Amazonia
14.Ağustos.2018, 23:55
İslâm literatüründe yahudiler ve hristiyanlar için kullanılan bir tâbir, kitab ehli.
Kur'ân-ı Kerîm, birçok yerde yahudiler ve hristiyanlardan, ehl-i kitap diye bahseder; hadislerde de bu tâbir sık sık kullanılmıştır. Böylece vahiy yoluyla nâzil olmuş Tevrat, Zebûr ve İncil'e sahip bulunan yahudiler ve hristiyanlar, bu kitaplar tahrif edilmiş olmasına rağmen, müşriklerden ayırdedilmiş ve kendilerine farklı bir statü tanınmıştır.
İslâm ahkâmına göre, İslâm idâresini kabul edip bağlandıktan sonra ehl-i kitaba ibadetlerini serbestçe yapabilme hürriyeti tanınır. Antlaşma şartlarını tamamen yerine getirmeleri ve âdil ölçülerde kendilerine konan cizyeyi (baş vergisini) ödemeleri hâlinde İslâm idâresinin himâyesinde olup can ve nal güvenlikleri sağlanır.
Bu hususlara muhâlif davranan müslümanlar, büyük bir günâh işlemiş sayılırlar. Hz. Peygamber ve Râşid Halifeler döneminden itibaren tüm âdil İslâm idârelerinde ehl-i kitaba bu hakların eksiksiz verildiği, antlaşma metinlerine bu hususların hassâsiyetle yazıldığı ve uygulanmasında büyük titizlik gösterildiği, tarihî bir gerçektir. Bu hassâsiyet, Peygamber efendimizin, "Bir zımmîye zulmedenin... kıyâmet gününde hasmı benim!" hadislerinde en güzel şekliyle ifadesini bulmuştur (Ebû Dâvûd, İmâret, 33; ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Cihad 153). Sefere çıkan ordu komutanlarına ve valilere halifeler tarafından verilen tâlimâtlarda, muâhedûn, ehlü'z-zimme veya zimmîler sıfatıyla ehl-i kitabın haklarına riâyet etmeleri, kendilerine ibadet hürriyeti verilmesi ve insânı muâmelede bulunulması sıkı sıkıya emredilmiştir. İmâm Ebû Yûsuf'un Kitâbü'l-Harâc'ı, Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm'ın Kitâbü'l-Emvâl'ı ve diğer İslâm hukukçularının kaynak eserleri bu tâlimatları ile ehl-i kitaba uygulanacak ahkâm ve verilecek haklar konusunda geniş bilgiler ihtivâ ederler.
İlk halifeler döneminde ehl-i kitabın, Arap Yarımadası'ndan sürülüp çıkarılması, Hz. Peygamber'in, "Arap Yarımadası'nda iki din birarada bulunmayacaktır" (Muvatta', Medine, 18,19) şeklindeki bir hadisine dayandırılırsa da bunun yanında ehl-i kitabın, antlaşma şartlarına uymamaları ve huzursuzluk çıkarmalarının da bu uygulamaya esas teşkil ettiğini göz önünde bulundurmak gerekir.
Hz. Peygamber'in, yahudi ve hristiyan olmadıkları halde Hecer ve Bahreyn'deki İranlılardan cizye almış olması, ilk dönemlerde mecûsîlerin de ehl-i kitap adı ile anılmalarına değilse bile, ehl-i kitaba uygulanan ahkâm ile muâmele görmelerine yol açmıştır. Ayrıca Arap Yarımadası'nın dışında kalan bölgelerde yahûdilik ve hristiyanlıktan başka dinlere mensup olanların ehl-i kitaba tanınan haklara sahip olup olamayacakları hususu, İslâm âlimlerince farklı şekillerde yorumlanmıştır. Bu sebeple İslâm tarihinin çeşitli dönemlerinde Arap Yarımadası'nın dışındaki putperestlerden ve diğer din mensuplarından da cizye* alınıp kendilerine ehl-i kitab gibi muâmele edildiği olmuştur. Ancak bu husus, ehl-i kitab tâbirinin zamanla anlam değiştirdiği ve şümûlünün genişletildiği manasına gelmez.
Kur'an; yahudi ve hristiyanlar gibi, -sonradan bozulmuş da olsa-, bir hak dine inananların yiyeceklerini müslümanlara helâl kılmıştır:
"Bugün size temiz ve faydalı şeyler helâl kılındı. Kitap verilenlerin yiyecekleri size, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir" (el-Mâide, 5/5).
Bu âyetin manası genel olup, domuz, şarap, içki, ölü hayvan gibi aslı haram olan yiyeceklerin dışında kalanları içine alır.
Yahudi ve hristiyanlar dışında kalanlar müşrik hükmünde olup, kestikleri yenmez. Yahudi ve hristiyanların kesim şekli kendi dinlerinin kabûl ettiği bir şekilde oluyorsa, böyle kesilen hayvanlar yenir; dinlerinin kabûl etmediği bir kesme ve öldürme şekliyle öldürülmüşse, böyle hayvanların etleri yenilmez.
İslâm, müslüman bir erkeğin kâfir veya müşrik bir kadınla evlenmesine izin vermezken, kitap ehlinden olan, yani yahudi veya hristiyan bir kadına evlenmesine izin vermiştir. Çünkü bunların dini, aslı bozulmuş olsa da semâvî bir dindir. Bu konuda Kur'an'ı Kerim'de şöyle buyurulur:
"Kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir. Mehirlerini verdiğiniz takdirde, iman eden hür ve iffetli kadınlar ve sizden önce kitab verilenlerin hür ve iffetli kadınları, zina etmemek ve gizli dost tutmamak şartıyla size helaldir" (Maide 5/5).
Bu, kitap ehline İslâm'ın bir müsâmahasıdır. Kitâbî kadınlarla evlenmek bir ruhsattır, azîmet değildir. Yani aslolan, müslüman bir erkeğin kitâbî kadınla evlenmesi değil, evlenebilir olmasıdır. Fakat müslüman bir kadın, yahudi ve hristiyan da olsa gayr-i müslim bir erkekle evlenemez, bu haramdır. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, müslüman bir erkek için mümin bir kadın şüphesiz, kitâbî bir kadından daha iyidir. Doğacak neslin inanç, terbiye ve yetiştirilmesinde tehlike görülürse kitâbî kadınlarla evlenilmemelidir. Müslümanların azınlık durumunda olduğu memleketlerde müslüman nüfusun artması, kitâbî erkeklerle evlenemeyeceklerinden müslüman kızların açıkta kalmaması için, kitâbî kadınlarla evlenebilme hükmünün geçici olarak kısıtlanması da mümkündür.
Kur'ân-ı Kerîm, birçok yerde yahudiler ve hristiyanlardan, ehl-i kitap diye bahseder; hadislerde de bu tâbir sık sık kullanılmıştır. Böylece vahiy yoluyla nâzil olmuş Tevrat, Zebûr ve İncil'e sahip bulunan yahudiler ve hristiyanlar, bu kitaplar tahrif edilmiş olmasına rağmen, müşriklerden ayırdedilmiş ve kendilerine farklı bir statü tanınmıştır.
İslâm ahkâmına göre, İslâm idâresini kabul edip bağlandıktan sonra ehl-i kitaba ibadetlerini serbestçe yapabilme hürriyeti tanınır. Antlaşma şartlarını tamamen yerine getirmeleri ve âdil ölçülerde kendilerine konan cizyeyi (baş vergisini) ödemeleri hâlinde İslâm idâresinin himâyesinde olup can ve nal güvenlikleri sağlanır.
Bu hususlara muhâlif davranan müslümanlar, büyük bir günâh işlemiş sayılırlar. Hz. Peygamber ve Râşid Halifeler döneminden itibaren tüm âdil İslâm idârelerinde ehl-i kitaba bu hakların eksiksiz verildiği, antlaşma metinlerine bu hususların hassâsiyetle yazıldığı ve uygulanmasında büyük titizlik gösterildiği, tarihî bir gerçektir. Bu hassâsiyet, Peygamber efendimizin, "Bir zımmîye zulmedenin... kıyâmet gününde hasmı benim!" hadislerinde en güzel şekliyle ifadesini bulmuştur (Ebû Dâvûd, İmâret, 33; ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Cihad 153). Sefere çıkan ordu komutanlarına ve valilere halifeler tarafından verilen tâlimâtlarda, muâhedûn, ehlü'z-zimme veya zimmîler sıfatıyla ehl-i kitabın haklarına riâyet etmeleri, kendilerine ibadet hürriyeti verilmesi ve insânı muâmelede bulunulması sıkı sıkıya emredilmiştir. İmâm Ebû Yûsuf'un Kitâbü'l-Harâc'ı, Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm'ın Kitâbü'l-Emvâl'ı ve diğer İslâm hukukçularının kaynak eserleri bu tâlimatları ile ehl-i kitaba uygulanacak ahkâm ve verilecek haklar konusunda geniş bilgiler ihtivâ ederler.
İlk halifeler döneminde ehl-i kitabın, Arap Yarımadası'ndan sürülüp çıkarılması, Hz. Peygamber'in, "Arap Yarımadası'nda iki din birarada bulunmayacaktır" (Muvatta', Medine, 18,19) şeklindeki bir hadisine dayandırılırsa da bunun yanında ehl-i kitabın, antlaşma şartlarına uymamaları ve huzursuzluk çıkarmalarının da bu uygulamaya esas teşkil ettiğini göz önünde bulundurmak gerekir.
Hz. Peygamber'in, yahudi ve hristiyan olmadıkları halde Hecer ve Bahreyn'deki İranlılardan cizye almış olması, ilk dönemlerde mecûsîlerin de ehl-i kitap adı ile anılmalarına değilse bile, ehl-i kitaba uygulanan ahkâm ile muâmele görmelerine yol açmıştır. Ayrıca Arap Yarımadası'nın dışında kalan bölgelerde yahûdilik ve hristiyanlıktan başka dinlere mensup olanların ehl-i kitaba tanınan haklara sahip olup olamayacakları hususu, İslâm âlimlerince farklı şekillerde yorumlanmıştır. Bu sebeple İslâm tarihinin çeşitli dönemlerinde Arap Yarımadası'nın dışındaki putperestlerden ve diğer din mensuplarından da cizye* alınıp kendilerine ehl-i kitab gibi muâmele edildiği olmuştur. Ancak bu husus, ehl-i kitab tâbirinin zamanla anlam değiştirdiği ve şümûlünün genişletildiği manasına gelmez.
Kur'an; yahudi ve hristiyanlar gibi, -sonradan bozulmuş da olsa-, bir hak dine inananların yiyeceklerini müslümanlara helâl kılmıştır:
"Bugün size temiz ve faydalı şeyler helâl kılındı. Kitap verilenlerin yiyecekleri size, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir" (el-Mâide, 5/5).
Bu âyetin manası genel olup, domuz, şarap, içki, ölü hayvan gibi aslı haram olan yiyeceklerin dışında kalanları içine alır.
Yahudi ve hristiyanlar dışında kalanlar müşrik hükmünde olup, kestikleri yenmez. Yahudi ve hristiyanların kesim şekli kendi dinlerinin kabûl ettiği bir şekilde oluyorsa, böyle kesilen hayvanlar yenir; dinlerinin kabûl etmediği bir kesme ve öldürme şekliyle öldürülmüşse, böyle hayvanların etleri yenilmez.
İslâm, müslüman bir erkeğin kâfir veya müşrik bir kadınla evlenmesine izin vermezken, kitap ehlinden olan, yani yahudi veya hristiyan bir kadına evlenmesine izin vermiştir. Çünkü bunların dini, aslı bozulmuş olsa da semâvî bir dindir. Bu konuda Kur'an'ı Kerim'de şöyle buyurulur:
"Kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir. Mehirlerini verdiğiniz takdirde, iman eden hür ve iffetli kadınlar ve sizden önce kitab verilenlerin hür ve iffetli kadınları, zina etmemek ve gizli dost tutmamak şartıyla size helaldir" (Maide 5/5).
Bu, kitap ehline İslâm'ın bir müsâmahasıdır. Kitâbî kadınlarla evlenmek bir ruhsattır, azîmet değildir. Yani aslolan, müslüman bir erkeğin kitâbî kadınla evlenmesi değil, evlenebilir olmasıdır. Fakat müslüman bir kadın, yahudi ve hristiyan da olsa gayr-i müslim bir erkekle evlenemez, bu haramdır. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, müslüman bir erkek için mümin bir kadın şüphesiz, kitâbî bir kadından daha iyidir. Doğacak neslin inanç, terbiye ve yetiştirilmesinde tehlike görülürse kitâbî kadınlarla evlenilmemelidir. Müslümanların azınlık durumunda olduğu memleketlerde müslüman nüfusun artması, kitâbî erkeklerle evlenemeyeceklerinden müslüman kızların açıkta kalmaması için, kitâbî kadınlarla evlenebilme hükmünün geçici olarak kısıtlanması da mümkündür.