Nartaneside
04.Ocak.2018, 18:08
Spinoza (1632-1677) Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Amsterdam’da doğdu. Hahamlık eğitimi esnasında Yahudilikten uzaklaşarak felsefeye yöneldi. Giordano Bruno’dan ve Descartes’tan etkilenerek Bruno’nun mistisizmiyle Descartes’ın rasyonalizmi arasında özgün bir sentez yaptı. Ethika isimli eserinde bütünlüklü bir evren sistemi inşa etmeye girişmiştir. Diğer yapıtları Descartes Felsefesinin İlkeleri, Teolojik-Politik İnceleme, Devlet Üzerine İnceleme, Anlığın Düzeltilmesi Üzerine İnceleme adlarını taşır. Öğretim üyeliği önerilerini geri çevirip geçimini gözlük camı yontarak sağlamış, 1677’de veremden ölmüştür.
Baruch Spinoza'nın Hayatı ve Eserleri
Spinoza, Hollanda'da ticaretle uğraşan bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Ailesi Yahudi'ydi ve Portekiz'den engizisyonun baskıları dolayısıyla kaçıp önce Nantes'a sonra da Amsterdam'a (1622 yılı olarak tahmin ediliyor) gelmişlerdi. Bilimsel buluşların, dinsel bölünme ve çatışmaların, siyasal değişikliklerin ve felsefi gelişmelerin yoğun olduğu bir sırada Hollanda'da yaşadı. Spinoza'nın babası ticaretin yanı sıra sosyal alanda da gelişme kaydetmiş ve Amsterdam'daki Sinagog'un ve Yahudi okulunun müdürü olmuştu. Ailesi Spinoza'nın Yahudi hahamı olarak yetişmesini istemiş ve bu yönde gelişmesi için her türlü eğitim olanaklarını sağlamıştı. Spinoza bu sebeple erken yaşta gittiği Yahudi okullarında ve Sinagoglarda İbranice öğrenmiş, Yahudi ve Arap teologların çalışmalarını öğrenme imkanı bulmuştur.
Spinoza'nın laik ve sorgulayıcı düşünceyle güçlü bağlantısının başlangıcında eğitim sürecinin başlarında yer alan öğretmeni liberal haham olarak bilinen Manasseh ben Israel'in (Amsterdam Yeshiva'sına 1638'de atandı) etkisi olduğu söylenebilir.
Spinoza'nın Eserleri
- Ethica
- Tanrı, İnsan ve İnsanın Mutluluğu Üzerine Kısa İnceleme
- Politik İncelemeler, (Tractatus Politicus)
- Kavrayış Gücünün Gelişimi
- Descartes Felsefesinin İlkelerinin I. ve II. Bölümlerinin Benedictus Spinoza Tarafından Geometrik Yöntemle Tanımlanması.
- Teolojik-Politik İncelemeler
Spinoza hayattayken yayımlanan çalışmaları Descartes'in Principia Philosophiae (Felsefenin İlkeleri) çalışmasını yorumladığı çalışması ve Teolojik-Politik İncelemeler adlı kitabıdır. Etika hazır fakat yayınlanmamış bir kitaptı, ölümünden uzun bir zaman sonra yayımlandı. Diğer kitapları izleyicileri tarafından notları ve tamamlanmamış yazılarından bir araya getirilerek hazırlandı.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM'ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf "Felsefeye Giriş" ve 2., 3., 4. Sınıf "Felsefe Tarihi" Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı
Baruch Spinoza'nın Tanrı Anlayışı
“Spinoza’nın yazılarından her yere tanrı yerine tabiat kelimesi konulabilir. Bu konuda kendisi bile sarih olarak yol gösteriyor. Tanrı mefhumundan şahsi, irade ve hatta şuurla ilgili her şeyi çıkarmak suretiyle, Spinoza, bu iki mefhumu birbirine yaklaştırır.”
Spinoza'nın panteist bir düşünce yönünde uçlara vardığı ve monist bir tanrı-doğa düşüncesine ulaştığı ilk olarak belirtilmesi gereken noktadır.Bununla birlikte Spinoza'nın felsefi sisteminde Tanrı kavramının merkezi bir yeri olduğunu söylemek gerekir. Tanrı, bu felsefi sistemin hem başlangıç noktası hem de son noktasıdır: "Var olan her şey Tanrı içinde vardır ve Tanrı olmaksızın hiçbir şey ne varolabilir ne de kavranabilir".
Ancak yine de açık olmayan Spinoza'nın Tanrı'sının felsefesi açısından nasıl bir şey olduğudur. Kendinde bir neden, nedeni kendinde olmak (causa sui) anlamında Tanrı ve özellikle bu alıntıda kullanılan içinde terimi Spinoza üzerine yapılan sonu gelmez yorum denemelerinde sürekli bir tartışma konusudur. Bilimsel bir düşünceye de dinsel bir düşünceye de bağlantılandırılan Spinozacı felsefenin Tanrı kavramı, hem ontolojik kanıtlamanın hem de bilgi bilimsel yapının anahtarı olarak görünmektedir. Çünkü tanrının varlığı için öne sürülen ontolojik veri, bir gerçekliğin varlığını o gerçekliğin kavranışından hareketle kanıtlamaya yönelen yaklaşımdan hareket eder görünmektedir.
Aynı zamanda Spinoza'nın monist bir dizgeye yöneldiği söylenebilir; onun hem bir ateist hem de bir panteist olarak görünmesini sağlayan ise bu monist tutumun özgüllüğüdür. Ünlü sav sözünde Spinoza, :"Tanrı ya da Doğa" (Deus sive Natura) demektedir.
İlk alıntı ile bu sav söz karşılaştırıldığında Spinoza'nın güç anlaşılır tezleri belirginleşmektedir. Bu formülasyonla Spinoza, bir yanda fiziksel dünyanın özünde tanrı bilimsel olmasını ve öte yandan tanrı biliminin kişisel olmaması sağlamaya çalışır. Burada Spinoza, örtük ve açık bir takım varsayımlara dayanır, hatta bir tür gizli varsayım sistemin temelidir diyebiliriz. Bu gizli varsayım sonradan üzerinde çok konuşulacak olan, gerçeklik ile kavrayışın örtüşmesi, daha düşünce dünyasındaki bağıntıların birebir gerçeklikteki bağıntılara tekabül etmesidir.
Bu yaklaşımları geliştirmekte nedensellik kavramı da ayrı bir öneme sahiptir. Spinoza'nın gizli varsayımının kuramsal dayanağı bir anlamda bu nedensellik fikridir, ancak Spinoza'nın nedensellik fikri ampirizm felsefesi için kabul edilemez bir nedensellik yaklaşımıdır. Spinoza burada rasyonalist yönelime uygun bir yol izler ve nedenselliği bir bakıma dünyadan kopartarak zihnimize, yani dünyayı kendi kavrayışımıza bağlar. Çünkü ona göre, eğer aklı mümkün kılan çıkış noktaları ya da öncüller gerçeklik için bir güvence sağlayamayorsa başka hiçbir şey sağlayamaz. Böylece apaçık gerçeklik, düşünceden gerçekliğe geçişin sağladığı bir gerçeklik olarak belirir. Buna göre, fiziksel dünyanın, düşüncenin onu temsil ettiği gibi olduğunu, bizzat bu düşüncenin kendisinden anlarız ki Spinoza bu yolla argümanlarında kavrayış nosyonunu özel bir ilgiyle kullanmakta ve bunun aracılığıyla dünyaya bir tanım getirmektedir.
Baruch Spinoza'nın Ahlak Felsefesi, Etik Anlayışı
Spinoza, insana Doğa’nın özsel bir parçasıymış gibi bakmaktaydı. Bunu şu sözle dile getirmiştir: “İnsan eylemlerini ve isteklerini tıpkı çizgileri, düzlemleri ve cisimleri inceliyormuş gibi inceleyeceğim.” Onun bu tümcesi, insan davranışının, neden ve etkilerin terimleri içinde, herhangi bir doğal olguymuş gibi açıklanacağını gösterir. Öncelikle istenç özgürlüğüne bakarsak; insanlar genelde özgür olduklarını ve seçim yapabildiklerini düşünürler. Oysa bu konuda bir yanılgının kurbanı durumundadırlar. Çünkü insansal düzeydeki bir cehalet durumu, istenç özgürlüğüne sahip olduğumuzu biz insanlara düşündürmektedir. İnsanlar doğadaki katı belirlenmişliğin dışında kalabildiklerini düşünmekten hoşlanırlar. Söz konusu cehalet nedeniyle insanlar eylemlerin çoğunun nedenlerini açık seçik görememektedirler; çünkü bu nedenleri ayırt etmek kolay değildir. Bu nedenle yaptıkları eylemi özgür istence dayanarak yaptıkları gibi bir inanca kapılmaktadırlar. Oysa her olgu gibi her eylemin de zorunlu bir nedeni vardır. Doğanın ya da evrenin zorunlu bağlantısı içinde zaten başka türlüsü düşünülemez.
Buna bağlı olarak Spinoza, naturalistik bir etik anlayış ortaya koymuştur: Tüm insanlar doğalarının bir parçası olarak yaşamda kalmaya ya da varlıklarını sürdürmeye çaba gösterirler. Spinoza bu çaba göstermeye ‘conatus’ adını vermektedir. Conatus zihin ve bedene göndermede bulunduğu zaman appetite adını almakta, bu appetite bilinçli hale geldiğinde arzu (desire) denen durum doğmaktadır. Kendini koruma ve yetkinleştirme bakımından daha yüksek derecede bilinçli hale geldiğimizde haz, bu yetkinleşmede bir düşüş olduğunda acı yaşarız. Spinoza, iyiyi ve kötüyü de haz ve acı kavramları ile ilişkili olarak tanımlar. Tözsel olarak iyi ve kötü yoktur; hoşlandığımız ve istediğimiz şeylere iyi, hoşlanmadıklarımıza kötü deriz. Böylece iyilik ve kötülük öznel bir değerlendirmeyi yansıtır. Arzularımız belirlenmiş olduğu için yargılarımız da belirlenmiş olur.
Spinoza’ya göre her insan hayatta kalmak ister. Bu çabaya conatus denir.
Tüm arzu ve eylemlerimiz dışsal güçler tarafından belirleniyorsa insanın etik bir varlık olması üzerine ne söylenebilir? Spinoza burada tıpkı Stoacılar gibi “olayları n belirlenmişliğini değiştiremeyiz, o nedenle bu düzeni olduğu gibi kabul etmeliyiz ama kendi tavır ve tutumlarımızı kontrol edebiliriz” der. Bunu da ancak Tanrı bilgisi aracılığıyla, en yüksek zihinsel tanıma yetisini kazanarak sağlayabiliriz. Ahlaksallık bulanık idelerin bulunduğu aşağı bilgi düzeyinden sezginin geçerli olduğu en üst düzeydeki Tanrı bilgisine doğru hareket ederek bilgimizi geliştirmekle olanaklı olur. Bu düzeyde her şeyin Tanrı’da sonsuzca ve yetkin olarak düzenlendiğini anlatan açık ve seçik idelere sahip olmuş oluruz. Sadece bilgi bizi mutluluğa ulaştırabilir çünkü sadece bilgi aracılığıyla tutkularımızın kölesi olmaktan sıyrılabiliriz. Heyecanlarımızı ne denli anlarsak, tutkularımızın üzerimizdeki etkisi o denli azalır. Her şeyi zorunluluk kipi altında görmeyi başardığımız sürece, akıl, heyecanlar üzerinde daha çok güç kazanır ve insanın onların oyuncağı olma olasılığı azalır. Sadece heyecanlarımızı değil doğanın düzenini de anlamaya çalışmalıyız. Çünkü kendi yaşamlarımızı da salt sonsuzluk bakış açısı altında anlayıp anlamlandırabiliriz. Şu halde gerçek neden olarak tüm olayları Tanrı fikri aracılığıyla görmeliyiz.
Tutkular, sadece bilgiden yoksun olduğumuz zaman bizi kendilerine köle yaparlar. Ama biz doğamız gereği yetkinliğin daha yüksek derecesi için kapasite ve isteğe sahibiz; ussal güçlerimiz aracılığıyla yetkinlik derecelerini başarabiliriz. Tanrı'nın bilgiye dayalı sevgisi (entelektüel sevgi) bizde bu şekilde oluşur. Bu tür bir bilgiden Tanrı idesinin eşlik ettiği bir mutluluk doğar; bu mutluluk Tanrı sevgisidir. Bu onun sonsuz olduğunu anlamak ve her şeyi bu sonsuzluk kipi altında görebilmektir. Kuşkusuz bu Tanrı sevgisi kutsal bir kişiye duyulan bir sevgi değildir. Daha çok matematik bir formülü ya da bilimsel bir işlemi anladığımız zaman sahip olduğumuz türden bir zihinsel hazza benzer. Ahlaklılığın bu yolu oldukça çetindir ama insan bu yoldan asla vazgeçmemelidir.
Baruch Spinoza'nın Hayatı ve Eserleri
Spinoza, Hollanda'da ticaretle uğraşan bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Ailesi Yahudi'ydi ve Portekiz'den engizisyonun baskıları dolayısıyla kaçıp önce Nantes'a sonra da Amsterdam'a (1622 yılı olarak tahmin ediliyor) gelmişlerdi. Bilimsel buluşların, dinsel bölünme ve çatışmaların, siyasal değişikliklerin ve felsefi gelişmelerin yoğun olduğu bir sırada Hollanda'da yaşadı. Spinoza'nın babası ticaretin yanı sıra sosyal alanda da gelişme kaydetmiş ve Amsterdam'daki Sinagog'un ve Yahudi okulunun müdürü olmuştu. Ailesi Spinoza'nın Yahudi hahamı olarak yetişmesini istemiş ve bu yönde gelişmesi için her türlü eğitim olanaklarını sağlamıştı. Spinoza bu sebeple erken yaşta gittiği Yahudi okullarında ve Sinagoglarda İbranice öğrenmiş, Yahudi ve Arap teologların çalışmalarını öğrenme imkanı bulmuştur.
Spinoza'nın laik ve sorgulayıcı düşünceyle güçlü bağlantısının başlangıcında eğitim sürecinin başlarında yer alan öğretmeni liberal haham olarak bilinen Manasseh ben Israel'in (Amsterdam Yeshiva'sına 1638'de atandı) etkisi olduğu söylenebilir.
Spinoza'nın Eserleri
- Ethica
- Tanrı, İnsan ve İnsanın Mutluluğu Üzerine Kısa İnceleme
- Politik İncelemeler, (Tractatus Politicus)
- Kavrayış Gücünün Gelişimi
- Descartes Felsefesinin İlkelerinin I. ve II. Bölümlerinin Benedictus Spinoza Tarafından Geometrik Yöntemle Tanımlanması.
- Teolojik-Politik İncelemeler
Spinoza hayattayken yayımlanan çalışmaları Descartes'in Principia Philosophiae (Felsefenin İlkeleri) çalışmasını yorumladığı çalışması ve Teolojik-Politik İncelemeler adlı kitabıdır. Etika hazır fakat yayınlanmamış bir kitaptı, ölümünden uzun bir zaman sonra yayımlandı. Diğer kitapları izleyicileri tarafından notları ve tamamlanmamış yazılarından bir araya getirilerek hazırlandı.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM'ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf "Felsefeye Giriş" ve 2., 3., 4. Sınıf "Felsefe Tarihi" Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı
Baruch Spinoza'nın Tanrı Anlayışı
“Spinoza’nın yazılarından her yere tanrı yerine tabiat kelimesi konulabilir. Bu konuda kendisi bile sarih olarak yol gösteriyor. Tanrı mefhumundan şahsi, irade ve hatta şuurla ilgili her şeyi çıkarmak suretiyle, Spinoza, bu iki mefhumu birbirine yaklaştırır.”
Spinoza'nın panteist bir düşünce yönünde uçlara vardığı ve monist bir tanrı-doğa düşüncesine ulaştığı ilk olarak belirtilmesi gereken noktadır.Bununla birlikte Spinoza'nın felsefi sisteminde Tanrı kavramının merkezi bir yeri olduğunu söylemek gerekir. Tanrı, bu felsefi sistemin hem başlangıç noktası hem de son noktasıdır: "Var olan her şey Tanrı içinde vardır ve Tanrı olmaksızın hiçbir şey ne varolabilir ne de kavranabilir".
Ancak yine de açık olmayan Spinoza'nın Tanrı'sının felsefesi açısından nasıl bir şey olduğudur. Kendinde bir neden, nedeni kendinde olmak (causa sui) anlamında Tanrı ve özellikle bu alıntıda kullanılan içinde terimi Spinoza üzerine yapılan sonu gelmez yorum denemelerinde sürekli bir tartışma konusudur. Bilimsel bir düşünceye de dinsel bir düşünceye de bağlantılandırılan Spinozacı felsefenin Tanrı kavramı, hem ontolojik kanıtlamanın hem de bilgi bilimsel yapının anahtarı olarak görünmektedir. Çünkü tanrının varlığı için öne sürülen ontolojik veri, bir gerçekliğin varlığını o gerçekliğin kavranışından hareketle kanıtlamaya yönelen yaklaşımdan hareket eder görünmektedir.
Aynı zamanda Spinoza'nın monist bir dizgeye yöneldiği söylenebilir; onun hem bir ateist hem de bir panteist olarak görünmesini sağlayan ise bu monist tutumun özgüllüğüdür. Ünlü sav sözünde Spinoza, :"Tanrı ya da Doğa" (Deus sive Natura) demektedir.
İlk alıntı ile bu sav söz karşılaştırıldığında Spinoza'nın güç anlaşılır tezleri belirginleşmektedir. Bu formülasyonla Spinoza, bir yanda fiziksel dünyanın özünde tanrı bilimsel olmasını ve öte yandan tanrı biliminin kişisel olmaması sağlamaya çalışır. Burada Spinoza, örtük ve açık bir takım varsayımlara dayanır, hatta bir tür gizli varsayım sistemin temelidir diyebiliriz. Bu gizli varsayım sonradan üzerinde çok konuşulacak olan, gerçeklik ile kavrayışın örtüşmesi, daha düşünce dünyasındaki bağıntıların birebir gerçeklikteki bağıntılara tekabül etmesidir.
Bu yaklaşımları geliştirmekte nedensellik kavramı da ayrı bir öneme sahiptir. Spinoza'nın gizli varsayımının kuramsal dayanağı bir anlamda bu nedensellik fikridir, ancak Spinoza'nın nedensellik fikri ampirizm felsefesi için kabul edilemez bir nedensellik yaklaşımıdır. Spinoza burada rasyonalist yönelime uygun bir yol izler ve nedenselliği bir bakıma dünyadan kopartarak zihnimize, yani dünyayı kendi kavrayışımıza bağlar. Çünkü ona göre, eğer aklı mümkün kılan çıkış noktaları ya da öncüller gerçeklik için bir güvence sağlayamayorsa başka hiçbir şey sağlayamaz. Böylece apaçık gerçeklik, düşünceden gerçekliğe geçişin sağladığı bir gerçeklik olarak belirir. Buna göre, fiziksel dünyanın, düşüncenin onu temsil ettiği gibi olduğunu, bizzat bu düşüncenin kendisinden anlarız ki Spinoza bu yolla argümanlarında kavrayış nosyonunu özel bir ilgiyle kullanmakta ve bunun aracılığıyla dünyaya bir tanım getirmektedir.
Baruch Spinoza'nın Ahlak Felsefesi, Etik Anlayışı
Spinoza, insana Doğa’nın özsel bir parçasıymış gibi bakmaktaydı. Bunu şu sözle dile getirmiştir: “İnsan eylemlerini ve isteklerini tıpkı çizgileri, düzlemleri ve cisimleri inceliyormuş gibi inceleyeceğim.” Onun bu tümcesi, insan davranışının, neden ve etkilerin terimleri içinde, herhangi bir doğal olguymuş gibi açıklanacağını gösterir. Öncelikle istenç özgürlüğüne bakarsak; insanlar genelde özgür olduklarını ve seçim yapabildiklerini düşünürler. Oysa bu konuda bir yanılgının kurbanı durumundadırlar. Çünkü insansal düzeydeki bir cehalet durumu, istenç özgürlüğüne sahip olduğumuzu biz insanlara düşündürmektedir. İnsanlar doğadaki katı belirlenmişliğin dışında kalabildiklerini düşünmekten hoşlanırlar. Söz konusu cehalet nedeniyle insanlar eylemlerin çoğunun nedenlerini açık seçik görememektedirler; çünkü bu nedenleri ayırt etmek kolay değildir. Bu nedenle yaptıkları eylemi özgür istence dayanarak yaptıkları gibi bir inanca kapılmaktadırlar. Oysa her olgu gibi her eylemin de zorunlu bir nedeni vardır. Doğanın ya da evrenin zorunlu bağlantısı içinde zaten başka türlüsü düşünülemez.
Buna bağlı olarak Spinoza, naturalistik bir etik anlayış ortaya koymuştur: Tüm insanlar doğalarının bir parçası olarak yaşamda kalmaya ya da varlıklarını sürdürmeye çaba gösterirler. Spinoza bu çaba göstermeye ‘conatus’ adını vermektedir. Conatus zihin ve bedene göndermede bulunduğu zaman appetite adını almakta, bu appetite bilinçli hale geldiğinde arzu (desire) denen durum doğmaktadır. Kendini koruma ve yetkinleştirme bakımından daha yüksek derecede bilinçli hale geldiğimizde haz, bu yetkinleşmede bir düşüş olduğunda acı yaşarız. Spinoza, iyiyi ve kötüyü de haz ve acı kavramları ile ilişkili olarak tanımlar. Tözsel olarak iyi ve kötü yoktur; hoşlandığımız ve istediğimiz şeylere iyi, hoşlanmadıklarımıza kötü deriz. Böylece iyilik ve kötülük öznel bir değerlendirmeyi yansıtır. Arzularımız belirlenmiş olduğu için yargılarımız da belirlenmiş olur.
Spinoza’ya göre her insan hayatta kalmak ister. Bu çabaya conatus denir.
Tüm arzu ve eylemlerimiz dışsal güçler tarafından belirleniyorsa insanın etik bir varlık olması üzerine ne söylenebilir? Spinoza burada tıpkı Stoacılar gibi “olayları n belirlenmişliğini değiştiremeyiz, o nedenle bu düzeni olduğu gibi kabul etmeliyiz ama kendi tavır ve tutumlarımızı kontrol edebiliriz” der. Bunu da ancak Tanrı bilgisi aracılığıyla, en yüksek zihinsel tanıma yetisini kazanarak sağlayabiliriz. Ahlaksallık bulanık idelerin bulunduğu aşağı bilgi düzeyinden sezginin geçerli olduğu en üst düzeydeki Tanrı bilgisine doğru hareket ederek bilgimizi geliştirmekle olanaklı olur. Bu düzeyde her şeyin Tanrı’da sonsuzca ve yetkin olarak düzenlendiğini anlatan açık ve seçik idelere sahip olmuş oluruz. Sadece bilgi bizi mutluluğa ulaştırabilir çünkü sadece bilgi aracılığıyla tutkularımızın kölesi olmaktan sıyrılabiliriz. Heyecanlarımızı ne denli anlarsak, tutkularımızın üzerimizdeki etkisi o denli azalır. Her şeyi zorunluluk kipi altında görmeyi başardığımız sürece, akıl, heyecanlar üzerinde daha çok güç kazanır ve insanın onların oyuncağı olma olasılığı azalır. Sadece heyecanlarımızı değil doğanın düzenini de anlamaya çalışmalıyız. Çünkü kendi yaşamlarımızı da salt sonsuzluk bakış açısı altında anlayıp anlamlandırabiliriz. Şu halde gerçek neden olarak tüm olayları Tanrı fikri aracılığıyla görmeliyiz.
Tutkular, sadece bilgiden yoksun olduğumuz zaman bizi kendilerine köle yaparlar. Ama biz doğamız gereği yetkinliğin daha yüksek derecesi için kapasite ve isteğe sahibiz; ussal güçlerimiz aracılığıyla yetkinlik derecelerini başarabiliriz. Tanrı'nın bilgiye dayalı sevgisi (entelektüel sevgi) bizde bu şekilde oluşur. Bu tür bir bilgiden Tanrı idesinin eşlik ettiği bir mutluluk doğar; bu mutluluk Tanrı sevgisidir. Bu onun sonsuz olduğunu anlamak ve her şeyi bu sonsuzluk kipi altında görebilmektir. Kuşkusuz bu Tanrı sevgisi kutsal bir kişiye duyulan bir sevgi değildir. Daha çok matematik bir formülü ya da bilimsel bir işlemi anladığımız zaman sahip olduğumuz türden bir zihinsel hazza benzer. Ahlaklılığın bu yolu oldukça çetindir ama insan bu yoldan asla vazgeçmemelidir.