KaMoreNa
30.Mart.2018, 10:15
http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/03/%C3%A7a%C4%9Fr%C4%B1-bey.png
Yazar: Buğra Han Yerli
Selçuklular; Türklerin, Türkistan’dan, Türkiye’ye uzanan yolcuğunda tarihi bir görev üstlenmiş bir hânedandır. Bu hânedanın ortaya çıkmasında ve yükselmesindeki en önemli isimlerden birisi, kuşkusuz Selçuk Bey’in torunu ve Mikail Bey’in oğlu olan Çağrı Bey’dir. Bu yazımızda, kardeşi Tuğrul Bey’e “Bu ülkede (Anadolu) bize karşı koyabilecek bir kuvvete rastlamadım. Biz buradakilerin (Horasan ve Mâverâünnehir) hakkından gelemiyoruz fakat keşfetmiş olduğum topraklara gidebiliriz.” [1] diyerek Anadolu’daki 1000 yıllık kalıcı Türk varlığının müjdesini veren Çağrı Bey’in hayatını anlatacağız.Çağrı Bey, yaklaşık 990 tarihinde dünyaya gelmiştir. Selçuk Bey’in dört oğlundan (Mikâil, Arslan İsrâil, Mûsâ İnanç ve Yûsuf Yınal [2]) birisi olan Mikâil Bey’in oğludur. Tuğrul ve Çağrı Beyler, babaları Mikâil Bey’in gayrimüslim Türkler ile yaptığı savaşlardan birinde şehîd olması üzerine [3] dedeleri Selçuk Bey tarafından büyük bir titizlik ile yetiştirilmiştir. Çağrı Bey’in karakteri; sâkin ve durgun tabiatlı olan kardeşi Tuğrul Bey’in aksine atılgan ve içi içine sığmayan bir durumda idi. İki kardeşin, aldıkları her kararda bu iki zıtlığın uyumunu görebilmekteyiz.
Selçukluların, Mâverâünnehir’deki Taraflardan Biri Hâline Gelmesi
10. yüzyılın sonlarına geldiğimizde, Mâverâünnehir‘de Sâmânîler ile Karahanlıların idâresindeki Türkistan‘ın çatışma içinde olduğunu görüyoruz. Sâmânîlerin, cihad kavramını öne sürerek Türkistan’ı işgal etme teşebbüsleri, Karahanlılar döneminde Türkistan’ın İslâm’ı kabul etmesi ile birlikte ters bir sürece girmiştir. Zira Karahanlıların İslâm’ı kabul etmesi, Sâmânîlerin Türkistan’ı işgal etmesinin görünürdeki sebebini ortadan kaldırmış ve bölgedeki birtakım Müslüman unsurların da Karahanlılardan yana tutum takınmasına sebep olmuştur. Karahanlılar döneminde İslâm kabul edilmekle kalınmamış, Sâmânîlerin daha önce ele geçirdiği Mâverâünnehir bölgesinden atılması için fetih hareketleri de başlatılmıştır.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/03/cagri-beg-2.jpg (http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/03/cagri-beg-2.jpg)10. yüzyılın sonunda Mâverâünnehir’de siyasi durum.
Selçuk Bey’in 10. yüzyılın ikinci yarısında Cend’e göç edip, adamları ile birlikte İslâm dinini kabul etmesi ve Selçukluların hatırı sayılır bir güce sahip olması, Selçukluları bu mücadeledeki taraflardan biri hâline getirmiştir. Sâmânîler, Mâverâünnehir’i ele geçirmeye başlayan Karahanlılara karşı Selçuk Bey’den yardım istemiş, bunun üzerine Selçuk Bey de oğlu Arslan Bey komutasındaki bir birliği Sâmânilere yardım etmesi için göndermiştir. Arslan Bey ve emrindeki askerlerin yardımıyla Sâmânîler, Karahanlılara karşı birtakım başarılar sağlamışlardır. Bunun üzerine Arslan Bey ve adamlarına, Buhara yakınlarındaki Nur kasabası yurtluk olarak verilmiştir. Bundan sonra Arslan Bey’e bağlı Selçuklular, Cend’in güneyinde kalan Nur kasabası civarında varlık göstermeye başlamıştır.
Selçukluların, Sâmânîlere verdiği destek, Sâmânîlerin yıkılmasına engel olamadı.
Yaşanan entrikalar, Sâmânî halkının ve birtakım beylerin (dihkân [4]), Karahanlıları Sâmânî topraklarına davet etmesine sebep oldu. Bunun üzerine Karahanlı hükümdarı Nasr İlig Han, 23 Ekim 999 tarihinde Sâmânî başkenti Buhara’yı hiçbir direnişle karşılaşmadan ele geçirdikten sonra hazineye el koydu ve Sâmânî hânedan mensuplarını esir ederek Özkend’e gönderdi. Bu olaydan sonra Sâmânî şehzadesi İsmâîl Muntasır, hapisten kaçmayı başarıp, devleti tekrar diriltmek için yaklaşık 5 yıl kadar mücadele verdiyse de başarılı olamamış ve Sâmânîler kesin olarak tarih sahnesinden silinmiştir. Sâmânî toprakları ise Karahanlılar ile Gazneliler arasında, Ceyhun Nehri sınır olmak üzere bölüşülmüştür.Sâmânîlerin tarih sahnesinden çekilmesi, Selçuklular için yeni bir süreç başlattı. Zirâ Selçuklular, Karahanlılar ile karşı karşıya kaldılar. Selçuk Bey’in 11. yüzyılın ilk çeyreğinde vefat etmesi [5] bu süreci Selçuklular için daha da zorlaştırmıştır. Bir yandan Mâverâünnehir’de tutunmaya tutunmaya çalışan Selçuklular, diğer yandan Selçuk Bey’in vefatından sonra başlarına kimin geçeceği konusunda fikrî çatışmalar ve soğukluklar yaşamışlardır. Tuğrul ve Çağrı Beyler, babaları Mikâil Bey, dedeleri Selçuk Bey’in en büyük evladı olduğu gerekçesiyle bu konuda kendilerini öne çıkarmaya çalışırken, Arslan Bey ise Selçuk Bey’in hayatta olan en büyük evladı olması sebebiyle kendini lâyık görmüştür. Sonuç olarak Selçukluların büyük çoğunluğu, yaş ve tecrübe bakımından daha büyük olan Arslan Bey’i başlarına geçirmiş; Mûsâ Bey ve Yûsuf Yınal’ın da itaat bildirmesiyle Arslan Bey, “Yabgu” unvanını almıştır. Tuğrul ve Çağrı Beyler ise, önceleri Cend’de kalmaya devam etseler de daha sonrasında kuzeyden gelebilecek Oğuz Yabgu Devleti tehlikesini göz önünde bulundurarak güneye göç etmişlerdir. Görünürde Arslan Yabgu’ya bağlı olsalar da bu bağ zayıf idi ve kendilerine bağlı birlikler mevcuttu. Tuğrul-Çağrı Beyler ile Arslan Yabgu arasındaki soğukluk Selçukluların sonraki dönemlerine de yansıyacak ve ileride Büyük Selçuklu (Mikâiloğulları / Selçuklular) ile Türkiye Selçuklu (Arslanoğulları-Kutalmışoğulları / Yabgulular) çatışmasına dönüşecektir [6].
Çağrı Bey’in Anadolu Keşif Akını
Mâverâünnehir’de, Karahanlılar ile Gazneliler arasında sıkışmış olan Tuğrul ve Çağrı Beyler bir çıkış yolu aramaktaydı. Arslan Yabgu’dan kısmen bağımsız hareket eden Tuğrul ve Çağrı Beyler, Meliknâme‘den aktarılana göre; ilk olarak Batı Karahanlıların hizmetine girmek istemişlerse de kuvvetlerinden dolayı tehdit olarak görülmeleri nedeniyle bu mümkün olmamış, daha sonra Doğu Karahanlıların hizmetine girmişler ancak Çağrı Bey’in ihtiyatlı tutumu sebebiyle iki kardeş aynı anda Doğu Karahanlı topraklarına gitmemiştir. Nitekim, Çağrı Bey’in de öngördüğü gibi Doğu Karahanlı hükümdarı Togan Ahmed Han, Selçukluları tehdit olarak gördüğü için Tuğrul Bey’i hapsetmiş, Çağrı Bey’in yaptığı baskın neticesinde Tuğrul Bey kurtarılmıştır. Tüm bu olaylardan sonra iki kardeş, Mâverâünnehir’de kalmalarının artık güvenli olmadığını düşünüp, yeni bir yurt aramanın gerekli olduğu kararına vardı. Bu kararın ardından Çağrı Bey, emrindeki 3000 atlı ile batıya yönelerek bir keşif akınına çıkmış; Tuğrul Bey ise çöllere çekilerek Mâverâünnehir’de kalmaya devam etmiştir.Çağrı Bey, Anadolu keşif akınına çıktığında tarihler 1016’yı gösteriyordu [7]. Emrindeki 3000 atlı ile Gazneli topraklarından yakalanmadan geçmesi; Gazneli Mahmûd‘un, Tûs [8]Valisi Arslan Câzib‘i azarlamasına ve Çağrı Bey’in dönüş yolunda gerekli tedbirlerin alınması konusunda uyarmasına sebep oldu.Gazneli topraklarını geçen Çağrı Bey, ilk olarak Azerbaycan’a geldi. Burada kendisine, daha önce buralara gelmiş olup da Anadolu’ya gazâlar düzenleyen Türkmenler de katıldı. Yoluna devam eden Çağrı Bey, bir müddet sonra Doğu Roma’ya bağlı olarak varlığını sürdüren ve Van civarında bulunan Ermeni Vaspuragan Prensliği topraklarına girdi ve birtakım bölgeleri ele geçirip, yağmaladıktan sonra yoluna devam etti. Türklerin kılık-kıyafeti ve savaş taktikleri, büyük şaşkınlığa sebep oldu. Bu şaşkınlığı, Ermeni yazar Arisdages‘in “Taş gibi sert tırnaklı ve kartal gibi hızlı atların üstünde, yayları gerili, okları çekili, bellerinde kemer, ayaklarında bağları çözülmek bilmez ayakkabılar bulunan birlikler…” [9] ve Urfalı Mateos‘un “Ok ve yay kullanan uzun saçlı Oğuz süvarileri Ermenileri şaşkına çevirmişti.” [10] ifadesinden rahatlıkla anlayabilmekteyiz.Vaspuragan topraklarından çıkan Çağrı Bey, yönünü Şeddâdî topraklarına çevirmiş ve burada da yağma ve tahrip faaliyetlerinde bulunmuştur.
Ardından yönünü Gürcü topraklarına çevirmiş ve burada da benzer faaliyetlerde bulunup; Liparit gibi birtakım Gürcü komutanları mağlûp etmiştir. Çağrı Bey, bölge hakkında bilgi edindikten ve fazlasıyla ganimet elde ettikten sonra dönüş yoluna koyulmuştur. Azerbaycan’da kendisine katılan Türkmenleri, geri dönüş yolunda Azerbaycan’da bıraktıktan ve ganimet haklarını teslim ettikten sonra kendi birlikleriyle birlikte Horasan’a yönelmiştir.Gazneli Mahmûd’un, Çağrı Bey’in geçişini engelleyemediği için şiddetle azarladığı Arslan Câzib, Çağrı Bey’in dönüşü için beklemekteydi. Çağrı Bey de bunun haberini almış olacak ki, askerlerini dağıttıktan sonra tüccar kılığına girip, Gazneli topraklarından bu şekilde geçmeyi başarmış ve kardeşi Tuğrul Bey’in yanına gitmiştir. Burada kardeşine, 1000 yıllık bir varlığın ilk müjdesini verecektir: “Bu ülkede (Anadolu) bize karşı koyabilecek bir kuvvete rastlamadım. Biz buradakilerin (Horasan ve Mâverâünnehir) hakkından gelemiyoruz fakat keşfetmiş olduğum topraklara gidebiliriz.” [11]http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2017/11/ibrahim-yinal-1.jpg (http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2017/11/ibrahim-yinal-1.jpg)Görsel: Bakarov, DeviantArt.
Tuğrul ve Çağrı Beylerin, Selçukluların Başına Geçmesi ve Sonrasındaki Faaliyetleri
Arslan Yabgu’nun 1025 tarihinde Gazneli Mahmûd tarafından hile ile esir edilerek Kâlincâr kalesine hapsedilmesinin [12] ardından Selçukluların başına Tuğrul ve Çağrı Beyler geçmiştir. Amcaları Mûsâ Yabgu [13] ve Yûsuf Yınal hayatta olmasına rağmen iki kardeşin bu görevi üstlenmeye yönelik adım atmaları ve başarı sağlamaları şüphesiz, dedeleri Selçuk Bey tarafından ne kadar iyi yetiştirildiklerinin kanıtı idi.İki kardeşin bu süreçten sonra uğraştıkları başlıca problem, Mâverâünnehir’de bağımsızlığını ilân etmeye çalışan Ali Tegin olmuştur. Daha önce Arslan Yabgu ile ittifakta bulunarak gücünü arttıran ancak Arslan Yabgu’nun esir edilmesinden sonra yeni bir destek arayışı içerisine giren Ali Tegin, Selçukluların yeni liderlerinden faydalanmak istediyse de Tuğrul ve Çağrı Beyler buna yanaşmamıştır. Ali Tegin, Selçukluların içinde karışıklık çıkarmak için Yûsuf Yınal’a “Yabguluk” teklif edip, kendi tarafında çekmek istediyse de başarılı olamamış, bunun üzerine Selçukluların üzerine bir ordu gönderip, Yûsuf Yınal’ın hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. Aynı süreçte Selçuklular Hârizm‘e göç etme kararı almış ancak Cend hâkimi Şah Melik’in de baskınına uğrayıp, ağır kayıplar veren Selçuklular, kesin olarak güneye, Horasan’a inmeye karar verdiler.Selçukluların Horasan’a Geçişi
Sultan Mahmûd döneminde takip edilen katı politikalarla Selçukluların tehdit haline gelmesine fırsat verilmemişti fakat Sultan Mesûd döneminden itibaren bu durum tersine dönmeye başlayacaktı. Mayıs 1035 tarihinde 4000 kişilik bir kuvvetle Horasan’a göç eden Selçuklular, Gazneli Mesûd’a bir mektup yazarak bu izinsiz geçiş için özür dilemişler ve Nesâ ve Ferâve şehirleri kendilerine yurtluk olarak verildiği takdirde Gaznelilerin hizmetine gireceklerini belirtmişlerdir. Gazneli Mesud, kendi devletinin ileri gelenlerinin uyarılarına rağmen teklifi kabul etmemiş ve Selçukluların üzerine Hâcib Beydoğdukomutasında bir ordu yollamıştır. Selçuklular bunun üzerine savaş hazırlığına girişmiş ve Haziran 1035 tarihinde Nesâ yakınlarında meydana gelen savaşı kazanmışlardır. Savaştan sonra tekrardan mektup gönderen ve isteklerini yineleyen Selçukluların, bu sefer istekleri kabul edilmek zorunda kalındı ve Nesâ, Dihistan ve Ferâve bölgeleri kendilerine verildi.Yapılan antlaşmaya rağmen Selçuklular sözünde durmadı / duramadı ve Türkmen göçü sebebiyle artan nüfusları ve ihtiyaçları sebebiyle Gazneli topraklarına akınlarını sürdürmeye devam ettiler. Selçuklular, yurtlarının kendilerine yetmediğini, bu sebeple Merv, Serahs ve Bâverd şehirlerinin de kendilerine verilmesi isteğini belirttikleri ve bunun karşılığında askerî hizmet teklif ettikleri bir mektubu daha Gazneli Mesûd’a gönderseler de Sultan bunu kabul etmemiş ve Horasan’a bir ordu yollamıştır. Bunun üzerine Selçuklular, kendilerine verilen topraklara geri çekilmişlerdir.Horasan’daki sıkıntıyı hallettiğini düşünen Gazneli Mesûd, Hindistan’a sefere çıkıp, başarıyla dönse de Selçuklular ufak çapta saldırılar düzenlemeyi sürdürmüşlerdir. Selçukluların hafif süvari birlikler ile merkezî-profesyonel bir ordu olan Gazneli ordusuna yönelik gerçekleştirdiği bu saldırılar üzerine Gazneli Mesûd yeniden bir ordu göndermiş fakat Mayıs 1038 tarihinde Serahs’ta gerçekleşen savaşı Selçuklular ezici bir üstünlük ile kazanmışlardır. Savaşın sonucu olarak Merv ve Serahs şehirleri de Selçukluların eline geçmiş, Tuğrul Bey’in üvey kardeşi İbrâhim Yınal, 12 gün sonra Nîşâbur şehrine gelerek burayı teslim almış ve Sultan Mesûd adına okunan hutbeyi “es-Sultânü’l-muazzam”unvanıyla Tuğrul Bey adına çevirmiştir.
Nîşâbur’un ele geçirilmesinin ardından buraya gelen Tuğrul ve Çağrı Beyler arasında, dikkate değer bir nitelikte olan bir tartışma çıkmıştır.
Nîşâbur’un ele geçirilmesinden sonra Çağrı Bey şehri yağmalamak istemiş, kardeşi Tuğrul Bey buna şiddetle karşı çıkmıştır. Çağrı Bey isteğinde diretince, Tuğrul Bey bıçağını çekerek, böyle bir şey yaparsa intihar edeceğini söyleyince Çağrı Bey vazgeçmiştir. Tuğrul Bey ise, Çağrı Bey ve emrindeki askerlere 30.000 dinar vermek zorunda kalmıştır. Bu olayın, devletleşmenin bir gereği olarak ortaya çıktığı ve Tuğrul Bey’in amacının ileriye yönelik olduğunu göstermesi şüphesizdir.Devlet olma yolunda büyük bir adım atan Selçukluların bu sevinci fazla uzun sürmemiş, Sultan Mesûd bizzat sefere çıkarak Selçukluları arka arkaya yenilgiye uğratmıştır. Çağrı Bey, Ulyâ-âbâd’da Sultan Mesûd’un karşısına sadece kendi birlikleriyle çıkmış ve yenilgi almıştır ancak Selçuklular, aldıkları yenilgiye rağmen yağma ve tahrip faaliyetlerine devam etmiştir. Özellikle Çağrı Bey’in, Gazne ordusuna gece baskını düzenleyip Sultan Mesûd’un fillerinden birini kaçırması mânidardır.Çarpışmaların şiddetlenmesi ve kayıpların artmasından sonra iki taraf da geçici bir barış arayışına girmiştir. Sonrasında yapılan barış antlaşmasına göre Selçuklular işgal ettikleri Nîşâbur, Serahs ve Merv’den çekilecek; karşılığında Nesâ, Bâverd ve Ferâve onlara geri verilecek, Gazne ordusu ise Herat’a çekilecekti. Görünürde antlaşmayı kabul eden Selçuklular bu barış şartlarına uymadılar. İşgal ettikleri yerlerden çıkmadıkları gibi, tekrardan Gazne topraklarına akınlara başladılar.
Dandanakan Meydan Muharebesi ve Selçukluların Kesin Bağımsızlık Kazanması
Sabrı oldukça tükenmeye başlayan Sultan Mesûd, bu meseleyi kalıcı olarak çözebilmek amacıyla 1039 yılının sonlarında büyük bir ordu ile sefere çıkmıştır. Selçuklular, tam donanımlı olan ve Sultan Mesûd tarafından idare edilen Gazneli ordusundan çekinmişlerdir. Dandanakan Meydan Muharebesi’nden önce düzenlenen kurultayda Tuğrul ve diğer Selçuklu beyleri daha batıya çekilmek istemiş, Çağrı Bey ise “Madem kaçacaktık, en baştan böyle bir padişahla uğraşmamalıydık. Bu yaptığımız acizliktir, korkmamak gerekir.” diyerek fikirlerini değiştirmiştir.Sultan Mesûd’un emrindeki hantal Gazne ordusunu yıpratmak için vur-kaç taktiği uygulayarak onları olabildiğince kuzeye çekmeye çalışan Selçuklu birlikleri, bu amaçlarına ulaşmıştı. Selçuklular, Merv yakınlarındaki Dandanakan kalesinin önüne geldiklerinde karşılarında bitkin, yıpranmış ve morali bozuk bir Gazne ordusu bulmuştu, “Horasan askerleri üç yıldan beri seferdeydiler. Suya yakın bir yerde konaklayan askerler, sıcaktan kavrulmuş haldeydiler. Akılları başlarından gitmişti.” [14] http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2017/10/birinciha%C3%A7liseferi5.jpg (http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2017/10/birinciha%C3%A7liseferi5.jpg)Dandanakan Muharebesi, Harbiye Müzesi.
Dandanakan’da gerçekleşen savaş sırasında 370 Gazne saray gulamının Gazne ordusundan ayrılıp Selçuklu tarafına geçmesi, zaten bitkin ve morali bozuk olan Gazne ordusunun tamamen dağılmasına sebep olmuştur. Bu sırada Karahanlı şehzadesi Börü Tegin ile Gazneli askeri yetkililerinden Emir Yusuf, Hacib Ali Karib, Gazi, Eryaruk ve Gazneli valilerinden Arslan Cazib’in oğlu Süleyman; Selçuklu saflarında Tuğrul Bey, Çağrı Bey ve Mûsâ Yabgu ile birlikte savaşmaktaydı. 23 Mayıs 1040 tarihinde gerçekleşen Dandanakan Meydan Muharebesi’nde Selçuklular büyük bir zafer kazanmış (Savaşın gelişimini, savaş sırasında yaşananları ve sonrasındaki süreci başka bir yazımızda, geniş bir şekilde aktaracağız.), Sultan Mesûd ise elinde kalan birlikler ile Gazne’ye kaçmak zorunda kalmıştır. Zafer kazanan Selçuklular, civardaki bütün devletlere ayrı ayrı zafernâmeler yollamışlar ve aynı zamanda Abbâsî halîfesi Kâim’e bağlılıklarını bildirerek adaleti sağlayacaklarına dair söz vermişlerdir. Savaşı kaybeden Sultan Mesûd ise, sadece savaşı kaybetmekle kalmadı. Hindistan’a kaçmasını gerektirecek bir isyan sırasında bir kısım askerin müdahalesiyle tahttan indirilerek öldürüldü.Büyük zorluklarla, yaklaşık yarım asırlık bir süreçte bu noktaya ulaşmayı başaran Selçuklu ailesinin reisleri, bütün bu çabaların boşa çıkmaması adına birlikte kalmak için çok dikkatli hareket edip, kararlarını ona göre aldılar.
Kazandıkları zaferden sonra, yaklaşık bir ay içerisinde Merv’de büyük bir kurultay toplayan Selçuklular; Tuğrul Bey’i sultan ilan etmiş, yeni fetih politikalarını belirlemiş ve ülke topraklarının yönetimini birbirleri arasında paylaşmışlardır. Yapılan paylaşıma göre; Çağrı Bey’e melik unvanıyla Merv merkez olmak üzere Horasan’ın doğusu, Mûsâ Yabgu’ya ise Herat’tan itibaren Afganistan yönünde ele geçirilmesi kararlaştırılan topraklar verildi. Kalan hânedan üyelerine ise, bu üç liderden birine bağlı kalmaları şartıyla bazı topraklar verildi. Çağrı Bey’in oğlu Kara Arslan Kavurd, Kirman’a tayin edilirken, diğer oğlu Alp Sungur Yâkûtî ise, İbrâhim Yınal ile birlikte doğrudan Tuğrul Bey’in hizmetine verildiler.Selçuklular’ın yönetim anlayışında, devletin bu ilk dönemine (Alp Arslan’a kadar sürecek olan) özel bir durum vardır. Tuğrul Bey sultan ilan edilmiş olsa bile, Çağrı Bey ve Mûsâ Yabgu’ya; kendi adlarına hutbe okutmak, para bastırmak ve kendilerine has adamlar tâbi edinmek gibi alışılagelen geleneğin ötesinde çok geniş haklar verildi. Buna göre, Tuğrul Bey çok az bir yetki farkıyla sultan ilan edinmiş bulunuyordu. Gösterdikleri hizmetin karşılığı olarak verilen bu yetkiler, üç liderin hayatıyla sınırlı kalmış ve Alp Arslan tahta oturduğunda merkeziyetçi bir yapı benimseyerek yetkileri tek elde toplamıştır.
Çağrı Bey’in Horasan Hâkimiyeti Dönemi
Tuğrul Bey, devletin batı kolunda az bir yetki farkı ile yönetimde bulunurken, Çağrı Bey de Horasan’ı idare etmekle görevlendirilmişti. Bu, Tuğrul Bey için devletin batı tarafında, doğuyu düşünmeden rahatlıkla faaliyet gösterebileceği anlamına gelirken; Çağrı Bey için mücadelenin bitmediği anlamına geliyordu zira Karahanlılar ve Gazneliler, sonraki dönemlerde de saldırılarını devam ettirecekti.Dandanakan Meydan Muharebesi’nden sonra Çağrı Bey’in ilk hedefi, Gaznelilerin hâkimiyeti altında bulunan Belh şehri olmuştur. Çağrı Bey’in Temmuz 1040 tarihinde şehri kuşatması üzerine şehrin yöneticisi Altuntak merkeze haber göndererek yardım istemiş, bunun üzerine Hâcib Altuntaş, emrindeki birliklerle beraber yardıma gelmiştir. Çağrı Bey’in gönderdiği birliklerin Altuntaş’ı mağlûp etmesi üzerine Altuntaş zorlukla Belh’e sığınabilmiştir. Daha sonra Gazneli Mesûd’un, oğlu Mevdûd ve Vezir Ahmed b. Abdüssamed komutasında gönderdiği ordu da Çağrı Bey tarafından mağlûp edilip, Mevdûd ve Vezir’in, Gazneli Mesûd’un ölüm haberinin (17 Ocak 1041) [15] gelmesi üzerine Gazne’ye dönmesi sebebiyle Belh Valisi Altuntak, şehri Çağrı Bey’e teslim etmek zorunda kaldı. Çağrı Bey, Toharistan‘ın merkezi konumunda bulunan Belh’i ele geçirmesinin ardından Toharistan’ın tamamını ve Huttalan bölgesini de gele geçirmiştir.Çağrı Bey’in, 1043 tarihinde kardeşi Tuğrul Bey ile birlikte gerçekleştirdiği Harizm seferi, atlanmaması gereken bir durumdur. İki kardeş, Harizm üzerine gerçekleştirdikleri sefer sonucunda zafer kazanmış ve daha önce kendilerine baskında bulunan Şah Melik’i mağlûp ve esir etmişlerdir. Bunun yanında Tuğrul Bey, bu zaferden sonra Altuncan Hatun [16] ile evlenmiştir. Altuncan Hatun vefatına kadar, Tuğrul Bey’e ve Selçuklulara tam bir bağlılıkla kalacaktır.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2017/12/alp-arslan-2.jpg (http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2017/12/alp-arslan-2.jpg)11. yüzyılda Horasan ve Maveraünnehir’deki bölgeler ve bazı şehirler.
Gazneli Mesûd’un vefatından sonra yaşanan taht mücadelesinin ardından Gazneli tahtına oğlu Mevdûd geçti.
Sultan Mevdûd; tahta çıktığı andan, vefatına (1048) kadar olan süreçte Horasan’ı geri alma düşüncesini canlı tutmuş ve bunun için mücadele vermiştir. Çağrı Bey de Horasan’ı elinde tutmak adına yoğun bir mücadelede bulunmuştur. Bu mücadelede Çağrı Bey’e en büyük desteği veren kişi, Dandanakan Meydan Muharebesi sırasında henüz 11 yaşında olan oğlu Alp Arslan [17] olmuştur. Çağrı Bey’in diğer oğulları ise, devletin farklı bölgelerinde faaliyet göstermiştir.Gazneli tahtına oturan Mevdûd, iç karışıklıkları bastırdıktan sonra ilk iş olarak Çağrı Bey’in hâkimiyetinde bulunan Horasan bölgesine yönelmiş ve Belh civarına saldırmıştır. Çağrı Bey bu sırada ağır bir hastalık geçirdiğinden dolayı kendisi gidememiş, yerine o sırada 14 yaşında olan oğlu Alp Arslan’ı göndermiştir. Alp Arslan’ın yaşının küçük olması Gazneli Mevdûd’un, Alp Arslan’ı küçük görmesine sebep olduysa da Alp Arslan yaptığı şiddetli bir hücum ile Gazneli ordusuna ağır bir darbe indirmiş; pek çok esir ve ganimet ele geçirmiştir. Sonrasında babasının yanına dönen Alp Arslan, “babasının katına çıkıp (durumu ona anlatınca) buna çok sevinen Çağrı Bey iyileşti.” [18] Hastalığından kurtulan Çağrı Bey’in yaptığı ilk iş, oğlu Alp Arslan ile birlikte sefere çıkarak Ceyhun’un diğer tarafındaki Tirmiz şehrini kuşatıp, ele geçirmek olmuştur.Çağrı Bey’in arka arkaya elde ettiği bu kazanımlar üzere Gazneli Mevdûd bu işi kesin olarak çözmek üzerine, Büveyhî emiri Ebû Kâlicâr ve Karahanlı hükümdarı Arslan Han ile ittifak yapmış ve Çağrı Bey’in üzerine yürümüştür. Ancak durum beklendiği gibi olmamış; Mevdûd hayatını kaybetmiş (18 Aralık 1049), Ebû Kâlicâr ise Çağrı Bey üzerine yürürken geçtiği çölde ordusunun büyük bir kısmını kaybedip, geri çekilmek zorunda kalmıştır. Harekete geçmekte başarılı olan tek kişi Arslan Han olmuş, Tirmiz’i ele geçirdiyse de bu başarı kısa bir süre etkili olmuş ve Çağrı Bey’in emri üzerine Alp Arslan harekete geçerek Arslan Han’a karşı gâlip gelmeyi başarmıştır. Bunun üzerine Arslan Han, Selçuklular ile barış yapmaya mecbur kalmış ve 1049 yılında barış yapılmıştır.
Gazneli Mevdûd’un vefat etmesi üzerine Gazneli topraklarında tekrardan bir iç karışıklık baş göstermiştir.
Bu karışıklıklardan başarıyla çıkmayı başaran Abdürreşid [19], 1050 tarihinde Gazneli tahtına oturmuştur. Abdürreşid’in, Tuğrul adında bir hâcibü’l-hüccâb’ı vardı. Abdürreşid’in, emrine birtakım kuvvetler verdiği Hâcib Tuğrul, Selçuklulara karşı birtakım başarılar kazanınca, Selçuklular ile uğraşmaktan vazgeçmiş ve emrindeki birliklerle birlikte Gazne’ye yürümüştür. Sultan Abdürreşid’i ve yakalattığı bütün Gazneli şehzadelerini öldürten Hâcib Tuğrul, Gazneli tahtına oturmuş ve Gazneli Mesûd’un kızıyla da zorla evlenmiştir. Tuğrul’un bu hükümdarlığı kısa sürmüştür: “Bir gün, o hâin ni’met kâfirinin tahtta oturup, halkla görüştüğü esnada huzuruna gittiler ve bir kılıç darbesi indirdiler.”Gazneli ileri gelenleri Tuğrul’u bir şekilde öldürmeyi başararak yerine, Hâcib Tuğrul’un kıyımından kurtulan Ferruhzâd’ı [20] tahta geçirmişlerdir (1052).Gazneli topraklarında yaşanan karışıklıkları dikkatle takip eden Çağrı Bey, bu durumu fırsata çevirmek istemiş ve Gazne üzerine yürümüştür fakat Gazneli devlet adamlarından Emîr Hırhîz, Çağrı Bey’in bu saldırısını başarıyla püskürtmeyi başarmış ve çokça ganimet elde etmiştir. Gaznelilerin uzun zaman sonra Selçuklulara karşı elde ettiği bu zafer, umutları arttırmış ve Ferruhzâd’ın, Horasan’a büyük bir ordu göndermesine sebep olmuştur. Bu orduyu Selçuklu tarafında karşılayan ilk kişi Emîr Külsarığ olmuş ancak Gaznelilere mağlûp ve esir olmaktan kaçamamıştır. Bunun üzerine Alp Arslan duruma bizzat müdahele etmiş ve Gazneli ordusunu ağır bir yenilgiye uğratarak Gaznelilerin önemli komutanlarını esir almıştır. Yenilgiyi kabullenen Ferruhzâd, Selçuklu emîri Külsarığ’ı serbest bırakmıştır.Dandanakan Meydan Muharebesi’nden sonra yıllar boyunca çatışmayı sürdüren Selçuklular ve Gazneliler, kendi açılarından fazla bir gelişme kaydedememiş, üstünlük kuramamışlardı. Bu sebeple iki taraf bir araya gelip, Ebû’l-Fazl Beyhakî‘nin kaleme aldığı bir anlaşma ile barış yaptılar (1059). İki taraf arasında imzalanan ve Hindukûş dağlarının sınır olarak kabul edildiği bu antlaşma, yaklaşık yarım asır boyunca yürürlükte kalmıştır. Karahanlılar ve Gazneliler ile yapılan antlaşmanın ardından Çağrı Bey, iç işlere yönelmiştir.
İbrâhim Yınal’ın İsyanı ve Çağrı Bey’in Vefatı
İbrâhim Yınal; Tuğrul ve Çağrı Beylerin amcası Yusuf Yınal’ın oğlu, aynı zamanda ikilinin üvey kardeşidir. 1050 ve 1058 yıllarında olmak üzere iki defa taht için isyan etmiş [21], ilk seferdeki başarısızlığına rağmen ikinci seferinde Tuğrul Bey’i kuşatma altına alarak zor durumda bırakmayı başarmıştır. Tuğrul Bey bunun üzerine Bağdad’da bulunan eşi Altuncan Hatun ve Vezir Amidü’l-Mülk Kündürî ile, Horasan’da bulunan Çağrı Bey ve oğullarından yardım istemiştir. Bir yandan Altuncan Hatun yardıma gelirken, diğer yandan Çağrı Bey yardıma oğlu Alp Arslan’ı göndermiş, Çağrı Bey’in diğer iki oğlu Kara Arslan Kavurd (Kirman’dan) ve Alp Sungur Yâkûtî (Anadolu sınırından) de yardım için yola çıkmıştır. Sonucunda, Temmuz 1059 yılında meydana gelen savaşta İbrâhim Yınal mağlûp olmuş ve idam edilmiştir.Çağrı Bey, canından can bildiği kardeşi Tuğrul Bey için yaptığı bu son yardımın ardından; Ağustos-Eylül 1059 tarihinde Horasan’da vefat etmiş [22] ve Merv şehrinde oğlu Alp Arslan tarafından yaptırılan türbeye defnedilmiştir. Mezarının yeri bilinmeyen Çağrı Bey’in, bilinen altı oğlu (Alp Arslan, Alp Sungur Yâkûtî, Kara Arslan Kavurd, Süleymân, İlyâs, Arslan Argun) ve dört kızı (Hatice Arslan Hatun [23], Safiyye Hatun, diğer ikisinin adı bilinmemekte) olduğu bilinmektedir.
Dipnotlar
[1] Abdullah Kaya, Başlangıcından 1071’e Kadar Türklerin Anadolu’ya Akınları Hakkında Bir Değerlendirme, Ekev Akademi Dergisi, Sayı 59, 2014, Sayfa 211-232.[2] Selçuk Bey’in kaç oğlu olduğu konusu kaynaklarda değişiklik göstermektedir. Selçuklular ile ilgili yazılmış olan bütün kaynaklarda (Târîh-i Güzîde, Meliknâme, Ahbârü’d-Devleti’s-Selcûkıyye, vb.) Mikâil, Arslan ve Mûsâ yer almaktadır. Birtakım kaynaklarda ise farklı olarak Yûsuf ve Yûnus isimleri de zikredilmektedir. İbrahim Kafesoğlu’na göre Yûnus adı, Yûsuf’tan bozularak aktarılmış olabileceğinden Kafesoğlu’na göre Selçuk Bey’in dört oğlu bulunmaktadır. Daha fazla bilgi için: İbrahim Kafesoğlu, Selçuk’un Oğulları ve Torunları, Türkiyat Mecmuası, Cilt 13, 1958, Sayfa 117-130.[3] Mehmet Altay Köymen, Mikâil Bey’in vefat tarihinin 987 – 992 yılları arasında olabileceğini belirtirken (Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2000. Sayfa 32); Ömer Soner Hunkan, 1004 tarihinden sonra olma ihtimali üzerinde durmaktadır (Ömer Soner Hunkan, Türk Hakanlığı (Karahanlılar), IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2011, Sayfa 211).[4] Hazar Denizi ile Kaşgar arasındaki Türk beylerine verilen unvan.[5] Selçuk Bey’in vefat tarihini 1007 ve 1009 olarak veren farklı kaynaklar mevcuttur. Selçuk Bey hakkında detaylı bilgi için: Abdülkerim Özaydın, Selçuk Bey, TDV İslâm Ansiklopedisi.[6] Tuğrul-Çağrı Beyler ile Arslan Yabgu arasında başlayan ve sonraki süreçte de devam eden Selçuklular-Yabgulular çatışması hakkında detaylı bilgi için: Sefer Solmaz, Selçuklu Tarihini Derinden Etkileyen Bir Olay: Selçuklu-Yabgulu Mücadelesi, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 35, 2014, Sayfa 545-575.[7] Çağrı Bey’in Anadolu keşif akınının başlangıç ve bitiş tarihi ihtilâflı bir konudur. Ermeni yazar Arisdages 1016 tarihinde başladığını belirtkirken, diğer bir Ermeni yazar olan Urfalı Mateos 1018 tarihini vermektedir. Claude Cahen, 1029; Osman Turan, 1018; İbrahim Kafesoğlu ve Mehmet Altay Köymen ise 1016 tarihini vermektedir. Bunun dışında; Ömer Soner Hunkan, akının 1029-1035 tarihleri arasında olabileceğini söyler.Akın ile ilgili detaylı bilgi için bknz: Yusuf Ayönü, Selçuklular ve Bizans, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2014, Sayfa 7-10; Abdullah Kaya, Başlangıcından 1071’e Kadar Türklerin Anadolu’ya Akınları Hakkında Bir Değerlendirme, Ekev Akademi Dergisi, Sayı 59, 2014, Sayfa 211-232.[8] İran’ın Meşhed şehrinin yakınlarında antik bir şehir.[9] Yusuf Ayönü, Selçuklular ve Bizans, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2014, Sayfa 9.[10] Abdullah Kaya, Başlangıcından 1071’e Kadar Türklerin Anadolu’ya Akınları Hakkında Bir Değerlendirme, Ekev Akademi Dergisi, Sayı 59, 2014, Sayfa 221.[11] Abdullah Kaya, Başlangıcından 1071’e Kadar Türklerin Anadolu’ya Akınları Hakkında Bir Değerlendirme, Ekev Akademi Dergisi, Sayı 59, 2014, Sayfa 211-232.[12] [13] Selçuklularfiilî olarak Tuğrul ve Çağrı Beyler tarafından yönetilse de Mûsâ Bey, adetler gereği ‘Yabgu’ unvanını kullanmıştır.[14] İbnü’l-Verdî: Tetimmetü’l-Muhtasar fî Ahbâri’l-Beşer (Bir Ortaçağ Şairinin Kaleminden Selçuklular), Tercüme ve Notlar: Mustafa Alican, Kronik Kitap, İstanbul, 2017, Sayfa 24.[15] Gazneli Mesûd hakkında detaylı bilgi için: Erdoğan Merçil, Mes’ûd b. Mahmûd-ı Gaznevî, TDV İslâm Ansiklopedisi.[16] Ayşe Dudu Kuşçu’ya göre Altuncan Hatun, daha önceki Harezm hâkimlerinden Harizmşah Harun’un eşidir. Altuncan Hatun hakkında detaylı bilgi için: Ayşe Dudu Kuşçu, Selçuklu Devlet Yönetiminde Kadının Yeri ve Altuncan Hatun Örneği, Selçuklu Medeniyeti Araştırmaları Dergisi, Sayı 1, Sayfa 173-191, Konya, 2016.[17] [18] İbnü’l-Adîm, Bugyetü’t-taleb fî târîhi Haleb (Seçmeler) – (Biyografilerle Selçuklular Tarihi), Tercüme, Notlar ve Açıklamalar: Ali Sevim, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1982.[19] Gazneli Mesûd’un kardeşi.[20] Gazneli Mesûd’un oğlu.[22] Çağrı Bey’in vefat tarihi tartışmalı bir konudur. Detaylı bilgi için: Osman Gazi Özgüdenli, Selçuklu Paralarının Işığında Çağrı Bey’in Ölüm Tarihi Meselesi, Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı 35, 2004, Sayfa 155-170.[23] Hatice Arslan Hatun, Abbasîlere gelin giden ilk Selçuklu kadınıdır. Nisan 1056 tarihinde Abbasî halifesi Kâ’im bi-Emrillâh ile evlenen Hatice Arslan Hatun, halife vefat edene kadar (1075) onunla evli kalmış, bu evlilikten çocuğu olmamıştır. Daha fazla bilgi için: Suat Kaymak, Abbasi Sarayının İlk Selçuklu Gelini: Hatice Arslan Hatun, Yedi Kıta Tarih ve Kültür Dergisi, Sayı 76, Sayfa 48-52, 2014.
Bibliyografya
AYÖNÜ, Yusuf: Selçuklular ve Bizans, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2014.
BARTHOLD, Vasily Vladimirovich: Moğol İstilasına Kadar Türkistan, Hazırlayan: Hakkı Dursun Yıldız, Kronik Kitap, İstanbul, 2017.
HUNKAN, Ömer Soner: Türk Hakanlığı (Karahanlılar), IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2011.
İBNÜ’L-ADÎM: Bugyetü’t-taleb fî târîhi Haleb (Seçmeler) (Biyografilerle Selçuklular Tarihi), Tercüme, Notlar ve Açıklamalar: Ali Sevim, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1982.
İBNÜ’L-VERDÎ: Tetimmetü’l-Muhtasar fî Ahbâri’l-Beşer (Bir Ortaçağ Şairinin Kaleminden Selçuklular), Tercüme ve Notlar: Mustafa Alican, Kronik Kitap, İstanbul, 2017.
KAFESOĞLU, İbrahim: Selçuk’un Oğulları ve Torunları, Türkiyat Mecmuası, Cilt 13, Sayfa 117-130, 1958.
KAFESOĞLU, İbrahim: Selçuklular ve Selçuklu Tarihi Üzerine Araştırmalar, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014.
KAYMAK, Suat: Abbasi Sarayının İlk Selçuklu Gelini: Hatice Arslan Hatun, Yedi Kıta Tarih ve Kültür Dergisi, Sayı 76, Sayfa 48-52, 2014.
KAYA, Abdullah: Başlangıcından 1071’e Kadar Türklerin Anadolu’ya Akınları Hakkında Bir Değerlendirme, Ekev Akademi Dergisi, Sayı 59, Sayfa 211-232, 2014.
KÖYMEN, Mehmet Altay: Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi (Kuruluş Devri), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2000.
KUŞÇU, Ayşe Dudu: Selçuklu Devlet Yönetiminde Kadının Yeri ve Altuncan Hatun Örneği, Selçuklu Medeniyeti Araştırmaları Dergisi, Sayı 1, Sayfa 173-191, Konya, 2016.
MERÇİL, Erdoğan: Mes’ûd b. Mahmûd-ı Gaznevî, TDV İslâm Ansiklopedisi.
MÎRHÂND: Ravzatu’s-Safâ, Tercüme ve Notlar: Erkan Göksu, Kronik Kitap, İstanbul, 2017.
ÖZAYDIN, Abdülkerim: Selçuk Bey, TDV İslâm Ansiklopedisi.
ÖZGÜDENLİ, Osman Gazi: Selçuklu Paralarının Işığında Çağrı Bey’in Ölüm Tarihi Meselesi, Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı 35, Sayfa 155-170, 2004.
PİYADEOĞLU, Cihan: Sultan Alp Arslan: Fethin Babası, Kronik Kitap, İstanbul, 2017.
SEVİM, Ali: Çağrı Bey, TDV İslâm Ansiklopedisi.
SOLMAZ, Sefer: Selçuklu Tarihini Derinden Etkileyen Bir Olay: Selçuklu-Yabgulu Mücadelesi, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 35, Sayfa 545-575, 2014.
TURAN, Osman: Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2014.
Yazar: Buğra Han Yerli
Selçuklular; Türklerin, Türkistan’dan, Türkiye’ye uzanan yolcuğunda tarihi bir görev üstlenmiş bir hânedandır. Bu hânedanın ortaya çıkmasında ve yükselmesindeki en önemli isimlerden birisi, kuşkusuz Selçuk Bey’in torunu ve Mikail Bey’in oğlu olan Çağrı Bey’dir. Bu yazımızda, kardeşi Tuğrul Bey’e “Bu ülkede (Anadolu) bize karşı koyabilecek bir kuvvete rastlamadım. Biz buradakilerin (Horasan ve Mâverâünnehir) hakkından gelemiyoruz fakat keşfetmiş olduğum topraklara gidebiliriz.” [1] diyerek Anadolu’daki 1000 yıllık kalıcı Türk varlığının müjdesini veren Çağrı Bey’in hayatını anlatacağız.Çağrı Bey, yaklaşık 990 tarihinde dünyaya gelmiştir. Selçuk Bey’in dört oğlundan (Mikâil, Arslan İsrâil, Mûsâ İnanç ve Yûsuf Yınal [2]) birisi olan Mikâil Bey’in oğludur. Tuğrul ve Çağrı Beyler, babaları Mikâil Bey’in gayrimüslim Türkler ile yaptığı savaşlardan birinde şehîd olması üzerine [3] dedeleri Selçuk Bey tarafından büyük bir titizlik ile yetiştirilmiştir. Çağrı Bey’in karakteri; sâkin ve durgun tabiatlı olan kardeşi Tuğrul Bey’in aksine atılgan ve içi içine sığmayan bir durumda idi. İki kardeşin, aldıkları her kararda bu iki zıtlığın uyumunu görebilmekteyiz.
Selçukluların, Mâverâünnehir’deki Taraflardan Biri Hâline Gelmesi
10. yüzyılın sonlarına geldiğimizde, Mâverâünnehir‘de Sâmânîler ile Karahanlıların idâresindeki Türkistan‘ın çatışma içinde olduğunu görüyoruz. Sâmânîlerin, cihad kavramını öne sürerek Türkistan’ı işgal etme teşebbüsleri, Karahanlılar döneminde Türkistan’ın İslâm’ı kabul etmesi ile birlikte ters bir sürece girmiştir. Zira Karahanlıların İslâm’ı kabul etmesi, Sâmânîlerin Türkistan’ı işgal etmesinin görünürdeki sebebini ortadan kaldırmış ve bölgedeki birtakım Müslüman unsurların da Karahanlılardan yana tutum takınmasına sebep olmuştur. Karahanlılar döneminde İslâm kabul edilmekle kalınmamış, Sâmânîlerin daha önce ele geçirdiği Mâverâünnehir bölgesinden atılması için fetih hareketleri de başlatılmıştır.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/03/cagri-beg-2.jpg (http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2018/03/cagri-beg-2.jpg)10. yüzyılın sonunda Mâverâünnehir’de siyasi durum.
Selçuk Bey’in 10. yüzyılın ikinci yarısında Cend’e göç edip, adamları ile birlikte İslâm dinini kabul etmesi ve Selçukluların hatırı sayılır bir güce sahip olması, Selçukluları bu mücadeledeki taraflardan biri hâline getirmiştir. Sâmânîler, Mâverâünnehir’i ele geçirmeye başlayan Karahanlılara karşı Selçuk Bey’den yardım istemiş, bunun üzerine Selçuk Bey de oğlu Arslan Bey komutasındaki bir birliği Sâmânilere yardım etmesi için göndermiştir. Arslan Bey ve emrindeki askerlerin yardımıyla Sâmânîler, Karahanlılara karşı birtakım başarılar sağlamışlardır. Bunun üzerine Arslan Bey ve adamlarına, Buhara yakınlarındaki Nur kasabası yurtluk olarak verilmiştir. Bundan sonra Arslan Bey’e bağlı Selçuklular, Cend’in güneyinde kalan Nur kasabası civarında varlık göstermeye başlamıştır.
Selçukluların, Sâmânîlere verdiği destek, Sâmânîlerin yıkılmasına engel olamadı.
Yaşanan entrikalar, Sâmânî halkının ve birtakım beylerin (dihkân [4]), Karahanlıları Sâmânî topraklarına davet etmesine sebep oldu. Bunun üzerine Karahanlı hükümdarı Nasr İlig Han, 23 Ekim 999 tarihinde Sâmânî başkenti Buhara’yı hiçbir direnişle karşılaşmadan ele geçirdikten sonra hazineye el koydu ve Sâmânî hânedan mensuplarını esir ederek Özkend’e gönderdi. Bu olaydan sonra Sâmânî şehzadesi İsmâîl Muntasır, hapisten kaçmayı başarıp, devleti tekrar diriltmek için yaklaşık 5 yıl kadar mücadele verdiyse de başarılı olamamış ve Sâmânîler kesin olarak tarih sahnesinden silinmiştir. Sâmânî toprakları ise Karahanlılar ile Gazneliler arasında, Ceyhun Nehri sınır olmak üzere bölüşülmüştür.Sâmânîlerin tarih sahnesinden çekilmesi, Selçuklular için yeni bir süreç başlattı. Zirâ Selçuklular, Karahanlılar ile karşı karşıya kaldılar. Selçuk Bey’in 11. yüzyılın ilk çeyreğinde vefat etmesi [5] bu süreci Selçuklular için daha da zorlaştırmıştır. Bir yandan Mâverâünnehir’de tutunmaya tutunmaya çalışan Selçuklular, diğer yandan Selçuk Bey’in vefatından sonra başlarına kimin geçeceği konusunda fikrî çatışmalar ve soğukluklar yaşamışlardır. Tuğrul ve Çağrı Beyler, babaları Mikâil Bey, dedeleri Selçuk Bey’in en büyük evladı olduğu gerekçesiyle bu konuda kendilerini öne çıkarmaya çalışırken, Arslan Bey ise Selçuk Bey’in hayatta olan en büyük evladı olması sebebiyle kendini lâyık görmüştür. Sonuç olarak Selçukluların büyük çoğunluğu, yaş ve tecrübe bakımından daha büyük olan Arslan Bey’i başlarına geçirmiş; Mûsâ Bey ve Yûsuf Yınal’ın da itaat bildirmesiyle Arslan Bey, “Yabgu” unvanını almıştır. Tuğrul ve Çağrı Beyler ise, önceleri Cend’de kalmaya devam etseler de daha sonrasında kuzeyden gelebilecek Oğuz Yabgu Devleti tehlikesini göz önünde bulundurarak güneye göç etmişlerdir. Görünürde Arslan Yabgu’ya bağlı olsalar da bu bağ zayıf idi ve kendilerine bağlı birlikler mevcuttu. Tuğrul-Çağrı Beyler ile Arslan Yabgu arasındaki soğukluk Selçukluların sonraki dönemlerine de yansıyacak ve ileride Büyük Selçuklu (Mikâiloğulları / Selçuklular) ile Türkiye Selçuklu (Arslanoğulları-Kutalmışoğulları / Yabgulular) çatışmasına dönüşecektir [6].
Çağrı Bey’in Anadolu Keşif Akını
Mâverâünnehir’de, Karahanlılar ile Gazneliler arasında sıkışmış olan Tuğrul ve Çağrı Beyler bir çıkış yolu aramaktaydı. Arslan Yabgu’dan kısmen bağımsız hareket eden Tuğrul ve Çağrı Beyler, Meliknâme‘den aktarılana göre; ilk olarak Batı Karahanlıların hizmetine girmek istemişlerse de kuvvetlerinden dolayı tehdit olarak görülmeleri nedeniyle bu mümkün olmamış, daha sonra Doğu Karahanlıların hizmetine girmişler ancak Çağrı Bey’in ihtiyatlı tutumu sebebiyle iki kardeş aynı anda Doğu Karahanlı topraklarına gitmemiştir. Nitekim, Çağrı Bey’in de öngördüğü gibi Doğu Karahanlı hükümdarı Togan Ahmed Han, Selçukluları tehdit olarak gördüğü için Tuğrul Bey’i hapsetmiş, Çağrı Bey’in yaptığı baskın neticesinde Tuğrul Bey kurtarılmıştır. Tüm bu olaylardan sonra iki kardeş, Mâverâünnehir’de kalmalarının artık güvenli olmadığını düşünüp, yeni bir yurt aramanın gerekli olduğu kararına vardı. Bu kararın ardından Çağrı Bey, emrindeki 3000 atlı ile batıya yönelerek bir keşif akınına çıkmış; Tuğrul Bey ise çöllere çekilerek Mâverâünnehir’de kalmaya devam etmiştir.Çağrı Bey, Anadolu keşif akınına çıktığında tarihler 1016’yı gösteriyordu [7]. Emrindeki 3000 atlı ile Gazneli topraklarından yakalanmadan geçmesi; Gazneli Mahmûd‘un, Tûs [8]Valisi Arslan Câzib‘i azarlamasına ve Çağrı Bey’in dönüş yolunda gerekli tedbirlerin alınması konusunda uyarmasına sebep oldu.Gazneli topraklarını geçen Çağrı Bey, ilk olarak Azerbaycan’a geldi. Burada kendisine, daha önce buralara gelmiş olup da Anadolu’ya gazâlar düzenleyen Türkmenler de katıldı. Yoluna devam eden Çağrı Bey, bir müddet sonra Doğu Roma’ya bağlı olarak varlığını sürdüren ve Van civarında bulunan Ermeni Vaspuragan Prensliği topraklarına girdi ve birtakım bölgeleri ele geçirip, yağmaladıktan sonra yoluna devam etti. Türklerin kılık-kıyafeti ve savaş taktikleri, büyük şaşkınlığa sebep oldu. Bu şaşkınlığı, Ermeni yazar Arisdages‘in “Taş gibi sert tırnaklı ve kartal gibi hızlı atların üstünde, yayları gerili, okları çekili, bellerinde kemer, ayaklarında bağları çözülmek bilmez ayakkabılar bulunan birlikler…” [9] ve Urfalı Mateos‘un “Ok ve yay kullanan uzun saçlı Oğuz süvarileri Ermenileri şaşkına çevirmişti.” [10] ifadesinden rahatlıkla anlayabilmekteyiz.Vaspuragan topraklarından çıkan Çağrı Bey, yönünü Şeddâdî topraklarına çevirmiş ve burada da yağma ve tahrip faaliyetlerinde bulunmuştur.
Ardından yönünü Gürcü topraklarına çevirmiş ve burada da benzer faaliyetlerde bulunup; Liparit gibi birtakım Gürcü komutanları mağlûp etmiştir. Çağrı Bey, bölge hakkında bilgi edindikten ve fazlasıyla ganimet elde ettikten sonra dönüş yoluna koyulmuştur. Azerbaycan’da kendisine katılan Türkmenleri, geri dönüş yolunda Azerbaycan’da bıraktıktan ve ganimet haklarını teslim ettikten sonra kendi birlikleriyle birlikte Horasan’a yönelmiştir.Gazneli Mahmûd’un, Çağrı Bey’in geçişini engelleyemediği için şiddetle azarladığı Arslan Câzib, Çağrı Bey’in dönüşü için beklemekteydi. Çağrı Bey de bunun haberini almış olacak ki, askerlerini dağıttıktan sonra tüccar kılığına girip, Gazneli topraklarından bu şekilde geçmeyi başarmış ve kardeşi Tuğrul Bey’in yanına gitmiştir. Burada kardeşine, 1000 yıllık bir varlığın ilk müjdesini verecektir: “Bu ülkede (Anadolu) bize karşı koyabilecek bir kuvvete rastlamadım. Biz buradakilerin (Horasan ve Mâverâünnehir) hakkından gelemiyoruz fakat keşfetmiş olduğum topraklara gidebiliriz.” [11]http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2017/11/ibrahim-yinal-1.jpg (http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2017/11/ibrahim-yinal-1.jpg)Görsel: Bakarov, DeviantArt.
Tuğrul ve Çağrı Beylerin, Selçukluların Başına Geçmesi ve Sonrasındaki Faaliyetleri
Arslan Yabgu’nun 1025 tarihinde Gazneli Mahmûd tarafından hile ile esir edilerek Kâlincâr kalesine hapsedilmesinin [12] ardından Selçukluların başına Tuğrul ve Çağrı Beyler geçmiştir. Amcaları Mûsâ Yabgu [13] ve Yûsuf Yınal hayatta olmasına rağmen iki kardeşin bu görevi üstlenmeye yönelik adım atmaları ve başarı sağlamaları şüphesiz, dedeleri Selçuk Bey tarafından ne kadar iyi yetiştirildiklerinin kanıtı idi.İki kardeşin bu süreçten sonra uğraştıkları başlıca problem, Mâverâünnehir’de bağımsızlığını ilân etmeye çalışan Ali Tegin olmuştur. Daha önce Arslan Yabgu ile ittifakta bulunarak gücünü arttıran ancak Arslan Yabgu’nun esir edilmesinden sonra yeni bir destek arayışı içerisine giren Ali Tegin, Selçukluların yeni liderlerinden faydalanmak istediyse de Tuğrul ve Çağrı Beyler buna yanaşmamıştır. Ali Tegin, Selçukluların içinde karışıklık çıkarmak için Yûsuf Yınal’a “Yabguluk” teklif edip, kendi tarafında çekmek istediyse de başarılı olamamış, bunun üzerine Selçukluların üzerine bir ordu gönderip, Yûsuf Yınal’ın hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. Aynı süreçte Selçuklular Hârizm‘e göç etme kararı almış ancak Cend hâkimi Şah Melik’in de baskınına uğrayıp, ağır kayıplar veren Selçuklular, kesin olarak güneye, Horasan’a inmeye karar verdiler.Selçukluların Horasan’a Geçişi
Sultan Mahmûd döneminde takip edilen katı politikalarla Selçukluların tehdit haline gelmesine fırsat verilmemişti fakat Sultan Mesûd döneminden itibaren bu durum tersine dönmeye başlayacaktı. Mayıs 1035 tarihinde 4000 kişilik bir kuvvetle Horasan’a göç eden Selçuklular, Gazneli Mesûd’a bir mektup yazarak bu izinsiz geçiş için özür dilemişler ve Nesâ ve Ferâve şehirleri kendilerine yurtluk olarak verildiği takdirde Gaznelilerin hizmetine gireceklerini belirtmişlerdir. Gazneli Mesud, kendi devletinin ileri gelenlerinin uyarılarına rağmen teklifi kabul etmemiş ve Selçukluların üzerine Hâcib Beydoğdukomutasında bir ordu yollamıştır. Selçuklular bunun üzerine savaş hazırlığına girişmiş ve Haziran 1035 tarihinde Nesâ yakınlarında meydana gelen savaşı kazanmışlardır. Savaştan sonra tekrardan mektup gönderen ve isteklerini yineleyen Selçukluların, bu sefer istekleri kabul edilmek zorunda kalındı ve Nesâ, Dihistan ve Ferâve bölgeleri kendilerine verildi.Yapılan antlaşmaya rağmen Selçuklular sözünde durmadı / duramadı ve Türkmen göçü sebebiyle artan nüfusları ve ihtiyaçları sebebiyle Gazneli topraklarına akınlarını sürdürmeye devam ettiler. Selçuklular, yurtlarının kendilerine yetmediğini, bu sebeple Merv, Serahs ve Bâverd şehirlerinin de kendilerine verilmesi isteğini belirttikleri ve bunun karşılığında askerî hizmet teklif ettikleri bir mektubu daha Gazneli Mesûd’a gönderseler de Sultan bunu kabul etmemiş ve Horasan’a bir ordu yollamıştır. Bunun üzerine Selçuklular, kendilerine verilen topraklara geri çekilmişlerdir.Horasan’daki sıkıntıyı hallettiğini düşünen Gazneli Mesûd, Hindistan’a sefere çıkıp, başarıyla dönse de Selçuklular ufak çapta saldırılar düzenlemeyi sürdürmüşlerdir. Selçukluların hafif süvari birlikler ile merkezî-profesyonel bir ordu olan Gazneli ordusuna yönelik gerçekleştirdiği bu saldırılar üzerine Gazneli Mesûd yeniden bir ordu göndermiş fakat Mayıs 1038 tarihinde Serahs’ta gerçekleşen savaşı Selçuklular ezici bir üstünlük ile kazanmışlardır. Savaşın sonucu olarak Merv ve Serahs şehirleri de Selçukluların eline geçmiş, Tuğrul Bey’in üvey kardeşi İbrâhim Yınal, 12 gün sonra Nîşâbur şehrine gelerek burayı teslim almış ve Sultan Mesûd adına okunan hutbeyi “es-Sultânü’l-muazzam”unvanıyla Tuğrul Bey adına çevirmiştir.
Nîşâbur’un ele geçirilmesinin ardından buraya gelen Tuğrul ve Çağrı Beyler arasında, dikkate değer bir nitelikte olan bir tartışma çıkmıştır.
Nîşâbur’un ele geçirilmesinden sonra Çağrı Bey şehri yağmalamak istemiş, kardeşi Tuğrul Bey buna şiddetle karşı çıkmıştır. Çağrı Bey isteğinde diretince, Tuğrul Bey bıçağını çekerek, böyle bir şey yaparsa intihar edeceğini söyleyince Çağrı Bey vazgeçmiştir. Tuğrul Bey ise, Çağrı Bey ve emrindeki askerlere 30.000 dinar vermek zorunda kalmıştır. Bu olayın, devletleşmenin bir gereği olarak ortaya çıktığı ve Tuğrul Bey’in amacının ileriye yönelik olduğunu göstermesi şüphesizdir.Devlet olma yolunda büyük bir adım atan Selçukluların bu sevinci fazla uzun sürmemiş, Sultan Mesûd bizzat sefere çıkarak Selçukluları arka arkaya yenilgiye uğratmıştır. Çağrı Bey, Ulyâ-âbâd’da Sultan Mesûd’un karşısına sadece kendi birlikleriyle çıkmış ve yenilgi almıştır ancak Selçuklular, aldıkları yenilgiye rağmen yağma ve tahrip faaliyetlerine devam etmiştir. Özellikle Çağrı Bey’in, Gazne ordusuna gece baskını düzenleyip Sultan Mesûd’un fillerinden birini kaçırması mânidardır.Çarpışmaların şiddetlenmesi ve kayıpların artmasından sonra iki taraf da geçici bir barış arayışına girmiştir. Sonrasında yapılan barış antlaşmasına göre Selçuklular işgal ettikleri Nîşâbur, Serahs ve Merv’den çekilecek; karşılığında Nesâ, Bâverd ve Ferâve onlara geri verilecek, Gazne ordusu ise Herat’a çekilecekti. Görünürde antlaşmayı kabul eden Selçuklular bu barış şartlarına uymadılar. İşgal ettikleri yerlerden çıkmadıkları gibi, tekrardan Gazne topraklarına akınlara başladılar.
Dandanakan Meydan Muharebesi ve Selçukluların Kesin Bağımsızlık Kazanması
Sabrı oldukça tükenmeye başlayan Sultan Mesûd, bu meseleyi kalıcı olarak çözebilmek amacıyla 1039 yılının sonlarında büyük bir ordu ile sefere çıkmıştır. Selçuklular, tam donanımlı olan ve Sultan Mesûd tarafından idare edilen Gazneli ordusundan çekinmişlerdir. Dandanakan Meydan Muharebesi’nden önce düzenlenen kurultayda Tuğrul ve diğer Selçuklu beyleri daha batıya çekilmek istemiş, Çağrı Bey ise “Madem kaçacaktık, en baştan böyle bir padişahla uğraşmamalıydık. Bu yaptığımız acizliktir, korkmamak gerekir.” diyerek fikirlerini değiştirmiştir.Sultan Mesûd’un emrindeki hantal Gazne ordusunu yıpratmak için vur-kaç taktiği uygulayarak onları olabildiğince kuzeye çekmeye çalışan Selçuklu birlikleri, bu amaçlarına ulaşmıştı. Selçuklular, Merv yakınlarındaki Dandanakan kalesinin önüne geldiklerinde karşılarında bitkin, yıpranmış ve morali bozuk bir Gazne ordusu bulmuştu, “Horasan askerleri üç yıldan beri seferdeydiler. Suya yakın bir yerde konaklayan askerler, sıcaktan kavrulmuş haldeydiler. Akılları başlarından gitmişti.” [14] http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2017/10/birinciha%C3%A7liseferi5.jpg (http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2017/10/birinciha%C3%A7liseferi5.jpg)Dandanakan Muharebesi, Harbiye Müzesi.
Dandanakan’da gerçekleşen savaş sırasında 370 Gazne saray gulamının Gazne ordusundan ayrılıp Selçuklu tarafına geçmesi, zaten bitkin ve morali bozuk olan Gazne ordusunun tamamen dağılmasına sebep olmuştur. Bu sırada Karahanlı şehzadesi Börü Tegin ile Gazneli askeri yetkililerinden Emir Yusuf, Hacib Ali Karib, Gazi, Eryaruk ve Gazneli valilerinden Arslan Cazib’in oğlu Süleyman; Selçuklu saflarında Tuğrul Bey, Çağrı Bey ve Mûsâ Yabgu ile birlikte savaşmaktaydı. 23 Mayıs 1040 tarihinde gerçekleşen Dandanakan Meydan Muharebesi’nde Selçuklular büyük bir zafer kazanmış (Savaşın gelişimini, savaş sırasında yaşananları ve sonrasındaki süreci başka bir yazımızda, geniş bir şekilde aktaracağız.), Sultan Mesûd ise elinde kalan birlikler ile Gazne’ye kaçmak zorunda kalmıştır. Zafer kazanan Selçuklular, civardaki bütün devletlere ayrı ayrı zafernâmeler yollamışlar ve aynı zamanda Abbâsî halîfesi Kâim’e bağlılıklarını bildirerek adaleti sağlayacaklarına dair söz vermişlerdir. Savaşı kaybeden Sultan Mesûd ise, sadece savaşı kaybetmekle kalmadı. Hindistan’a kaçmasını gerektirecek bir isyan sırasında bir kısım askerin müdahalesiyle tahttan indirilerek öldürüldü.Büyük zorluklarla, yaklaşık yarım asırlık bir süreçte bu noktaya ulaşmayı başaran Selçuklu ailesinin reisleri, bütün bu çabaların boşa çıkmaması adına birlikte kalmak için çok dikkatli hareket edip, kararlarını ona göre aldılar.
Kazandıkları zaferden sonra, yaklaşık bir ay içerisinde Merv’de büyük bir kurultay toplayan Selçuklular; Tuğrul Bey’i sultan ilan etmiş, yeni fetih politikalarını belirlemiş ve ülke topraklarının yönetimini birbirleri arasında paylaşmışlardır. Yapılan paylaşıma göre; Çağrı Bey’e melik unvanıyla Merv merkez olmak üzere Horasan’ın doğusu, Mûsâ Yabgu’ya ise Herat’tan itibaren Afganistan yönünde ele geçirilmesi kararlaştırılan topraklar verildi. Kalan hânedan üyelerine ise, bu üç liderden birine bağlı kalmaları şartıyla bazı topraklar verildi. Çağrı Bey’in oğlu Kara Arslan Kavurd, Kirman’a tayin edilirken, diğer oğlu Alp Sungur Yâkûtî ise, İbrâhim Yınal ile birlikte doğrudan Tuğrul Bey’in hizmetine verildiler.Selçuklular’ın yönetim anlayışında, devletin bu ilk dönemine (Alp Arslan’a kadar sürecek olan) özel bir durum vardır. Tuğrul Bey sultan ilan edilmiş olsa bile, Çağrı Bey ve Mûsâ Yabgu’ya; kendi adlarına hutbe okutmak, para bastırmak ve kendilerine has adamlar tâbi edinmek gibi alışılagelen geleneğin ötesinde çok geniş haklar verildi. Buna göre, Tuğrul Bey çok az bir yetki farkıyla sultan ilan edinmiş bulunuyordu. Gösterdikleri hizmetin karşılığı olarak verilen bu yetkiler, üç liderin hayatıyla sınırlı kalmış ve Alp Arslan tahta oturduğunda merkeziyetçi bir yapı benimseyerek yetkileri tek elde toplamıştır.
Çağrı Bey’in Horasan Hâkimiyeti Dönemi
Tuğrul Bey, devletin batı kolunda az bir yetki farkı ile yönetimde bulunurken, Çağrı Bey de Horasan’ı idare etmekle görevlendirilmişti. Bu, Tuğrul Bey için devletin batı tarafında, doğuyu düşünmeden rahatlıkla faaliyet gösterebileceği anlamına gelirken; Çağrı Bey için mücadelenin bitmediği anlamına geliyordu zira Karahanlılar ve Gazneliler, sonraki dönemlerde de saldırılarını devam ettirecekti.Dandanakan Meydan Muharebesi’nden sonra Çağrı Bey’in ilk hedefi, Gaznelilerin hâkimiyeti altında bulunan Belh şehri olmuştur. Çağrı Bey’in Temmuz 1040 tarihinde şehri kuşatması üzerine şehrin yöneticisi Altuntak merkeze haber göndererek yardım istemiş, bunun üzerine Hâcib Altuntaş, emrindeki birliklerle beraber yardıma gelmiştir. Çağrı Bey’in gönderdiği birliklerin Altuntaş’ı mağlûp etmesi üzerine Altuntaş zorlukla Belh’e sığınabilmiştir. Daha sonra Gazneli Mesûd’un, oğlu Mevdûd ve Vezir Ahmed b. Abdüssamed komutasında gönderdiği ordu da Çağrı Bey tarafından mağlûp edilip, Mevdûd ve Vezir’in, Gazneli Mesûd’un ölüm haberinin (17 Ocak 1041) [15] gelmesi üzerine Gazne’ye dönmesi sebebiyle Belh Valisi Altuntak, şehri Çağrı Bey’e teslim etmek zorunda kaldı. Çağrı Bey, Toharistan‘ın merkezi konumunda bulunan Belh’i ele geçirmesinin ardından Toharistan’ın tamamını ve Huttalan bölgesini de gele geçirmiştir.Çağrı Bey’in, 1043 tarihinde kardeşi Tuğrul Bey ile birlikte gerçekleştirdiği Harizm seferi, atlanmaması gereken bir durumdur. İki kardeş, Harizm üzerine gerçekleştirdikleri sefer sonucunda zafer kazanmış ve daha önce kendilerine baskında bulunan Şah Melik’i mağlûp ve esir etmişlerdir. Bunun yanında Tuğrul Bey, bu zaferden sonra Altuncan Hatun [16] ile evlenmiştir. Altuncan Hatun vefatına kadar, Tuğrul Bey’e ve Selçuklulara tam bir bağlılıkla kalacaktır.http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2017/12/alp-arslan-2.jpg (http://www.tarihikadim.com/wp-content/uploads/2017/12/alp-arslan-2.jpg)11. yüzyılda Horasan ve Maveraünnehir’deki bölgeler ve bazı şehirler.
Gazneli Mesûd’un vefatından sonra yaşanan taht mücadelesinin ardından Gazneli tahtına oğlu Mevdûd geçti.
Sultan Mevdûd; tahta çıktığı andan, vefatına (1048) kadar olan süreçte Horasan’ı geri alma düşüncesini canlı tutmuş ve bunun için mücadele vermiştir. Çağrı Bey de Horasan’ı elinde tutmak adına yoğun bir mücadelede bulunmuştur. Bu mücadelede Çağrı Bey’e en büyük desteği veren kişi, Dandanakan Meydan Muharebesi sırasında henüz 11 yaşında olan oğlu Alp Arslan [17] olmuştur. Çağrı Bey’in diğer oğulları ise, devletin farklı bölgelerinde faaliyet göstermiştir.Gazneli tahtına oturan Mevdûd, iç karışıklıkları bastırdıktan sonra ilk iş olarak Çağrı Bey’in hâkimiyetinde bulunan Horasan bölgesine yönelmiş ve Belh civarına saldırmıştır. Çağrı Bey bu sırada ağır bir hastalık geçirdiğinden dolayı kendisi gidememiş, yerine o sırada 14 yaşında olan oğlu Alp Arslan’ı göndermiştir. Alp Arslan’ın yaşının küçük olması Gazneli Mevdûd’un, Alp Arslan’ı küçük görmesine sebep olduysa da Alp Arslan yaptığı şiddetli bir hücum ile Gazneli ordusuna ağır bir darbe indirmiş; pek çok esir ve ganimet ele geçirmiştir. Sonrasında babasının yanına dönen Alp Arslan, “babasının katına çıkıp (durumu ona anlatınca) buna çok sevinen Çağrı Bey iyileşti.” [18] Hastalığından kurtulan Çağrı Bey’in yaptığı ilk iş, oğlu Alp Arslan ile birlikte sefere çıkarak Ceyhun’un diğer tarafındaki Tirmiz şehrini kuşatıp, ele geçirmek olmuştur.Çağrı Bey’in arka arkaya elde ettiği bu kazanımlar üzere Gazneli Mevdûd bu işi kesin olarak çözmek üzerine, Büveyhî emiri Ebû Kâlicâr ve Karahanlı hükümdarı Arslan Han ile ittifak yapmış ve Çağrı Bey’in üzerine yürümüştür. Ancak durum beklendiği gibi olmamış; Mevdûd hayatını kaybetmiş (18 Aralık 1049), Ebû Kâlicâr ise Çağrı Bey üzerine yürürken geçtiği çölde ordusunun büyük bir kısmını kaybedip, geri çekilmek zorunda kalmıştır. Harekete geçmekte başarılı olan tek kişi Arslan Han olmuş, Tirmiz’i ele geçirdiyse de bu başarı kısa bir süre etkili olmuş ve Çağrı Bey’in emri üzerine Alp Arslan harekete geçerek Arslan Han’a karşı gâlip gelmeyi başarmıştır. Bunun üzerine Arslan Han, Selçuklular ile barış yapmaya mecbur kalmış ve 1049 yılında barış yapılmıştır.
Gazneli Mevdûd’un vefat etmesi üzerine Gazneli topraklarında tekrardan bir iç karışıklık baş göstermiştir.
Bu karışıklıklardan başarıyla çıkmayı başaran Abdürreşid [19], 1050 tarihinde Gazneli tahtına oturmuştur. Abdürreşid’in, Tuğrul adında bir hâcibü’l-hüccâb’ı vardı. Abdürreşid’in, emrine birtakım kuvvetler verdiği Hâcib Tuğrul, Selçuklulara karşı birtakım başarılar kazanınca, Selçuklular ile uğraşmaktan vazgeçmiş ve emrindeki birliklerle birlikte Gazne’ye yürümüştür. Sultan Abdürreşid’i ve yakalattığı bütün Gazneli şehzadelerini öldürten Hâcib Tuğrul, Gazneli tahtına oturmuş ve Gazneli Mesûd’un kızıyla da zorla evlenmiştir. Tuğrul’un bu hükümdarlığı kısa sürmüştür: “Bir gün, o hâin ni’met kâfirinin tahtta oturup, halkla görüştüğü esnada huzuruna gittiler ve bir kılıç darbesi indirdiler.”Gazneli ileri gelenleri Tuğrul’u bir şekilde öldürmeyi başararak yerine, Hâcib Tuğrul’un kıyımından kurtulan Ferruhzâd’ı [20] tahta geçirmişlerdir (1052).Gazneli topraklarında yaşanan karışıklıkları dikkatle takip eden Çağrı Bey, bu durumu fırsata çevirmek istemiş ve Gazne üzerine yürümüştür fakat Gazneli devlet adamlarından Emîr Hırhîz, Çağrı Bey’in bu saldırısını başarıyla püskürtmeyi başarmış ve çokça ganimet elde etmiştir. Gaznelilerin uzun zaman sonra Selçuklulara karşı elde ettiği bu zafer, umutları arttırmış ve Ferruhzâd’ın, Horasan’a büyük bir ordu göndermesine sebep olmuştur. Bu orduyu Selçuklu tarafında karşılayan ilk kişi Emîr Külsarığ olmuş ancak Gaznelilere mağlûp ve esir olmaktan kaçamamıştır. Bunun üzerine Alp Arslan duruma bizzat müdahele etmiş ve Gazneli ordusunu ağır bir yenilgiye uğratarak Gaznelilerin önemli komutanlarını esir almıştır. Yenilgiyi kabullenen Ferruhzâd, Selçuklu emîri Külsarığ’ı serbest bırakmıştır.Dandanakan Meydan Muharebesi’nden sonra yıllar boyunca çatışmayı sürdüren Selçuklular ve Gazneliler, kendi açılarından fazla bir gelişme kaydedememiş, üstünlük kuramamışlardı. Bu sebeple iki taraf bir araya gelip, Ebû’l-Fazl Beyhakî‘nin kaleme aldığı bir anlaşma ile barış yaptılar (1059). İki taraf arasında imzalanan ve Hindukûş dağlarının sınır olarak kabul edildiği bu antlaşma, yaklaşık yarım asır boyunca yürürlükte kalmıştır. Karahanlılar ve Gazneliler ile yapılan antlaşmanın ardından Çağrı Bey, iç işlere yönelmiştir.
İbrâhim Yınal’ın İsyanı ve Çağrı Bey’in Vefatı
İbrâhim Yınal; Tuğrul ve Çağrı Beylerin amcası Yusuf Yınal’ın oğlu, aynı zamanda ikilinin üvey kardeşidir. 1050 ve 1058 yıllarında olmak üzere iki defa taht için isyan etmiş [21], ilk seferdeki başarısızlığına rağmen ikinci seferinde Tuğrul Bey’i kuşatma altına alarak zor durumda bırakmayı başarmıştır. Tuğrul Bey bunun üzerine Bağdad’da bulunan eşi Altuncan Hatun ve Vezir Amidü’l-Mülk Kündürî ile, Horasan’da bulunan Çağrı Bey ve oğullarından yardım istemiştir. Bir yandan Altuncan Hatun yardıma gelirken, diğer yandan Çağrı Bey yardıma oğlu Alp Arslan’ı göndermiş, Çağrı Bey’in diğer iki oğlu Kara Arslan Kavurd (Kirman’dan) ve Alp Sungur Yâkûtî (Anadolu sınırından) de yardım için yola çıkmıştır. Sonucunda, Temmuz 1059 yılında meydana gelen savaşta İbrâhim Yınal mağlûp olmuş ve idam edilmiştir.Çağrı Bey, canından can bildiği kardeşi Tuğrul Bey için yaptığı bu son yardımın ardından; Ağustos-Eylül 1059 tarihinde Horasan’da vefat etmiş [22] ve Merv şehrinde oğlu Alp Arslan tarafından yaptırılan türbeye defnedilmiştir. Mezarının yeri bilinmeyen Çağrı Bey’in, bilinen altı oğlu (Alp Arslan, Alp Sungur Yâkûtî, Kara Arslan Kavurd, Süleymân, İlyâs, Arslan Argun) ve dört kızı (Hatice Arslan Hatun [23], Safiyye Hatun, diğer ikisinin adı bilinmemekte) olduğu bilinmektedir.
Dipnotlar
[1] Abdullah Kaya, Başlangıcından 1071’e Kadar Türklerin Anadolu’ya Akınları Hakkında Bir Değerlendirme, Ekev Akademi Dergisi, Sayı 59, 2014, Sayfa 211-232.[2] Selçuk Bey’in kaç oğlu olduğu konusu kaynaklarda değişiklik göstermektedir. Selçuklular ile ilgili yazılmış olan bütün kaynaklarda (Târîh-i Güzîde, Meliknâme, Ahbârü’d-Devleti’s-Selcûkıyye, vb.) Mikâil, Arslan ve Mûsâ yer almaktadır. Birtakım kaynaklarda ise farklı olarak Yûsuf ve Yûnus isimleri de zikredilmektedir. İbrahim Kafesoğlu’na göre Yûnus adı, Yûsuf’tan bozularak aktarılmış olabileceğinden Kafesoğlu’na göre Selçuk Bey’in dört oğlu bulunmaktadır. Daha fazla bilgi için: İbrahim Kafesoğlu, Selçuk’un Oğulları ve Torunları, Türkiyat Mecmuası, Cilt 13, 1958, Sayfa 117-130.[3] Mehmet Altay Köymen, Mikâil Bey’in vefat tarihinin 987 – 992 yılları arasında olabileceğini belirtirken (Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, 1. Cilt, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2000. Sayfa 32); Ömer Soner Hunkan, 1004 tarihinden sonra olma ihtimali üzerinde durmaktadır (Ömer Soner Hunkan, Türk Hakanlığı (Karahanlılar), IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2011, Sayfa 211).[4] Hazar Denizi ile Kaşgar arasındaki Türk beylerine verilen unvan.[5] Selçuk Bey’in vefat tarihini 1007 ve 1009 olarak veren farklı kaynaklar mevcuttur. Selçuk Bey hakkında detaylı bilgi için: Abdülkerim Özaydın, Selçuk Bey, TDV İslâm Ansiklopedisi.[6] Tuğrul-Çağrı Beyler ile Arslan Yabgu arasında başlayan ve sonraki süreçte de devam eden Selçuklular-Yabgulular çatışması hakkında detaylı bilgi için: Sefer Solmaz, Selçuklu Tarihini Derinden Etkileyen Bir Olay: Selçuklu-Yabgulu Mücadelesi, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 35, 2014, Sayfa 545-575.[7] Çağrı Bey’in Anadolu keşif akınının başlangıç ve bitiş tarihi ihtilâflı bir konudur. Ermeni yazar Arisdages 1016 tarihinde başladığını belirtkirken, diğer bir Ermeni yazar olan Urfalı Mateos 1018 tarihini vermektedir. Claude Cahen, 1029; Osman Turan, 1018; İbrahim Kafesoğlu ve Mehmet Altay Köymen ise 1016 tarihini vermektedir. Bunun dışında; Ömer Soner Hunkan, akının 1029-1035 tarihleri arasında olabileceğini söyler.Akın ile ilgili detaylı bilgi için bknz: Yusuf Ayönü, Selçuklular ve Bizans, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2014, Sayfa 7-10; Abdullah Kaya, Başlangıcından 1071’e Kadar Türklerin Anadolu’ya Akınları Hakkında Bir Değerlendirme, Ekev Akademi Dergisi, Sayı 59, 2014, Sayfa 211-232.[8] İran’ın Meşhed şehrinin yakınlarında antik bir şehir.[9] Yusuf Ayönü, Selçuklular ve Bizans, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2014, Sayfa 9.[10] Abdullah Kaya, Başlangıcından 1071’e Kadar Türklerin Anadolu’ya Akınları Hakkında Bir Değerlendirme, Ekev Akademi Dergisi, Sayı 59, 2014, Sayfa 221.[11] Abdullah Kaya, Başlangıcından 1071’e Kadar Türklerin Anadolu’ya Akınları Hakkında Bir Değerlendirme, Ekev Akademi Dergisi, Sayı 59, 2014, Sayfa 211-232.[12] [13] Selçuklularfiilî olarak Tuğrul ve Çağrı Beyler tarafından yönetilse de Mûsâ Bey, adetler gereği ‘Yabgu’ unvanını kullanmıştır.[14] İbnü’l-Verdî: Tetimmetü’l-Muhtasar fî Ahbâri’l-Beşer (Bir Ortaçağ Şairinin Kaleminden Selçuklular), Tercüme ve Notlar: Mustafa Alican, Kronik Kitap, İstanbul, 2017, Sayfa 24.[15] Gazneli Mesûd hakkında detaylı bilgi için: Erdoğan Merçil, Mes’ûd b. Mahmûd-ı Gaznevî, TDV İslâm Ansiklopedisi.[16] Ayşe Dudu Kuşçu’ya göre Altuncan Hatun, daha önceki Harezm hâkimlerinden Harizmşah Harun’un eşidir. Altuncan Hatun hakkında detaylı bilgi için: Ayşe Dudu Kuşçu, Selçuklu Devlet Yönetiminde Kadının Yeri ve Altuncan Hatun Örneği, Selçuklu Medeniyeti Araştırmaları Dergisi, Sayı 1, Sayfa 173-191, Konya, 2016.[17] [18] İbnü’l-Adîm, Bugyetü’t-taleb fî târîhi Haleb (Seçmeler) – (Biyografilerle Selçuklular Tarihi), Tercüme, Notlar ve Açıklamalar: Ali Sevim, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1982.[19] Gazneli Mesûd’un kardeşi.[20] Gazneli Mesûd’un oğlu.[22] Çağrı Bey’in vefat tarihi tartışmalı bir konudur. Detaylı bilgi için: Osman Gazi Özgüdenli, Selçuklu Paralarının Işığında Çağrı Bey’in Ölüm Tarihi Meselesi, Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı 35, 2004, Sayfa 155-170.[23] Hatice Arslan Hatun, Abbasîlere gelin giden ilk Selçuklu kadınıdır. Nisan 1056 tarihinde Abbasî halifesi Kâ’im bi-Emrillâh ile evlenen Hatice Arslan Hatun, halife vefat edene kadar (1075) onunla evli kalmış, bu evlilikten çocuğu olmamıştır. Daha fazla bilgi için: Suat Kaymak, Abbasi Sarayının İlk Selçuklu Gelini: Hatice Arslan Hatun, Yedi Kıta Tarih ve Kültür Dergisi, Sayı 76, Sayfa 48-52, 2014.
Bibliyografya
AYÖNÜ, Yusuf: Selçuklular ve Bizans, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2014.
BARTHOLD, Vasily Vladimirovich: Moğol İstilasına Kadar Türkistan, Hazırlayan: Hakkı Dursun Yıldız, Kronik Kitap, İstanbul, 2017.
HUNKAN, Ömer Soner: Türk Hakanlığı (Karahanlılar), IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2011.
İBNÜ’L-ADÎM: Bugyetü’t-taleb fî târîhi Haleb (Seçmeler) (Biyografilerle Selçuklular Tarihi), Tercüme, Notlar ve Açıklamalar: Ali Sevim, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1982.
İBNÜ’L-VERDÎ: Tetimmetü’l-Muhtasar fî Ahbâri’l-Beşer (Bir Ortaçağ Şairinin Kaleminden Selçuklular), Tercüme ve Notlar: Mustafa Alican, Kronik Kitap, İstanbul, 2017.
KAFESOĞLU, İbrahim: Selçuk’un Oğulları ve Torunları, Türkiyat Mecmuası, Cilt 13, Sayfa 117-130, 1958.
KAFESOĞLU, İbrahim: Selçuklular ve Selçuklu Tarihi Üzerine Araştırmalar, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2014.
KAYMAK, Suat: Abbasi Sarayının İlk Selçuklu Gelini: Hatice Arslan Hatun, Yedi Kıta Tarih ve Kültür Dergisi, Sayı 76, Sayfa 48-52, 2014.
KAYA, Abdullah: Başlangıcından 1071’e Kadar Türklerin Anadolu’ya Akınları Hakkında Bir Değerlendirme, Ekev Akademi Dergisi, Sayı 59, Sayfa 211-232, 2014.
KÖYMEN, Mehmet Altay: Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi (Kuruluş Devri), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2000.
KUŞÇU, Ayşe Dudu: Selçuklu Devlet Yönetiminde Kadının Yeri ve Altuncan Hatun Örneği, Selçuklu Medeniyeti Araştırmaları Dergisi, Sayı 1, Sayfa 173-191, Konya, 2016.
MERÇİL, Erdoğan: Mes’ûd b. Mahmûd-ı Gaznevî, TDV İslâm Ansiklopedisi.
MÎRHÂND: Ravzatu’s-Safâ, Tercüme ve Notlar: Erkan Göksu, Kronik Kitap, İstanbul, 2017.
ÖZAYDIN, Abdülkerim: Selçuk Bey, TDV İslâm Ansiklopedisi.
ÖZGÜDENLİ, Osman Gazi: Selçuklu Paralarının Işığında Çağrı Bey’in Ölüm Tarihi Meselesi, Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı 35, Sayfa 155-170, 2004.
PİYADEOĞLU, Cihan: Sultan Alp Arslan: Fethin Babası, Kronik Kitap, İstanbul, 2017.
SEVİM, Ali: Çağrı Bey, TDV İslâm Ansiklopedisi.
SOLMAZ, Sefer: Selçuklu Tarihini Derinden Etkileyen Bir Olay: Selçuklu-Yabgulu Mücadelesi, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 35, Sayfa 545-575, 2014.
TURAN, Osman: Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2014.