Mavi
24.Mart.2014, 00:29
Kişisel Karmanın Ötesinde
Egoizminiz hiçbir zaman bir sona varmazsa, karmanızın işleyişi de asla bir sona varmayacaktır. Bu, hiçbir çıkışın olmadığı bir kısır döngü haline gelebilecektir. Ama onun sebebi ve özü olan özel kişilik duygusu terk edildiğinde, yerine getirilmemiş karma da terk edilmiş olur.
İki tür ölümsüzlük vardır (daha alt benlik bilince hakim olduğu sürece): İlki, pek çok kez tezahürüyle giderek gelişen egonun "sonsuz" evrimi; ikincisi, bunun sonsuza dek temelini oluşturan ve ayakta tutan sürekli, değişmeyen Gerçek Benliğin -ya da Yüce Benliğin- gerçek ölümsüzlüğü. Egoya sarılmamaktan söz edişim sadece kendimizde ve varoluşumuzda geçici olan şeyi -yalnızca geçici olarak varlığını sürdürebilen şeyi- serbest bırakma sanatını öğrenmemiz gerektiği anlamına gelmektedir.
Gerçek Bireysellik -sadece Oluş duyumu ve duygusu- asla yok olamaz, bu gerçek ölümsüzlüktür. Hiç kimseden "şeyler"e karşı tüm ilgisini ve takdirini feda etmesi istenmez: Kişi bunları beğenmeye devam edebilir ancak faniliklerinin anlaşılması ve aşırı değer verilerek kişinin kendini aldatmaması koşuluyla. Peygamberler sadece ebedi ve ezeli yaşamın bu şeylerde bulunamayacağını söyler.
Hiç Lütuf yoksa, yalnızca karma varsa, insanlık için umut nerede? Şimdi taşıdığımız karmik yükü biriktirmek bu kadar çok uzun zamanlar aldıysa, bu yükü serbest bırakmak da benzer bir süre alacaktır, bu ürkütücü görev her birimiz tekrar tekrar ölene kadar her enkarnasyon boyunca devam edecektir, ta ki bireysel toplayıcı, ego, artık ona sahip çıkıncaya dek. Ama onun varlığını silmek kendi çabalarıyla olanaksızdır, ama çabasızlığı, kendini bırakması, Yüce Güç'e katılmasına izin vererek, artık kişisel kimliğine sahip çıkmayarak bu mümkün olabilir. Gerçekleştiğinde gelen şey Lütuf'tur, çünkü bu bizim yaptığımız bir şey değildir.
Lütufun mutlak gizi önceki reenkarnasyonların ona katkıda bulunduğunu bilmeyen kişilerce asla çözülemez. Bazı kişiler onu ancak yıllar süren büyük amaçlardan ve yoğun çabalardan sonra alırlar, ama bazıları, Assisi'li Francis gibi, hazırlıksızken ve amaç edinmemişken alır. Sıradan adayların bu konuda bir şansları olmasına güçleri yetmez, Lütuf'un olası olmayan ziyareti için bir ömrü bekleyerek boşa harcama riskine giremezler. Lütuf'un gücünün kendilerine gelmesini istiyorlarsa, her şeylerini sunmaları, yaşamlarını adamaları ve sevgilerini Yüksek Benliğe yönelik tek bir tutkuya vermeleri daha iyi olur.
Kendilerini böyle tamamen veremiyorlarsa, yapabilecekleri en iyi ikinci şeyi yapsınlar; kendisine tanrısal Lütuf bahşedilmiş olan birini ve bunu içsel olarak dönüştürmüş olan birini bulsunlar. Böyle bir kişinin öğrencisi olsunlar, böylece Lütuf'un inmesi konusunda, tek başlarına yürümüş olsalar sahip olacaklarından daha iyi bir şansa sahip olacaklardır.
Kişisel alın yazısının sınırlamalarından kendinizi kurtarma arzusu ve dıştaki koşulların zorlamaları ancak zaman duygusu yitirilerek tatmin edilebilir.
İrademizin varsayılan boyun eğmesiyle ilgili miskin bir tutuma, pek çok mistik ve din adamının düştüğü bir tutuma, düşmek konusunda büyük tehlikeler vardır. Sahte olarak teslim edilmiş bir yaşamla gerçekten teslim edilmiş bir yaşam arasında çok büyük bir fark vardır. "Senin işin yapılacaktır." sözünü yanlış yorumlamak yeterince kolaydır. İsa, kendi örneğinde, bu ifadeyi sağlam ve olumlu bir anlamda kullanmıştır.
Dolayısıyla anlamı "Senin işin benim tarafımdan yapılacaktır." olarak daha iyi anlaşılır. Engin bir deneyim, Tanrı'nın iradesiyle birlikte çalıştıkları yanılsaması altında alçaltıcı bir kadercilikle yozlaşmış; kendi aptallıkları, ihmalkarlıkları, zayıflıkları ve yanlış yapmaları yüzünden, kendi hareketlerinin sonuçlarını düzeltmek için hiç çaba harcamamış, bu nedenle de bütünle ilgili acıyı çekmek zorunda kalmış; bu acıların sunduğu kendi hataları ya da kusurlarından meydana geldiklerini fark etme ve bunların farkında olacak biçimde zamanında kendilerini inceleme, böylece aynı hataları iki kez yapmaktan kaçınma fırsatını yakalayamamış çok sayıda kişi olduğunu göstermiştir.
Bu öğüdü dinlemenin önemi çok büyüktür. Örneğin, birçok istekli, kaderin kendilerini sıkıcı ortamlarda yararsız işlerde çalışmaya zorlamış olduğunu hissetmiştir, ama felsefi anlayışları olgunlaştığında, daha önce göremedikleri şeyi -bu işlerin içsel karmık önemini, o ortamların mutlak eğitici ya da cezalandırıcı anlamını- görmeye başlarlar. Bu bir kez olduğunda, doğru bir şekilde, aslında kendi özsaygıları için, bunlardan kendilerini kurtarmak için çalışmaya koyulabilirler.
Yanlış ya da aptalca bir düşünceyi sabırla her ezişinizde onu içsel gücünüze eklersiniz. Bir talihsizliği soğukkanlılıkla ve cesaretle her karşılayışınızda, kendi içsel bilgeliğinize eklersiniz. Bu şekilde bilgece olmuş ve kendine karşı eleştirel olarak teslim olmuş kişiler dıştan bir güvenlik ve içten bir kendine güven duygusuyla, ümit verici ve korkusuzca daha ileri gidebilir, çünkü artık Yüksek Benliklerinin iyicil korumasının farkındadırlar.
Sizin için taşıdıkları eğitici ya da cezalandırıcı dersleri zekice anlamak sıkıntısına girmişseniz, bu durumda -yalnızca bu durumda- yaşamın kötülüklerini yenebilir, başlangıçlarıyla aynı zamandaysa, aynı anda içeriye dönüp içerideki tanrısallığın size sığınacak yer ve uyum sunduğunun farkına varırsınız. Bu iki katlı süreç hep gereklidir ve Hristiyan Biliminin başarısızlıkları kısmen bunu kavramadaki başarısızlığının bir sonucudur.
Bu lütufla geçmişin hataları unutulabilir, böylece şimdinin iyileştiriciliği kabul edilebilir. Bu lütfün sevinciyle eski yanlışların yol açtığı kötü durum sonsuza dek kovulabilir. Geçmişe dönmeyin, yalnızca ebedi ve ezeli şimdide, onun huzur, sevgi, bilgelik ve gücü içinde yaşayın.
Yüksek Benliğin şuuruna ulaştıysanız, sizin için artık sadece egoyu memnun etmek söz konusu olmadığı için önceki özgür irade ve özgür seçim konumunuzdan vazgeçmeye zorlanırsınız. Düzenleyici faktör artık Yüksek Benliğin kendisidir.
Doğuştan getirdiğiniz karmanızı oluşturan eğilimler bir süre hala orada olabilir fakat tanrısal lütuf onları kontrol altında tutar.
Yüksek Benliğin kendi kişisel iradesini elinde tutmasına izin verecek esneklikte davranan bir kişi, yaptığı eylemlerin sonuçlarından içsel olarak ayrılmış bir hale gelmek durumundadır. Sonuçlar ne olursa olsun doğrusu budur. Böyle bir ayrılık artık orada olmadığı için kişiyi karmanın etkisi dışında bırakır. Bir eylemden önceki duygusal sonuçları hep yüce bir sakinlikle aydınlanmış ve karakterize edilmiştir, oysa aydınlanmamış kişininkiler ben merkezli arzu, elde etme tutkusu, korku, umut, açgözlülük, hırs, hoşlanmama, hatta nefret motivasyonlarıyla karakterize edilebilir ve hepsi karma yapımıdır.
Zihinsel huzur ancak bedeli ödenerek ortaya çıkabilir ve bu bedelin bir bölümü de, kişinin kendisim dışarıdaki şeylere aşırı bağımlılıktan kurtarmasıdır. Zihin umutsuz bir boyun eğişle teslim olmak yerine endişe ve kaygıdan kendini kurtarmalıdır. Bu, koruyucu kuvvetleri uyandıracak ve onlara yardımcı olacaktır. Başkalarına yönelik tüm acı düşünceler uzaklaştırılmalıdır. Karşılığı olsun ya da olmasın, zayıfa ve güçlüye eşit derecede sevgi verilmelidir. Zengin bir içsel karşılık bu şekilde dayanabilenleri bekler.
Karma, ancak karmik etki varlığını sürdürecek kadar güçlüyse kendini göstermeye başlar. Bir bilgenin durumunda, yaşamı bir görünüm olarak gördüğü ve bir rüya gibi ele aldığı için, yaşadığı her şey de sadece yüzeyde olur. Derin içsel zihni bunlar tarafından dokunulmamış bir şekilde kalır ve onlardan hiçbir karma oluşturmaz, bu sayede, ölüm anında bedenden ayrılırken doğum ve ölüm döngüsünü sonsuza dek sona erdirmeyi başarabilir.
Dikkatli bir şekilde davranabiliyor, eylemlerinizin sonuçlarına yol verebiliyorsanız; başarı yüzünden kıvanca ya da başarısızlık yüzünden perişanlığa sürüklenmeksizin sorumluluklarınızı yerine getirebiliyor ya da gerçekleştirebiliyorsanız; dünyaya katılabiliyor, onun zevklerinden tat alabiliyor ve acılarına dayanabiliyor, ama yine de dünyayı aşan şeyin arayışına tereddüt etmeden devam edebiliyorsanız, bu durumda Hintlilerin "karma yogi" ve Yunanlıların "adam" dediği şey olmuşsunuz demektir.
Acılarının anlamıyla ilgili gerektiği gibi bir anlayış ve eylem, karakter ya da zekada yapılan gerekli ayarlamalarla, içsel huzur olan bu zihinsel dengeyi arayabilir ve koruyabilirsiniz. Bu gerçeklen kendi gerçekleriniz yaptığınızda, yaşamın güçlüklerini metanetle, ölümün kaçınılmazlığını da sükunetle karşılayacaksınız.
Böylece, dünyevi sıkıntıların ortasında cesur bir yürekle ve dünyevi zevklerin arasında soğukkanlı bir zihinle yürümeyi öğrenebilirsiniz, bunun nedeni devekuşu gibi birini unutup birini reddetmeye çalışmanız değil, bilge gibi bunları anlamaya çabalamanızdır. Bir Moğol metninde dendiği gibi: "Sevince ve üzüntüye temkinli bir zihinle dayanan kişi spiritüaliteye sahiptir, ama dıştan bakıldığında dünyaperest bir kişi gibi görünebilir."
Böyle bir sükuneti saf bir kendini beğenmişlik ya da sığ bir iyimserlikle karıştırmak kolay olacaktır. İlki olamaz, çünkü hem sahip olan kişinin kusurları hem de insanoğlunun sefaletinin bilincindedir. İkincisi de olamaz, çünkü duygusal bir kendini aldatmadan değil gerçeklikten doğmuştur. Bu durum uzun süren bir felsefi uygulamadan sonra ortaya çıkan bir niteliktir. Tebessüm eder, bunun nedeni duygusal olarak geçici iyi talihin ışınları altında güneşlenmek değildir, tek nedeni vardır: anlar.
Bazı inançlara kendini adamış kişilerin yaptığı gibi sadece varlığını entelektüel olarak inkar ettiği için karmayı ortadan kaldırmayı kimse başaramaz. Bununla birlikte, önce kendi karmalarıyla yüzleşip onun üstesinden gelmişler ve bu karmayı kendini yetiştirme ve kendini geliştirme için kullanmışlarsa, ancak temel bir açıdan onun asılsızlıklarının farkına varmışlarsa, tutumları doğru bir tutum olabilir.
Aslında, zamansız bir şekilde karmayı inkar etme girişimleri tanrısal bilgeliğe karşı isyan etme yönünde bir mizacı, spiritüel olarak gelişme işini kalıcı bir şekilde ihmal etme pahasına geçici bir rahatlık doğrultusunda öngörüsü olmayan ve bencilce bir arayışı göstermektedir.
İşleri düzeltmek için elinizden gelenin en iyisini yapın, sonra da sonuçlan alın yazısına ve Yüce Benliğe bırakın. Ne olursa olsun daha fazlasını yapamazsınız. Alın yazınızı biraz değiştirebilirsiniz, ama belirli olaylar değiştirilemez, çünkü dünya sizin değil Tanrınındır. İlk başta bunların hangi olaylar olduğunu bilemeyebilirsiniz, bu yüzden akıllı ve sezgili bir şekilde hareket etmelisiniz: Daha sonra öğrenebilir ve kabul edebilirsiniz.
Ne olursa olsun, Yüksek Benlik hala oradadır ve sıkıntılarınızı atlatmanızı sağlayacak, sizi bunlardan çıkaracaktır. Bedensel hadiselerde olan şeyler bedeninize olur; gerçek SİZ'e değil. En zor kısmı size bağımlı olan birileri olduğunda ortaya çıkar. Bu durumda bile onlara Yüce Benliğin merhametli ilgisini nasıl önereceğinizi ve omuzlarınızın üzerindeki tüm yükü taşımaya çalışmamayı öğrenmeniz gerekir. Sizinle ilgilenebiliyorsa, onlarla da ilgilenebilir demektir.
Egoizminiz hiçbir zaman bir sona varmazsa, karmanızın işleyişi de asla bir sona varmayacaktır. Bu, hiçbir çıkışın olmadığı bir kısır döngü haline gelebilecektir. Ama onun sebebi ve özü olan özel kişilik duygusu terk edildiğinde, yerine getirilmemiş karma da terk edilmiş olur.
İki tür ölümsüzlük vardır (daha alt benlik bilince hakim olduğu sürece): İlki, pek çok kez tezahürüyle giderek gelişen egonun "sonsuz" evrimi; ikincisi, bunun sonsuza dek temelini oluşturan ve ayakta tutan sürekli, değişmeyen Gerçek Benliğin -ya da Yüce Benliğin- gerçek ölümsüzlüğü. Egoya sarılmamaktan söz edişim sadece kendimizde ve varoluşumuzda geçici olan şeyi -yalnızca geçici olarak varlığını sürdürebilen şeyi- serbest bırakma sanatını öğrenmemiz gerektiği anlamına gelmektedir.
Gerçek Bireysellik -sadece Oluş duyumu ve duygusu- asla yok olamaz, bu gerçek ölümsüzlüktür. Hiç kimseden "şeyler"e karşı tüm ilgisini ve takdirini feda etmesi istenmez: Kişi bunları beğenmeye devam edebilir ancak faniliklerinin anlaşılması ve aşırı değer verilerek kişinin kendini aldatmaması koşuluyla. Peygamberler sadece ebedi ve ezeli yaşamın bu şeylerde bulunamayacağını söyler.
Hiç Lütuf yoksa, yalnızca karma varsa, insanlık için umut nerede? Şimdi taşıdığımız karmik yükü biriktirmek bu kadar çok uzun zamanlar aldıysa, bu yükü serbest bırakmak da benzer bir süre alacaktır, bu ürkütücü görev her birimiz tekrar tekrar ölene kadar her enkarnasyon boyunca devam edecektir, ta ki bireysel toplayıcı, ego, artık ona sahip çıkıncaya dek. Ama onun varlığını silmek kendi çabalarıyla olanaksızdır, ama çabasızlığı, kendini bırakması, Yüce Güç'e katılmasına izin vererek, artık kişisel kimliğine sahip çıkmayarak bu mümkün olabilir. Gerçekleştiğinde gelen şey Lütuf'tur, çünkü bu bizim yaptığımız bir şey değildir.
Lütufun mutlak gizi önceki reenkarnasyonların ona katkıda bulunduğunu bilmeyen kişilerce asla çözülemez. Bazı kişiler onu ancak yıllar süren büyük amaçlardan ve yoğun çabalardan sonra alırlar, ama bazıları, Assisi'li Francis gibi, hazırlıksızken ve amaç edinmemişken alır. Sıradan adayların bu konuda bir şansları olmasına güçleri yetmez, Lütuf'un olası olmayan ziyareti için bir ömrü bekleyerek boşa harcama riskine giremezler. Lütuf'un gücünün kendilerine gelmesini istiyorlarsa, her şeylerini sunmaları, yaşamlarını adamaları ve sevgilerini Yüksek Benliğe yönelik tek bir tutkuya vermeleri daha iyi olur.
Kendilerini böyle tamamen veremiyorlarsa, yapabilecekleri en iyi ikinci şeyi yapsınlar; kendisine tanrısal Lütuf bahşedilmiş olan birini ve bunu içsel olarak dönüştürmüş olan birini bulsunlar. Böyle bir kişinin öğrencisi olsunlar, böylece Lütuf'un inmesi konusunda, tek başlarına yürümüş olsalar sahip olacaklarından daha iyi bir şansa sahip olacaklardır.
Kişisel alın yazısının sınırlamalarından kendinizi kurtarma arzusu ve dıştaki koşulların zorlamaları ancak zaman duygusu yitirilerek tatmin edilebilir.
İrademizin varsayılan boyun eğmesiyle ilgili miskin bir tutuma, pek çok mistik ve din adamının düştüğü bir tutuma, düşmek konusunda büyük tehlikeler vardır. Sahte olarak teslim edilmiş bir yaşamla gerçekten teslim edilmiş bir yaşam arasında çok büyük bir fark vardır. "Senin işin yapılacaktır." sözünü yanlış yorumlamak yeterince kolaydır. İsa, kendi örneğinde, bu ifadeyi sağlam ve olumlu bir anlamda kullanmıştır.
Dolayısıyla anlamı "Senin işin benim tarafımdan yapılacaktır." olarak daha iyi anlaşılır. Engin bir deneyim, Tanrı'nın iradesiyle birlikte çalıştıkları yanılsaması altında alçaltıcı bir kadercilikle yozlaşmış; kendi aptallıkları, ihmalkarlıkları, zayıflıkları ve yanlış yapmaları yüzünden, kendi hareketlerinin sonuçlarını düzeltmek için hiç çaba harcamamış, bu nedenle de bütünle ilgili acıyı çekmek zorunda kalmış; bu acıların sunduğu kendi hataları ya da kusurlarından meydana geldiklerini fark etme ve bunların farkında olacak biçimde zamanında kendilerini inceleme, böylece aynı hataları iki kez yapmaktan kaçınma fırsatını yakalayamamış çok sayıda kişi olduğunu göstermiştir.
Bu öğüdü dinlemenin önemi çok büyüktür. Örneğin, birçok istekli, kaderin kendilerini sıkıcı ortamlarda yararsız işlerde çalışmaya zorlamış olduğunu hissetmiştir, ama felsefi anlayışları olgunlaştığında, daha önce göremedikleri şeyi -bu işlerin içsel karmık önemini, o ortamların mutlak eğitici ya da cezalandırıcı anlamını- görmeye başlarlar. Bu bir kez olduğunda, doğru bir şekilde, aslında kendi özsaygıları için, bunlardan kendilerini kurtarmak için çalışmaya koyulabilirler.
Yanlış ya da aptalca bir düşünceyi sabırla her ezişinizde onu içsel gücünüze eklersiniz. Bir talihsizliği soğukkanlılıkla ve cesaretle her karşılayışınızda, kendi içsel bilgeliğinize eklersiniz. Bu şekilde bilgece olmuş ve kendine karşı eleştirel olarak teslim olmuş kişiler dıştan bir güvenlik ve içten bir kendine güven duygusuyla, ümit verici ve korkusuzca daha ileri gidebilir, çünkü artık Yüksek Benliklerinin iyicil korumasının farkındadırlar.
Sizin için taşıdıkları eğitici ya da cezalandırıcı dersleri zekice anlamak sıkıntısına girmişseniz, bu durumda -yalnızca bu durumda- yaşamın kötülüklerini yenebilir, başlangıçlarıyla aynı zamandaysa, aynı anda içeriye dönüp içerideki tanrısallığın size sığınacak yer ve uyum sunduğunun farkına varırsınız. Bu iki katlı süreç hep gereklidir ve Hristiyan Biliminin başarısızlıkları kısmen bunu kavramadaki başarısızlığının bir sonucudur.
Bu lütufla geçmişin hataları unutulabilir, böylece şimdinin iyileştiriciliği kabul edilebilir. Bu lütfün sevinciyle eski yanlışların yol açtığı kötü durum sonsuza dek kovulabilir. Geçmişe dönmeyin, yalnızca ebedi ve ezeli şimdide, onun huzur, sevgi, bilgelik ve gücü içinde yaşayın.
Yüksek Benliğin şuuruna ulaştıysanız, sizin için artık sadece egoyu memnun etmek söz konusu olmadığı için önceki özgür irade ve özgür seçim konumunuzdan vazgeçmeye zorlanırsınız. Düzenleyici faktör artık Yüksek Benliğin kendisidir.
Doğuştan getirdiğiniz karmanızı oluşturan eğilimler bir süre hala orada olabilir fakat tanrısal lütuf onları kontrol altında tutar.
Yüksek Benliğin kendi kişisel iradesini elinde tutmasına izin verecek esneklikte davranan bir kişi, yaptığı eylemlerin sonuçlarından içsel olarak ayrılmış bir hale gelmek durumundadır. Sonuçlar ne olursa olsun doğrusu budur. Böyle bir ayrılık artık orada olmadığı için kişiyi karmanın etkisi dışında bırakır. Bir eylemden önceki duygusal sonuçları hep yüce bir sakinlikle aydınlanmış ve karakterize edilmiştir, oysa aydınlanmamış kişininkiler ben merkezli arzu, elde etme tutkusu, korku, umut, açgözlülük, hırs, hoşlanmama, hatta nefret motivasyonlarıyla karakterize edilebilir ve hepsi karma yapımıdır.
Zihinsel huzur ancak bedeli ödenerek ortaya çıkabilir ve bu bedelin bir bölümü de, kişinin kendisim dışarıdaki şeylere aşırı bağımlılıktan kurtarmasıdır. Zihin umutsuz bir boyun eğişle teslim olmak yerine endişe ve kaygıdan kendini kurtarmalıdır. Bu, koruyucu kuvvetleri uyandıracak ve onlara yardımcı olacaktır. Başkalarına yönelik tüm acı düşünceler uzaklaştırılmalıdır. Karşılığı olsun ya da olmasın, zayıfa ve güçlüye eşit derecede sevgi verilmelidir. Zengin bir içsel karşılık bu şekilde dayanabilenleri bekler.
Karma, ancak karmik etki varlığını sürdürecek kadar güçlüyse kendini göstermeye başlar. Bir bilgenin durumunda, yaşamı bir görünüm olarak gördüğü ve bir rüya gibi ele aldığı için, yaşadığı her şey de sadece yüzeyde olur. Derin içsel zihni bunlar tarafından dokunulmamış bir şekilde kalır ve onlardan hiçbir karma oluşturmaz, bu sayede, ölüm anında bedenden ayrılırken doğum ve ölüm döngüsünü sonsuza dek sona erdirmeyi başarabilir.
Dikkatli bir şekilde davranabiliyor, eylemlerinizin sonuçlarına yol verebiliyorsanız; başarı yüzünden kıvanca ya da başarısızlık yüzünden perişanlığa sürüklenmeksizin sorumluluklarınızı yerine getirebiliyor ya da gerçekleştirebiliyorsanız; dünyaya katılabiliyor, onun zevklerinden tat alabiliyor ve acılarına dayanabiliyor, ama yine de dünyayı aşan şeyin arayışına tereddüt etmeden devam edebiliyorsanız, bu durumda Hintlilerin "karma yogi" ve Yunanlıların "adam" dediği şey olmuşsunuz demektir.
Acılarının anlamıyla ilgili gerektiği gibi bir anlayış ve eylem, karakter ya da zekada yapılan gerekli ayarlamalarla, içsel huzur olan bu zihinsel dengeyi arayabilir ve koruyabilirsiniz. Bu gerçeklen kendi gerçekleriniz yaptığınızda, yaşamın güçlüklerini metanetle, ölümün kaçınılmazlığını da sükunetle karşılayacaksınız.
Böylece, dünyevi sıkıntıların ortasında cesur bir yürekle ve dünyevi zevklerin arasında soğukkanlı bir zihinle yürümeyi öğrenebilirsiniz, bunun nedeni devekuşu gibi birini unutup birini reddetmeye çalışmanız değil, bilge gibi bunları anlamaya çabalamanızdır. Bir Moğol metninde dendiği gibi: "Sevince ve üzüntüye temkinli bir zihinle dayanan kişi spiritüaliteye sahiptir, ama dıştan bakıldığında dünyaperest bir kişi gibi görünebilir."
Böyle bir sükuneti saf bir kendini beğenmişlik ya da sığ bir iyimserlikle karıştırmak kolay olacaktır. İlki olamaz, çünkü hem sahip olan kişinin kusurları hem de insanoğlunun sefaletinin bilincindedir. İkincisi de olamaz, çünkü duygusal bir kendini aldatmadan değil gerçeklikten doğmuştur. Bu durum uzun süren bir felsefi uygulamadan sonra ortaya çıkan bir niteliktir. Tebessüm eder, bunun nedeni duygusal olarak geçici iyi talihin ışınları altında güneşlenmek değildir, tek nedeni vardır: anlar.
Bazı inançlara kendini adamış kişilerin yaptığı gibi sadece varlığını entelektüel olarak inkar ettiği için karmayı ortadan kaldırmayı kimse başaramaz. Bununla birlikte, önce kendi karmalarıyla yüzleşip onun üstesinden gelmişler ve bu karmayı kendini yetiştirme ve kendini geliştirme için kullanmışlarsa, ancak temel bir açıdan onun asılsızlıklarının farkına varmışlarsa, tutumları doğru bir tutum olabilir.
Aslında, zamansız bir şekilde karmayı inkar etme girişimleri tanrısal bilgeliğe karşı isyan etme yönünde bir mizacı, spiritüel olarak gelişme işini kalıcı bir şekilde ihmal etme pahasına geçici bir rahatlık doğrultusunda öngörüsü olmayan ve bencilce bir arayışı göstermektedir.
İşleri düzeltmek için elinizden gelenin en iyisini yapın, sonra da sonuçlan alın yazısına ve Yüce Benliğe bırakın. Ne olursa olsun daha fazlasını yapamazsınız. Alın yazınızı biraz değiştirebilirsiniz, ama belirli olaylar değiştirilemez, çünkü dünya sizin değil Tanrınındır. İlk başta bunların hangi olaylar olduğunu bilemeyebilirsiniz, bu yüzden akıllı ve sezgili bir şekilde hareket etmelisiniz: Daha sonra öğrenebilir ve kabul edebilirsiniz.
Ne olursa olsun, Yüksek Benlik hala oradadır ve sıkıntılarınızı atlatmanızı sağlayacak, sizi bunlardan çıkaracaktır. Bedensel hadiselerde olan şeyler bedeninize olur; gerçek SİZ'e değil. En zor kısmı size bağımlı olan birileri olduğunda ortaya çıkar. Bu durumda bile onlara Yüce Benliğin merhametli ilgisini nasıl önereceğinizi ve omuzlarınızın üzerindeki tüm yükü taşımaya çalışmamayı öğrenmeniz gerekir. Sizinle ilgilenebiliyorsa, onlarla da ilgilenebilir demektir.