Amazonia
20.Mart.2018, 01:19
Müslümanda Bulunması Gereken İslami Heybet
İslam adına kendilerine ümit bağladığınız, bir beklenti içinde olduğunuz, gözlerine baktığınız iki üç kişinin bir araya gelip sohbet ettiklerini görseniz, haklı olarak şöyle bir tahminde bulunursunuz: “Bu muhteremler şu anda İslami bir konuyu ele almış olmalılar veya Müslümanların çok önemli meselelerinden birini konuşuyor olmalılar.” Fakat yanlarına vardığınızda bu kişilerin hiç de öyle yapmadıklarını, aksine hararetli bir şekilde çek, senet, döviz kuru, enflasyon, ücretler, fiyatlar ve benzer şeyleri konuştuklarına, bu konuların dışına çıkmadıklarına şahit olsanız, sizde nasıl bir etki bırakırdı?
Müslüman’ca bir görünüme sahip, yüzüne baktığınızda kalbinizi güzel bir neşenin bürüdüğü bir kişinin yanına vardığınızda, size durmadan otomobilden konuştuğunu, markalardan, modellerden, özelliklerinden, otomobillerin konforundan, hızından, fiyatından vs. söz ettiğini, kafayı hep otomobile takmış olduğunu görseniz, bu duruma ne derdiniz?
Hep erkeklere haksızlık etmeyelim, biraz da bayanlardan misal verelim; kendisini görür görmez ALLAH Teala’yı hatırladığımız mükemmelce örtünmüş bir bayanın karşısındakine hep elbiseden, kumaştan, kıyafetten, markalardan, ev eşyalarından, perdelerden, koltuk takımlarından, mutfak eşyalarından söz ettiğini, başka bir konuya girmediğini, sözü döndürüp dolaştırıp bunlar üzerine getirdiğini düşünün…
Şahit olduğunuz bu tür sahneler varsa gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Bu kişilerin o esnada sizin yanınızdaki değerlerinin, kıymetlerinin ne olduğunu şöyle bir ölçüverin. Gözünüzde küçülüyorlar öyle değil mi? Gerçekten küçülüyorlar. Basitleşiyorlar, adeta bir hiç oluyorlar öyle değil mi?
Şahsen beni çok etkileyen Rasûlullah ((S.A.V)) Efendimizin şu hadis-i şerifini daha iyi anlatabilmek için böyle bir giriş yapmayı gerekli gördüm.
Ramuz’ul Ehadis ve İbni Ebî Dünya kaydetmiş, buyuruyor ki:
"Ümmetim dünyaya ta'zim ettiği, (dünyaya önem verip gözünde, gönlünde büyüttüğü) zaman kendisinden İslam’ın heybeti çekilip alınır. Emr-i bil ma'ruf ve nehy-i anil münkeri terk ettiği zaman da vahyin bereketinden mahrum bırakılır. Birbirine sövmeye başladıklarında da ALLAH Teala'nın gözünden düşer."
Hadis-i şerifi şerh eden Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, "Bir kalpte hem ALLAH'a ta'zîm hem de dünyaya ta'zîmin aynı anda bulunamayacağı"na dair nakiller yapıyor.
Bu sorunumuzu dile getiren, yani ümmeti izzete ve zillete götüren sebepleri dile getiren benzer birçok rivayetler hadis külliyatında mevcuttur.
Bugün, ümmetin en başta gelen problemlerinden birisinin bu olduğuna inanıyorum. "İslam’ın heybetini kaybetmek"
İslam’ın mehabetini, İslam’ın heybetini kaybetmek. Kaybetmek değil, belki de baştan beri hiç sahip olamamak, elde edememek, İslam’ın heybetiyle donanamamak..
Dünyayı gözümüzde ve gönlümüzde büyütme işini, dilimizde ve gündemimizden düşürmeme işini bir adım daha ileri götürdüğümüzü düşünelim; yani dünya için bir birimize düştüğümüzü, ufacık bir dünyalık elde etmek için veya elde ettiğimizi kaçırmamak için çekiştiğimizi, nizalaştığımızı, mahkemelere düştüğümüzü düşünün. Ve bir de bütün bunları yapan kişilerin, İslam adına bulunduğu çevrede kendisine ümit bağlanan, böyle şeylerin kendilerinden asla beklenmeyen kişiler olduğunu düşünelim. Rasûlullah Aleyhisselam’ın bu teşhisi nasıl da oturuveriyor yerine, ne müthiş bir tesbit! “İslamın heybeti çekilip alınır.” Böylesi bir çekişme çocuklarımız arasında vuku bulduğunda bile, yaşı büyük olanına yakıştıramayız, hemen paylayıveririz; “Aaa, oldu mu hiç, sana yakıştı mı hiç? Kardeşin küçük, ver ona…” demez miyiz? Ve gerçekten yaşı büyük olanı ayıplayıp veririz öyle değil mi? İşte. Çevresinde iyi bilinen, örnek alınan, taklit edilen Müslümanlara da böylesi pozisyonlar hiç mi hiç yakışmıyor? Küçülüyor, küçülüyor, basitleşiyor ve ALLAH Teala ondan İslam’ın heybetini çekip alıveriyor. Olanca himmetini dünyaya yöneltenler, Müslümanlıklarına rağmen İslâmî heybet adına sıfırlanmaktadırlar.
Günümüz dünyasında çoğu zaman dışımızdakilerin bizi muhatap almayışlarının, düşmanlarımızın gözünde bir şey ifade edemeyişimizin sebebi, bazılarımızın iddia ettiği gibi, dünyevi güce kuvvete ve birtakım imkânlara sahip olamamak değil, dünyaya ta'zîm ettiğimizden dolayı İslam’ın heybetinin bizden alınmış olmasıdır.
Nedir bu “İslam’ın Heybeti?” Günümüzdeki tabiriyle, karizmatik bir görünüm mü, kendi kendimize basit bir kasıntı mı? Elbette hayır. Rasûl-i Ekrem ((S.A.V)) Efendimiz ALLAH Teala'nın kendisine lütfettiği özellikleri sayarken "Bir aylık mesafeden düşmanlarımın kalbine benim korkum salınmıştır" buyuruyor. Zannedersem İslam’ın heybetinin ne olduğunu birazcık buradan öğrenebiliriz.
Bu heybetin nasıl elde edileceği, kaybediliş sebebinin belirtildiği hadisi şerif de mevcuttur: Dünyaya değer vermemek, dünyayı gözümüzde ve gönlümüzde küçültmek. Dünyayı gözümüzde ve gönlümüzde küçültebilmenin yolu da, ALLAH Teala ile ciddi bir beraberlik, sağlıklı bir rabıtadır. ALLAH’ı ve ahiret gününü sahih bir şekilde gündemde tutmaktır. İzzetli olabilmenin ve izzetli kalabilmenin biricik yolu, Aziz olanla birlikte olabilmektir. İzzetli olmak, İslam’ın heybetiyle, mehabetiyle ayakta olmak demektir.
Müslümanlar ne edip edip İslam’ın heybetini kazanmalıdırlar, bu heybetle donanmalıdırlar.
Fakat "ALLAH'tan korkan, ahireti hiç unutmayan insan" portresi toplumumuzda nedense yanlış bir imaj olarak tahayyül edilmektedir. Karıncayı ezmeyen, kimsenin tavuğuna kışt demeyen bir tip tahayyül edilmektedir nedense. Hâlbuki Kerim olan Kitap’ta çizilen “ALLAH’tan korkan insan” tipi hiç de öyle bir tip değildir:
“İnsanlardan değil Benden korkun” (Maide:3), "Onlardan korkuyor musunuz? Korkulmaya layık olan ALLAH'tır eğer iman etmişseniz” (Tevbe:13) gibi ayeti kerimeler dikkate alınırsa, "ALLAH'tan korkan insan" tiplemesinin aslında üçüncü şahısları, yani kâfirleri ilgilendirmesi gerektiği daha iyi anlaşılır.
İslam adına kendilerine ümit bağladığınız, bir beklenti içinde olduğunuz, gözlerine baktığınız iki üç kişinin bir araya gelip sohbet ettiklerini görseniz, haklı olarak şöyle bir tahminde bulunursunuz: “Bu muhteremler şu anda İslami bir konuyu ele almış olmalılar veya Müslümanların çok önemli meselelerinden birini konuşuyor olmalılar.” Fakat yanlarına vardığınızda bu kişilerin hiç de öyle yapmadıklarını, aksine hararetli bir şekilde çek, senet, döviz kuru, enflasyon, ücretler, fiyatlar ve benzer şeyleri konuştuklarına, bu konuların dışına çıkmadıklarına şahit olsanız, sizde nasıl bir etki bırakırdı?
Müslüman’ca bir görünüme sahip, yüzüne baktığınızda kalbinizi güzel bir neşenin bürüdüğü bir kişinin yanına vardığınızda, size durmadan otomobilden konuştuğunu, markalardan, modellerden, özelliklerinden, otomobillerin konforundan, hızından, fiyatından vs. söz ettiğini, kafayı hep otomobile takmış olduğunu görseniz, bu duruma ne derdiniz?
Hep erkeklere haksızlık etmeyelim, biraz da bayanlardan misal verelim; kendisini görür görmez ALLAH Teala’yı hatırladığımız mükemmelce örtünmüş bir bayanın karşısındakine hep elbiseden, kumaştan, kıyafetten, markalardan, ev eşyalarından, perdelerden, koltuk takımlarından, mutfak eşyalarından söz ettiğini, başka bir konuya girmediğini, sözü döndürüp dolaştırıp bunlar üzerine getirdiğini düşünün…
Şahit olduğunuz bu tür sahneler varsa gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Bu kişilerin o esnada sizin yanınızdaki değerlerinin, kıymetlerinin ne olduğunu şöyle bir ölçüverin. Gözünüzde küçülüyorlar öyle değil mi? Gerçekten küçülüyorlar. Basitleşiyorlar, adeta bir hiç oluyorlar öyle değil mi?
Şahsen beni çok etkileyen Rasûlullah ((S.A.V)) Efendimizin şu hadis-i şerifini daha iyi anlatabilmek için böyle bir giriş yapmayı gerekli gördüm.
Ramuz’ul Ehadis ve İbni Ebî Dünya kaydetmiş, buyuruyor ki:
"Ümmetim dünyaya ta'zim ettiği, (dünyaya önem verip gözünde, gönlünde büyüttüğü) zaman kendisinden İslam’ın heybeti çekilip alınır. Emr-i bil ma'ruf ve nehy-i anil münkeri terk ettiği zaman da vahyin bereketinden mahrum bırakılır. Birbirine sövmeye başladıklarında da ALLAH Teala'nın gözünden düşer."
Hadis-i şerifi şerh eden Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, "Bir kalpte hem ALLAH'a ta'zîm hem de dünyaya ta'zîmin aynı anda bulunamayacağı"na dair nakiller yapıyor.
Bu sorunumuzu dile getiren, yani ümmeti izzete ve zillete götüren sebepleri dile getiren benzer birçok rivayetler hadis külliyatında mevcuttur.
Bugün, ümmetin en başta gelen problemlerinden birisinin bu olduğuna inanıyorum. "İslam’ın heybetini kaybetmek"
İslam’ın mehabetini, İslam’ın heybetini kaybetmek. Kaybetmek değil, belki de baştan beri hiç sahip olamamak, elde edememek, İslam’ın heybetiyle donanamamak..
Dünyayı gözümüzde ve gönlümüzde büyütme işini, dilimizde ve gündemimizden düşürmeme işini bir adım daha ileri götürdüğümüzü düşünelim; yani dünya için bir birimize düştüğümüzü, ufacık bir dünyalık elde etmek için veya elde ettiğimizi kaçırmamak için çekiştiğimizi, nizalaştığımızı, mahkemelere düştüğümüzü düşünün. Ve bir de bütün bunları yapan kişilerin, İslam adına bulunduğu çevrede kendisine ümit bağlanan, böyle şeylerin kendilerinden asla beklenmeyen kişiler olduğunu düşünelim. Rasûlullah Aleyhisselam’ın bu teşhisi nasıl da oturuveriyor yerine, ne müthiş bir tesbit! “İslamın heybeti çekilip alınır.” Böylesi bir çekişme çocuklarımız arasında vuku bulduğunda bile, yaşı büyük olanına yakıştıramayız, hemen paylayıveririz; “Aaa, oldu mu hiç, sana yakıştı mı hiç? Kardeşin küçük, ver ona…” demez miyiz? Ve gerçekten yaşı büyük olanı ayıplayıp veririz öyle değil mi? İşte. Çevresinde iyi bilinen, örnek alınan, taklit edilen Müslümanlara da böylesi pozisyonlar hiç mi hiç yakışmıyor? Küçülüyor, küçülüyor, basitleşiyor ve ALLAH Teala ondan İslam’ın heybetini çekip alıveriyor. Olanca himmetini dünyaya yöneltenler, Müslümanlıklarına rağmen İslâmî heybet adına sıfırlanmaktadırlar.
Günümüz dünyasında çoğu zaman dışımızdakilerin bizi muhatap almayışlarının, düşmanlarımızın gözünde bir şey ifade edemeyişimizin sebebi, bazılarımızın iddia ettiği gibi, dünyevi güce kuvvete ve birtakım imkânlara sahip olamamak değil, dünyaya ta'zîm ettiğimizden dolayı İslam’ın heybetinin bizden alınmış olmasıdır.
Nedir bu “İslam’ın Heybeti?” Günümüzdeki tabiriyle, karizmatik bir görünüm mü, kendi kendimize basit bir kasıntı mı? Elbette hayır. Rasûl-i Ekrem ((S.A.V)) Efendimiz ALLAH Teala'nın kendisine lütfettiği özellikleri sayarken "Bir aylık mesafeden düşmanlarımın kalbine benim korkum salınmıştır" buyuruyor. Zannedersem İslam’ın heybetinin ne olduğunu birazcık buradan öğrenebiliriz.
Bu heybetin nasıl elde edileceği, kaybediliş sebebinin belirtildiği hadisi şerif de mevcuttur: Dünyaya değer vermemek, dünyayı gözümüzde ve gönlümüzde küçültmek. Dünyayı gözümüzde ve gönlümüzde küçültebilmenin yolu da, ALLAH Teala ile ciddi bir beraberlik, sağlıklı bir rabıtadır. ALLAH’ı ve ahiret gününü sahih bir şekilde gündemde tutmaktır. İzzetli olabilmenin ve izzetli kalabilmenin biricik yolu, Aziz olanla birlikte olabilmektir. İzzetli olmak, İslam’ın heybetiyle, mehabetiyle ayakta olmak demektir.
Müslümanlar ne edip edip İslam’ın heybetini kazanmalıdırlar, bu heybetle donanmalıdırlar.
Fakat "ALLAH'tan korkan, ahireti hiç unutmayan insan" portresi toplumumuzda nedense yanlış bir imaj olarak tahayyül edilmektedir. Karıncayı ezmeyen, kimsenin tavuğuna kışt demeyen bir tip tahayyül edilmektedir nedense. Hâlbuki Kerim olan Kitap’ta çizilen “ALLAH’tan korkan insan” tipi hiç de öyle bir tip değildir:
“İnsanlardan değil Benden korkun” (Maide:3), "Onlardan korkuyor musunuz? Korkulmaya layık olan ALLAH'tır eğer iman etmişseniz” (Tevbe:13) gibi ayeti kerimeler dikkate alınırsa, "ALLAH'tan korkan insan" tiplemesinin aslında üçüncü şahısları, yani kâfirleri ilgilendirmesi gerektiği daha iyi anlaşılır.