KaMoreNa
12.Mart.2018, 15:35
Yazar: Emine Asuhan Aksakal
Türk kadını; tarihin birçok döneminde çağdaşlarına göre oldukça farklı, diğer topluluklara göre daha iyi bir duruma sahip olmuştur. Eski Hint, Moğol, Arap ve Çin topluluklarında kadına söz hakkı verilmezdi ve çoğunlukla çok evlilik (poligami) hakimdi. Eski Türk toplumlarında ise; her türlü kararda, kadın ile erkeğin beraber bulunması şarttı aksi takdirde karara itaat edilmezdi. Emirnamelerin “Hakan ve Hatun emrediyor ki” sözüyle başlaması lazımdı. [1] Ayrıca Eski Türk topluluklarında her daim hür olan Türk kadınının; Asya Hunlarından beri ata binip, ok attığı; top oynama, güreş gibi ağır sporlar yaptığı, savaşlara katıldığı ve namusuna, iffetine düşkünlüğü İbn Fadlan ve Gardizi gibi yabancı kaynaklarda bizzat belirtilmiştir. [2]İslamiyet’in X. yüzyıldan itibaren yeni bir din olarak benimsenmesi Türk kadınında bazı değişikliklere zemin hazırlamıştır. Zira bu yeni din, aile hayatı açısından bazı esaslar getirmekteydi. Bu esaslarda kadının sosyal ve siyasi hayata atılımı konusunda açık hükümler bulunmamış ama bazı konularda faaliyet göstermeleri hoş karşılanmıştır. [3]Ancak bu yeni esaslar; Türk kadınının sosyal, siyasi ve iktisadi faaliyetlerini sürdürmesine engel olmamıştır.
Bu faaliyetlerin devam ettiğinin en güzel örneğini yaptırdıkları hayır eserlerinden anlıyoruz. Selçuklu döneminde ve Osmanlı döneminde her çeşit sosyal, hayır ve sağlık sahalarında meydana getirilen vakıflarda kadın isimleri fazlaca yer almaktadır. Bu yazımızda, kadınlar tarafından inşa ettirilen ya da tamiri yaptırılan mimari eserlerden bahsedeceğiz fakat yukarıda da belirttiğimiz üzere fazlaca olduklarından aralarından en müstesnaları seçerek size aktaracağız.Anadolu Selçuklu Döneminde Eser Yaptıran Kadınlar
Anadolu Selçuklu sanatının özellikle mimari etkinliklerinin yoğun örnekleriyle de belgelendiği gibi en parlak zamanı XII. yüzyıl sonları ile XIII. yüzyılın ilk yarısı arasındaki dönemdir. Bu dönemde kadınların yaptırdıkları eserler hakkında fazla bilgiye ulaşılamasa da sultan eşlerinin ve kızlarının zaman zaman önemli mimari etkilere katkıda bulundukları bilinmektedir. Bu kişilerin isimleri, unvanları ve yaptırmış oldukları yapıların türleri ile dönemin önemli kaynaklarından olan yapım kitabelerinde karşımıza çıkmaktadır.Selçuklu döneminde belirlenen en erken tarihli yapıları yaptıran kadın, Konya- Akşehir kara yolunda, Konya’ya vilayetine bağlı Kadınhanı ilçesindeki 1223-24 tarihli Kadın Hanıve minaresi, ayriyeten Konya’daki Hatuniye Mescidi‘dir. Bu eserleri yaptıran kadın ise muhtemelen I. İzzeddin Keykavus’un eşi Raziye Devlet Hatun’dur. [4]Selçuklularla beraber Anadolu’da canlılık gösteren İpek Yolu sebebiyle Selçukluların Anadolu kolunda kervansaray mimarisi oldukça fazla gelişmiştir.
Raziye Devlet Hatun’da bunun farkında olarak Konya’ya bir kervansaray yaptırmış ve bugün bulunduğu bölgenin adının Kadın Hanı diye anılmasını sağlamıştır. Bahsedilen kervansaray elbette bir kadının psikolojisine yakışır şekilde karışık ve karma bir mimariye sahiptir. Avlusu, kapalı bölümle ortak batı duvarı dışında tümüyle yıkılmıştır. Kapalı bölüme doğu duvarı tarafında sivri kemerli niş içinde yer alan sivri kemerli bir kapıyla girilir. İç mekan, eksene simetrik iki sıralı ‘T’ biçimli payelere boyuna atılmış sivri kemerlerle üç bölüme ayrılmıştır. Tonoz örtüleri takviye kemeriyle desteklenmiştir. Bu yapı hakkında Prof. Dr. Oktay Aslanapa ise şöyle not düşmüştür; “El Sultani diye başlayan çok bozuk yazılı kitabeye göre, Radiye veya Rukiye Hatun bin Mahmud adında bir hanım tarafından yaptırılmış, bol sayıda spoli malzeme kullanılmıştır.” [5]http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/KADIN-HANI.jpgKadın Hanı, Konya
Eskişehir’in ilçesine de adını veren Seyyid Battal Gazi Külliyesi, Selçuklu Hükümdarı I. Alaeddin Keykubad’ın annesi Ümmühan Hatun tarafından yaptırılmıştır. Ümmühan Hatun’un annesi, Bizans’daki Rum Kayserleri soyundandır. Onun annesinin muhtemelen 1162 yıllarında babası ile Bizans arasındaki dostluk döneminde Kılıç Arslan ile evlendiği kabul edilir. XIV. Yüzyıla ait Türk kaynakları Keyhüsrev’in annesinin, Tekfur Kaloyan’ın karısının kız kardeşi olduğunu belirtmektedir. XII. yüzyıl sonları ile XIII. yüzyıl başlarında Bizanslı tarihçi Nikitas Honiatis, Keyhüsrev’in annesinin sadece Hristiyan olduğunu söylemekle yetinmektedir. [6] Rivayetlere göre Seyyid Battal Gazi’nin mezarı bir rüya sonucunda bulunmuştur.
Ümmühan Hatun buraya Seyit Battal Gazi adına bir türbe, ardından da cami yaptırmıştır. Günümüzdeki külliye, türbe etrafında şekillenmiştir. Ümmühan Hatun, Konya’da vefat etmiştir ve vasiyeti gereğince oğlu Keykubad tarafından naaşı Seyitgazi’ye getirilmiştir. Kendisi tarafından inşa ettirilen iki katlı eyvan biçimindeki bir türbeye defnedilmiştir. Türbede Ümmühan Hatun’un ölüm tarihine veya kendisine ilişkin yazılı hiçbir bilgi bulunmamaktadır.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/DSC_0388.jpgSeyyit Battal Gazi Külliyesi
Vasiyeti üzerine hayır amaçlı mimari eser bırakan kadınlar arasında en önemlisi Gevher Nesibe Hatun’dur. Bu hayır eseri, 1205-6 yılında Gevher Nesibe tarafından yaptırılan bir hastaneyle, I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yapılmış medreseden oluşmaktadır. Mukarnaslı taç kapısının üzerindeki kitabesinde şunlar yazmaktadır; “Kılıç Arslan’ın oğlu, dinin ve dünyanın koruyucusu, büyük sultan Keyhüsrev zamanında –zamanı devamlı olsun- Kılıç Arslan’ın kızı din ve dünyanın masumu, Melike Gevher Nesibe’nin –Allah ondan razı olsun- vasiyeti olarak altı yüz iki yılında bu maristan yaptırıldı.” [7]http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/GEVHER-NES%C4%B0BE-SULTAN-%C5%9E%C4%B0FAHANES%C4%B0-26-e1519569343180.jpgGevher Nesibe Tıp Medresesi ve Şifaiyesi
Yapı, ortak bir duvar üzerinde bulunan dar bir geçitle birbirine bağlanan medrese ve şifahanenin ayrı taç kapıları vardır. Akıl hastalarının müzikle tedavi edildiği bölüm, şifahane avlusunun arka kısmındaki bimarhane kısmıdır. Bu yapıda birbirine benzer iki bina söz konusudur. Şifahanenin girişi, medreseninkinden daha görkemlidir; iki taç kapı da geometrik bezemelerle süslenmiştir. Binanın taç kapılarının gösterişli ve süslü olması, binanın içine yansımamış, hüzün verici bir sadelikle yapılmıştır. İki binanın da avlusun ortasında havuz bulunmaktadır ve genel olarak simetri hakim değildir. Dört eyvan ile çevrelenmiş Şifaiye Avlusu, döneminde hasta kontrollerinin yapıldığı bir merz olarak kullanılmıştır. Eyvanlar, bugünkü poliklinik işlevine sahip iken, avluyu çevreleyen diğer mekanlar hasta odaları ve tedavi merkezleri olarak kullanılmıştır. Ana eyvanın solundaki hasta odalarının arkasında konumlanmış bimarhane kısmı, akıl hastalarının tedavisi için kullanılmıştır. 18 odacıktan oluşmaktadır ve duvarların arasından akustik ses kanalları vardır. Bu kanallarla, odacıkların içindeki hastalara su ve müzik eşliğinde tedavi ediliyordu.Ortamın günümüze aktarılmasında da başarılı olunmuş ve bu şekilde restore edilip halka sunulmuştur.
Ayrıca medresenin bir diğer özelliği ise dünyadaki ilk merkezi ısıtma sistemine sahip oluşudur. [8] Melike Gevher Nesibe Sultan’a ait kümbet, yapının medrese kısmının doğu tarafında, sağ eyvanın arkasında yer almaktadır. Bu kümbet tamamen kesme taştan yapılmış, içten tromplu, dıştan sekizgen biçiminde ve piramit külahlıdır.[9] Kümbet, çift katlı olup, alt katı sandukanın bulunduğu kısım, üst kat ise ilmi ve dini sohbetlerin yapıldığı köşk mescitten oluşan kısımdır. Ayrıca kümbetin piramit külahının altında yazı sırası dolanmaktadır. Gevher Nesibe Medresesi, tüm Selçuklu yapılarında olduğu gibi konumlandığı coğrafyayla bütünleşmiş ve o güne ait toplumsal kültürü yansıtan yapı bütünüdür.Anadolu Selçuklu Devleti’nin en çok eser yaptıran kadını II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in annesi Mahperi Hatun’dur. Müşarün-İleyh, Keykubad’ın ölümüne kadar Hristiyan olarak kalmıştır. Keykubad ölürken, Keyhüsrev’in henüz reşit olmaması dolayısıyla annesi Mahperi Hatun’un Müslüman olması koşuluyla Naib olarak atanması kabul edilmiştir. Böylelikle Selçuklu sarayında Valide Sultan Dönemi başlamıştır.Mahperi Hatun bahsettiğimiz üzere oldukça fazla mimari eser yaptırmıştır.
Bunlardan mimari açıdan en önemli; belki de bütün gücünü, süsünü ve asaletini yansıttığı eser hiç kuşkusuz Kayseri’deki Hunat (Huand) Hatun Külliyesi‘dir. Bu külliye, Kayseri’deki Selçuklu surlarının kuzeydoğusunda yer almaktadır. Bunun amacı ise o dönemde şehri o tarafa doğru genişletmektir. Cami, türbe, hamam ve medreseden oluşan külliyenin batı kapısındaki kitabede; “Bu mübarek mescidin inşasını Keykubad oğlu, yüce sultan, din ve dünyanın koruyucusu, fetihler sahibi Keyhüsrev (II. Gıyaseddin Keyhüsrev) devrinde altı yüz otuz beş yılı şevval ayında büyük, âlim, kanaatkâr, dünya ve dinin yüz akı, hayırlar fatihi Melike, oğluna emretti – Allah onun yüce varlığını devamlı kılsın, gücünü artırsın.- (M/1237)” [10]http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/HUNAT-K%C3%9CLL%C4%B0YES%C4%B0-8-e1519569579651.jpgHunat (Huand) Hatun Külliyesi’nin Batı Kapısındaki Kitabe
Mahperi Hunat Hatun’un sandukasının da yer aldığı türbe, cami ve medrese arasında yapılmıştır. Caddeye bakan batı duvarı da duvarla kapatıldığından dışarıdan sadece külahı gözükmektedir. Dış cephesi üzerindeki taş süslemeleri ile Selçuklu sanatının doruk noktasını simgeleyen kümbet, kare bir kaide üzerine oturtulmuş sekiz cepheli bir yapıdır. Hiçbir kümbette rastlanılmayan bu mukarnaslı bezemelerin ilk sırasında da örgü ikiz kaz ayakları, üst üç sırasında yapraklar ve en üst sırada ise kilit dizileri bulunur. Kümbetin içinde üç tane sanduka bulunmaktadır. Bunlardan mihrabiyeye en yakın olan Mahperi Hunat Hatun’un mermer bir lahit şeklindeki sandukasıdır. Ortadaki sandukanın Selçuk Hatun’a ait olduğu bilinmekte. Girişe yakın olan sandukanın ise kime ait olduğu bilinmemektedir.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/HUNAT-K%C3%9CLL%C4%B0YES%C4%B0-142-e1519569709345.jpgMahperi Hunat Hatun’un Kümbeti
Osmanlı Döneminde Eser Yaptıran Kadınlar
Her dönemde olduğu gibi bu dönemde de Türk kadını yardım işlerinde daima yararlı ve düşünceli olmuştur. Osmanlı döneminde hayırseverliğin çeşitli örneklerini veren vakıf kuruluşlarında kadınlarımızın adlarına sık sık rastlanmaktadır. Toplum hayatında kadınlarımızın en çok bu yardım işleriyle uğraştıkları görülmektedir. Bunlar hemen hemen akla gelen her şey için yapılan vakfiyelerdir. Osmanlı Türk kadınlarının vakıfları oldukça çeşitlidir, bunların içinde en ilginç olanlarından birisi hiç kuşkusuz Ümmügülsüm Hatun’un Fatih devrinden kalma Balaban Ağa Mescidi’nin aydınlatılmasını sağlamak için yaptığı vakıftır. [11] Yaptırdıkları vakıfları sınıflandırmak gerekirse; dini hizmetler bünyesinde, camiler ve mescitler yaptırmışlar ve ayrıca camide Kur’an okumak, kandil yakmak, mum temin etmek, imam ve müezzinlere oturmaları için ev temini gibi hayırlarda bulunmuşlardır. Sağlık hizmetleri konusunda hastaneler ve bimarhaneler yaptırmışlardır. Savunma hizmetleri bünyesinde; kaleler, burçların tamirleri gibi ordunun kara ve deniz kuvvetlerinin güçlenmesi konusunda vakıflar yaptırmışlardır. Yol ve köprü yapımı, suyolları, çeşmeler, kaldırımlar gibi kamu hizmetlerinde de vakıfları vardır. Öğrenim ve eğitim hizmetleri bünyesinde oldukça fazla vakıf yaptırmışlardır. Kadınların yaptıkları vakıflar arasında okul ve medresenin yanında çok sayıda kütüphane de yer almaktadır. [12] Bütün toplumun yararlanacağı sosyal hizmetlerde bulunmuşlardır. Bunlara örnek olarak kervansaraylar ve misafir odalarını verebiliriz. Bunların yanı sıra fakirleri doyuracak imaretler; fakirlere, dullara ve yetimlere giyecek, vb. bütün ihtiyaçlara cevap veren avarız vakıfları yaptırmışlardır.Osmanlı Döneminde oldukça fazla kadın vakıf yaptırmıştır. Bir çoğunun da vakfiyesi durmaktadır. Bunlardan belli başlılarını ele alacağız, zira hepsini açıklamak için makale değil, kitap yazılması gerekir.
Yavuz Sultan Selim’in eşi ve Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Ayşe Hafsa Sultan, Osmanlı Devleti’nde vakıf bırakan kadınlar arasında önemli bir yere sahiptir. Zira yalnız hayırları ile değil iyi kalpliliğiyle de nam kazanmıştır. [13] Sultan Süleyman’ın şehzadeliği döneminde Hafsa Sultan yanında bulunmuştur ve Manisa’da cami, imaret, medrese ile bimarhaneden oluşan külliyeyi vakfetmiştir. Ayrıca dönemin büyük tabib ve alimlerinden Halveti Şeyhi ve Sünbül Efendi’nin müritlerinden Merkez Efendi’yi (Musa bin Muslihuddin bin Kılıç) Manisa’ya çağırtarak medrese ve bimarhanenin sorumluluğunu kendisine bırakmıştır. 15 Nisan’da Manisa’da halen kutlanan Mesir Bayramı’nın hikayesi de Hafsa Sultan’ın Manisa’da yaptırdığı bu külliyede başlamıştır. Merkez Efendi, önceden denediği ve hastalara iyi geldiğini gördüğü, içinde 41 çeşit madde bulunan Mesir Macununu ilk defa burada halka sunmuştur. Hafsa Sultan, 1534 yılında İstanbul’da vefat etmiş ve eşi Sultan Selim adına oğlu Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan Sultan Selim Camisi’ndeki türbesine defnedilmiştir.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/AY%C5%9EE-HAFSA-SULTAN.jpgHafsa Sultan’ın Manisa’da Yaptırdığı Külliye
Hürrem Sultan, Kanuni Sultan Süleyman’ın Hasekisidir. Hayatının son yıllarını toplumun yararlanması için çeşitli hayır eserleri yaptırmaya hasretmiştir. Hürrem Sultan, 1551 yılında Mimar Sinan’a içinde cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret, darüşşifa ve çeşme bulunan bir külliye yaptırmıştır. Bahsettiğimiz külliye, yapıldığı semte de Haseki adını vermiştir. İlk yapılan cami, merkezi kubbeli küçük bir camidir. Caminin son cemaat mahalli bulunmaktadır. Caminin girişinin batısında mütevazı bir şadırvanı bulunmaktadır. O dönemde muhtemelen semt nüfusu çok kalabalık değildi ve ihtiyaca cevap verebiliyordu fakat bu külliyenin ve yakınındaki Cerrah Paşa Külliyesi’nin yapılmasıyla birlikte semt büyümeye başlamış, cami ihtiyaca cevap veremez olmuştur.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/03/kad%C4%B1nlar-2.jpg (http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/03/kad%C4%B1nlar-2.jpg)İtalyan ressam Tiziano Vecellio’nun, Haseki Hürrem Sultan’ı resmettiği düşünülen (kıyafetlerden dolayı) tablosu, 16. yüzyıl.
Sonrasında cami Sultan I. Ahmed zamanında Sedefkâr Mehmed Ağa tarafından ikinci bir kubbe ilavesiyle genişletilmiştir.
Hürrem Sultan’ın bunun haricindeki vakıfları ise; Mekke ve Medine’de imaretleri ile Meriç nehri üzerindeki kervansarayıdır. Haseki Hürrem Sultan, 1558 yılında vefat etmiş ve Süleymaniye Camisi’nin avlusundaki türbesine gömülmüştür.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/HASEK%C4%B0-K%C3%9CLL%C4%B0YES%C4%B0.jpgHaseki Külliyesi
Kanuni Sultan Süleyman ve Hasekisi Hürrem Sultan’ın kızı Mihrimah Sultan da annesi gibi fazlasıyla vakıf eser yaptırmıştır. Bunlardan en önemlileri Üsküdar’daki ve Edirnekapı’daki iki büyük külliyedir. Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camisi, 1562-1565 yılları arasında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Caminin etrafında medrese, türbe, hamam ve mektep bulunmaktadır. Bu cami dikdörtgen planlı olup, 37 metre yüksekliğinde kubbesi bulunmaktadır. Ayrıca caminin granit sütunlu son cemaat yeri bulunmaktadır. Bahçesinde de şadırvanı bulunmaktadır. Caminin içinden bir kadın tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır zira oldukça süslü ve gösterişlidir.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/ED%C4%B0RNEKAPI-M%C4%B0HR%C4%B0BAH-SULTAN-CAM%C4%B0-5.jpgEdirnekapı Mihrimah Sultan Cami
Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Cami ise, diğerinden farklıdır çünkü bunu Mihrimah Sultan adına Kanuni Sultan Süleyman yaptırmıştır. Caminin son cemaat yeri sundurmasından uzatılan, sütunlarla taşınan bir köşk içine alınan şadırvan ise döneminin taş işçiliğini sergileyen zarif bir örnektir. Buraya su yolları da tesis edilerek Bağlarbaşı ve İcadiye sırtlarındaki membalardan su getirilmiştir. Biri bugünkü Cumhuriyet caddesini, diğeri Sultantepe’nin kuzey sırtları ve Paşalimanı caddesini takip ederek külliyeye ulaşan bu su yollarından birinin sonraki bir tarihte, muhtemelen Mihrimah Sultan Çeşmesi’nin eklendiği 1092 (1681) yılında tesis edildiği tahmin edilmektedir. [14] Bu hayır işlerinin yanında Mekke’ye su getirdiği de bilinmektedir. [15]http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/%C3%9CSK%C3%9CDAR-M%C4%B0HR%C4%B0MAH-SULTAN-CAM%C4%B0.jpgÜsküdar Mihrimah Sultan Cami
Mahpeyker Kösem Sultan; IV. Murad ve İbrahim döneminde Valide Sultan, IV. Mehmed zamanında Büyük Valide sıfatıyla hüküm sürmüştür. Naima’ya göre; Menemen, Zile, Gazze, Kilis ve İzdin’de beş adet hassı vardır. Ayrıca Eğriboz sancağında Livadya ve buraya tabi köylerden, İstanbul, Galata ve Üsküdar’da yaşayan bazı reayadan alınan vergiler Mahpeyker Kösem Sultan’ın gelirine dâhildir. Kösem Sultan’ın pek çok hayır eseri mevcuttur. Bunların başında Üsküdar’daki Çinili Cami gelmektedir.Cami ,iç ve dış tezyinatı bakımından semtin dikkat çekici camilerindendir.
1640 yılında inşaatı bitirilmiştir. Sonrasında camiye ilave olarak mektep, çeşme ve çifte hamam eklenmiştir. Mahpeyker Valide Sultan, ayrıca Boğaz’a nazır çift katlı Anadolu Kavağı Mescidi‘ni yaptırmıştır. Bunların yanında Mercan Çarşısı’nda inşa edilen Valide Hanı döneminin en büyük hanları arasındadır. Çinili Cami’nin civarındaki çeşme, Şehremini semtindeki Ebu’l-hüda ve Mimar Acem tekkeleri civarındaki çeşme ve ayrıca Yenikapı’daki Kösem Valide Sultan Çeşmesi gibi birçok çeşmesi de mevcuttur. Bunlardan başka Osman Paşa’nın yaptırdığı mescidin zamanla harap olması üzerine Kösem Sultan burayı esaslı bir şekilde tamir ettirmiş ve buna ilave olarak bir de çeşme yaptırmıştır. [16] Ayrıca Kösem Sultan, yaptırdığı muhteşem yapılar haricinde Receb ayı gelince tebdil-i kıyafet ile zindana giderek hediyeler dağıtmış, borç yüzünden hapse girenlerin borçlarını ödemiştir. Hizmetindeki cariyeleri iki üç sene çalıştırdıktan sonra çeyiz, mücevher ve bir miktar akçe vererek evlendirmiştir. [17]Mahpeyker Kösem Sultan ile her sahada nüfuz mücadelesine girerek galip gelecek Hatice Turhan Sultan, Valide-i Muazzama’dan geri kalmayarak aynı mahiyette vakıflar yaptırmıştır. Eminönü’ndeki Yeni Cami‘nin tamamlanmasını sağlamıştır ve civarına da sebil, okul, çeşme ve darü’l kura yaptırmıştır. Yeni Cami mimari açıdan, klasik Osmanlı mimarisinin revaklı avlulu şemasını devam ettirmektedir. Caminin üçer şerefeli iki minaresi vardır. Minareler, kare kaide üzerinde on altıgen olarak yükselir ve kurşun kaplı külahlarla örtülüdür. Ayrıca caminin avlusuna üç ayrı kapıdan girilmektedir.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/YEN%C4%B0-CAM%C4%B0-9.jpgYeni Cami
Hatice Turhan Sultan’ın yaptırdığı diğer yapılar ise; Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra İstanbul’u korumak adına yaptırdığı Kilidü’l-bahir ve Kala-yı Sultaniyye’nin güneyinde Rumeli tarafına Seddülbahir, Anadolu tarafına Sultaniye/Kumkale yaptırmıştır. Vakfiyesinde ise her bir kalenin içerisine şerefli bir cami, güzel bir okul ve temiz bir hamam yapılmasını; muhafızları için ev, yurt ve dükkanlarla çevrili eşsiz sokaklar yapılması, ayrıca kalenin korunması için gerekli aletler ve cephanelerin hazırlanmasını emretmiştir.Bunların yanı sıra Şam yolu ile Hacca gidenlerin çektikleri susuzluğun giderilmesi için çeşitli çalışmalarda bulunmuştur.
Bezm-i Alem Valide Sultan, II. Mahmud’un eşi ve Abdülmecid’in de annesidir. Servetinin büyük bir kısmını hayır işlerine adamıştır. 1845 yılında Yenibahçe çayırında, Gureba Hastanesi’ni yaptırmıştır. O dönemin müstesna hastanelerindendir. Vakfiyesinde son derece dikkat çekici insani hükümler mevcuttur; “Şayet, bir hastanın iyileşmesi için bir limon gerekli, limonun değeri de bir altın lira ise o, mutlak suretle alınacaktır.”Üzerinde durulması gereken bir diğer hüküm ise; “Bir okka kömür, bir okka altın fiyatına da olsa, hastaların ısınması için mutlaka alınacaktır.” [18]Bezm-i Alem Valide Sultan’ın bir başka eseri de, Sultan Mahmud türbesinin hemen arkasına yaptırdığı mekteptir. İçerisinde litografya [19] matbaası bulunan bu mektep o dönemde rüştiye üzerine eğitim vermektedir. Ayrıca günümüzdeki İstanbul Kız Lisesi de Bezm-i Alem Valide Sultan tarafından yapılmış fakat yapı banisinin ismiyle anılmamaktadır. Banisinin ismiyle anılmayan ve yine Bezm-i Alem Valide Sultan’a ait bir diğer eser ise; Dolmabahçe Camisi‘dir. Yapımına 1852 yılında başlanmıştır fakat Bezm-i Alem Valide Sultan’ın vefatı üzerine oğlu Abdülmecid tarafından tamamlanmıştır. Valide Sultan’ın yaptırdığı bir diğer cami ise Guraba Hastanesi Camisi‘dir. Bunlardan başka bir çok çeşmesi de mevcuttur. Guraba Hastanesi’nin yanında bir çeşme, Rami ve Maltepe yollarının ortasındaki çeşme, Maçka- Beşiktaş arasında Akaretler’de bulunan çeşme, Kasımpaşa’da Hacı Ahmed deresi civarındaki çeşme ve Tarabya’daki çeşme, Bezm-i Alem Valide Sultan’ın çeşmelerine örneklerdir.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/DOLMABAH%C3%87E-CAM%C4%B0.jpgDolmabahçe Cami
Pertevniyal Valide Sultan, II. Mahmud’un ikinci ikbali, Sultan Abdülaziz’in annesidir.
Yapmış olduğu hayır eserlerinin başında, Aksaray’da kendi adını taşıyan camisi yer almaktadır. Cami, XIX. yüzyılda Osmanlı mimarisinde büyük ölçüde etkisi olan eklektik üslupta inşa edilmiştir. Mimarları İtalyan Montani ile Ermeni Balyan Kalfa’dır. Cami, Hattat Mehmed Rifat Efendi’nin çepeçevre yazdığı Sure-i Melek ile bezenmiştir. Ayrıca caminin yanında çeşme, kütüphane, mektep ve müezzin odaları bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Mahmudiye Mektebi denilen okul Valide Sultan tarafından yaptırılmıştır. Fakat Aksaray yangını sırasında yanmış ve 1930 yılında yerine günümüzde Pertevniyal Lisesi olan bina yapılmıştır.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/PERTEVN%C4%B0YAL-VAL%C4%B0DE-SULTAN-CAM%C4%B0.jpgPertevniyal Valide Sultan Cami
Sultanların dışında varlıklı ailelerin kadınları da vakıf eserler bırakmışlardır. Bunlardan kuşkusuz en önemlisi Kalkandelen Alaca Camisi‘dir. Makedonya’nın Kalkandelen şehrindeki isimleri belli olmayan iki kız kardeş tarafından yapılmıştır. Caminin gerek dış, gerekse iç süslemeleriyle kadına ait olduğu hemen anlaşılmaktadır. Zira alışılmışın dışında kök boyaların her rengi kullanılarak çiçek motifleri, çeşitli manzara resimleri yapılmıştır. Alaca Cami, mimari açıdan tek mekanlı kare planlı bir yapıdır. Giriş bölümünde üç tarafı açık, üstü mahfil bölümüyle kapalı son cemaat yeri bulunmaktadır. Cami, dört taraflı çatıyla örtülü olup, daha çok klasik ev mimarisinde kullanılan çatı tipiyle yapılmıştır.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/ALACA-CAM%C4%B0.jpg
Sonuç olarak; kaynağını kadının ince düşüncesinden alarak yapılan bu mimari eserler Türk mimarisinde her daim farklı bir yerde olmuştur.
Süslemeleriyle farklı olan ve ince düşüncenin ana karakter olarak benimsendiği bu eserlerin kitabelerine dahi bakılmadan kadın banisi olduğu anlaşılmaktadır. Bunların yanı sıra kadın gücünü göstermek ve simgesel hale getirmek amacıyla da bu eserler yaptırılmıştır. Gerek Selçuklu Devleti döneminde gerekse Osmanlı Devleti döneminde kadınlar tarafından vakfedilen bu eserler bugün batının erişemediği hatta düşünemediği sosyal adalet anlayışı çerçevesinde toplumun yararına sunulmuştur. Ancak şunu da belirtmeliyiz ki evinde bulunan kazanını mahallenin ihtiyacı halinde kullanılması için mahallenin mescidine vakfeden bir kadın ne kadar muhterem ise, hastaların şifa bulması için koca bir hastane yaptırıp vakfeden kadında aynı saygıya layıktır.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/03/kad%C4%B1nlar-3.png (http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/03/kad%C4%B1nlar-3.png)
KAYNAKÇA
AFETİNAN, Ayşe; Tarih Boyunca Türk Kadının Hak ve Görevleri, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982
ASLANAPA, Oktay; Türk Sanatı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990
BAYSUN, Cavit; Mihrimah Maddesi, MEB İslam Ansiklopedisi, C. VIII, İstanbul, 1993
CURATOLA, Gıovannı; Türkiye: Selçuklulardan Osmanlılara Sanat, Çev: Kemal Atakay, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2010
ERKİLETLİOĞLU, Halit; Kayseri Kitabeleri, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Kayseri 2001
GÖKALP, Ziya; Türkçülüğün Esasları, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2015
KAFESOĞLU, İbrahim; Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1991
KILIÇ, Abdullah; Kayseri, Kayseri Kocasinan Belediyesi Yayınları, İstanbul 2006
NAİMA; Tarih, İstanbul, 1280, c.V
SAY, Yağmur; Seyyid Battal Gazi ve Külliyesi, Odunpazarı Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul
SÖZEN, Metin; Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1975
TANIŞIK, İbrahim Hilmi; İstanbul Çeşmeleri, Maarif Matbaası, İstanbul, 1945
ULUÇAY, M. Çağatay; Padişahların Kadınları ve Kızları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1985
YÜCEL, Erdem; Osmanlı Tarihi’nde Vakıf Yapan Kadınlar, Hayat Tarih Mecmuası, Yıl 7, c.I, Sayı 2, Mart 1971
Türk kadını; tarihin birçok döneminde çağdaşlarına göre oldukça farklı, diğer topluluklara göre daha iyi bir duruma sahip olmuştur. Eski Hint, Moğol, Arap ve Çin topluluklarında kadına söz hakkı verilmezdi ve çoğunlukla çok evlilik (poligami) hakimdi. Eski Türk toplumlarında ise; her türlü kararda, kadın ile erkeğin beraber bulunması şarttı aksi takdirde karara itaat edilmezdi. Emirnamelerin “Hakan ve Hatun emrediyor ki” sözüyle başlaması lazımdı. [1] Ayrıca Eski Türk topluluklarında her daim hür olan Türk kadınının; Asya Hunlarından beri ata binip, ok attığı; top oynama, güreş gibi ağır sporlar yaptığı, savaşlara katıldığı ve namusuna, iffetine düşkünlüğü İbn Fadlan ve Gardizi gibi yabancı kaynaklarda bizzat belirtilmiştir. [2]İslamiyet’in X. yüzyıldan itibaren yeni bir din olarak benimsenmesi Türk kadınında bazı değişikliklere zemin hazırlamıştır. Zira bu yeni din, aile hayatı açısından bazı esaslar getirmekteydi. Bu esaslarda kadının sosyal ve siyasi hayata atılımı konusunda açık hükümler bulunmamış ama bazı konularda faaliyet göstermeleri hoş karşılanmıştır. [3]Ancak bu yeni esaslar; Türk kadınının sosyal, siyasi ve iktisadi faaliyetlerini sürdürmesine engel olmamıştır.
Bu faaliyetlerin devam ettiğinin en güzel örneğini yaptırdıkları hayır eserlerinden anlıyoruz. Selçuklu döneminde ve Osmanlı döneminde her çeşit sosyal, hayır ve sağlık sahalarında meydana getirilen vakıflarda kadın isimleri fazlaca yer almaktadır. Bu yazımızda, kadınlar tarafından inşa ettirilen ya da tamiri yaptırılan mimari eserlerden bahsedeceğiz fakat yukarıda da belirttiğimiz üzere fazlaca olduklarından aralarından en müstesnaları seçerek size aktaracağız.Anadolu Selçuklu Döneminde Eser Yaptıran Kadınlar
Anadolu Selçuklu sanatının özellikle mimari etkinliklerinin yoğun örnekleriyle de belgelendiği gibi en parlak zamanı XII. yüzyıl sonları ile XIII. yüzyılın ilk yarısı arasındaki dönemdir. Bu dönemde kadınların yaptırdıkları eserler hakkında fazla bilgiye ulaşılamasa da sultan eşlerinin ve kızlarının zaman zaman önemli mimari etkilere katkıda bulundukları bilinmektedir. Bu kişilerin isimleri, unvanları ve yaptırmış oldukları yapıların türleri ile dönemin önemli kaynaklarından olan yapım kitabelerinde karşımıza çıkmaktadır.Selçuklu döneminde belirlenen en erken tarihli yapıları yaptıran kadın, Konya- Akşehir kara yolunda, Konya’ya vilayetine bağlı Kadınhanı ilçesindeki 1223-24 tarihli Kadın Hanıve minaresi, ayriyeten Konya’daki Hatuniye Mescidi‘dir. Bu eserleri yaptıran kadın ise muhtemelen I. İzzeddin Keykavus’un eşi Raziye Devlet Hatun’dur. [4]Selçuklularla beraber Anadolu’da canlılık gösteren İpek Yolu sebebiyle Selçukluların Anadolu kolunda kervansaray mimarisi oldukça fazla gelişmiştir.
Raziye Devlet Hatun’da bunun farkında olarak Konya’ya bir kervansaray yaptırmış ve bugün bulunduğu bölgenin adının Kadın Hanı diye anılmasını sağlamıştır. Bahsedilen kervansaray elbette bir kadının psikolojisine yakışır şekilde karışık ve karma bir mimariye sahiptir. Avlusu, kapalı bölümle ortak batı duvarı dışında tümüyle yıkılmıştır. Kapalı bölüme doğu duvarı tarafında sivri kemerli niş içinde yer alan sivri kemerli bir kapıyla girilir. İç mekan, eksene simetrik iki sıralı ‘T’ biçimli payelere boyuna atılmış sivri kemerlerle üç bölüme ayrılmıştır. Tonoz örtüleri takviye kemeriyle desteklenmiştir. Bu yapı hakkında Prof. Dr. Oktay Aslanapa ise şöyle not düşmüştür; “El Sultani diye başlayan çok bozuk yazılı kitabeye göre, Radiye veya Rukiye Hatun bin Mahmud adında bir hanım tarafından yaptırılmış, bol sayıda spoli malzeme kullanılmıştır.” [5]http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/KADIN-HANI.jpgKadın Hanı, Konya
Eskişehir’in ilçesine de adını veren Seyyid Battal Gazi Külliyesi, Selçuklu Hükümdarı I. Alaeddin Keykubad’ın annesi Ümmühan Hatun tarafından yaptırılmıştır. Ümmühan Hatun’un annesi, Bizans’daki Rum Kayserleri soyundandır. Onun annesinin muhtemelen 1162 yıllarında babası ile Bizans arasındaki dostluk döneminde Kılıç Arslan ile evlendiği kabul edilir. XIV. Yüzyıla ait Türk kaynakları Keyhüsrev’in annesinin, Tekfur Kaloyan’ın karısının kız kardeşi olduğunu belirtmektedir. XII. yüzyıl sonları ile XIII. yüzyıl başlarında Bizanslı tarihçi Nikitas Honiatis, Keyhüsrev’in annesinin sadece Hristiyan olduğunu söylemekle yetinmektedir. [6] Rivayetlere göre Seyyid Battal Gazi’nin mezarı bir rüya sonucunda bulunmuştur.
Ümmühan Hatun buraya Seyit Battal Gazi adına bir türbe, ardından da cami yaptırmıştır. Günümüzdeki külliye, türbe etrafında şekillenmiştir. Ümmühan Hatun, Konya’da vefat etmiştir ve vasiyeti gereğince oğlu Keykubad tarafından naaşı Seyitgazi’ye getirilmiştir. Kendisi tarafından inşa ettirilen iki katlı eyvan biçimindeki bir türbeye defnedilmiştir. Türbede Ümmühan Hatun’un ölüm tarihine veya kendisine ilişkin yazılı hiçbir bilgi bulunmamaktadır.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/DSC_0388.jpgSeyyit Battal Gazi Külliyesi
Vasiyeti üzerine hayır amaçlı mimari eser bırakan kadınlar arasında en önemlisi Gevher Nesibe Hatun’dur. Bu hayır eseri, 1205-6 yılında Gevher Nesibe tarafından yaptırılan bir hastaneyle, I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yapılmış medreseden oluşmaktadır. Mukarnaslı taç kapısının üzerindeki kitabesinde şunlar yazmaktadır; “Kılıç Arslan’ın oğlu, dinin ve dünyanın koruyucusu, büyük sultan Keyhüsrev zamanında –zamanı devamlı olsun- Kılıç Arslan’ın kızı din ve dünyanın masumu, Melike Gevher Nesibe’nin –Allah ondan razı olsun- vasiyeti olarak altı yüz iki yılında bu maristan yaptırıldı.” [7]http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/GEVHER-NES%C4%B0BE-SULTAN-%C5%9E%C4%B0FAHANES%C4%B0-26-e1519569343180.jpgGevher Nesibe Tıp Medresesi ve Şifaiyesi
Yapı, ortak bir duvar üzerinde bulunan dar bir geçitle birbirine bağlanan medrese ve şifahanenin ayrı taç kapıları vardır. Akıl hastalarının müzikle tedavi edildiği bölüm, şifahane avlusunun arka kısmındaki bimarhane kısmıdır. Bu yapıda birbirine benzer iki bina söz konusudur. Şifahanenin girişi, medreseninkinden daha görkemlidir; iki taç kapı da geometrik bezemelerle süslenmiştir. Binanın taç kapılarının gösterişli ve süslü olması, binanın içine yansımamış, hüzün verici bir sadelikle yapılmıştır. İki binanın da avlusun ortasında havuz bulunmaktadır ve genel olarak simetri hakim değildir. Dört eyvan ile çevrelenmiş Şifaiye Avlusu, döneminde hasta kontrollerinin yapıldığı bir merz olarak kullanılmıştır. Eyvanlar, bugünkü poliklinik işlevine sahip iken, avluyu çevreleyen diğer mekanlar hasta odaları ve tedavi merkezleri olarak kullanılmıştır. Ana eyvanın solundaki hasta odalarının arkasında konumlanmış bimarhane kısmı, akıl hastalarının tedavisi için kullanılmıştır. 18 odacıktan oluşmaktadır ve duvarların arasından akustik ses kanalları vardır. Bu kanallarla, odacıkların içindeki hastalara su ve müzik eşliğinde tedavi ediliyordu.Ortamın günümüze aktarılmasında da başarılı olunmuş ve bu şekilde restore edilip halka sunulmuştur.
Ayrıca medresenin bir diğer özelliği ise dünyadaki ilk merkezi ısıtma sistemine sahip oluşudur. [8] Melike Gevher Nesibe Sultan’a ait kümbet, yapının medrese kısmının doğu tarafında, sağ eyvanın arkasında yer almaktadır. Bu kümbet tamamen kesme taştan yapılmış, içten tromplu, dıştan sekizgen biçiminde ve piramit külahlıdır.[9] Kümbet, çift katlı olup, alt katı sandukanın bulunduğu kısım, üst kat ise ilmi ve dini sohbetlerin yapıldığı köşk mescitten oluşan kısımdır. Ayrıca kümbetin piramit külahının altında yazı sırası dolanmaktadır. Gevher Nesibe Medresesi, tüm Selçuklu yapılarında olduğu gibi konumlandığı coğrafyayla bütünleşmiş ve o güne ait toplumsal kültürü yansıtan yapı bütünüdür.Anadolu Selçuklu Devleti’nin en çok eser yaptıran kadını II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in annesi Mahperi Hatun’dur. Müşarün-İleyh, Keykubad’ın ölümüne kadar Hristiyan olarak kalmıştır. Keykubad ölürken, Keyhüsrev’in henüz reşit olmaması dolayısıyla annesi Mahperi Hatun’un Müslüman olması koşuluyla Naib olarak atanması kabul edilmiştir. Böylelikle Selçuklu sarayında Valide Sultan Dönemi başlamıştır.Mahperi Hatun bahsettiğimiz üzere oldukça fazla mimari eser yaptırmıştır.
Bunlardan mimari açıdan en önemli; belki de bütün gücünü, süsünü ve asaletini yansıttığı eser hiç kuşkusuz Kayseri’deki Hunat (Huand) Hatun Külliyesi‘dir. Bu külliye, Kayseri’deki Selçuklu surlarının kuzeydoğusunda yer almaktadır. Bunun amacı ise o dönemde şehri o tarafa doğru genişletmektir. Cami, türbe, hamam ve medreseden oluşan külliyenin batı kapısındaki kitabede; “Bu mübarek mescidin inşasını Keykubad oğlu, yüce sultan, din ve dünyanın koruyucusu, fetihler sahibi Keyhüsrev (II. Gıyaseddin Keyhüsrev) devrinde altı yüz otuz beş yılı şevval ayında büyük, âlim, kanaatkâr, dünya ve dinin yüz akı, hayırlar fatihi Melike, oğluna emretti – Allah onun yüce varlığını devamlı kılsın, gücünü artırsın.- (M/1237)” [10]http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/HUNAT-K%C3%9CLL%C4%B0YES%C4%B0-8-e1519569579651.jpgHunat (Huand) Hatun Külliyesi’nin Batı Kapısındaki Kitabe
Mahperi Hunat Hatun’un sandukasının da yer aldığı türbe, cami ve medrese arasında yapılmıştır. Caddeye bakan batı duvarı da duvarla kapatıldığından dışarıdan sadece külahı gözükmektedir. Dış cephesi üzerindeki taş süslemeleri ile Selçuklu sanatının doruk noktasını simgeleyen kümbet, kare bir kaide üzerine oturtulmuş sekiz cepheli bir yapıdır. Hiçbir kümbette rastlanılmayan bu mukarnaslı bezemelerin ilk sırasında da örgü ikiz kaz ayakları, üst üç sırasında yapraklar ve en üst sırada ise kilit dizileri bulunur. Kümbetin içinde üç tane sanduka bulunmaktadır. Bunlardan mihrabiyeye en yakın olan Mahperi Hunat Hatun’un mermer bir lahit şeklindeki sandukasıdır. Ortadaki sandukanın Selçuk Hatun’a ait olduğu bilinmekte. Girişe yakın olan sandukanın ise kime ait olduğu bilinmemektedir.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/HUNAT-K%C3%9CLL%C4%B0YES%C4%B0-142-e1519569709345.jpgMahperi Hunat Hatun’un Kümbeti
Osmanlı Döneminde Eser Yaptıran Kadınlar
Her dönemde olduğu gibi bu dönemde de Türk kadını yardım işlerinde daima yararlı ve düşünceli olmuştur. Osmanlı döneminde hayırseverliğin çeşitli örneklerini veren vakıf kuruluşlarında kadınlarımızın adlarına sık sık rastlanmaktadır. Toplum hayatında kadınlarımızın en çok bu yardım işleriyle uğraştıkları görülmektedir. Bunlar hemen hemen akla gelen her şey için yapılan vakfiyelerdir. Osmanlı Türk kadınlarının vakıfları oldukça çeşitlidir, bunların içinde en ilginç olanlarından birisi hiç kuşkusuz Ümmügülsüm Hatun’un Fatih devrinden kalma Balaban Ağa Mescidi’nin aydınlatılmasını sağlamak için yaptığı vakıftır. [11] Yaptırdıkları vakıfları sınıflandırmak gerekirse; dini hizmetler bünyesinde, camiler ve mescitler yaptırmışlar ve ayrıca camide Kur’an okumak, kandil yakmak, mum temin etmek, imam ve müezzinlere oturmaları için ev temini gibi hayırlarda bulunmuşlardır. Sağlık hizmetleri konusunda hastaneler ve bimarhaneler yaptırmışlardır. Savunma hizmetleri bünyesinde; kaleler, burçların tamirleri gibi ordunun kara ve deniz kuvvetlerinin güçlenmesi konusunda vakıflar yaptırmışlardır. Yol ve köprü yapımı, suyolları, çeşmeler, kaldırımlar gibi kamu hizmetlerinde de vakıfları vardır. Öğrenim ve eğitim hizmetleri bünyesinde oldukça fazla vakıf yaptırmışlardır. Kadınların yaptıkları vakıflar arasında okul ve medresenin yanında çok sayıda kütüphane de yer almaktadır. [12] Bütün toplumun yararlanacağı sosyal hizmetlerde bulunmuşlardır. Bunlara örnek olarak kervansaraylar ve misafir odalarını verebiliriz. Bunların yanı sıra fakirleri doyuracak imaretler; fakirlere, dullara ve yetimlere giyecek, vb. bütün ihtiyaçlara cevap veren avarız vakıfları yaptırmışlardır.Osmanlı Döneminde oldukça fazla kadın vakıf yaptırmıştır. Bir çoğunun da vakfiyesi durmaktadır. Bunlardan belli başlılarını ele alacağız, zira hepsini açıklamak için makale değil, kitap yazılması gerekir.
Yavuz Sultan Selim’in eşi ve Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Ayşe Hafsa Sultan, Osmanlı Devleti’nde vakıf bırakan kadınlar arasında önemli bir yere sahiptir. Zira yalnız hayırları ile değil iyi kalpliliğiyle de nam kazanmıştır. [13] Sultan Süleyman’ın şehzadeliği döneminde Hafsa Sultan yanında bulunmuştur ve Manisa’da cami, imaret, medrese ile bimarhaneden oluşan külliyeyi vakfetmiştir. Ayrıca dönemin büyük tabib ve alimlerinden Halveti Şeyhi ve Sünbül Efendi’nin müritlerinden Merkez Efendi’yi (Musa bin Muslihuddin bin Kılıç) Manisa’ya çağırtarak medrese ve bimarhanenin sorumluluğunu kendisine bırakmıştır. 15 Nisan’da Manisa’da halen kutlanan Mesir Bayramı’nın hikayesi de Hafsa Sultan’ın Manisa’da yaptırdığı bu külliyede başlamıştır. Merkez Efendi, önceden denediği ve hastalara iyi geldiğini gördüğü, içinde 41 çeşit madde bulunan Mesir Macununu ilk defa burada halka sunmuştur. Hafsa Sultan, 1534 yılında İstanbul’da vefat etmiş ve eşi Sultan Selim adına oğlu Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan Sultan Selim Camisi’ndeki türbesine defnedilmiştir.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/AY%C5%9EE-HAFSA-SULTAN.jpgHafsa Sultan’ın Manisa’da Yaptırdığı Külliye
Hürrem Sultan, Kanuni Sultan Süleyman’ın Hasekisidir. Hayatının son yıllarını toplumun yararlanması için çeşitli hayır eserleri yaptırmaya hasretmiştir. Hürrem Sultan, 1551 yılında Mimar Sinan’a içinde cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret, darüşşifa ve çeşme bulunan bir külliye yaptırmıştır. Bahsettiğimiz külliye, yapıldığı semte de Haseki adını vermiştir. İlk yapılan cami, merkezi kubbeli küçük bir camidir. Caminin son cemaat mahalli bulunmaktadır. Caminin girişinin batısında mütevazı bir şadırvanı bulunmaktadır. O dönemde muhtemelen semt nüfusu çok kalabalık değildi ve ihtiyaca cevap verebiliyordu fakat bu külliyenin ve yakınındaki Cerrah Paşa Külliyesi’nin yapılmasıyla birlikte semt büyümeye başlamış, cami ihtiyaca cevap veremez olmuştur.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/03/kad%C4%B1nlar-2.jpg (http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/03/kad%C4%B1nlar-2.jpg)İtalyan ressam Tiziano Vecellio’nun, Haseki Hürrem Sultan’ı resmettiği düşünülen (kıyafetlerden dolayı) tablosu, 16. yüzyıl.
Sonrasında cami Sultan I. Ahmed zamanında Sedefkâr Mehmed Ağa tarafından ikinci bir kubbe ilavesiyle genişletilmiştir.
Hürrem Sultan’ın bunun haricindeki vakıfları ise; Mekke ve Medine’de imaretleri ile Meriç nehri üzerindeki kervansarayıdır. Haseki Hürrem Sultan, 1558 yılında vefat etmiş ve Süleymaniye Camisi’nin avlusundaki türbesine gömülmüştür.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/HASEK%C4%B0-K%C3%9CLL%C4%B0YES%C4%B0.jpgHaseki Külliyesi
Kanuni Sultan Süleyman ve Hasekisi Hürrem Sultan’ın kızı Mihrimah Sultan da annesi gibi fazlasıyla vakıf eser yaptırmıştır. Bunlardan en önemlileri Üsküdar’daki ve Edirnekapı’daki iki büyük külliyedir. Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camisi, 1562-1565 yılları arasında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Caminin etrafında medrese, türbe, hamam ve mektep bulunmaktadır. Bu cami dikdörtgen planlı olup, 37 metre yüksekliğinde kubbesi bulunmaktadır. Ayrıca caminin granit sütunlu son cemaat yeri bulunmaktadır. Bahçesinde de şadırvanı bulunmaktadır. Caminin içinden bir kadın tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır zira oldukça süslü ve gösterişlidir.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/ED%C4%B0RNEKAPI-M%C4%B0HR%C4%B0BAH-SULTAN-CAM%C4%B0-5.jpgEdirnekapı Mihrimah Sultan Cami
Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Cami ise, diğerinden farklıdır çünkü bunu Mihrimah Sultan adına Kanuni Sultan Süleyman yaptırmıştır. Caminin son cemaat yeri sundurmasından uzatılan, sütunlarla taşınan bir köşk içine alınan şadırvan ise döneminin taş işçiliğini sergileyen zarif bir örnektir. Buraya su yolları da tesis edilerek Bağlarbaşı ve İcadiye sırtlarındaki membalardan su getirilmiştir. Biri bugünkü Cumhuriyet caddesini, diğeri Sultantepe’nin kuzey sırtları ve Paşalimanı caddesini takip ederek külliyeye ulaşan bu su yollarından birinin sonraki bir tarihte, muhtemelen Mihrimah Sultan Çeşmesi’nin eklendiği 1092 (1681) yılında tesis edildiği tahmin edilmektedir. [14] Bu hayır işlerinin yanında Mekke’ye su getirdiği de bilinmektedir. [15]http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/%C3%9CSK%C3%9CDAR-M%C4%B0HR%C4%B0MAH-SULTAN-CAM%C4%B0.jpgÜsküdar Mihrimah Sultan Cami
Mahpeyker Kösem Sultan; IV. Murad ve İbrahim döneminde Valide Sultan, IV. Mehmed zamanında Büyük Valide sıfatıyla hüküm sürmüştür. Naima’ya göre; Menemen, Zile, Gazze, Kilis ve İzdin’de beş adet hassı vardır. Ayrıca Eğriboz sancağında Livadya ve buraya tabi köylerden, İstanbul, Galata ve Üsküdar’da yaşayan bazı reayadan alınan vergiler Mahpeyker Kösem Sultan’ın gelirine dâhildir. Kösem Sultan’ın pek çok hayır eseri mevcuttur. Bunların başında Üsküdar’daki Çinili Cami gelmektedir.Cami ,iç ve dış tezyinatı bakımından semtin dikkat çekici camilerindendir.
1640 yılında inşaatı bitirilmiştir. Sonrasında camiye ilave olarak mektep, çeşme ve çifte hamam eklenmiştir. Mahpeyker Valide Sultan, ayrıca Boğaz’a nazır çift katlı Anadolu Kavağı Mescidi‘ni yaptırmıştır. Bunların yanında Mercan Çarşısı’nda inşa edilen Valide Hanı döneminin en büyük hanları arasındadır. Çinili Cami’nin civarındaki çeşme, Şehremini semtindeki Ebu’l-hüda ve Mimar Acem tekkeleri civarındaki çeşme ve ayrıca Yenikapı’daki Kösem Valide Sultan Çeşmesi gibi birçok çeşmesi de mevcuttur. Bunlardan başka Osman Paşa’nın yaptırdığı mescidin zamanla harap olması üzerine Kösem Sultan burayı esaslı bir şekilde tamir ettirmiş ve buna ilave olarak bir de çeşme yaptırmıştır. [16] Ayrıca Kösem Sultan, yaptırdığı muhteşem yapılar haricinde Receb ayı gelince tebdil-i kıyafet ile zindana giderek hediyeler dağıtmış, borç yüzünden hapse girenlerin borçlarını ödemiştir. Hizmetindeki cariyeleri iki üç sene çalıştırdıktan sonra çeyiz, mücevher ve bir miktar akçe vererek evlendirmiştir. [17]Mahpeyker Kösem Sultan ile her sahada nüfuz mücadelesine girerek galip gelecek Hatice Turhan Sultan, Valide-i Muazzama’dan geri kalmayarak aynı mahiyette vakıflar yaptırmıştır. Eminönü’ndeki Yeni Cami‘nin tamamlanmasını sağlamıştır ve civarına da sebil, okul, çeşme ve darü’l kura yaptırmıştır. Yeni Cami mimari açıdan, klasik Osmanlı mimarisinin revaklı avlulu şemasını devam ettirmektedir. Caminin üçer şerefeli iki minaresi vardır. Minareler, kare kaide üzerinde on altıgen olarak yükselir ve kurşun kaplı külahlarla örtülüdür. Ayrıca caminin avlusuna üç ayrı kapıdan girilmektedir.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/YEN%C4%B0-CAM%C4%B0-9.jpgYeni Cami
Hatice Turhan Sultan’ın yaptırdığı diğer yapılar ise; Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra İstanbul’u korumak adına yaptırdığı Kilidü’l-bahir ve Kala-yı Sultaniyye’nin güneyinde Rumeli tarafına Seddülbahir, Anadolu tarafına Sultaniye/Kumkale yaptırmıştır. Vakfiyesinde ise her bir kalenin içerisine şerefli bir cami, güzel bir okul ve temiz bir hamam yapılmasını; muhafızları için ev, yurt ve dükkanlarla çevrili eşsiz sokaklar yapılması, ayrıca kalenin korunması için gerekli aletler ve cephanelerin hazırlanmasını emretmiştir.Bunların yanı sıra Şam yolu ile Hacca gidenlerin çektikleri susuzluğun giderilmesi için çeşitli çalışmalarda bulunmuştur.
Bezm-i Alem Valide Sultan, II. Mahmud’un eşi ve Abdülmecid’in de annesidir. Servetinin büyük bir kısmını hayır işlerine adamıştır. 1845 yılında Yenibahçe çayırında, Gureba Hastanesi’ni yaptırmıştır. O dönemin müstesna hastanelerindendir. Vakfiyesinde son derece dikkat çekici insani hükümler mevcuttur; “Şayet, bir hastanın iyileşmesi için bir limon gerekli, limonun değeri de bir altın lira ise o, mutlak suretle alınacaktır.”Üzerinde durulması gereken bir diğer hüküm ise; “Bir okka kömür, bir okka altın fiyatına da olsa, hastaların ısınması için mutlaka alınacaktır.” [18]Bezm-i Alem Valide Sultan’ın bir başka eseri de, Sultan Mahmud türbesinin hemen arkasına yaptırdığı mekteptir. İçerisinde litografya [19] matbaası bulunan bu mektep o dönemde rüştiye üzerine eğitim vermektedir. Ayrıca günümüzdeki İstanbul Kız Lisesi de Bezm-i Alem Valide Sultan tarafından yapılmış fakat yapı banisinin ismiyle anılmamaktadır. Banisinin ismiyle anılmayan ve yine Bezm-i Alem Valide Sultan’a ait bir diğer eser ise; Dolmabahçe Camisi‘dir. Yapımına 1852 yılında başlanmıştır fakat Bezm-i Alem Valide Sultan’ın vefatı üzerine oğlu Abdülmecid tarafından tamamlanmıştır. Valide Sultan’ın yaptırdığı bir diğer cami ise Guraba Hastanesi Camisi‘dir. Bunlardan başka bir çok çeşmesi de mevcuttur. Guraba Hastanesi’nin yanında bir çeşme, Rami ve Maltepe yollarının ortasındaki çeşme, Maçka- Beşiktaş arasında Akaretler’de bulunan çeşme, Kasımpaşa’da Hacı Ahmed deresi civarındaki çeşme ve Tarabya’daki çeşme, Bezm-i Alem Valide Sultan’ın çeşmelerine örneklerdir.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/DOLMABAH%C3%87E-CAM%C4%B0.jpgDolmabahçe Cami
Pertevniyal Valide Sultan, II. Mahmud’un ikinci ikbali, Sultan Abdülaziz’in annesidir.
Yapmış olduğu hayır eserlerinin başında, Aksaray’da kendi adını taşıyan camisi yer almaktadır. Cami, XIX. yüzyılda Osmanlı mimarisinde büyük ölçüde etkisi olan eklektik üslupta inşa edilmiştir. Mimarları İtalyan Montani ile Ermeni Balyan Kalfa’dır. Cami, Hattat Mehmed Rifat Efendi’nin çepeçevre yazdığı Sure-i Melek ile bezenmiştir. Ayrıca caminin yanında çeşme, kütüphane, mektep ve müezzin odaları bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Mahmudiye Mektebi denilen okul Valide Sultan tarafından yaptırılmıştır. Fakat Aksaray yangını sırasında yanmış ve 1930 yılında yerine günümüzde Pertevniyal Lisesi olan bina yapılmıştır.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/PERTEVN%C4%B0YAL-VAL%C4%B0DE-SULTAN-CAM%C4%B0.jpgPertevniyal Valide Sultan Cami
Sultanların dışında varlıklı ailelerin kadınları da vakıf eserler bırakmışlardır. Bunlardan kuşkusuz en önemlisi Kalkandelen Alaca Camisi‘dir. Makedonya’nın Kalkandelen şehrindeki isimleri belli olmayan iki kız kardeş tarafından yapılmıştır. Caminin gerek dış, gerekse iç süslemeleriyle kadına ait olduğu hemen anlaşılmaktadır. Zira alışılmışın dışında kök boyaların her rengi kullanılarak çiçek motifleri, çeşitli manzara resimleri yapılmıştır. Alaca Cami, mimari açıdan tek mekanlı kare planlı bir yapıdır. Giriş bölümünde üç tarafı açık, üstü mahfil bölümüyle kapalı son cemaat yeri bulunmaktadır. Cami, dört taraflı çatıyla örtülü olup, daha çok klasik ev mimarisinde kullanılan çatı tipiyle yapılmıştır.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/02/ALACA-CAM%C4%B0.jpg
Sonuç olarak; kaynağını kadının ince düşüncesinden alarak yapılan bu mimari eserler Türk mimarisinde her daim farklı bir yerde olmuştur.
Süslemeleriyle farklı olan ve ince düşüncenin ana karakter olarak benimsendiği bu eserlerin kitabelerine dahi bakılmadan kadın banisi olduğu anlaşılmaktadır. Bunların yanı sıra kadın gücünü göstermek ve simgesel hale getirmek amacıyla da bu eserler yaptırılmıştır. Gerek Selçuklu Devleti döneminde gerekse Osmanlı Devleti döneminde kadınlar tarafından vakfedilen bu eserler bugün batının erişemediği hatta düşünemediği sosyal adalet anlayışı çerçevesinde toplumun yararına sunulmuştur. Ancak şunu da belirtmeliyiz ki evinde bulunan kazanını mahallenin ihtiyacı halinde kullanılması için mahallenin mescidine vakfeden bir kadın ne kadar muhterem ise, hastaların şifa bulması için koca bir hastane yaptırıp vakfeden kadında aynı saygıya layıktır.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/03/kad%C4%B1nlar-3.png (http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/03/kad%C4%B1nlar-3.png)
KAYNAKÇA
AFETİNAN, Ayşe; Tarih Boyunca Türk Kadının Hak ve Görevleri, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1982
ASLANAPA, Oktay; Türk Sanatı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990
BAYSUN, Cavit; Mihrimah Maddesi, MEB İslam Ansiklopedisi, C. VIII, İstanbul, 1993
CURATOLA, Gıovannı; Türkiye: Selçuklulardan Osmanlılara Sanat, Çev: Kemal Atakay, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2010
ERKİLETLİOĞLU, Halit; Kayseri Kitabeleri, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Kayseri 2001
GÖKALP, Ziya; Türkçülüğün Esasları, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2015
KAFESOĞLU, İbrahim; Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1991
KILIÇ, Abdullah; Kayseri, Kayseri Kocasinan Belediyesi Yayınları, İstanbul 2006
NAİMA; Tarih, İstanbul, 1280, c.V
SAY, Yağmur; Seyyid Battal Gazi ve Külliyesi, Odunpazarı Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul
SÖZEN, Metin; Türk Mimarisinin Gelişimi ve Mimar Sinan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1975
TANIŞIK, İbrahim Hilmi; İstanbul Çeşmeleri, Maarif Matbaası, İstanbul, 1945
ULUÇAY, M. Çağatay; Padişahların Kadınları ve Kızları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1985
YÜCEL, Erdem; Osmanlı Tarihi’nde Vakıf Yapan Kadınlar, Hayat Tarih Mecmuası, Yıl 7, c.I, Sayı 2, Mart 1971