PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Aliağa'nın Tarihi



Türk Milliyetçisi
04.Şubat.2018, 21:15
1937 yılında Bucak, 1952 yılında Belediye statüsü kazanan Aliağa, 21 Ocak 1982 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren, 14 Ocak 1982 tarih ve 2585 sayılı Kanun ile İlçe statüsüne kavuşmuştur. ALİAĞA ADI NEREDEN GELİYOR ?

Adını Ali Ağa adındaki bir kişinin çiftliğinden alan Aliağa'nın kuruluşunun 4. Murat dönemine kadar uzandığı bilinmektedir. 4. Murat Bağdat'tan zafer alayı ile dönerken Bağdat Savaşı'nda Osmanlı Ordusu'na yardımı dokunanları beraberinde getirir. Onlara Batıda geniş topraklar bağışlar. Bu bağışlar sırasında bu bölgeyi Arapoğullarından Abdül Kerim Ağaya bağışlatmışlar. Abdül Kerim Ağa ölünce toprakları dört oğlu arasında paylaşılmıştır. Abdül Kerim Ağanın oğullarından Kuzu Beyi ile Kerim Ağa, Kuzubeyli taraflarına, Çelebi bey ile Ali Ağa da buraya yerleşmiştir.

Ali Ağa'nın soyu; Arapoğullarından Abdül Kerim Ağa, Çelebi Ağa, Ali Ağa, kerim Ağa, kuzu Bey, Hüseyin Ağa (Hasan Ağa soydan kalan tek kişidir.) Soyları Bergama, Bölcek Köyü, Turanlı Alibey ve Çandarlı gibi yerlere dağıtılmıştır.

Bir söylenceye göre; çiftliğin sahibi Ali Ağa, her ne sebepten bilinmiyor, bir suç işler. İstanbul da ölüme mahkum edilir. Avusturalyalı Baltacı Edwars (sonradan Müslüman oldu ve Kenan adını almıştır) tarafından bu cezadan kurtulur. Ali Ağa bu can bağışının altında kalmaz ve adını değiştirmemek koşulu ile çiftliğini Edwars'a bırakır. Edwars buraya buraya üç katlı bir malikane yaptırır. Aliağa'nın ilk yapısı budur.

1922 yılında kıyıyı top ateşine tutan İngilizler tarafından bu binanın üçüncü katı yıkılır. 1933 yılında İzmir Valisi kazım Dirik tarafından bu malikhane ilkokul haline getirilmiştir. 1972'de yapı yıkılarak yerine Atatürk ilkokulu yapılmıştır.

BERGAMA KRALLIĞI DÖNEMİ

Üçüncü Attalos kral olduktan bir süre sonra Bihynia Kralının saldırısına uğrar ve Roma' nın yardımıyla bu saldırıya karşı zafer kazanır. Elaia kenti bu zafer nedeni ile krala büyük sevgi gösterilerinde bulunur ve ona altın bir çelenk verir. İki metreyi aşan ve ele geçen silahların üzerine basan kralın heykeli sağlık tanrısı ile birlikte bulunması için Asklepion'a dikilir.

Attalos'un Elaia'ya geldiği gün bayram sayılır ve o gün tüm tapınaklar açılarak krala; sağlık, mutluluk ve zafer sağlaması için tanrılarına dua edilir. Rahipler, rahibeler, memurlar ve gençlerden oluşan bir grup ile Zeus Soter'in tapınağında kurban törenleri yapılır.

AİOLYA

Edremit Körfezinden, İzmir Körfezine uzanan ve Aioller tarafından yerleşim alanı olarak kullanılan Anadolu'nun bir bölgesidir. Troas, Misya ve Lidya'nın bir kısmı ile Midilli (Lesbos) ve Bozcaada (Tenedos) içine girer. Bölgenin güney kentleri Geniz ile Bakırçay ırmaklarının ağızlarına kurulmuştur. İzmir Ydenici Yüzyıldan sonra İyonya kenti olmuştur. Heredotos Aiolya'nın ünlü 12 kentini şöyle sıralıyor. Kyme, Larissa, Neon, Tikhos, Temnos, Killa, Notion, Aigiroessa, Pitane, Aigaeai, Myrina ve Grynea. Tarihçi, Aiolya'nın topraklarının daha verimli olduğunu, ancak iklimin o kadar iyi olmadığını belirttir.

BİZANS DÖNEMİ

Roma İmparatorluğu 395 yılında ikiye ayrıldığında, Bizans'ın payına; Balkan yarımadası, Anadolu, Suriye, Mısır ve Doğu Akdeniz adaları düşmüştü. 476 yılında da Batı Roma İmparatorluğu yıkılınca Roma İmparatorluğunun devamı Bizans yüklenmiş oldu.

Bizans elindeki ülkeyi iki genel valilik ve 64 eyalete ayırarak yönetiyordu. Yöremiz bu dönemde, Ephesas Başpiskoposluğuna bağlıdır ve Monofizitler mezhebi güçlü ve etkilidir.

Bizanslılar Roma Devleti'nden birleşik ve iyi idare edilmiş yönetim mirası devralmışlardı. Anadolu'nun önemini kavramışlar, düzenli yol şebekeleri ve yeni kentler kurmuşlardır. Ege Denizi'nden başlayan yollar içerilere kadar uzanıyordu.

Bizans Asya'sının önemli kentleri şunlardır: Pergamos, Elaia, Pitane, Tianai, Perperine. Bu kentler Aikos vadisinin kentleridir.

İslam orduları 651'de Küçük Asya'ya akınlar yapıyordu. Bu sırada Ermenistan'ı ele geçirdiler. Arap donanması 649'da Kıbrıs'ı aldı ve 654' de Rodos adasını yağmaladı. Arap Donanamsı Muğla açıklarında Bizans donanmasına da yenildi. 715 yılının sonbaharında, Emevi Halifesi Süleyman zamanında da Batı Anadolu Arap saldırısına uğramıştır ve Arap orduları yöremize kadar gelmişlerdir. 716 yılında Mesleme Bin Abdelmelik komutasındaki 120.000 kişilik Arap ordusu yöremize konaklanmıştır.

Üçüncü Leon döneminde (717-741) Araplar ile yapılan anlaşma sonunda İzmir- Bergama arası Arap'ların yönetimine geçmiştir. (717-718) yıllarındaki Arapların İstanbul kuşatması başarılı olmayınca Araplar Anadolu'nun önemli yerlerinden geriye püskürtüldü. Sınırlar Toroslara değin ulaştı. 961 yıkında nikephor Phokas, Girit'i alıp Arap tehlikesini söndürdü. Ermenistan ve Gürcistan'a dek Bizans egemenliği yayıldı.

Dokuzuncu, onuncu yüzyıllarda Bizans halkı kesinkes ikiye ayrılınca Anadolu'da derebeyi başkaldırmaları baş gösterdi. Sonunda bir derebeyi ailesi olan komnenler yönetimi ele geçirdi. (1021- 1081)

Komnenler soyu ile Anadolu'da Türk etkisi görülmeye başladı ve 1071 Malazgirt Savaşından sonra Anadolu hızla Türkleşmeye başladı.

Charles Mac Farlane'nin yöremize yaptığı gezi:
1828 İlkbaharında, İzmir'den Bergama'ya gelen İngiliz bilgini, bu gezisini, İzmir Voyvodası Hacı Hüseyin Ağanın izniyle gerçekleşmiştir.

'İzmir'den deniz yoluyla Karşıyaka'ya geçildi. Osmanzade İskelesinden haftada bir Bergama'ya giden kervanın kiralık hayvanlarıyla yola çıkıldı. İki saat sonra Menemen'e gelindi. Menemen dağınık evleri ile bir köye benziyordu.

Tepenin üstünde bulunan yel değirmenlerinden birçoğunun harap olduğu görülüyordu. Oysa daha önce buradan geçmiş olan gezginler, Menemen'in bayındır, oldukça şirin bir kasaba olduğunu yazmışlardı. Bunun bu sırada patlak veren Yunan ayaklanma-sından ileri geldiği söylenebilir. Menemen'den bir saat sonra, Gediz Çayı üç köşeli bir kayıkla geçildi. İnsan ve hayvanların bir arada geçişleri korkulu olduğu kadar eğlenceliydi. Yolun bozuk ve bir çok yerlerinin patikadan ibaret oluşu hayvanların yol almasını güçleştiriyordu. Mene-men'den sekiz saat sonra, Güzelhisar Köyüne varılmıştı. Burada bulunan harap ve pis bir kahvehaneye inildi. Burası kervanın durak yeriydi. Kahvehanede bulunan korkunç kılıklı zeybeklerin hiç de kaba davran-madıkları görülüyordu.

Sabah erkenden buradan ayrılan kervan, iki saat süren tatlı bir vadiyi geçerek deniz kıyısına inmiş, beş saat sonra da Bakırçay ahşap köprüsünden geçilmiştir. Yollarda zamanın yere serdiği birçok antika esere rastlanıyordu. Bunlar bu bölgenin kültür ve uygarlık tarihinde çok görkemli rol oynadığını kanıtlıyordu. Yol boyunca, küçüklü büyüklü birçok İslam mezarlıkları vardı. Bunlar bu yerlerde yaşayan Türklerin nüfus sayısının çokluğunu anlatıyordu. Yollarda ve köylerde birçok leylekler görüldü.

Bunlar Türkler tarafından öldürülmediği ve çevre bataklık olduğundan kolayca barına-biliyordu. Damların çoğunda bekçi bulunuyordu. Bunların daha çok korsanlara karşı görev yaptıkları anlaşılıyordu. Çünkü bundan beş yıl önce adalardan Yunanlılar Çandarlı'yı basmışlardı.