PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Aile Sosyolojisi Nedir?



Amazonia
06.Eylül.2018, 06:21
Aile Nedir, Aile Kurumu Ne Demektir?
Aile; evlilik, kan ya da evlat edinme bağlarıyla birbirine bağlı, tek bir hane halkı oluşturan, karı-koca, ana-baba, kız ve oğul, kız ve erkek kardeş olarak her biri kendi toplumsal konumu içinde birbirlerinin karşılıklı etkileyen, ortak bir kültür yaratan, paylaşan ve sürdüren bireyler grubudur.

Ayrıca aile topluluğu, tek bir hane halkını oluşturduğu için çoğu kez hane halkı terimiyle kullanılır. Başka bir açıklama yapmak gerekirse; Türk Hukuku’na göre aile kan veya mukabele ile birbirine bağlanmış, aralarındaki hukuki münasebet medeni hukuk ile düzenlenmiş topluluktur.

Aile, çok büyük önemi olan tabii bir toplumdur; çünkü, çocukların korunması ve yetiştirilmesi, anne ve babaya ancak sürekli bir beraberlik sayesinde yürütebilecekleri bir takım görevler yükler. Bu yüzden ailede eğitimin yeri çok önemlidir.

Aile Sosyolojisi Nedir?
Aile sosyolojisi; ailenin görevi, yapısı, tarihi süreç içindeki gelişimi, aileyi teşkil eden bireyler ve bunların rol ve statüleri, ailenin içinde bulunduğu toplumun siyasal, dini, ekonomik, sosyal ve kültürel yapısı hakkında araştırmalar yapan bir sosyoloji alt dalıdır.

Pek çok sosyolog ve sosyal düşünür her çağda ailenin sosyal fonksiyonları üzerinde durmuşlar ve onu toplumun önemli kurumlarından biri olarak görmüşlerdir. Hatta bazıları sosyal huzursuzlukların temelinde aile yapısında meydana gelen çözülmeyi göstermişlerdir.

Bilindiği gibi aile; yeni yetişen nesillere ilk şekli veren, onları eğiten, koruyan, yetiştiren kurumdur; ancak ailenin bu rolü giderek başka kurumlara intikal etmiş ya da değişikliğe uğramıştır. Özellikle günümüz ailesi artık bireyin sosyalleştirildiği, geçimini sağladığı, şahsiyetini geliştirdiği, koruduğu yegane merkez ve ocak olmaktan çıkmış; ailede bireylerinin statü ve rolleri de değişmiştir.

Evlilik ilişkileri yeni şekiller almıştır. Kadın eski şartlar içinde değildir. Eskiden görülen ve anne, baba, büyükanne, büyükbaba, amcalar ve çocukların oluşturduğu geniş aile; yerini baba, anne ve evlenmemiş çocuklardan oluşan "çekirdek aile"ye bırakmıştır. Ailevi ilişkilerde farklılaşma meydana gelmiştir.

Bütün bu sosyal değişmeler karşısında toplumun temeli olan aile kurumunun yeni şartlara rahatlıkla uyumunu sağlamak için bazı tedbirler almak gerekmektedir. İşte bu ve benzeri konular, "kurumlar sosyolojisi"nin önemli bir dalı olan "aile sosyolojisi"nin ilgi alanına girmektedir.


Aile Sosyolojisi Nedir?

Maurice Duverger, sosyolojinin gelişimi, toplumsal olayların da doğa bilimlerinin kullandığı yöntemlerle incelenebileceği temel düşüncesine bağlıdır. Comte'un başlangıçta kullandığı "toplumsal fizik" adının olsun, toplumsal olayları "birer nesne gibi" ele almak gerektiğini söyleyen Durkheim'ın formülünün olsun kökeninde bu yatar.

O dönemde sosyolojinin, doğa bilimleri gibi, olayları olduğu gibi betimleyebildiği ve böylece, "değer yargıları" yerine, "gerçek yargıları" geliştirebildiği oranda bir bilim olduğuna inanılmaktaydı.

Bu tutum, gerçek bir düşünsel devrim oluşturmuştur. Daha önceleri, birkaç ender olağan dışı kişi bir yana bırakılırsa (Aristo, Makyavel, Jean Bodin ve özellikle Montesquieu) toplumsal olgular, esas olarak felsefi ve ahlaki açıdan incelenmekteydi. Toplumun ne olduğu değil de insan doğasına ve insan yaşantısının amacına ilişkin dinsel ve fizik ötesi birtakım inançlara göre toplumun ne olması gerektiği tanımlanmaya çalışılmakta; yani değer yargılarına varılmaktaydı.

İnsan ve toplumun, "birer nesne gibi" bilimsel şekilde incelenebileceği düşüncesi bile, kutsal şeylere karşı bir saygısızlık olarak görülmekteydi. Gerçekten de toplum bilimi düşüncesi ile insan özgürlüğü arasında mutlak bir çelişki olduğu kabul edilmekteydi. Bilim kavramı o zamanlar, kesin bir gerekirciliğe (determinizm) dayandırılmıştı. Buna göre bir "A" öncülü her zaman bir "B" sonucu verecekti ve zaten bilimsel yasa da ikisi arasındaki bu bağlantıda ifadesini bulacaktı.

Bu, "B"nin kaçınılmaz şekilde "A"yı izlemesini engelleyecek herhangi bir gücün araya girmeyeceğini varsaymaktadır. Bu anlamda sosyolojik yasa kavramı, insanin özgür olmadığını kabul eder. Özgürlük kavramı, geleneksel gerekirciliğe karşıdır. Özgür olmak, kendi kendini, hiç değilse kısmen belirleme olanağına sahip olmak yani bütünüyle dışardan belirlenmiş olmamak demektir. O halde geçen yüzyılın bilim adamları, toplum bilimlerinin varlığını olanaklı kılmak için tümüyle aldatıcı saydıkları insan özgürlüğünü yadsıma yolunu seçmekteydiler. Bu şekilde bitmez tükenmez birtakım felsefi tartışmalara girişilmekteydi. Bugün bunlar aşılmıştır. Artık gerekircilik bundan çok farklı bir biçimde, istatistik bir gerekircilik olarak anlaşılmaktadır.

Bu, özgürlük kavramını yadsımaz; yalnızca, somut koşulların olası sonuçlarını ifade eder ki özgürlük, bu koşullar içerisinde kullanılabilir.

Parislilerin %60'ının 15 Ağustos'ta başkenti boşalttıklarını söylemek Parislilerin her birinin o gün kentte kalmak ya da uzaklaşmak özgürlüğünü sınırlamamaktadır. Bu istatistik gözlem yalnızca, toplumsal alışkanlıkların Parislileri 15 Ağustos'ta Paris'ten kaçmaya zorlandıklarını ve insan istemlerinin içerisinde belirlendiği toplu koşullarda bir değişme olmadığı takdirde %60'ının bu daha yüksek eğilime karşı çıkmak yerine onu izlemeyi seçme olasılığının daha yüksek olduğunu söylemektedir.

İstatistik gerekircilik, olasılık terimleriyle toplu davranışları ifade ettiğinden, bu toplulukları oluşturan bireylerin belli özgürlüklere sahip olduklarını göz önünde bulundurmaktadır. İstatistik gerekircilik ilkin, toplum bilimlerine temel olmuştur, sonradan fizik bilimlere de az çok yayılmıştır. Artık burada da "A" unsurunun mutlak bir "B" unsurunun ortaya çıkmasına yol açtığı söylenilmemekte, "A"nın ardında "B"nin görülme olasılığının şu ya da bu kadar olduğu söylenilmektedir.


Çoğu durumda bu olasılık oldukça yüksektir ve karşıt olasılık hemen hemen yok gibidir. Yine de atom düzeyinde durum biraz farklılık gösterir. Şöyle ki burada bir "A" faktörünün ardından, her biri de bir hayli yüksek olasılıkla (B, C, D, E) gibi birçok hipotezin gerçekleşmesi mümkündür. Böylece bugün 19. yüzyılın sonuna göre, fizik ve toplum bilimleri karşılaştırmasına değin görüşler tersine dönmüştür. Eskiden, toplum bilimleri, o zaman mutlak kabul edilen fizik gerekirciliğin bulunduğu varsayılarak, fizik bilimlere göre düzenlenmekteydi. Bugün ise fizik gerekirciliğin toplum bilimlerinin örneğini verdiği istatistik gerekircilik görüntüsüne uygun biçimde göreceli (rölatif) olduğu kabul edilmektedir.