisemik indeksi yüksek yiyecekler kan şekerini arttırır ve kan şekeri yüksek olan insanlar kendilerini sürekli aç hissederler. Glisemik indeksi en düşük yiyecekler ise çiğ meyve ve sebzelerdir (karpuzun biraz yüksektir). Aslında bizim doyumsuzluğumuz yanlış beslenmemizden kaynaklanıyor. Raw yani çiğ beslenme modeline başlayan bir birey elbette kilo verecektir.
Çiğ Beslenmenin Yararları Nelerdir?
Ucuzdur. Sebze ve meyveler diğer yiyeceklere göre elde etmesi en ucuz gruptur.
Bağışıklık sistemini sürekli güçlü tutar. Hazmetmesi çok kolaydır. Güzelce et yediğiniz bir öğünden sonra tahmin ediyorum 4-6 saat civarından tuvalete anca çıkabiliyorsunuzdur. Çiğ beslendiğiniz bir öğünden ortalama 15 dakika gibi bir süre sonra hazmetme işi bitmiş olacaktır. İdeal kilonuza ulaşabilirsiniz. Kanser riskini büyük oranda düşürür. Kolesterol hastaları için ve yüksek tansiyon için çok faydalıdır. Obezitenin önüne geçer. Parkinson hastalığı riskini ortadan kaldırır.
Su
Meyvelerin büyük bölümleri sudan oluşmaktadır. Örneğin salatalığın %96'sı sudur ve sabah kahvaltınızı salatalık ve domates ile yaptığınızda vücudunuza iyi miktarda su almış olursunuz. Ayrıca bu modele ek olarak da günde 3 litre su tüketerek daha sağlıklı bir vücuda sahip olursunuz.
İpuçları
Ben her tuvalet sonrası dışkının rengini kontrol ederim. Çünkü o bana sağlığım hakkında bir çok bilgi verebilir. Aynı şekilde idrar rengi de size sağlığınızla ilgili bir şeyler anlatabilir. Hangi renkler neleri ifade eder tek tek değinemeyeceğim şu anda fakat açık sarıdan beyaza yakın olan idrar renginin vücudun yeterince su aldığının kanıtı olduğunu söyleyebilirim.
Bu konudaki bilgilerimi belli bir sırayla aktarmak konusunda kendimi çok iyi bulmuyorum. Havada kalan kısımları soru cevap şeklinde kapatmak çok daha mantıklı ve siz okuyucular açısından daha verimli görünüyor.
Bu yüzden lütfen sorularınızı aşağıdaki yorum kısmından bana bildirin, ve çiğ beslenme konusunu daha derinden inceleyip, birlikte tartışalım. Ayrıca eğer yazıyı beğendiyseniz lütfen paylaşmayı unutmayınız.
BOZKURT21
22.Şubat.2017, 19:27
Şenol Güneşin Çıkardığı Gol Kralları Kimlerdir?
https://www.turkiyemerkezi.com/webkit-fake-url://2e07c0e2-f1a7-4dfc-97cf-19546ad92f1b/imagepng
Teknik adamlığındaki tarzı dikkat çeken, futbolcu kazanımında örnek gösterilen Şenol Güneş kaç tane Gol Kralı çıkardı ve kimlerdir bunlar?
Türk futbolunda Dünya Kupası üçüncülüğü apoletine sahip Şenol Güneş, Beşiktaş'ta da şampiyonluk gördü. Şenol Güneş'in çalıştırdığı takımlarda ise Gol Kralları dikkat çekti. Hücum futbolunu seven Güneş'in döneminde çıkan Gol Kralları şöyle:
1995-1996-Şota Arveladze-25 gol (Trabzonspor)
2004-2005-Fatih Tekke-31 gol (Trabzonspor)
2011-2012-Burak Yılmaz-33 gol (Trabzonspor)
2014-2015-Fernandao-22 gol (Bursaspor)
2015-2016-Mario Gomez 26 gol (Beşiktaş)
BOZKURT21
23.Şubat.2017, 16:57
TELEFONUN DONMA SEBEBİ.
Akıllı cep telefonunuzla bir işlem yapıyorsunuz ve işte dondu herhalde aklınıza ilk gelen bir yazılım veya donanım hatası olduğudur. Peki ya suçlu dış uzaydan gelen kozmik dalgalarsa?
Süpernovalar tarafından üretildiği düşünülen kozmik dalga parçacıkları uzayda ışık hızına yakın bir hızda ilerleyerek, insan için olduğu kadar, elektronik donanım için de zararlı olabiliyor.
Dünyanın elektromanyetik alanı bizi bu dalgaların verebileceği en kötü zararlardan korurken, uzaydaki bir astronot bu yüksek radyasyona maruz kalabilir. Benzer şekilde uydular ve uzay araçlar da bu kozmik dalgalara karşı uygun kalkana sahip olmalıdır. Atmosferdeki oksijen ve azor bu kozmik dalgaları nötron, piyon, pozitron ve müon gibi ikincil parçacıklara bölerler. İşte bu parçacıklara günün her saniyesinde maruz kalsak da bu radyasyon yaşayan organizmalara için zararsız olsa da, elektronik sistemlerle çakışabilir. Yeniden başlatma problemi çözse de gelişmiş bilgisayar sistemlerinde, kozmik dalgalara karşı çok daha hassas olabilir.
vBulletin v4.2.4, Copyright ©2000-, Jelsoft Enterprises Ltd.