Amazonia
09.Eylül.2018, 01:47
Eleştirel Sosyoloji Nedir?
ELEŞTİREL SOSYOLOJİNİN TEMEL KAVRAMLARI
Eleştirel kuram, Marksçı teorinin durumundan, özellikle bu kuramın ekonomik determinizme eğiliminden rahatsız olan bir grup Alman yeni Marksistlerin ürünüdür. Frankfurt Okulu ismini, Almanya'da 1923'te kurulmuş olan Frankfurt Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü'nden almaktadır.
Okul Frankfurt'ta 23 Şubat 1923'te resmi olarak kurulmuştur. Üyeleri bu resmi kuruluştan önce de aktiftirler. 1930'larda Nazilerin iktidara gelmesiyle birlikte, çoğu önde gelen üyeleri Amerika'ya göç ederek bilimsel çalışmalarına orda devam etmişlerdir. Bu faaliyetlerini Kolombiya Üniversitesi'yle işbirliği içinde olan bir enstitüde sürdürmüşlerdir.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonrra eleştirel kuramcılardan bazıları Almanya'ya geri dönmüşlerdir. Diğerleri ise Birleşik Devletler'de kalmışlardır. Eleştirel kuram bugün Frankfurt Okulu'nun sınırları dışına taşmıştır. Sonraki eleştirel kuramsal gelişmeler için başlangıç noktası olmuştur da diyebiliriz.
Frankfurt felsefecileri, Horkheimer, Adorno ve Macuse'den Habermas'a kadar iki kuşak boyunca, pozivistik felsefelerde ahlaki akıla empoze edilen sınırları eleştirmekle ilgilenmişlerdir. Pozitivizmin bu anlamdaki eleştirisi, sonradan eleştirel kuram olarak adlandırılacak olan düşüncenin en merkezi ilgilerinden biri olmuştur. Eleştirel kuram içinde başat olan bir tek öğe varsa o da, Hegel ve klasik Alman felsefesindeki anlamıyla - bilgiyi, insanın bütünleşmesini ve özgürlüğü ilerletecek bir biçimde dünyanın dönüştürülmesiyle birleştiren bir eleştirel yetenek olarak- kavranan Akıl'ın (Vernunft) savunucusudur.
Frankfurt felsefesi Marks'ın izinde gitmeye ve böylece Hegel'in Kantçı ikilemleri -yalnızca saf ve pratik Akıl değil, fakat fenomenlerle bilinmez “kendinde şeyler”in benimsenmesini de- aşmasından yararlanarak modern Marksizm'i de yenilemeye çalışmaktadır.
Frankfurt Okulu'nun toplum teorisi kesinlikle kötümser içeriktedir. Frankfurt Okulu da kitle toplumu ve kültürüne dayalı bir teori geliştirmişti: Kapitalizm giderek merkezileşirken, toplumsal yapısı aadım adım atomlaşmıştı. Burjuvazi on dokuzuncu yüzyılda kamusal kurumları, yani devletten ayrı olan kendi işlerini yürütüp kültürlerini örgütleyen kurumların alanlarını genişletmişti.
Eleştirel sosyal teoriyi ortaya koyabilmek için girişilen ilk çabalardaki kavram sebeptir. Sebep kavramının anlamı, Hegelci gelenekten kaynaklanır. Marcuse'ye göre sebep, var olan toplumların doğasını eleştirmek ve toplumla mücadele etmek için kullanılabilir.
Eleştirel kuram büyük ölçüde sosyal ve entelektüel yaşamın çeşitli yönlerinin eleştirisi üzerinde yoğunlaşmıştır. Marx'ın çalışmaları (felsefi düşüncenin eleştirel analizi, kapitalist sistemin doğasına yönelik eleştirel değerlendirmeler) etkilidir. Çalışmaların çoğu topluma ve çeşitli bilgi sistemlerine yoğun eleştiriden oluşur.
Okulun çalışmalarının nihai hedefi toplumun doğasını daha analitik olarak sergilemektir. Getirdikleri eleştiriler şu alanlarda yoğunlaşır:
1. Marksçı Kuramın Eleştirisi: Eleştirel kuram marksçı kuramdan kök almakla birlikte ona eleştirel olarak yaklaşarak onu yeniden üretmiştir. Bu kuramdan en çok rahhatsız oldukları nokta ekonomik determinizm olmuştur. Bu nedenle ekonomik determinist, mekanistik Marksislere yönelik eleştirilerini yööneltmişlerdir. Bazıları, örneğin Habermas Marksın orjinal çalışmalarının bir kısmında içerilmiş olan determinizni eleştirmiştir; fakat çoğunluğu eleştirilerini neo-marksistler üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Çünkü bunlar Marksın çalışmalarını fazlasıyla mekanistik olarak yorumlamışlardır.
Eleştirel kuramcılar, ekonomik deterministleri, ekonomik alanda odaklanmalarını yanlış olmadığını fakat aynı zamanda sosyal yaşamın diğer yönlerini de aynı ölçüde değerlendirmeleri gerektiğini vurgulamışlardır. Bu dengesizliği düzeltmek için eleştirel kuramcılar dikkatlerini kültürel alanda yoğunlaştırmaya yönelmişlerdir. Buna ek olarak eleştirel okul, görünüşte Marksçı kuramı uygulayan Sovyetleri de bu bağlamda yoğun eleştiri altına almıştır.
2. Pozitivizm Eleştirisi: Pozitivizm eleştirisi kısmen ekonomik determinizmin eleştirisi ile bağlantılıdır. Bu bağlamda pozitivizm bütün çalışmalarına tek bir bilimsel methodun uygulanabilirliği düşüncesini kabul eder. Bütün disiplinler için fiziksel bilimleri güvenilirlik ölçütü olarak ele alır. Pozitivistler bilginin doğal olarak tarafsız olduğunu kabul ederler. Değerlerin dışlanabileceğini düşünürler.
Bu noktadan hareketle eleştirel okul çeşitli açılardan pozitivizme karşı gelmiştir. Pozitivizm sosyal yaşamı maddeleştirir ve onu doğal bir süreç olarak görür. Ancak eleştirel kuramcılar insan eyleminde ve bu eylemin sosyal yapıları etkileme yolları üzerinde odaklanır. . Özetle eleştirel kuramcılara göre pozitivizm aktörleri göz ardı eder ve onları “doğal güçler” ce belirlenmiş pasif bütünlüklere indirger. Bu bağlamda ele alındığında eleştirel kuramcılar bilimin genel yasalarının hiç sorgulanmadan insan eylemine uygulanabileceğini kabul etmez.
Diğer bir eleştiri noktası da şudur: Pozitivizm amaçlara yönelik araçların yeterliliğinin değerlendirmekle yetinir. Ancak amaçları için benzer değerlendirmeye yönelmez. Doğal olarak bu eğilim içsel olarak konservatiftir ve dolayısıyla mevcut sistemi sorgulamaz. Sonuç olarak mevcut düzen maddeleştirilmiş olur;Olgular kesin çizgiler içinde ele alınır. Pozitivizm aktör ve sosyal bilimciyi pasifliğe sürükler.
3. Sosyolojinin Eleştirisi: Eleştiri aççısından sosyolojiyi de bir hedef olarak seçmişlerdir. Bilimsel methodu kendi içinde bir amaç olarak benimsemesi nedeniyle okulun eleştirisiyle karşı karşıya kalmışttır. Dahası bu bağlamda, sosyoloji status quo'yu kabullenmekle suçlanmıştır. Eleştirel okul sosyolojinin ciddi olarak toplumu eleştirmediğini, hatta çağın sosyal yapısını aşmadığını ileri sürer. Okula göre sosyoloji mevcut yapısıyla, çağın toplumu tarafından baskı altına alınan insanlara görevini yapmaktan uzaktır. Eleştirel sosyologlar insani olan her şeyi sosyal değişkenlere indirgeme eğilimindedirler.
Toplumda, bireylerde odaklanmaktan ziyade bir bütün olarak toplumda odaklandıklarında sosyologlar birey ve toplumun etkileşimini göz ardı etmiş olurlar. Aslında çoğu sosyologlar bu eleştiriyi hak etmezler ama bu görüş eleştirel okulun sosyologlara yönelttiği temel bir saldırıdır.
4. Modern Toplumun Eleştirisi: Eleştirel okulun çoğu çalışmaları modern toplumun eleştirisini amaçlamıştır. Erken Marksist teori, özellikle ekonomi üzerinde yoğunlaşırken, eleştirel okul kültürel düzeye yoğunlaşmıştır. Diğer bir deyişle okul, egemenlik üzerine vurgu yapar;ancak bu vurgu modern toplumda ekonomik öğelerden ziyade kültürel öğelerin egemenliği ile ilişkilidir. Eleştirel okul modern toplumda bireyin kültürel olarak baskı altında olduğu düşüncesinde odaklanır.
Eleştirel okul modern toplumda rasyonalite tarafından üretilmiş olan baskının ekonomik sömürünün yerini aldığı görüşünü benimser. Eleştirel okul çok açık olarak Weber'in formal rasyonalite ve tözel rasyonalite ayrımını kabul etmiştir. Eleştirel okul öncelikle formal rasyonalitenin bir biçimi üzerinde yoğunlaşır: Modern teknoloji. Teknoloji çok etkilidir. İnsanı esir alırken tarafsız gibi gösterilir. Teknoloji bireyselliği yok eder. Bireyin içsel özgürlüğü modern teknoloji tarafından işgal edilmiştir.
5. Kültürün Eleştirisi: Frankfurt okulu özellikle kültürel alanda odaklanmıştır. Bu eleştirilerini “kültürel endüstri” anlayışında özetlemişlerdir. Kültür endüstrisi kitle kültürünü yansıtır. Bu endüstriye ilişkin olarak eleştirel düşünceleri iki şey rahatsız eder:
a. Endüstrinin sahteliği. Bu endüstri önceden hazırlanıp programlanır ve medya yoluyla da kitlelere ulaştırılır.
b. İnsanlar üzerinde pasifleştirici baskıcı etki.
Eleştirel teori asıl olarak hakikate ulaşmakla, evrensellik ve kurtuluşla ilgiliydi. Frankfurt Okulu'nun epistemolojisinin temelinde, , Hegelci totalik kavramı ile onun toplumun ve tarihin yasaları biçimindeki ifadesi bulunuyordu. Eleşttirel teori farklı düşünce formlarını belirli toplumsal gruplarla ilişkilendirmemektedir.
ELEŞTİREL TEORİ ÇERÇEVESİNDE J. HABERMAS VE K. MARX
Frankfurt Okulu'nun çalışmaları 1960'lı yıllarda yaygın biçimde bilinmeye ve toplum bilimlerinde etkili olmaya başlamıştı. Ancak, yeni bir eleştirel teorisyenler kuşağının üyesi olan Jurgen Habermas'ın gözlemlediği gibi, Frankfurt Okulu'nun Horkheimer ve Adorno tarafından belirlenmiş olan programı, kapitalist rasyonaliteye yönelttiği eleştirinin normatif temelini oluşturması açısından, tarihte nesnel bir teleoloji bulunduğunu öngörmüştü.
Bu şekilde, gündelik dünyanın tarihsel açıdan karmaşık ve değişken pratikleri, gözardı edilmiş ve merkezileşmiş kültür endüstrisinin ideolojik reflekslerine indirgenmiş oluyordu. Frankfurt Okulu'nun teorisinin başlıca temalarından birisine göre, tüm kapitalist toplumlar, kapitalist üretim tarzının ayrılmaz bir parçasını oluşturan merkezileşmiş bir devlet aygıtının egemenliğinde, benzer bir yapıya ve ideolojiye sahipti.
Çalışmalarında Frankfurt Okulu'nun devletin düzenlediği bir kapitalizm görüşüne çok şey borçlu olan Habermas, işte bu tür bir indirgemeciliğe meydan okumuştu. Onun modern toplum analizinde, eleştirel teorinin kavramlarının birçoğu birleştiriliyordu: Bilgi, çıkarlara bağlıydı; bilim ve teknoloji giderek üretim ve idarenin denetimine girmişti;toplumsal bilinç teknokratik bir hal almış ve araççı akıla dayalı bir yapıya sahip olmuştu.
Habermas'a göre felsefi bilgi self-refleksiyon ile iç içedir, böylece, biz insan var oluşunun belirli göstergeleri, özellikle de insan bilgisinin kendisinin doğası ve statüsü üzerine, yönelebiliriz. Dolayısıyla, Habermas teknikal ve pratik ilgiler arasındaki ilişkiler ile, bunların bilgi formlarının incelenmesini, kendi başına bir self-refleksiyon olayı olarak görür.
Eleştirel okulun kültürel düzeyde ilgi alanlarından biri, Habermas'ın meşruluklar(legitimations) olarak belirlediği olgudur. Bunlar politik sistemin anlaşılmasını güçleştirmek ve buğulandırmak, tam olarak ne olduğuna ilişkin olarak bu sistemi kapalı hale getirmek bağlamında yaratılır, oluşturulur.
Eleştirel okulun en iyi bilinen diyalektik çalışmaları Habermas'ta dikkati çekmektedir. Habermas'ın bilgi ve insan çıkarları arasındaki ilişkiye ilişkin irdelemeleri, subjektif ve objektif öğeler arasındaki daha geniş çaplı ilişkiler diyalektik ilişkiye bir örnektir. Habermas şu noktanın özellikle farkındadır: Subjektif ve objektif faktörler birbirinden soyutlanmış olarak ele alınamazlar. Habermas'a göre, bilgi sistemleri objektif düzeyde var olur fakat insan çıkarları daha subjektif olgulardır.
Habermas üç bilgi sistemi ve bunlara karşılık gelen çıkarlar arasında bir ayrımlaşma yapar. Her bilgi sisteminin arkasında yatan ve yönlendiren çıkarlar genellikle halktan insanlar tarafından bilinmezler ve eleştirel kuramcıların görevi bunları, bu arka planı, açıklamaktır. Birinci tür bilgi sistemi analitik bilim veya klasik pozitivist bilgi sistemleridir.
Bu tür bilginin arkasında yatan çıkar teknik kontroldür. Bu kontrol çevreye, diğer toplumlara veya toplumda insanlara uygulanır. Habermas'a göre analitik bilim, baskıcı kontrolü sağlayan bir araçtır. İkinci bilgi sistemi insani bilgidir. Bu bilginin çıkarı, amacı dünyayı, yaşamı anlamada temellenir. Bu bilgi şu genel görüş çerçevesinde hareket eder: Geçmişimizi anlamak genel olarak bugün olanı anlamamıza yardım eder. Bu bilginin karşılıklı ve kendini anlamaya yönelik pratik bir çıkarı vardır. Bu bilgi ne baskıcı ne de özgürleştiricidir. Üçüncü bilgi sistemi türü eleştirel bilgidir.
Habermas ve Frankfurt Okulu'nun benimsediği bilgidir. Habermas ve diğerleri tarafından oluşturulan eleştirel bilginin, kitlelerin kendi alt-bilinçlenmesini(self-cousciousness) sağlayacağı ve ümit edilen özgürleşimle sonuçlanacak bir sosyal harekete yol açacağı düşünülmüştür.
Habermas'ın Marx'ın teorilerine ilişkin görüşlerini şöyle özetleyebiliriz: Habermas'ın temel amaçlarından biri tarihsel materyalizmin yeniden üretimidir. Marx'ın başlangıç noktasını(insan potansiyeli, duyumsal insan etkinliği, insansal varoluş) kendisine başlangıç noktası yapmıştır. Ancak Habermas'a göre Marx insani oluşumun birbirinden analitik olarak farklı iki bileşeni arasında bir ayırım yapmamıştır. -İş(veya emek, amaçsal rasyonel eylem) ve sosyal(veya sembolik) etkileşim(veya iletişimsel eylem)- Habermas açısından Marx ikinci öğeyi ihmal etmiş ve bu ikinci öğeyi de “iş”e indirgemiştir.
Marx'ın yaklaşımındaki sorun insanın kendi kendine üreten eyleminin emeğe indirgenmesidir. Habermas, bu bağlamda şöyle der: İş ve etkileşim ayırımı benim başlangıç noktamdır. Tüm çalışmalarında bu ayırım süreklilik gösterir. Bu kavramlar yerine şunları kullanmak eğili gösterir: Amaçsal-rasyonel eylem(purposive-rational action) ve iletişimsel eylem(communicative action)
Amaçsal-rasyonel eylemi de ikiye ayırır: Araçsal eylem(instrumental action) ve stratejik eylem(strategic action). Bu iki eylem biçimi tasarlanmış kişisel çıkar elde etmeyi içerir. Araçsal eylem, seçilmiş bir amaca ulaşmada en iyi araçları rasyonel olarak hesaplayan tek bir aktörle ilgilidir. Stratejik eylem, bir amaca ulaşmak için amaçsal rasyonel eylemde birbirleriyle işbirliği yapan iki veya daha fazla kişiyi içerir. Her iki eylem türünde amaçlanan;araçsal yetkinliktir.
Habermas'ı Marx'tan ayıran temel nokta şudur: Amaçsal-rasyonel eylem(iş) değil fakat iletişimsel eylem en kapsayıcı ve özellik belirten insan olgusudur. İletişimsel eylem sosyo-kültürel yaşamın olduğu kadar insani bilimlerin temelidir. Marx iş üzerinde yoğunlaşırken, Habermas iletişimde odaklanmıştır.
Çeşitli tarihsel aşamalarda, özellikle kapitalizmde eleştirel olarak işi analizde Marx iş üstünde yoğunlaşmakla kalmamış aynı zamanda özgür ve yaratıcı işi ölçüt almıştır. Habermas'ın temel aldığı alan amaçsal-rasyonel eylemden ziyade iletişimsel alan olmuştur. Habermas'ın hareket noktası çarpıtılmamış iletişimdir, yani zorlayıcı, baskıcı olmayan iletişim. Bu ölçütten hareketle Habermas çarpıtılmış iletişimi eleştirel olarak analiz edebilmiştir. Habermas iletişimi çarpıtan sosyal yapılarla ilgilenmiştir. Marx ise işin çarpıtılmasının yapısal kaynaklarını irdelemiştir.
Hareket noktası olarak farklı ölçütler kullanmış olsalar da yine temel alınan bir ölçüte sahiptirler. Bu durum onlara çeşitli tarihsel olgulara ilişkin değerlendirmelerinde tutarlılık kazandırmıştır. Habermas özellikle Weber'i ve önceki eleştirel kuramcılar gibi kuramcıları ölçüt yoksunluğuna sahip olmaları ve relativizme kaymaları noktasında eleştirmiştir.
Marx ve Habermas arasında ve hareket noktası olarak temel alınan ölçüt açısından diğer bir paralellik daha vardır: Her ikisi için bu temel hareket noktaları, onlar için sadece analitik olarak başlangıç noktası olmayıp aynı zamanda onların politik amaçlarını temsil eder. Diğer bir deyişle Marx için amaç komünist toplum, çarpıtılmamış işin ilk defa var olacağı toplum, Habermas için politik amaç çarpıtılmamış iletişimin var olduğu bir toplumdur.
Hemen gerçekleştirilmesi gereken amaçlar açısından Marx çarpıtılmamış iş açısından(kapitalist) engellerin ortadan kaldırılması arayışı içindeydi;Habermas ise özgür iletişime yönelik engelleri ortadan ladırmayı amaçlar.
Marx'da olduğu gibi, Habermas için de geleceğin ideal toplum temeli çağdaş dünyada mevcutturç. Başka bir biçimde söyleyecek olursak, Marx için insani oluşum öğeleri kapitalist toplumda “iş” te içkindir. Habermas için çarpıtılmamış iletişimin öğeleri çağdaş iletişimin her eyleminde bulunmaktadır.
Bu nokta bizi Habermas'ın çalışmalarında temel konuya yani “rasyonelleşme” ye getirir. Bu konuda Habermas hem Marx hem de Weber'den etkilenmiştir. Rayonelleşme konusunda Habermas'ın amaçsal-rasyonel ve iletişimsel eylem arasında yaptığı ayırım önemini korur. O'na göre, çalışmalar amaçsal-rasyonel eylemin rasyonelleşmesi üzerinde odaklanmıştır. Bu odaklanma üretim güçlerinin genişlemesi ve teknolojik kontrolün yaşam üzerindeki etkisinin artışıyla sonuçlanmıştır. Rasyonelleşmenin bu biçimi Weber ve Marx'ta olduğu gibi modern dünyada temel, belki de tek temel sorundur.
Ancak, burada sorun genel olarak rasyonelleşmenin değil amaçsal-rasyonel eylemin rasyonelleşmesidir. Habermas için amaçsal rasyonel eylemin rasyonelleşmesine yönelik sorunun çözümü iletişimsel eylemin rasyonelleşmesinde yatar. İletişimsel eylemin rasyonelleşmesi egemenlikten, özgür ve açık eyleme yol açar. Burada rasyonelleşme özgürleşmeyi, iletişim üzerindeki sınırlamaların kaldırılmasını içerir.
Sosyal normlar düzeyinde böylesi rasyonelleşme bireysel esneklik ve düşünümsellikte artışlara yol açacak olan normativ baskı ve katılıktaki azalmayı içerir. Bu yeni, , daha az sınırlayıcı veya sınırlayıcı olmayan normativ sistemin geliştirilmesi Habermas'ın sosyal evrim kuramının kalbinde yatar.
Yeni bir üretim sistemi yerine rasyonelleşme yeni, daha az çarpıtan normativ sisteme yol açar. Bu açıdan Habermas Marxist köklerini keserek maddi düzeyden normativ düzeye geçiş yaptı diye eleştirilmiştir. Ancak Habermas bu eleştiriye karşı gelerek yanlış anlaşıldığını ileri sürmüştür. Bu evrimin son noktası Habermas için rasyonel bir toplumdur.
ELEŞTİREL SOSYOLOJİNİN TEMEL KAVRAMLARI
Eleştirel kuram, Marksçı teorinin durumundan, özellikle bu kuramın ekonomik determinizme eğiliminden rahatsız olan bir grup Alman yeni Marksistlerin ürünüdür. Frankfurt Okulu ismini, Almanya'da 1923'te kurulmuş olan Frankfurt Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü'nden almaktadır.
Okul Frankfurt'ta 23 Şubat 1923'te resmi olarak kurulmuştur. Üyeleri bu resmi kuruluştan önce de aktiftirler. 1930'larda Nazilerin iktidara gelmesiyle birlikte, çoğu önde gelen üyeleri Amerika'ya göç ederek bilimsel çalışmalarına orda devam etmişlerdir. Bu faaliyetlerini Kolombiya Üniversitesi'yle işbirliği içinde olan bir enstitüde sürdürmüşlerdir.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonrra eleştirel kuramcılardan bazıları Almanya'ya geri dönmüşlerdir. Diğerleri ise Birleşik Devletler'de kalmışlardır. Eleştirel kuram bugün Frankfurt Okulu'nun sınırları dışına taşmıştır. Sonraki eleştirel kuramsal gelişmeler için başlangıç noktası olmuştur da diyebiliriz.
Frankfurt felsefecileri, Horkheimer, Adorno ve Macuse'den Habermas'a kadar iki kuşak boyunca, pozivistik felsefelerde ahlaki akıla empoze edilen sınırları eleştirmekle ilgilenmişlerdir. Pozitivizmin bu anlamdaki eleştirisi, sonradan eleştirel kuram olarak adlandırılacak olan düşüncenin en merkezi ilgilerinden biri olmuştur. Eleştirel kuram içinde başat olan bir tek öğe varsa o da, Hegel ve klasik Alman felsefesindeki anlamıyla - bilgiyi, insanın bütünleşmesini ve özgürlüğü ilerletecek bir biçimde dünyanın dönüştürülmesiyle birleştiren bir eleştirel yetenek olarak- kavranan Akıl'ın (Vernunft) savunucusudur.
Frankfurt felsefesi Marks'ın izinde gitmeye ve böylece Hegel'in Kantçı ikilemleri -yalnızca saf ve pratik Akıl değil, fakat fenomenlerle bilinmez “kendinde şeyler”in benimsenmesini de- aşmasından yararlanarak modern Marksizm'i de yenilemeye çalışmaktadır.
Frankfurt Okulu'nun toplum teorisi kesinlikle kötümser içeriktedir. Frankfurt Okulu da kitle toplumu ve kültürüne dayalı bir teori geliştirmişti: Kapitalizm giderek merkezileşirken, toplumsal yapısı aadım adım atomlaşmıştı. Burjuvazi on dokuzuncu yüzyılda kamusal kurumları, yani devletten ayrı olan kendi işlerini yürütüp kültürlerini örgütleyen kurumların alanlarını genişletmişti.
Eleştirel sosyal teoriyi ortaya koyabilmek için girişilen ilk çabalardaki kavram sebeptir. Sebep kavramının anlamı, Hegelci gelenekten kaynaklanır. Marcuse'ye göre sebep, var olan toplumların doğasını eleştirmek ve toplumla mücadele etmek için kullanılabilir.
Eleştirel kuram büyük ölçüde sosyal ve entelektüel yaşamın çeşitli yönlerinin eleştirisi üzerinde yoğunlaşmıştır. Marx'ın çalışmaları (felsefi düşüncenin eleştirel analizi, kapitalist sistemin doğasına yönelik eleştirel değerlendirmeler) etkilidir. Çalışmaların çoğu topluma ve çeşitli bilgi sistemlerine yoğun eleştiriden oluşur.
Okulun çalışmalarının nihai hedefi toplumun doğasını daha analitik olarak sergilemektir. Getirdikleri eleştiriler şu alanlarda yoğunlaşır:
1. Marksçı Kuramın Eleştirisi: Eleştirel kuram marksçı kuramdan kök almakla birlikte ona eleştirel olarak yaklaşarak onu yeniden üretmiştir. Bu kuramdan en çok rahhatsız oldukları nokta ekonomik determinizm olmuştur. Bu nedenle ekonomik determinist, mekanistik Marksislere yönelik eleştirilerini yööneltmişlerdir. Bazıları, örneğin Habermas Marksın orjinal çalışmalarının bir kısmında içerilmiş olan determinizni eleştirmiştir; fakat çoğunluğu eleştirilerini neo-marksistler üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Çünkü bunlar Marksın çalışmalarını fazlasıyla mekanistik olarak yorumlamışlardır.
Eleştirel kuramcılar, ekonomik deterministleri, ekonomik alanda odaklanmalarını yanlış olmadığını fakat aynı zamanda sosyal yaşamın diğer yönlerini de aynı ölçüde değerlendirmeleri gerektiğini vurgulamışlardır. Bu dengesizliği düzeltmek için eleştirel kuramcılar dikkatlerini kültürel alanda yoğunlaştırmaya yönelmişlerdir. Buna ek olarak eleştirel okul, görünüşte Marksçı kuramı uygulayan Sovyetleri de bu bağlamda yoğun eleştiri altına almıştır.
2. Pozitivizm Eleştirisi: Pozitivizm eleştirisi kısmen ekonomik determinizmin eleştirisi ile bağlantılıdır. Bu bağlamda pozitivizm bütün çalışmalarına tek bir bilimsel methodun uygulanabilirliği düşüncesini kabul eder. Bütün disiplinler için fiziksel bilimleri güvenilirlik ölçütü olarak ele alır. Pozitivistler bilginin doğal olarak tarafsız olduğunu kabul ederler. Değerlerin dışlanabileceğini düşünürler.
Bu noktadan hareketle eleştirel okul çeşitli açılardan pozitivizme karşı gelmiştir. Pozitivizm sosyal yaşamı maddeleştirir ve onu doğal bir süreç olarak görür. Ancak eleştirel kuramcılar insan eyleminde ve bu eylemin sosyal yapıları etkileme yolları üzerinde odaklanır. . Özetle eleştirel kuramcılara göre pozitivizm aktörleri göz ardı eder ve onları “doğal güçler” ce belirlenmiş pasif bütünlüklere indirger. Bu bağlamda ele alındığında eleştirel kuramcılar bilimin genel yasalarının hiç sorgulanmadan insan eylemine uygulanabileceğini kabul etmez.
Diğer bir eleştiri noktası da şudur: Pozitivizm amaçlara yönelik araçların yeterliliğinin değerlendirmekle yetinir. Ancak amaçları için benzer değerlendirmeye yönelmez. Doğal olarak bu eğilim içsel olarak konservatiftir ve dolayısıyla mevcut sistemi sorgulamaz. Sonuç olarak mevcut düzen maddeleştirilmiş olur;Olgular kesin çizgiler içinde ele alınır. Pozitivizm aktör ve sosyal bilimciyi pasifliğe sürükler.
3. Sosyolojinin Eleştirisi: Eleştiri aççısından sosyolojiyi de bir hedef olarak seçmişlerdir. Bilimsel methodu kendi içinde bir amaç olarak benimsemesi nedeniyle okulun eleştirisiyle karşı karşıya kalmışttır. Dahası bu bağlamda, sosyoloji status quo'yu kabullenmekle suçlanmıştır. Eleştirel okul sosyolojinin ciddi olarak toplumu eleştirmediğini, hatta çağın sosyal yapısını aşmadığını ileri sürer. Okula göre sosyoloji mevcut yapısıyla, çağın toplumu tarafından baskı altına alınan insanlara görevini yapmaktan uzaktır. Eleştirel sosyologlar insani olan her şeyi sosyal değişkenlere indirgeme eğilimindedirler.
Toplumda, bireylerde odaklanmaktan ziyade bir bütün olarak toplumda odaklandıklarında sosyologlar birey ve toplumun etkileşimini göz ardı etmiş olurlar. Aslında çoğu sosyologlar bu eleştiriyi hak etmezler ama bu görüş eleştirel okulun sosyologlara yönelttiği temel bir saldırıdır.
4. Modern Toplumun Eleştirisi: Eleştirel okulun çoğu çalışmaları modern toplumun eleştirisini amaçlamıştır. Erken Marksist teori, özellikle ekonomi üzerinde yoğunlaşırken, eleştirel okul kültürel düzeye yoğunlaşmıştır. Diğer bir deyişle okul, egemenlik üzerine vurgu yapar;ancak bu vurgu modern toplumda ekonomik öğelerden ziyade kültürel öğelerin egemenliği ile ilişkilidir. Eleştirel okul modern toplumda bireyin kültürel olarak baskı altında olduğu düşüncesinde odaklanır.
Eleştirel okul modern toplumda rasyonalite tarafından üretilmiş olan baskının ekonomik sömürünün yerini aldığı görüşünü benimser. Eleştirel okul çok açık olarak Weber'in formal rasyonalite ve tözel rasyonalite ayrımını kabul etmiştir. Eleştirel okul öncelikle formal rasyonalitenin bir biçimi üzerinde yoğunlaşır: Modern teknoloji. Teknoloji çok etkilidir. İnsanı esir alırken tarafsız gibi gösterilir. Teknoloji bireyselliği yok eder. Bireyin içsel özgürlüğü modern teknoloji tarafından işgal edilmiştir.
5. Kültürün Eleştirisi: Frankfurt okulu özellikle kültürel alanda odaklanmıştır. Bu eleştirilerini “kültürel endüstri” anlayışında özetlemişlerdir. Kültür endüstrisi kitle kültürünü yansıtır. Bu endüstriye ilişkin olarak eleştirel düşünceleri iki şey rahatsız eder:
a. Endüstrinin sahteliği. Bu endüstri önceden hazırlanıp programlanır ve medya yoluyla da kitlelere ulaştırılır.
b. İnsanlar üzerinde pasifleştirici baskıcı etki.
Eleştirel teori asıl olarak hakikate ulaşmakla, evrensellik ve kurtuluşla ilgiliydi. Frankfurt Okulu'nun epistemolojisinin temelinde, , Hegelci totalik kavramı ile onun toplumun ve tarihin yasaları biçimindeki ifadesi bulunuyordu. Eleşttirel teori farklı düşünce formlarını belirli toplumsal gruplarla ilişkilendirmemektedir.
ELEŞTİREL TEORİ ÇERÇEVESİNDE J. HABERMAS VE K. MARX
Frankfurt Okulu'nun çalışmaları 1960'lı yıllarda yaygın biçimde bilinmeye ve toplum bilimlerinde etkili olmaya başlamıştı. Ancak, yeni bir eleştirel teorisyenler kuşağının üyesi olan Jurgen Habermas'ın gözlemlediği gibi, Frankfurt Okulu'nun Horkheimer ve Adorno tarafından belirlenmiş olan programı, kapitalist rasyonaliteye yönelttiği eleştirinin normatif temelini oluşturması açısından, tarihte nesnel bir teleoloji bulunduğunu öngörmüştü.
Bu şekilde, gündelik dünyanın tarihsel açıdan karmaşık ve değişken pratikleri, gözardı edilmiş ve merkezileşmiş kültür endüstrisinin ideolojik reflekslerine indirgenmiş oluyordu. Frankfurt Okulu'nun teorisinin başlıca temalarından birisine göre, tüm kapitalist toplumlar, kapitalist üretim tarzının ayrılmaz bir parçasını oluşturan merkezileşmiş bir devlet aygıtının egemenliğinde, benzer bir yapıya ve ideolojiye sahipti.
Çalışmalarında Frankfurt Okulu'nun devletin düzenlediği bir kapitalizm görüşüne çok şey borçlu olan Habermas, işte bu tür bir indirgemeciliğe meydan okumuştu. Onun modern toplum analizinde, eleştirel teorinin kavramlarının birçoğu birleştiriliyordu: Bilgi, çıkarlara bağlıydı; bilim ve teknoloji giderek üretim ve idarenin denetimine girmişti;toplumsal bilinç teknokratik bir hal almış ve araççı akıla dayalı bir yapıya sahip olmuştu.
Habermas'a göre felsefi bilgi self-refleksiyon ile iç içedir, böylece, biz insan var oluşunun belirli göstergeleri, özellikle de insan bilgisinin kendisinin doğası ve statüsü üzerine, yönelebiliriz. Dolayısıyla, Habermas teknikal ve pratik ilgiler arasındaki ilişkiler ile, bunların bilgi formlarının incelenmesini, kendi başına bir self-refleksiyon olayı olarak görür.
Eleştirel okulun kültürel düzeyde ilgi alanlarından biri, Habermas'ın meşruluklar(legitimations) olarak belirlediği olgudur. Bunlar politik sistemin anlaşılmasını güçleştirmek ve buğulandırmak, tam olarak ne olduğuna ilişkin olarak bu sistemi kapalı hale getirmek bağlamında yaratılır, oluşturulur.
Eleştirel okulun en iyi bilinen diyalektik çalışmaları Habermas'ta dikkati çekmektedir. Habermas'ın bilgi ve insan çıkarları arasındaki ilişkiye ilişkin irdelemeleri, subjektif ve objektif öğeler arasındaki daha geniş çaplı ilişkiler diyalektik ilişkiye bir örnektir. Habermas şu noktanın özellikle farkındadır: Subjektif ve objektif faktörler birbirinden soyutlanmış olarak ele alınamazlar. Habermas'a göre, bilgi sistemleri objektif düzeyde var olur fakat insan çıkarları daha subjektif olgulardır.
Habermas üç bilgi sistemi ve bunlara karşılık gelen çıkarlar arasında bir ayrımlaşma yapar. Her bilgi sisteminin arkasında yatan ve yönlendiren çıkarlar genellikle halktan insanlar tarafından bilinmezler ve eleştirel kuramcıların görevi bunları, bu arka planı, açıklamaktır. Birinci tür bilgi sistemi analitik bilim veya klasik pozitivist bilgi sistemleridir.
Bu tür bilginin arkasında yatan çıkar teknik kontroldür. Bu kontrol çevreye, diğer toplumlara veya toplumda insanlara uygulanır. Habermas'a göre analitik bilim, baskıcı kontrolü sağlayan bir araçtır. İkinci bilgi sistemi insani bilgidir. Bu bilginin çıkarı, amacı dünyayı, yaşamı anlamada temellenir. Bu bilgi şu genel görüş çerçevesinde hareket eder: Geçmişimizi anlamak genel olarak bugün olanı anlamamıza yardım eder. Bu bilginin karşılıklı ve kendini anlamaya yönelik pratik bir çıkarı vardır. Bu bilgi ne baskıcı ne de özgürleştiricidir. Üçüncü bilgi sistemi türü eleştirel bilgidir.
Habermas ve Frankfurt Okulu'nun benimsediği bilgidir. Habermas ve diğerleri tarafından oluşturulan eleştirel bilginin, kitlelerin kendi alt-bilinçlenmesini(self-cousciousness) sağlayacağı ve ümit edilen özgürleşimle sonuçlanacak bir sosyal harekete yol açacağı düşünülmüştür.
Habermas'ın Marx'ın teorilerine ilişkin görüşlerini şöyle özetleyebiliriz: Habermas'ın temel amaçlarından biri tarihsel materyalizmin yeniden üretimidir. Marx'ın başlangıç noktasını(insan potansiyeli, duyumsal insan etkinliği, insansal varoluş) kendisine başlangıç noktası yapmıştır. Ancak Habermas'a göre Marx insani oluşumun birbirinden analitik olarak farklı iki bileşeni arasında bir ayırım yapmamıştır. -İş(veya emek, amaçsal rasyonel eylem) ve sosyal(veya sembolik) etkileşim(veya iletişimsel eylem)- Habermas açısından Marx ikinci öğeyi ihmal etmiş ve bu ikinci öğeyi de “iş”e indirgemiştir.
Marx'ın yaklaşımındaki sorun insanın kendi kendine üreten eyleminin emeğe indirgenmesidir. Habermas, bu bağlamda şöyle der: İş ve etkileşim ayırımı benim başlangıç noktamdır. Tüm çalışmalarında bu ayırım süreklilik gösterir. Bu kavramlar yerine şunları kullanmak eğili gösterir: Amaçsal-rasyonel eylem(purposive-rational action) ve iletişimsel eylem(communicative action)
Amaçsal-rasyonel eylemi de ikiye ayırır: Araçsal eylem(instrumental action) ve stratejik eylem(strategic action). Bu iki eylem biçimi tasarlanmış kişisel çıkar elde etmeyi içerir. Araçsal eylem, seçilmiş bir amaca ulaşmada en iyi araçları rasyonel olarak hesaplayan tek bir aktörle ilgilidir. Stratejik eylem, bir amaca ulaşmak için amaçsal rasyonel eylemde birbirleriyle işbirliği yapan iki veya daha fazla kişiyi içerir. Her iki eylem türünde amaçlanan;araçsal yetkinliktir.
Habermas'ı Marx'tan ayıran temel nokta şudur: Amaçsal-rasyonel eylem(iş) değil fakat iletişimsel eylem en kapsayıcı ve özellik belirten insan olgusudur. İletişimsel eylem sosyo-kültürel yaşamın olduğu kadar insani bilimlerin temelidir. Marx iş üzerinde yoğunlaşırken, Habermas iletişimde odaklanmıştır.
Çeşitli tarihsel aşamalarda, özellikle kapitalizmde eleştirel olarak işi analizde Marx iş üstünde yoğunlaşmakla kalmamış aynı zamanda özgür ve yaratıcı işi ölçüt almıştır. Habermas'ın temel aldığı alan amaçsal-rasyonel eylemden ziyade iletişimsel alan olmuştur. Habermas'ın hareket noktası çarpıtılmamış iletişimdir, yani zorlayıcı, baskıcı olmayan iletişim. Bu ölçütten hareketle Habermas çarpıtılmış iletişimi eleştirel olarak analiz edebilmiştir. Habermas iletişimi çarpıtan sosyal yapılarla ilgilenmiştir. Marx ise işin çarpıtılmasının yapısal kaynaklarını irdelemiştir.
Hareket noktası olarak farklı ölçütler kullanmış olsalar da yine temel alınan bir ölçüte sahiptirler. Bu durum onlara çeşitli tarihsel olgulara ilişkin değerlendirmelerinde tutarlılık kazandırmıştır. Habermas özellikle Weber'i ve önceki eleştirel kuramcılar gibi kuramcıları ölçüt yoksunluğuna sahip olmaları ve relativizme kaymaları noktasında eleştirmiştir.
Marx ve Habermas arasında ve hareket noktası olarak temel alınan ölçüt açısından diğer bir paralellik daha vardır: Her ikisi için bu temel hareket noktaları, onlar için sadece analitik olarak başlangıç noktası olmayıp aynı zamanda onların politik amaçlarını temsil eder. Diğer bir deyişle Marx için amaç komünist toplum, çarpıtılmamış işin ilk defa var olacağı toplum, Habermas için politik amaç çarpıtılmamış iletişimin var olduğu bir toplumdur.
Hemen gerçekleştirilmesi gereken amaçlar açısından Marx çarpıtılmamış iş açısından(kapitalist) engellerin ortadan kaldırılması arayışı içindeydi;Habermas ise özgür iletişime yönelik engelleri ortadan ladırmayı amaçlar.
Marx'da olduğu gibi, Habermas için de geleceğin ideal toplum temeli çağdaş dünyada mevcutturç. Başka bir biçimde söyleyecek olursak, Marx için insani oluşum öğeleri kapitalist toplumda “iş” te içkindir. Habermas için çarpıtılmamış iletişimin öğeleri çağdaş iletişimin her eyleminde bulunmaktadır.
Bu nokta bizi Habermas'ın çalışmalarında temel konuya yani “rasyonelleşme” ye getirir. Bu konuda Habermas hem Marx hem de Weber'den etkilenmiştir. Rayonelleşme konusunda Habermas'ın amaçsal-rasyonel ve iletişimsel eylem arasında yaptığı ayırım önemini korur. O'na göre, çalışmalar amaçsal-rasyonel eylemin rasyonelleşmesi üzerinde odaklanmıştır. Bu odaklanma üretim güçlerinin genişlemesi ve teknolojik kontrolün yaşam üzerindeki etkisinin artışıyla sonuçlanmıştır. Rasyonelleşmenin bu biçimi Weber ve Marx'ta olduğu gibi modern dünyada temel, belki de tek temel sorundur.
Ancak, burada sorun genel olarak rasyonelleşmenin değil amaçsal-rasyonel eylemin rasyonelleşmesidir. Habermas için amaçsal rasyonel eylemin rasyonelleşmesine yönelik sorunun çözümü iletişimsel eylemin rasyonelleşmesinde yatar. İletişimsel eylemin rasyonelleşmesi egemenlikten, özgür ve açık eyleme yol açar. Burada rasyonelleşme özgürleşmeyi, iletişim üzerindeki sınırlamaların kaldırılmasını içerir.
Sosyal normlar düzeyinde böylesi rasyonelleşme bireysel esneklik ve düşünümsellikte artışlara yol açacak olan normativ baskı ve katılıktaki azalmayı içerir. Bu yeni, , daha az sınırlayıcı veya sınırlayıcı olmayan normativ sistemin geliştirilmesi Habermas'ın sosyal evrim kuramının kalbinde yatar.
Yeni bir üretim sistemi yerine rasyonelleşme yeni, daha az çarpıtan normativ sisteme yol açar. Bu açıdan Habermas Marxist köklerini keserek maddi düzeyden normativ düzeye geçiş yaptı diye eleştirilmiştir. Ancak Habermas bu eleştiriye karşı gelerek yanlış anlaşıldığını ileri sürmüştür. Bu evrimin son noktası Habermas için rasyonel bir toplumdur.