PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Atatürkçü Düşünce Sisteminin Türk Toplumuna Sağladığı Yararlar



Nartaneside
01.Aralık.2017, 18:54
http://www.sosyalnet.com/wp-content/uploads/2016/05/24cfyh0.jpg

1.ATATÜRKÇÜLÜĞÜN OLUŞTUĞU ORTAM
Atatürk’ün yetiştiği ortam , aynı zamanda Atatürkçülüğün ortaya çıktığı ortam olarak da nitelendirilebilir. Atatürk’ün doğup büyüdüğü yıllar , bir imparatorluğun çöküşü için tüm koşulların gözler önünde bulunduğu yıllardır. Ülkeyi İstanbul’dan yönetenler , halktan uzak ve sorunları göremiyordu. Yerel yöneticiler merkezin denetiminden kurtulup halkına baskı yapan ve çıkarlarına göre hareket eden insanlar haline gelmişlerdi. Ordu disiplin ve eğitim gibi iki önemli niteliğini kaybetmişti. Rüşvet , iltimas ve yoksulluk halkı büyük bir rahatsızlığa itecek noktaya gelmişti. Halkta sorunların düzeleceğine dair en küçük bir inanç yoktu.
Batının her alanda hızla ilerlemesi ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan çok kuvvetli hale gelmesi gibi olumsuz bir ortamda yetişen Atatürk , “Ben bunları değiştireceğim” diyerek rahatsızlığını ve tepkisini ortaya koymuştur. Fransız İhtilâli ve askeri okullarda aldığı eğitim de kendisini etkileyerek ülkenin kurtuluşunu batı tarzı bir yönetim biçiminde görmeye başlamasına neden olmuştur. Atatürk ; Milletin millet olma özelliklerini kaybetmeye başladığını da görmüş ve buna tepki olarak da mesleğinin başından itibaren “Millilik” unsurunu işlemiştir.
İmparatorluğun , Birinci Dünya Savaşı’nı çok ağır bir yenilgiyle kaybetmesi ve sonrasında da imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması , Atatürk’ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı’nı başlatmış ve bu mücadele onda , “Bu hükümetle hiçbir şey yapılamaz , milli egemenliğe dayalı bir hükümet kurmak lazım” amacını net olarak ortaya çıkarmıştır. Kısaca Atatürkçülük , Türklerin Avrupa’da her alanda gerilediği , Osmanlı İmparatorluğu’nu yönetenlerin bu gerilemeye seyirci kaldığı bir ortamda oluşmaya başlamıştır. Belki onun gibi doğru çözümü görenler vardı , ancak Atatürk , düşüncesini uygulamaya sokacak kadar yetenek ve çalışma arzusuna sahipti.
2. ATATÜRKÇÜLÜĞÜN TANIMI VE ÖNEMİ
Birçok tanımlamanın da yapılabileceği Atatürkçülüğü şu şekilde ifade edebiliriz : ” Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmak amacıyla Atatürk’ün ortaya koyduğu ilke ve inkılâplara Atatürkçülük denir.”
Atatürk Kurtuluş Savaşı’nda kurtardığı Türk milletinin bir daha yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaması için ve de kısa sürede çağdaş medeniyet dünyasındaki yerini alması amaçlarıyla başta Cumhuriyetin ilanı olmak üzere çeşitli inkılâplar yapmış ve ilkeleri ortaya koymuştur. Atatürk’ün “Çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak” amacıyla yaptıkları ve ortaya koyduğu fikirlerdir , Atatürkçülük.
Atatürkçülüğün temelinde ; bağımsızlık, demokrasi ve lâiklik bulunmaktadır.
20. asırda geniş şekilde uygulama alanı bulmuş birçok düşünce sistemi , yöneyim türü , henüz bir asır geçmeden çağdaş özellik taşımadığı ve çağa uyum sağlamadığı , çağı ile bağdaşmadığı için değişmek durumunda kalmışlardır. Yarım asırdaki gelişmeler karşısında yenik düşmüşlerdir. Bünyeleri kendi kendilerini yenilemeye uygun olmadığı için bu gücü gösterememişlerdir.
Atatürkçülük ise her çağda çağdaş özellik gösterebiliyor. Düşünce sistemleri arayışları içerisinde olma ihtiyacını ortadan kaldırıyor. Bu sebeple Atatürk’ün kazandırdığı en büyük değerlerden birisi Atatürkçü düşünce sistemidir , Atatürkçülüktür.
3.ATATÜRKÇÜLÜĞÜN ELEMANLARI
a) Tam bağımsızlık yanlısıdır.
b) Halkçıdır , demokratiktir , sosyaldir ve barışçıdır.
c) Müspet ilme ve duyguya dayanır.
d) Dinamiktir.
4. ATATÜRKÇÜLÜĞÜN ÖZELLİKLERİ
Atatürkçü düşünce sisteminin en belirgin özelliği , aklın ve bilimin ışığında gelişmeye açık bir yön göstermesidir. Atatürk ilkelerini dogma halinden kurtaran , dogmatizmden uzaklaştıran yönü , işte bu noktada düğümlenmektedir. Atatürkçü düşünce sistemine göre ” Hayatta en hakiki yol gösterici ilimdir. İlim ve fenin dışında kılavuz aramak gaflettir , bilgisizliktir , doğru yoldan sapmaktır.” Nitekim Atatürk’ün şu sözleri , koyduğu düşünce sistemi bu özelliğini bütün açıklığı ile vurgulamaktadır. : ” Ben manevi miras olarak hiçbir nas , hiçbir dogma , hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonra , beni benimseyenler , bu temel mihver üzerinde akıl ve ilimin rehberliğini kabul ederlerse , manevi mirasçılarım olurlar”. İşte büyük kurtarıcının , Atatürkçü düşünce sistemin esasını belirleyen ölmez sözleri.
5. ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİNDE MİLLİ GÜÇ UNSURLARI
Milli güç : bir devletin , diğer devletler karşısında arzuladığı sonuçları elde etmesini sağlayan imkan ve kabiliyetlerin toplamıdır.
Milli güç siyasi , askeri , ekonomik ve sosyo-kültürel güçlerin bileşiminden oluşur.
a) Siyasi Güç
Siyasi güç ; “Bir devletin milli hedeflerine erişmek , erişilenleri koruyup geliştirmek ve milli menfaat sağlamak amacıyla kullandığı siyasi kuvvetlerin toplam verimidir”. Tanımı daha genişletecek olursak ; bir devletin iç politikasının bünyesine , milletin özelliklerine ve çağın gereklerine uygunluğu , dış siyasi faaliyet ilişkilerini , üyesi bulunduğu uluslar arası antlaşma , ittifak ve kuruluşları ve bunların içindeki mevkiini , diplomatik alandaki hareket serbestliğinin çapını , uluslar arası itibarını , hükümetin siyasi ve diplomatik görev sahiplerinin karakter ve niteliklerini , her aşamadaki kanunların yeterlilik ve etkinliklerini ve devletin yönetim biçimi gibi etkenleri kapsar.
Türkiye Cumhuriyeti , laik ve demokratik bir yapıya sahip olmakla , siyasi güç açısından büyük bir avantaja sahiptir. ” Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” İlkesi , siyasi gücün halktan kaynaklanıyor olması sonucunu doğurur ki , bu da siyasi güç açısından olabilecek en elverişli durumdur. Ayrıca , laik bir devlette , din-devlet işlerinin ayrılmış olması ve ibadet özgürlüğünün bulunması da önemli bir güçtür. Bu ilk unsurun bulunmadığı devletlerde devlet-halk uyuşması görülmediğinden siyasi güç açısından da zaaf söz konusudur.
b) Askeri Güç
Milli gücün unsurlarından biri olarak askeri güç , teşkilatlandırılmış askeri güç ile bu gücü destekleyebilecek potansiyel güçten oluşur. Tanımlayacak olursak ; “Milli gücün bir unsuru olup , ulusal politikanın uygulamasında ve ulusal hedeflerin elde edilmesinde kullanılan fiziki güçtür”. Kısaca , “Bir devletin ve milletin savaş gücüdür.” de denilebilir.
Türkiye Cumhuriyeti gibi , konumu açısından stratejik öneme sahip topraklarda bulunan bir devlette , askeri gücün “caydırıcı” nitelikte olması çok önemlidir. Ülkemiz uzun yıllardır bir saldırıya uğramamış ise bu , askeri gücün yeterli oluşundan kaynaklanmaktadır. Silahlı Kuvvetler , yeterli güce sahip olmasaydı birçok askeri saldırı ile karşı karşıya kalırdı. Bu durum değişen oranlarda her devlet için geçerli olduğundan denilebilir ki , askeri gücü olmayan devlet yoktur. Askeri güç , toplumsal yaşantının ve devlet olmanın bir gereğidir. Yönetim biçimleri her ne olursa olsun bu kural tüm devletler için geçerlidir ve böyle de olmuştur.
c)Ekonomik Güç
İnsanın meydana getirdiği en ileri siyasal teşkilat olan devletin , var olabilmek ve varlığını koruyabilmek için ihtiyaç duyduğu milli gücü oluşturan öğelerden biri de ekonomik güçtür. Devlet , millete karşı olan görevlerini yerine getirebilmek için ekonomik güce sahip olmak zorundadır. Aynı kural aile ve toplum için de geçerlidir.
Bir devletin ekonomik gücü , genelde onun yararlandığı iç ve dış kaynakların yeterlilik ve sürekliliği ile , bunların ürünlerini işleyen , endüstriyel kapasitenin , üretici insan gücünün dış ticaret dengesini , ulaştırma imkan ve kolaylıklarını , ekonomik kurumlarını ve uyguladığı ekonomik sistem ve siyaseti kapsar.
Milli gücün tüm unsurlarının gelişip güçlenmesi için gereken maddi ihtiyaçlar ekonomik güç tarafından karşılanır. Ekonomik yönden güçlü devletler , hem iç siyasette hem de uluslar arası ilişkilerde söz sahibi devletlerdir. Ekonomik yönden güçsüz devletlerde halkın ekonomik koşullarının da aynı oranda güçsüz olduğu açıktır. Devletin ve halkın ekonomik gücünün zayıf ya da güçlü olması milli gücü etkiler.
d)Sosyo-Kültürel Güç
Milli varlığın korunmasında ve geliştirilmesinde temel öğe olan insan öneminden hiçbir şey kaybetmemiştir. Tekniğin ortaya çıkardığı olağanüstü araç ve silahlara karşın , bunları kullanacak olan insan öğesi yine milli gücü yönlendirme niteliğini korumaktadır. Tarihsel gelişmede , çeşitli aşamalardan geçerek millet olma düzeyine ulaşan toplumun , bazı değerlerle donanması , milli dayanışmanın vazgeçilmez koşullarındandır.
Devletlerin gerçek gücü de , her şeyden önce vatandaşların birlik , beraberlik , sevgi ve saygı ortamında bütünleşmelerinin ve bir millet olarak organize edilmelerinin başarısıyla ilgilidir. O halde diyebiliriz ki , sosyo-kültürel güç , “toplumu millet ve milleti toplum yapan birlik ve bütünlük ile , bunları sağlayan tarihi birikimlerle milletin eğitim ve kültür düzeyi , gelenek , hukuk , dil , din , fikir vb. alanlardaki durumu , seviyesi ve bunlarla ilgili uygulamaların milli güce etki ve katkılarını kapsar.”
Sosyo-kültürel güç , bir millete özgü kültürel değerlerin bir bileşkesi olarak beliren ve milletçe kalkınma , koruma ve savunma politikasında itici ve yönlendirici niteliği ile , milli güç içerisinde değerli bir yere sahiptir. Bu gücün değerlendirilmesinde , milli kurumlar (Siyasal , sosyal , dinsel ve eğitsel nitelikli) etnik durum , basın , halkın ideolojik ve dinsel nitelikleri , sosyal ve ahlaki inançları , milli birlik ve beraberlik anlayışı , moral ve kültür düzeyi belli faktörlerdir.