Amazonia
16.Eylül.2018, 22:10
Empedokles Kimdir?
Empedokles (M.Ö. 494 - M.Ö. 434), Sicilya adasının güney kıyılarında Akragas (ya da Agrigentum) şehrinin sözü geçen ailelerinden birine mensup bir filozof ve bilim adamıdır.
Doğa filozoflarından biri olan Empedokles, kendinden önceki doğa filozoflarının temel töz (arkhe) olarak belirlediği, su, ateş ve havaya, toprağı da ekleyerek, hepsini bir arada kullanan ilk düşünür olmuştur. Empedokles'e göre bu dört temel eleman, sevgi ve uyuşmazlık (iticilik) gücü ile birleşip ayrılırlar. Bir başka deyişle sevgi ve uyuşmazlık da, maddeyi meydana getiren asal tözlerdendir ve değişimleri açıklamak için kullanılmışlardır.
Havanın ayrı bir töz olduğunu deneysel olarak kanıtlamış, merkez kaç kuvvetini kısmî olarak izah etmiştir. Nefes almanın mekaniği ile güneş tutulmasının mekaniği hakkındaki savları, ayın yansıyan ışıkla parıldadığını, bitkilerde cinsiyetin olduğunu ve Dünya'nın küre biçiminde olduğunu ileri sürmesi ile ışığın bir yerden bir yere gitmesi için zaman geçmesi gerektiği konusundaki sözleri bilim adamı yönünü gösterir.
Kanın, insan hayatının ana taşıyıcısı ve düşünmenin merkezi olduğunu söyler. Empedokles'e göre; temel öğeler kanda, en olgun biçimde bir araya gelmişlerdir. İnsanın tüm yetenekleri ise bu karışımın olgunluğuna bağlıdır.
Ailesinin şehrin siyasi hayatında pek sözü geçermiş; kendisi de bir aralık başta bulunmuş, krallık bile önerilmiş kendisine, ama kabul etmemiş, demokrasiyi öğütlemiş. Fizikçi, hekim, hatip, mucizeler gösteren ve arındıran rahip olarak Güney İtalya kentlerinde dolaşmıştır. Ölümü de efsaneleştirilmiştir: Kendisini Etna Yanardağı'na atmış olduğu söylenir – belki de onu Tanrılaştırmak için yapılan çabalardan biri bu -.
Siyasi sürgün olarak Peloponnes'te ölmüş olması ihtimali daha büyük. "Peri physeos" (Doğa üzerine) ve "Katharmoi" (Arınmalar) adlı iki eseri vardır. Empedokles'in öğretisinin çıkış noktası, bir yandan Parmenides'in savıdır: Meydana gelme ile yok olma diye bir şey yoktur aslında. Ama öbür yandan da Empedokles duyuların bize gösterdiği bir olguyu, meydana gelme ile yok olmanın görünüşünü, bu olayları açıklamaya çalışır.
Ona göre, insanların meydana gelme dedikleri şeyi temel maddelerin bir karışması, yok olma dedikleri de bu karışmanın dağılmasıdır. Çok büyük parçalardan kurulmuş olan temel maddelerin kendileri, (bunlara Empedokles, Rizomata panton= her şeyin kökenleri diyor) meydana gelmemişlerdir, yok olmazlar, değişmezler, bunlar Parmenides'in bengi varlığı gibidir. Doğa bilgisinin gelişmesinde çok önemli bir yeri olan öğe (element) kavramını ilk olarak ortaya koyan Empedokles olmuştur denilebilir.
Öğe, burada, kendi içinde bir cinsten, niteliği bakımından değişmeyen, artık bölünemeyen, yalnız çeşitli hareket durumlarına geçebilen madde demektir. Bu anlayışla da, Parmenides'in "Varlık" kavramı işe yara bir hale getirilmiş oluyordu. Bu öğeler de, Empedokles'e göre, dört tane imişler: Toprak, su, ateş, hava.
Empedokles'e göre, bu dört öğe, evren yapısının ancak gereçleridir. Evren bu gereçlerden kurulmuştur. Dört öğenin kendileri, tıpkı Parmenides'in "Varlık"ı gibi değişmez tözler olduklarından, bunların kendisinde bir hareket nedeni bulunamaz; yani bunlar kendiliklerinden birbirleriyle karışamazlar, kendiliklerinden bir karışmayı bozamazlar. Onun için doğa açıklamasında, bu dört öğenin yanı sıra bir de hareketin bir nedeni, hareket ettirici bir güç de gerek.
Empedokles'e göre , dört ana – öğeyi birbiriyle karıştıran, bunların karışımlarını yeniden çözen neden de sevgi ile nefrettir. Empedokles'in bu anlayışında, madde ile kuvvet (oluşu sağlayan neden), ilk olarak, iki ayrı ilke olmuşlardır. Aynı zamanda bir hekim olan Empedokles, canlıların dünyasına da yakın bir ilgi göstermiştir. Ona göre, bitkiler ilk organizmalardır ve hayvanlar gibi canlıdırlar. Empedokles'in insan üzerinde de ilgi çekici gözlemleri var: Kan, insan hayatının ana-taşıyıcısı ve düşünmenin merkezidir. Kanda öğeler, en olgun bir biçimde birbiriyle karışmışlardır.
İnsanın bütün yetenekleri, bu karışımın olgunluğuna bağlıdır. Bir doğa bilgini olarak duyuların gösterdikleri üzerinde önemle duran Empedokles'in sensualist bilgi öğretisine göre, biz evreni biliyoruz, çünkü biz de onunla aynı özdeniz, biz kendimiz de dört öğeden kurulmuş olduğumuzdan, aynı öğelerden kurulmuş olan bir varlığı biliriz.
Parmenides Varlığın var olduğunu ve özdeksel olduğunu savunmuştu. Empedokles yalnızca bu konumu değil, ama ayrıca Parmenides'in temel düşüncesini, varlığın doğmayacağını ya da yitip gidemeyeceğini, çünkü yokluktan doğmayacağını ve yokluğa geçemeyeceğini de benimsiyordu.
Özdek, o zaman, başlangıçsız ve sonsuzdur; yok edilemezdir. Öte yandan, değişim yadsınamayacak bir olgudur ve değişimin yanılsama olarak bir yana atılması artık savunulamazdır. O zaman yapılacak tek şey değişim ve devinim varoluşu olgusunu Parmenides'in Varlık -ki ona göre özdeksel olduğunu anımsayalım- ne varlığa gelir ne de yok olur biçimindeki ilkesi ile uzlaştırmanın bir yolunu bulmaktır.
Empedokles bu uzlaşmayı nesnelerin bütünler olarak var olmaya başladıkları ve var olmaya son verdikleri görgülenimin gösterdiği gibi- ama kendileri yok edilemez özdeksel parçacıklardan oluştukları biçimindeki ilke aracılığıyla yerine getirmeye çalışıyordu. ‘Ancak karıştırılmış olanın bir karışım ve karşılıklı değişimi vardır. Töz bu şeylere insanlar tarafından verilen addan başka bir şey değildir.
Parmenides'in varlığın değiştirilemezliği ilkesini kendi yolunda yorumlayarak, bir tür özdeğin bir başka tür özdek olamayacağını, ama temel ve bengi özdek ya da öğe türlerinin -toprak, hava, ateş ve su- bulunduğunu savunuyordu. Dört öğenin tanıdık sınıflaması öyleyse Empedokles tarafından bulunmuştu, gerçi bunlardan öğeler olarak değil ama ‘herşeyin kökleri' olarak söz ediyor olsa da. Toprak su olamaz, ne de su toprak olabilir: dört özdek türü değiştirilemez ve en son parçacıklardır ki, birbirleriyle karışarak dünyanın somut nesnelerini oluştururlar Empedokles etkin kuvvetler konutlamayı zorunlu görüyordu.
Bu kuvvetleri Sevgi ve Nefrette ya da Uyum ve Uyumsuzlukta buluyordu. Bununla birlikte, adlarına karşın, kuvvetler Empedokles tarafından fiziksel ve özdeksel kuvvetler olarak düşünülmektedirler: Sevgi ya de Çekim dört öğenin parçacıklarını bir araya getirmekte ve kurma işine başlamakta, Çekişme ya da Nefret ise parçacıkları ayırarak nesnelerin varlıklarının sona ermesine neden olmaktadır.
Vargı olarak, anımsayabiliriz ki Empedokles Parmenides'in varlık ne ortaya çıkabilir ne de yitebilir savını açık değişim olgusu ile uzlaştırmaya çalışmaktadır. Bunu yapmak için dört öğenin en son parçacıklarını konutlamaktadır. Bu parçacıkların karışımı bu dünyanın somut nesnelerini oluşturmaktadır ve ayrılmaları ise bu nesnelerin yitişlerini. Bununla birlikte, Doğanın özdeksel döngüsel sürecinin nasıl yer aldığını açıklamayı başaramıyor ve Sevgi ve Nefret gibi mitolojik kuvvetlere başvurmak zorunda kalıyordu.
Dünya sürecin kökensel nedeni olarak An kavramını getirmek Anaksagoras'a düşüyordu.
Empedokles (M.Ö. 494 - M.Ö. 434), Sicilya adasının güney kıyılarında Akragas (ya da Agrigentum) şehrinin sözü geçen ailelerinden birine mensup bir filozof ve bilim adamıdır.
Doğa filozoflarından biri olan Empedokles, kendinden önceki doğa filozoflarının temel töz (arkhe) olarak belirlediği, su, ateş ve havaya, toprağı da ekleyerek, hepsini bir arada kullanan ilk düşünür olmuştur. Empedokles'e göre bu dört temel eleman, sevgi ve uyuşmazlık (iticilik) gücü ile birleşip ayrılırlar. Bir başka deyişle sevgi ve uyuşmazlık da, maddeyi meydana getiren asal tözlerdendir ve değişimleri açıklamak için kullanılmışlardır.
Havanın ayrı bir töz olduğunu deneysel olarak kanıtlamış, merkez kaç kuvvetini kısmî olarak izah etmiştir. Nefes almanın mekaniği ile güneş tutulmasının mekaniği hakkındaki savları, ayın yansıyan ışıkla parıldadığını, bitkilerde cinsiyetin olduğunu ve Dünya'nın küre biçiminde olduğunu ileri sürmesi ile ışığın bir yerden bir yere gitmesi için zaman geçmesi gerektiği konusundaki sözleri bilim adamı yönünü gösterir.
Kanın, insan hayatının ana taşıyıcısı ve düşünmenin merkezi olduğunu söyler. Empedokles'e göre; temel öğeler kanda, en olgun biçimde bir araya gelmişlerdir. İnsanın tüm yetenekleri ise bu karışımın olgunluğuna bağlıdır.
Ailesinin şehrin siyasi hayatında pek sözü geçermiş; kendisi de bir aralık başta bulunmuş, krallık bile önerilmiş kendisine, ama kabul etmemiş, demokrasiyi öğütlemiş. Fizikçi, hekim, hatip, mucizeler gösteren ve arındıran rahip olarak Güney İtalya kentlerinde dolaşmıştır. Ölümü de efsaneleştirilmiştir: Kendisini Etna Yanardağı'na atmış olduğu söylenir – belki de onu Tanrılaştırmak için yapılan çabalardan biri bu -.
Siyasi sürgün olarak Peloponnes'te ölmüş olması ihtimali daha büyük. "Peri physeos" (Doğa üzerine) ve "Katharmoi" (Arınmalar) adlı iki eseri vardır. Empedokles'in öğretisinin çıkış noktası, bir yandan Parmenides'in savıdır: Meydana gelme ile yok olma diye bir şey yoktur aslında. Ama öbür yandan da Empedokles duyuların bize gösterdiği bir olguyu, meydana gelme ile yok olmanın görünüşünü, bu olayları açıklamaya çalışır.
Ona göre, insanların meydana gelme dedikleri şeyi temel maddelerin bir karışması, yok olma dedikleri de bu karışmanın dağılmasıdır. Çok büyük parçalardan kurulmuş olan temel maddelerin kendileri, (bunlara Empedokles, Rizomata panton= her şeyin kökenleri diyor) meydana gelmemişlerdir, yok olmazlar, değişmezler, bunlar Parmenides'in bengi varlığı gibidir. Doğa bilgisinin gelişmesinde çok önemli bir yeri olan öğe (element) kavramını ilk olarak ortaya koyan Empedokles olmuştur denilebilir.
Öğe, burada, kendi içinde bir cinsten, niteliği bakımından değişmeyen, artık bölünemeyen, yalnız çeşitli hareket durumlarına geçebilen madde demektir. Bu anlayışla da, Parmenides'in "Varlık" kavramı işe yara bir hale getirilmiş oluyordu. Bu öğeler de, Empedokles'e göre, dört tane imişler: Toprak, su, ateş, hava.
Empedokles'e göre, bu dört öğe, evren yapısının ancak gereçleridir. Evren bu gereçlerden kurulmuştur. Dört öğenin kendileri, tıpkı Parmenides'in "Varlık"ı gibi değişmez tözler olduklarından, bunların kendisinde bir hareket nedeni bulunamaz; yani bunlar kendiliklerinden birbirleriyle karışamazlar, kendiliklerinden bir karışmayı bozamazlar. Onun için doğa açıklamasında, bu dört öğenin yanı sıra bir de hareketin bir nedeni, hareket ettirici bir güç de gerek.
Empedokles'e göre , dört ana – öğeyi birbiriyle karıştıran, bunların karışımlarını yeniden çözen neden de sevgi ile nefrettir. Empedokles'in bu anlayışında, madde ile kuvvet (oluşu sağlayan neden), ilk olarak, iki ayrı ilke olmuşlardır. Aynı zamanda bir hekim olan Empedokles, canlıların dünyasına da yakın bir ilgi göstermiştir. Ona göre, bitkiler ilk organizmalardır ve hayvanlar gibi canlıdırlar. Empedokles'in insan üzerinde de ilgi çekici gözlemleri var: Kan, insan hayatının ana-taşıyıcısı ve düşünmenin merkezidir. Kanda öğeler, en olgun bir biçimde birbiriyle karışmışlardır.
İnsanın bütün yetenekleri, bu karışımın olgunluğuna bağlıdır. Bir doğa bilgini olarak duyuların gösterdikleri üzerinde önemle duran Empedokles'in sensualist bilgi öğretisine göre, biz evreni biliyoruz, çünkü biz de onunla aynı özdeniz, biz kendimiz de dört öğeden kurulmuş olduğumuzdan, aynı öğelerden kurulmuş olan bir varlığı biliriz.
Parmenides Varlığın var olduğunu ve özdeksel olduğunu savunmuştu. Empedokles yalnızca bu konumu değil, ama ayrıca Parmenides'in temel düşüncesini, varlığın doğmayacağını ya da yitip gidemeyeceğini, çünkü yokluktan doğmayacağını ve yokluğa geçemeyeceğini de benimsiyordu.
Özdek, o zaman, başlangıçsız ve sonsuzdur; yok edilemezdir. Öte yandan, değişim yadsınamayacak bir olgudur ve değişimin yanılsama olarak bir yana atılması artık savunulamazdır. O zaman yapılacak tek şey değişim ve devinim varoluşu olgusunu Parmenides'in Varlık -ki ona göre özdeksel olduğunu anımsayalım- ne varlığa gelir ne de yok olur biçimindeki ilkesi ile uzlaştırmanın bir yolunu bulmaktır.
Empedokles bu uzlaşmayı nesnelerin bütünler olarak var olmaya başladıkları ve var olmaya son verdikleri görgülenimin gösterdiği gibi- ama kendileri yok edilemez özdeksel parçacıklardan oluştukları biçimindeki ilke aracılığıyla yerine getirmeye çalışıyordu. ‘Ancak karıştırılmış olanın bir karışım ve karşılıklı değişimi vardır. Töz bu şeylere insanlar tarafından verilen addan başka bir şey değildir.
Parmenides'in varlığın değiştirilemezliği ilkesini kendi yolunda yorumlayarak, bir tür özdeğin bir başka tür özdek olamayacağını, ama temel ve bengi özdek ya da öğe türlerinin -toprak, hava, ateş ve su- bulunduğunu savunuyordu. Dört öğenin tanıdık sınıflaması öyleyse Empedokles tarafından bulunmuştu, gerçi bunlardan öğeler olarak değil ama ‘herşeyin kökleri' olarak söz ediyor olsa da. Toprak su olamaz, ne de su toprak olabilir: dört özdek türü değiştirilemez ve en son parçacıklardır ki, birbirleriyle karışarak dünyanın somut nesnelerini oluştururlar Empedokles etkin kuvvetler konutlamayı zorunlu görüyordu.
Bu kuvvetleri Sevgi ve Nefrette ya da Uyum ve Uyumsuzlukta buluyordu. Bununla birlikte, adlarına karşın, kuvvetler Empedokles tarafından fiziksel ve özdeksel kuvvetler olarak düşünülmektedirler: Sevgi ya de Çekim dört öğenin parçacıklarını bir araya getirmekte ve kurma işine başlamakta, Çekişme ya da Nefret ise parçacıkları ayırarak nesnelerin varlıklarının sona ermesine neden olmaktadır.
Vargı olarak, anımsayabiliriz ki Empedokles Parmenides'in varlık ne ortaya çıkabilir ne de yitebilir savını açık değişim olgusu ile uzlaştırmaya çalışmaktadır. Bunu yapmak için dört öğenin en son parçacıklarını konutlamaktadır. Bu parçacıkların karışımı bu dünyanın somut nesnelerini oluşturmaktadır ve ayrılmaları ise bu nesnelerin yitişlerini. Bununla birlikte, Doğanın özdeksel döngüsel sürecinin nasıl yer aldığını açıklamayı başaramıyor ve Sevgi ve Nefret gibi mitolojik kuvvetlere başvurmak zorunda kalıyordu.
Dünya sürecin kökensel nedeni olarak An kavramını getirmek Anaksagoras'a düşüyordu.