Goaxinqi
25.Şubat.2014, 16:50
Dünya genelinde nüfusu sadece 500 olan ve nesli tükenmeye başlayan Akdeniz fokunun Türkiye’deki popülasyonu ise yüze yakın...
“ ... Akşam yıldızı, kıpkızıl batı göğünde kaybolmuş. Adaların kayaları kapkara kesilmiş. Çok tuhaf bir akşammış o. Yani her akşamki gibi değil. Deniz çıldırasıya fosforluymuş. Sandalın provasında fosfor parlıyormuş. Kürekler, denizde geniş yakamoz daireleri çiziyormuş. Küreklerden düşen her damla, su değil, ışık damlasıymış. Selim Dede, böylesi fosforu ömründe görmemiş. Hey! Gecenin böylesi parayla satın alınabilir miymiş hiç? Adanın doğu kısmındaki mağaraya ulaşmış; gece serin olduğu için kayığı demirlemiş; mağaranın ağzındaki kumlara yatıp uykuya varmış. Büyük bir deniz şıpırtısıyla uyanmış. Donuk ışıkta birçok fokun mağaraya girdiğini görmüş. Mağaranın kumlarının üzerine gelince, foklar gövdelerindeki kürk derilerini çıkarmışlar. O kürklerin altında Selim Dede ne görmüş beğenirsiniz?
Tıpkı bizim gibi insan değiller miymiş? Erkekleri denizin yanına, dişilerse mağaranın daha içlerine uzanıp uykuya varmışlar. Babamın dedesi adının Selim Dede olduğunu söyledik ya- hiç ses çıkarmamış. Ta, yanı başında uyuyan kızın başucuna bıraktığı kürk derisini yavaşça almış; köşesine getirmiş kumların altına gizlemiş. Şafağın ağarmasıyla beraber, foklar uyanıp derilerini giydikten sonra, birer ikişer denize açılmışlar. Yalnız, Selim Dede’nin derisini çaldığı kız yok mu, o işte derisini ararmış tararmış; bulamayınca da öteki foklara -onu da beraberlerinde alsınlar diye- yalvarıp yakarmış; ama foklar kulak asmamışlar. Denizkızı içli içli ağlamaya koyulmuş. Denizkızı çok güzelmiş, saçları ocakta harıl harıl yanan pırnal aleviymiş. Gözleri iki durgun mavi göl, bacakları çift akan gür pınarın sularıymış sanki. Selim Dede tatlı tatlı konuşmuş, onu avutmuş. Selim Dede, fok kızı ya da denizkızını kayığıyla köye (Dangır) götürmüş. Evlenmiş onunla. Kızdan iki nur topu gibi çocuk olmuş. Selim Dede, kızın kaputunu evinin taban tahtalarının altına gizlemiş. Ama eski olduğu için tahta kırılmış.
Kadın kaputunu görünce, alıp deniz kıyısına koşmuş. Orada deriyi giyince, yallah denize dalmış...”
BİZDEN DAHA ‘AKDENİZLİ’
Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın bir eserinden alıntıladığımız bu yazı, yazarın Akdeniz sahillerinde yaşadığı 1930’lu yıllara ait bir balıkçı hikâyesini anlatıyor... Devamı da var. Onu da sona saklayalım... ‘Nesli ileri derecede tehlike altında’ türler arasında adı ilk sıralarda yer alan Akdeniz fokunun (Monachus monachus) yeryüzündeki toplam popülasyonu, 500-550 civarında. Dünyada en yoğun gözlendikleri alan ise, Türkiye ile Yunanistan kıyıları... Peki, bu bölgede sayıları yaklaşık 400’ü bulan Akdeniz foklarıyla hiç karşılaşabildiniz mi? Çoğunuzun verdiği cevap: “Hayır”. Çünkü onların yaşamak için mesken tuttukları yerler, insanların pek ayak basmadığı mağaralar. Bu yüzden olsa gerek, adları Latince’de ‘keşiş’ veya ‘yalnız’ anl***** geliyor. Maderia Adaları (Portekiz), Moritanya ve Batı Sahra kıyılarında da gözlemlenen Akdeniz foku için, Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) öncülüğüyle bugün dünyanın birçok ülkesinde özel kanunlar çıkartılmış. Bizlerden daha eski ‘Akdenizli’ olan fokları yaşatabilmek için...
HEM DENİZDE HEM KARADA
Fok familyasının en büyük üyelerinden olan Akdeniz fokunun boyu, 2 ile 4 metre arasında değişiyor. Ağırlığı 400 kiloya kadar çıkanları da var. Ömürleri hakkında ise kesin bir bilgi yok; ancak bilim adamları 40 yaşını aşan Akdeniz foklarına rastlamış.
Onlar hem denizde yaşarlar, hem de karada... Deniz, onların besinlerini temin ettiği ve çiftleştiği yerdir. İyi birer dalıcı olarak bilinen Akdeniz foklarının 100 metreden daha sığ derinliklerde avlandığı tahmin ediliyor. Bu derinliklerde kendilerini bekleyen avları ise başta balıklardır.Ayrıca mönülerinde ahtapot, sübye, kalamar gibi kafadan bacaklılar ile böcek, ıstakoz ve yengeç gibi canlılar da vardır mutlaka. Doğurmak, dinlenmek, uyumak, yavrularını büyütmek ve güneşlenmek için de karayı tercih ederler Akdeniz fokları.
Bu nedenle kıyısal alanda yayılım gösterirler. Nesillerinin tehdit altında olmasının en önemli nedeni de, kıyı şeritlerinin insanoğlunun istilasına maruz kalmasıdır. Artan istila sonucu günümüzde foklar, daha çok insanların ulaşamadıkları mağaraları mesken tutuyorlar. Ekolojik olarak hızla fakirleştiğimizi de düşünürsek, denizlerde azalan besin, fokların da kolay besin teminini zorlaştırmakta. Bu da yaşamlarını sürdürebilmeleri için bir diğer tehdit unsuru. Akdeniz foklarının doğum yaptıkları aylar, ağustos ile kasım arasındaki dönemdir. Doğum yaklaşınca, korunaklı olmaları açısından bir mağara seçerler özenle. Bebek fok dünyaya geldikten sonra dört ay boyunca annesinin yanından ayrılmaz; annesi onu bir süre emzirir. Bundan sonra yavru fok, annesinden yüzme ve nasıl besleneceği konusunda dersler alır. Dört yaşına geldiğinde ise artık anne veya baba olmaya adaydır...
“ONLAR DA İNSAN”
Akdeniz fokunun nesli, tükenme sınırına yaklaştığından 1968’den bu yana uluslararası antlaşmalarla koruma altında. Bu antlaşmalara taraf olan ülkelerden biri de Türkiye. Akdeniz foklarıyla ilgili Türkiye’deki en önemli çalışma ise, Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) ile TC Çevre ve Orman Bakanlığı’nın destekleriyle Akdeniz Foku Araştırma Grubu (AFAG) tarafından yapılıyor. Foça’da başlayan çalışmalar, Mersin sahillerini de içine alarak genişletilmiş durumda. ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nden Doç. Dr. Ali Cemal Gücü, AFAG’dan Yalçın Savaş, Harun Güçlüsoy ve diğer AFAG gönüllülerinin özverili çalışmalarıyla, Akdeniz fokları mağaralarında bir nebze olsun rahat uyuyabiliyorlar. Ve hepimiz için mutlak bir gerçek var: “Akdeniz fokunu korumak, Akdeniz’i korumaktır”... Şimdi, yazının başındaki hikâyemize dönelim... “...Geceymiş. Selim Dede arkasından koşmuş; ama açılmakta olan kızdan kendisine doğru bir yıldız kayıyor sanmış. Yıldız değil, Selim Dede'nin kızla evlendiği zaman kızın parmağına taktığı gümüş yüzükmüş. Kız hızla uzaklaşmış; uzakta ay ışığında kaybolmuş... Yalnız geceleyin iki kez kıyıya gelmiş. Kıyıda oynayan çocuklarını öpmüş. Çocuklar söylermiş.
Selim Dede, babama hep ‘Sakın fokları öldürmeyin. Çünkü onlar bizim gibi insanlardır, deniz yoldaşlarımızdır’ dermiş. Babam çocukmuş, Selim Dede bunları anlatırken. Dedesi, babama yemin ettirmiş fokları öldürmeyeceğine. Babam, dedesinin söylediklerine hep inanırmış.”
“ ... Akşam yıldızı, kıpkızıl batı göğünde kaybolmuş. Adaların kayaları kapkara kesilmiş. Çok tuhaf bir akşammış o. Yani her akşamki gibi değil. Deniz çıldırasıya fosforluymuş. Sandalın provasında fosfor parlıyormuş. Kürekler, denizde geniş yakamoz daireleri çiziyormuş. Küreklerden düşen her damla, su değil, ışık damlasıymış. Selim Dede, böylesi fosforu ömründe görmemiş. Hey! Gecenin böylesi parayla satın alınabilir miymiş hiç? Adanın doğu kısmındaki mağaraya ulaşmış; gece serin olduğu için kayığı demirlemiş; mağaranın ağzındaki kumlara yatıp uykuya varmış. Büyük bir deniz şıpırtısıyla uyanmış. Donuk ışıkta birçok fokun mağaraya girdiğini görmüş. Mağaranın kumlarının üzerine gelince, foklar gövdelerindeki kürk derilerini çıkarmışlar. O kürklerin altında Selim Dede ne görmüş beğenirsiniz?
Tıpkı bizim gibi insan değiller miymiş? Erkekleri denizin yanına, dişilerse mağaranın daha içlerine uzanıp uykuya varmışlar. Babamın dedesi adının Selim Dede olduğunu söyledik ya- hiç ses çıkarmamış. Ta, yanı başında uyuyan kızın başucuna bıraktığı kürk derisini yavaşça almış; köşesine getirmiş kumların altına gizlemiş. Şafağın ağarmasıyla beraber, foklar uyanıp derilerini giydikten sonra, birer ikişer denize açılmışlar. Yalnız, Selim Dede’nin derisini çaldığı kız yok mu, o işte derisini ararmış tararmış; bulamayınca da öteki foklara -onu da beraberlerinde alsınlar diye- yalvarıp yakarmış; ama foklar kulak asmamışlar. Denizkızı içli içli ağlamaya koyulmuş. Denizkızı çok güzelmiş, saçları ocakta harıl harıl yanan pırnal aleviymiş. Gözleri iki durgun mavi göl, bacakları çift akan gür pınarın sularıymış sanki. Selim Dede tatlı tatlı konuşmuş, onu avutmuş. Selim Dede, fok kızı ya da denizkızını kayığıyla köye (Dangır) götürmüş. Evlenmiş onunla. Kızdan iki nur topu gibi çocuk olmuş. Selim Dede, kızın kaputunu evinin taban tahtalarının altına gizlemiş. Ama eski olduğu için tahta kırılmış.
Kadın kaputunu görünce, alıp deniz kıyısına koşmuş. Orada deriyi giyince, yallah denize dalmış...”
BİZDEN DAHA ‘AKDENİZLİ’
Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın bir eserinden alıntıladığımız bu yazı, yazarın Akdeniz sahillerinde yaşadığı 1930’lu yıllara ait bir balıkçı hikâyesini anlatıyor... Devamı da var. Onu da sona saklayalım... ‘Nesli ileri derecede tehlike altında’ türler arasında adı ilk sıralarda yer alan Akdeniz fokunun (Monachus monachus) yeryüzündeki toplam popülasyonu, 500-550 civarında. Dünyada en yoğun gözlendikleri alan ise, Türkiye ile Yunanistan kıyıları... Peki, bu bölgede sayıları yaklaşık 400’ü bulan Akdeniz foklarıyla hiç karşılaşabildiniz mi? Çoğunuzun verdiği cevap: “Hayır”. Çünkü onların yaşamak için mesken tuttukları yerler, insanların pek ayak basmadığı mağaralar. Bu yüzden olsa gerek, adları Latince’de ‘keşiş’ veya ‘yalnız’ anl***** geliyor. Maderia Adaları (Portekiz), Moritanya ve Batı Sahra kıyılarında da gözlemlenen Akdeniz foku için, Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) öncülüğüyle bugün dünyanın birçok ülkesinde özel kanunlar çıkartılmış. Bizlerden daha eski ‘Akdenizli’ olan fokları yaşatabilmek için...
HEM DENİZDE HEM KARADA
Fok familyasının en büyük üyelerinden olan Akdeniz fokunun boyu, 2 ile 4 metre arasında değişiyor. Ağırlığı 400 kiloya kadar çıkanları da var. Ömürleri hakkında ise kesin bir bilgi yok; ancak bilim adamları 40 yaşını aşan Akdeniz foklarına rastlamış.
Onlar hem denizde yaşarlar, hem de karada... Deniz, onların besinlerini temin ettiği ve çiftleştiği yerdir. İyi birer dalıcı olarak bilinen Akdeniz foklarının 100 metreden daha sığ derinliklerde avlandığı tahmin ediliyor. Bu derinliklerde kendilerini bekleyen avları ise başta balıklardır.Ayrıca mönülerinde ahtapot, sübye, kalamar gibi kafadan bacaklılar ile böcek, ıstakoz ve yengeç gibi canlılar da vardır mutlaka. Doğurmak, dinlenmek, uyumak, yavrularını büyütmek ve güneşlenmek için de karayı tercih ederler Akdeniz fokları.
Bu nedenle kıyısal alanda yayılım gösterirler. Nesillerinin tehdit altında olmasının en önemli nedeni de, kıyı şeritlerinin insanoğlunun istilasına maruz kalmasıdır. Artan istila sonucu günümüzde foklar, daha çok insanların ulaşamadıkları mağaraları mesken tutuyorlar. Ekolojik olarak hızla fakirleştiğimizi de düşünürsek, denizlerde azalan besin, fokların da kolay besin teminini zorlaştırmakta. Bu da yaşamlarını sürdürebilmeleri için bir diğer tehdit unsuru. Akdeniz foklarının doğum yaptıkları aylar, ağustos ile kasım arasındaki dönemdir. Doğum yaklaşınca, korunaklı olmaları açısından bir mağara seçerler özenle. Bebek fok dünyaya geldikten sonra dört ay boyunca annesinin yanından ayrılmaz; annesi onu bir süre emzirir. Bundan sonra yavru fok, annesinden yüzme ve nasıl besleneceği konusunda dersler alır. Dört yaşına geldiğinde ise artık anne veya baba olmaya adaydır...
“ONLAR DA İNSAN”
Akdeniz fokunun nesli, tükenme sınırına yaklaştığından 1968’den bu yana uluslararası antlaşmalarla koruma altında. Bu antlaşmalara taraf olan ülkelerden biri de Türkiye. Akdeniz foklarıyla ilgili Türkiye’deki en önemli çalışma ise, Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) ile TC Çevre ve Orman Bakanlığı’nın destekleriyle Akdeniz Foku Araştırma Grubu (AFAG) tarafından yapılıyor. Foça’da başlayan çalışmalar, Mersin sahillerini de içine alarak genişletilmiş durumda. ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nden Doç. Dr. Ali Cemal Gücü, AFAG’dan Yalçın Savaş, Harun Güçlüsoy ve diğer AFAG gönüllülerinin özverili çalışmalarıyla, Akdeniz fokları mağaralarında bir nebze olsun rahat uyuyabiliyorlar. Ve hepimiz için mutlak bir gerçek var: “Akdeniz fokunu korumak, Akdeniz’i korumaktır”... Şimdi, yazının başındaki hikâyemize dönelim... “...Geceymiş. Selim Dede arkasından koşmuş; ama açılmakta olan kızdan kendisine doğru bir yıldız kayıyor sanmış. Yıldız değil, Selim Dede'nin kızla evlendiği zaman kızın parmağına taktığı gümüş yüzükmüş. Kız hızla uzaklaşmış; uzakta ay ışığında kaybolmuş... Yalnız geceleyin iki kez kıyıya gelmiş. Kıyıda oynayan çocuklarını öpmüş. Çocuklar söylermiş.
Selim Dede, babama hep ‘Sakın fokları öldürmeyin. Çünkü onlar bizim gibi insanlardır, deniz yoldaşlarımızdır’ dermiş. Babam çocukmuş, Selim Dede bunları anlatırken. Dedesi, babama yemin ettirmiş fokları öldürmeyeceğine. Babam, dedesinin söylediklerine hep inanırmış.”