PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : engellilere yönelik ayrimcilik ve ayrimcilikla savaşim



BeLLa
08.Haziran.2014, 13:06
Ayrımcılık toplumsal yaşamın tüm alanlarında rastlanan bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Çok farklı nedenlere bağlı olarak ve farklı görünümler içerisinde yaşanan ayrımcılığın temelinde "BEN VE ÖTEKİ" ayrımı yatmaktadır. Benden/bizden farklı olan, yani bize benzemeyen ötekidir. Ötekileri tanımlarken çok farklı nitelikler, cinsiyet, etnik köken, inanç, fiziksel özellikler, yerleşim birimi vb., kullanılabilmektedir. Hangi niteliğe yöneldiğinize bağlı olarak gelişen ayrımcılık değişik tehlikeler yaratmaktadır.

"Ben/biz ve diğerleri" sosyolojik bir gerçeklik olarak yaşanmaktadır, insanlar bu tür "aitlikler" içerisinde kendi kimliklerini geliştirmekte, tanımlamakta ve daha da önemlisi "güvenlik" gereksinimlerini karşılamaktadırlar (5). Ancak biz olgusu fazla abartıldığında dışarıdakilere karşı bir kayıtsızlık ve düşmanlık gelişebilmektedir. Ayrımcılık olgusunun temelinde yatan "ben/biz ve öteki'dir. Aslında hepimiz "bir yerde, bir konuda, birileri nezdinde" mutlaka öteki durumundayız.

Her hangi bir toplumda bir ayrımcılık geliştirilmek istendiğinde, ayrımcılığa özne seçilen konunun o toplumda maddi temelleri de varsa, bu durum hızla tehlikeli boyutlara taşınabilmektedir. Örneğin etnik olarak pek çok farklılığı içerisinde barındıran bir toplumda ırkçı milliyetçiliğin çok daha tehlikeli bir biçimde geliştirildiği söylenebilir.

Özürlülere Yönelik Ayrımcılık

Günümüzde insanlık "herkesi içine alan, herkese uygun bir toplum modelinden" (8) yoksundur. İşte bu nedenle insanlık, çoğu kez, sorunlar karşısında kendisini çaresiz hissetmektedir. Neden, böyle bir toplumu oluşturabilecek gerçekçi, geçerli bir model üretmekten uzağız? Bir toplumun gereksinimini karşılayacak hizmetler / çözümler üretirken öncelikle "normal insanlar için" hareket geçiliyor, "ötekiler" için "sonra yaparız" deniliyor. Bu yaklaşım, toplumdaki herkesi içine alan, herkesi en baştan düşünen bir anlayışı yansıtmıyor. Yaratılan bu eksik modelle toplumun bir bölümü dışlanıyor, sonra da bu dışlamanın yarattığı olumsuzluklarla da pekişen sorunların içinden çıkılamıyor. Dışlanan bu kesimleri toplumla bütünleştirecek (entegre edecek) yollar aranıyor. Ne yazık ki bir yandan dışlama süreci sürerken, bütünleştirme çabaları da başarısız kalıyor Karşılaşılan sorunların bir çoğu, sorunun niteliğinden, doğasından değil; sorunu çözme sorumluluğu taşıyanların ona bakış açısından, çözüm için sahip olunan olanakların yetersizliğinden, yanlış ve eksik çözüm önerilerinden kaynaklanıyor. Hatta denebilir ki pek çok sosyal sorunun nedeni de, yaklaşımdaki bu yetersizliktir.

Doğru yaklaşım, (herkesi içine alan, herkes için uygun bir toplum modeli) nasıl başarılabilir? Öncelikli soru şudur; Yaşadığımız, çalıştığımız, dinlendiğimiz çevre, toplum, kimin için tasarlanmış? Kadın, yaşlı, özürlü, çocuk, köylü, azınlık, göçmen, eşcinsel... Toplum, içinde yaşayan bu insanları, onların sorun ve gereksinimlerini, özelliklerini ne ölçüde dikkate almaktadır? Çalıştığınız iş, bindiğiniz otobüs, yürüdüğünüz kaldırım, okuduğunuz okul, tedavi gördüğünüz hastane, dinlenme-eğlenme yerleri, kısaca içinde yaşadığınız çevre sizi de içine alan bir toplum anlayışı ile mi geliştirilmiştir? Bir toplum, kendisini oluşturan bileşenleri iyi tanıyor, onlar hakkında gerçekçi, geçerli bilgiler topluyor ve yaşamı, tüm bileşenleri eşit oranda dikkate alan bir anlayışla planlayıp / şekillendiriyorsa özlenen toplum modeline doğru yol alıyor demektir. İşte 'herkesi içine alan toplum anlayışının temeli" budur (10).

Farklılıklar, özünde yadırganacak durumlar değildir. Çünkü farklılık, biz insanların doğasında var. Bu fark yalnızca özürlü olmakla sınırlı değil; pek çok açıdan birbirimizden farklıyız. Hepimizin farklı özellikleri, farklı gereksinimleri var. Güçlerimiz de zayıflıklarımız da farklı. Bu yüzden hepimizin içinde yaşadığı toplum, birkaç kişinin ya da belirli bir kesimin özellikleri temel alınarak şekillendirilemez. Özürlü insanların ihtiyaçları en az özürlü olmayan insanların ihtiyaçları kadar, toplumun düzenlenmesini etkilemeli. Bu da onların özel bakım isteğinden değil, onlar da herkes gibi toplumun bir parçası olduğundan yapılmalıdır. Bundan dolayı, bir toplum yapılandırırken özürlülerin de ihtiyaçları mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Herkes, yaptığı hizmetlerden, özürlülerin de yararlanmasını sağlamaktan sorumludur. Bu sorumluluk herkesindir, Bu sorumluluk doğal ve sürekli bir sorumluluk olarak algılanmadıkça, yerine getirilemez. Herkesi içine alan, herkese açık bir toplum anlayışı içinde sorunlara eğilmedikçe, gerçekçi, geçerli, kalıcı, çözümler üretilemez (10).

Özürlülere yönelik ayrımcı uygulamaların dünü oldukça eskilere dayanmaktadır. Toplum içerisinde eşitsiz uygulamalar tarihsel bir olgudur. Zaman içerisinde ayrımcı tutum ve davranışlar, toplumun tüm hücrelerine sinmiş ve yaşamın neredeyse ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.

Özürlünün karşılaştığı "engelin'1 temelinde, sahip olunan "özür" değil; özrün yarattığı farklılığı bahane eden toplumun, özürlüye karşı geliştirdiği 'engelleyici tutumlar" yatmaktadır

Ayrıca özürlülerin kendileri de, sahip oldukları farklılığı, farklı davranmanın ve kendilerine farklı davranılmasının haklı bir gerekçesi sayarak (zaman zaman bunu bir kazanç sayarak) ayrımcı uygulamaları pekiştirecek tutum ve davranışlar içerisinde olabilmektedirler. Özürlü - toplum ilişkisi içerisinde karşılıklı beslenen bir olgu olarak benimsenip içselleştirilen ayrımcı uygulamalar, ciddi bir itirazla karşılaşmadan, zamanla, yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmektedir. Özürlünün bilinci, kendilik algısı da ayrımcılığı besleyen unsurlar içerebilmektedir. Bu anlamda özürlüyü kendisinden gelecek ayrımcılığa karşı da korumak gerekmektedir.

Ayrımcılık kültüre öyle bir yerleşmektedir ki "uçlaşmış biçimleri" (şiddetle beslene vb.) söz konusu olmadıkça fark edilmez olabilmektedir. Kolayca fark edilmeyen, bu biçimleri ile rahatsız etmeyen; dolayısıyla karşı konulup mücadele de edilmeyen ayrımcılık örnekleri çoktur. Bunlar çoğu durumda "sözde olumlu görünümler" bile taşıyabilmektedir. Engelli bir dilenciye, daha gönül rahatlığıyla para verilmesi, buna örnek gösterilebilir. Altında acıma duygusu yatan kimi sözde olumlu yaklaşımlar da çoğu kez ayrımcıdır.

Özürlüler gündelik yaşamlarında, işe girişte, çalışma ortamında, eğitimde, sağlık kurumlarında, aile içinde, evlilikte, sokakta, ulaşımda, alışverişte, eğlencede, kendi aralarında, ev kiralarken ve daha bir çok konuda sayısız ayrımcılık örnekleri yaşamaktadırlar.

Özürlülere yönelik ayrımcılığın önlenmesinde en etkili unsur, onları iş yaşamına sokmak, üretken kılmaktır. Oysa özürlülerin istihdamında çok boyutlu güçlükler yaşandığı bilinmektedir. Bu bağlamda yasal düzenlemelerin, İşveren tutumlarının, eğitim ve rehabilitasyon çalışmalarının, özürlünün çalışmaya karşı tutum ve davranışlarının ve tüm bunlarla da ilişkili olarak ailelerin, özürlü bireylerin çalışmaları konusundaki tutumunun önemi yadsınamaz (6).

Özürlülerin yeterli eğitim ve rehabilitasyon yoluyla nitelik kazanmaları ve kazandıkları bu nitelikleri üretken bir biçimde kendileri ve içinde bulundukları toplumun yararına sunmaları ayrımcı uygulamaları da büyük ölçüde sona erdirecektir. Böylece, iş piyasasında bilgi, beceri ve yetenekleri ile tanınan özürlülerin iş bulma ve işlerini koruma şansları artacaktır (7). Görüldüğü gibi özürlülerin belirli bir alanda ayrımcılıkla karşılaşmamasının koşulu başka alanlarda da ayrımcılığa uğramamalarıdır. Eğitim ve rehabilitasyon haklarını etkili bir şekilde kullanan özürlü istihdamda ayrımcı tutumlara temel oluşturan "maddi koşullardan" da kurtulmuş olacaktır. Asıl olan Özürlüleri, mesleki eğitim ve rehabilitasyondan geçirerek güçlendirmek; çalışacakları işlerin gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatmak ve böylece iş piyasasındaki "şanslarını" arttırmaktır. Kapitalist düzen içerisinde, verimli olmayan işgücünü, salt "toplumsal" gerekçelerle işlendirmek sürdürülebilirliği olan bir uygulama değildir. Her geçen gün daha çok nitelikli işgücüne gereksinme duyulan iş piyasasında herkes için olduğu kadar özürlüler için de "iyi yetişmenin" önemi artmaktadır.

Temel eğitimden geçmiş tüm özürlüler, yapılan meslek ve iş analizleri temelinde, özürlü bireylerin nitelikleri ve ilgileri çerçevesinde ve iş piyasasının gereksinimleri de dikkate alınarak mesleki eğitim ve rehabilitasyondan geçirilmelidir. Bu anlayış içerisinde özürlülerin örgün ve yaygın eğitim olanaklarından etkili bir şekilde yararlanabilmeleri için her türlü önlem alınmalıdır. Türkiye örneğinde gözlemler, eğitilmiş özürlülerin daha kolay iş bulabildikleri yönündedir (7).

İş bulma olanağı bulabilen az sayıdaki özürlü de çalışma koşulları bakımından özel olarak desteklenmeli ve ayrıca Özürlüler de buldukları çalışma fırsatını verimli bir şekilde değerlendirmek için çaba harcamalıdır.

Unutulmamalıdır ki özürlülerin istihdamı önündeki en büyük engel, önyargıdır; önyargıyı aşmanın en etkili yolu da (12; 7) çalışma yaşamında gösterilecek başarıdır.

Yaşamın tüm alanlarında karşılaşılan özürlülere yönelik ayrımcı uygulama ve anlayışlar gündelik yaşamın sıradan olayları arasındadır. Nüfusun en az yüzde %10'unu oluşturan özürlüler arasında okur yazarlık oranı yalnızca yüzde 3'tür (genel nüfusta bu oran yüzde 80'den fazladır). Ulusal gelirin yalnızca on binde dördü özürlülere harcanmakta; çalışma çağındaki özürlülerin sadece yüzde biri istihdam olanağı bulabilmektedir. Özürlüler "en iyi meslekleri" edinseler bile kendi mesleklerinde ilerleyememekte; üst düzey yönetici görevlere getirilmemekte: çoğu kendi mesleklerinde çalışamamaktadır. Kendi mesleklerinde çalışanlar ise bu hakkı diğerlerine oranla daha güç koşullar altında elde edebilmektedir. Bütün bunlar göstermektedir ki toplumda gözlemlenen ayrımcı anlayışlar özellikle ekonomik ve sosyal politikalarla pekiştirilmektedir (7; 9;2001b ).

Ayrımcı uygulamaları pekiştiren bir başka etmen ise onlar hakkında oluşmuş olan son derece yanlış değer yargılarıdır Toplum özürlüleri çoğunlukla "ellerinden hiç bir şey gelmeyen, korunmaya muhtaç, zavallılar" şeklinde algılarken bazen de kimi yeteneklerini abartılı bir şekilde algılama ve sunma yoluna gidebilmektedir. Temelinde bilgisizliğin yattığı bu çelişik tutumların hepsi, özünde ayrımcıdır.

Bir işverenin işyerine işçi alırken bir özürlüyle karşılaştığında, onun bilgi, beceri ve yeteneklerini görmek, sınamak yerine ön yargılı bir yaklaşımla "sağlam" bireyi yeğlemesi; bir insanın engelli biriyle evlenmeyi aklının ucundan dahi geçirmemesi (az da olsa böyle biriyle karşılaştığında da, ona şaşkınlık ve hayranlıkla bakması); engelli bir çocuğu olan anne-babaya bunu normal karşılamasını öneren birinin bu durum kendi başına geldiğinde isyan edip "neden ben" diye sorması, tüm bunlar ayrımcı duruşun masumane bir biçimde toplumsal hücrelerimize nasıl işlediğini göstermektedir.

Kadın ya da erkek olsun, özürlüler, toplumsal yapıda var olan ayrımcılık ve dışlanma sorunlarını daha yoğun bir biçimde yaşamaktadırlar. Çünkü onlar herkesin yaşadığı kimi sorunları, özürlü sayılmalarına neden olan özellikleri nedeniyle, daha farklı ve çoğu kez de daha ağırlaşmış biçimleriyle yaşamaktadırlar.

Farklı olmak "farklı muameleye tabi tutulmanın" haklı gerekçesi olamaz. Engelliler de herkes gibi, başka hiçbir sebeple değil; salt insan oldukları için onurlu bir yaşamı hak etmektedirler. Bunun için toplumsal yaşama tam katılımın önündeki her türlü engel kaldırılmalı ve eşitlik ilkesi gereğince yaşamın tüm alanlarında desteklenmelidirler.

Oysa engelliler genelde görmezden gelinen, acınan: evde, sokakta, iş yerinde vb. koruma altında bulundurulması gereken kişiler olarak algılanmaktadırlar. Engellilere yaklaşımda dinsel-geleneksel kökenli "vicdani yaklaşım" bireysel, korumacı ve bastına bir tutumdur. Bu yaklaşıma göre iyi bir toplumda, iyi bir insan "muhtaç" kişileri de düşünür. İster dinsel inanışı gereği görev diye algılasın isterse iyilik yaparak kendini yüceltme çabası içerisinde olsun, ister salt insani duygular nedeniyle olsun herkes böyle yaptığında engelliler için toplumsal görev yerine getirilmiş olmaktadır. Çağdaş yaklaşım ise insanların bu türden duygu ve düşüncelerini reddetmez; ancak insanların sorunları ve gereksinimleri karşısında sorumluluğu ağırlıklı olarak kamuya (sosyal devlete) yükler. Sorunu, gereksinimi, özelliği, niteliği ne olursa olsun tüm insanlar salt insan oldukları için onurlu bir yaşam sürme hakkına sahiptirler ve bu amaçla her türlü hizmetin insanlara, bir hak olarak ve hiçbir ayrım gözetmeden, eşitlik içerisinde, verilmesi gerekir. Bu sorumluluk ise tek tek bireylerin, grupların, toplulukların... farklı nedenlerden kaynaklı ve tümüyle kendi inisiyatifleri içerisinde gerçekleşen 'iyilik yapma" dürtülerine bırakılamaz. Bunları bir hak olarak tanımlıyorsak (1; 2), hakkın yerine getirilmesinde de bir "muhatap" bulunmalıdır; o da devletten başkası değildir.

Bu anlayışla bakıldığında, devleti sosyal sorumluluklarından uzaklaştırma ve yerine "sivil toplumu" ikame etme yönünde son yıllarda giderek artan çabalarının özünde çağdaşlık karşıtı çabalar olduğu hemen fark edilecektir (11).

Bir toplumu engellilere karşı duyarlı hale getirmede "haklar" yaklaşımı temel alınmalıdır. Bu, aynı toplumda, haklar ve özgürlükler bakımından tam bir eşitlik içerisinde, birlikte yaşamak demektir. Haklan ve özgürlüleri soyut bir söylem olmaktan çıkaran etkili bir toplumsal örgütlenme yaratmak demektir. "Kimsenin yarın engelli olmayacağının garanti edilemeyeceği" gerçeğinin sık sık anımsatılması üzerine bina edilen korkuya dayalı davranışlar yerine; başkalarına karşı da sorumlu olduğumuz bilinci konulmalı ve bu bilincin gereği olan kamusal sorumluluklar yerine getirilmelidir.

Ayrımcılıkla Savaşım

Bir ülkede yaşanan sosyal sorunlar hangi boyutlarda olursa olsun sorunların temelli çözümü ancak köktenci / yapısal yaklaşımlarla olanaklıdır. Öncelikle sorunların çözümü için gerekli iradenin var olması gerekir. Odağına insanı alan bir yaklaşımla, çözüm üretme ve uygulama sürecinde, sorunun etkilediği tüm tarafların etkin katılımına başvurulmalıdır. Böylece geliştirilen demokratik çözümler, uygulama başarısını da daha baştan güvenceye almış olmaktadır. Engelli sorunlarının çözümü söz konusu olduğunda, gerek Birleşmiş Milletler "Sakat Hakları Bildirgesi", (1) gerekse Birleşmiş Milletler "Sakatlar İçin Fırsat Eşitliği Konusunda Standart Kurallar" (2) engellilerin, ailelerinin ve engelli örgütlenmelerinin tüm süreçlere katılımı konusuna özel bir önem vermektedir.

Bu gün engellilerin yaşadığı sorunların kaynağında toplumun büyük bir bölümünü dışlayan, marjinalize eden ve yalnızlaştıran bir toplum modeli yer aldığını daha önce belirtmiştik. O halde temel çözüm "herkes için herkesi içine alan, kimseyi dışlamayan" bir toplum modeli yaratmaktır Bu, şimdilik bir ütopya olsa da (6) herkesin ufkunu açan, bu türden ütopyaların engelli sorunları dahi! tüm sorunların çözümü açısından son derece gerekli olduğu açıktır.

Bir sorunu çözmenin yolu, öncelikle onu anlamaktan, kavramaktan geçer. O halde ilk iş, engellilere yönelik ayrımcılık konusunu tüm yönleriyle anlamamıza/kavramamıza yardımcı olacak kapsamlı, geçerli, güvenilir bilimsel araştırmalar yapmak olmalıdır. Ayrımcılıkla savaşımda, öncelikle böyle bir olgunun varlığının kamuoyunca bilinmesi büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü bilinmektedir ki ayrımcılıktan çok daha kötüsü sorunun varlığının fark edilmeyişi ya da inkar edilişidir. Günümüzde, burada sözü edilen toplumsal farkındalık olgusunda, "medyanın" rolü büyüktür. Ancak özürlülere yönelik ayrımcılık konusunda medyanın soruna daha çok acıma duyguları içinde yaklaştığı, sağlıklı bir el alış üretemediği bilinmektedir. Bu anlamda öncelikle medyanın yaklaşımı düzeltilmelidir.

İkinci adım, engellilik gibi farklılık yaratıcı durumları, olanaklar ölçüsünde önlemek, önlenemiyor ise, bu farklılıkları bir ayrımcılık noktasına taşımamak için gerekli toplumsal ve bireysel bilinci oluşturmaktır. Bu da ekonomik ve sosyal politikaların yeniden inşasını gerektirir. Engelli ligin kaynağında kurutulması; bu amaçla da engellilik yaratıcı tüm koşullarla (savaşlar dahil) içten ve etkili bir şekilde mücadele edilmelidir.

Ayrımcılığın önüne geçilebilmesi için eğitime büyük önem verilmelidir. Eğitim yukarda sözü edilen "yeni bir insan ve toplum modeli"ni yaratmanın en etkili aracıdır. Ayrımcılıkla savaşımda en önemli konu bakış açımızın genişletilmesidir. Bu amaçla ayrımcılık karşıtı bir eğitim sistemi kurmak ve özellikle de çocuk yaşta eğitime önem vererek toplumsal yaşamın her alanında ayrımcı uygulamalara izin vermemek gerekir.

Özürlülere karşı yaşamın her alanında uygulanan olumsuz ayrımcılığa karşı her boyutta verilmesi gereken savaşım, yalnızca engellilerle ilgili örgütlerin ve engellilerin yürütmesi gereken bir görev değil; toplumun tüm kesimlerini içine alan bir savaşım olmalıdır. Engellilere yönelik ayrımcılık, toplumun gündemine yerleştirilmeli ve toplumun kendi kendini sorgulaması için bir yol açılmalıdır. Özürlülere yönelik ayrımcılık gündelik yaşamın bir parçası olmasına karşın, kamuoyunda yeterince bilinen ve üzerinde durulan bir konu değildir. Bu nedenle konunun öncelikle engelli kamuoyunda daha iyi anlaşılmasını sağlamak ve daha sonra da genel kamuoyuna mal etmek gerekir.

Kuşkusuz her engelli birey, genel olarak hakların ve özgürlüklerin geliştirilmesi noktasında da sorumluluk alabilir; ancak engellilerin öncelikli hedefi toplumun diğer kesimleriyle eşitlik içinde bir yaşam sürmektir.

Çok uzun bir tarihsel geçmişe dayanan politikalar ve uygulamalar sonucu toplumun derinliklerine sinen ayrımcılık, çok yönlü ve etkili bir savaşım gerektirmektedir.

Ayrımcılıkla savaşımda birey olarak herkese düşen sorumluluklar, da vardır. Toplum içerisinde her birey farklılıkları nasıl gördüğünü sorgulamalıdır. Bilindiği gibi insanlar farklı görünürler, farklı hareket ederler, farklı iletişim kurarlar, farklı davranırlar, farklı bir şekilde öğrenirler. Bunun için de öncelikle konu hakkında bir farkındalık bilinci geliştirilmelidir. Günlük yaşamdaki farklılıklar nelerdir? Bir bireyin özürlü oluşundan kaynaklanan farklılıkları nelerdir? Bireyin özürlü oluşundan kaynaklanan tepkilerimizin farkında mıyız? özürlülüğe bağlı farklılıkları olan insanlarla ilişkilerimiz nasıl? (13) Bir toplumda, yaşamın doğal akışı içerisinde, özürlüler söz konusu olduğunda, (örneğin bir iş yerinde bitlikte çalışıyorsak, aynı okulda/derslikte birlikte eğitim görüyorsak, aynı apartmanda/mahallede birlikte oturuyorsak, aynı otobüste/trende birlikte yolculuk yapıyorsak vb.) farkında olalım ya da olmayalım tepkilerimiz nelerdir? Engellilerle iletişimimizi, etkileşimimizi etkileyen değer yargılarımız var mı? Bunlar farklı engel gruplarına göre değişiklik gösteriyor mu? Bu sorgulamalar sonucunda, özürlülere ilişkin, içinde ayrımcılık kokan tutum ve davranışlarımızın gözden geçirilmesi ve yenilenmesi gerekecektir. Bu gözden geçirme, her bireyin kişisel, mesleksel ve toplumsal ilişkilerini etkileyecektir.

Sonuç olarak, ayrımcılığın maddi temeli, doğal ve toplumsal yaşamın içerdiği farlılıklardır. Farklı olanlar arasındaki güç eşitsizliği ayrımcılığa giden yolun ikinci önemli durağını oluşturmaktadır. Üçüncü önemli durak ise ayrıma tabi tutmanın bir tarafa (bireysel, kümesel, toplumsal, siyasal vb.) "avantaj" sağlamasıdır. Bir de bunlara bilgisizlik, bilinçsizlik ve duyarsızlık eklendi mi ayrımcı uygulamalar için ortam hazır demektir

Ayrımcılığı yaratan maddi koşulların olabildiğince ortadan kaldırılması ve doğal kabul edilebilecek farklılıklardan bir ayrımcılık türetilmemesi için ayrımcılık karşıtı bir bilincin geliştirilmesi gerekir. Bu doğrultuda temel kabul, herkesin farklı ve herkesin eşit olduğuna olan inançtır.


KAYNAKLAR

1. Başbakanlık özürlüler idaresi Başkanlığı, Özürlüler İle İlgili Mevzuat, Ankara: 2002.
2. Birleşmiş Milletler Sakatlar İçin Fırsat Eşitliği Konusunda Standart Kurallar, Birleşmiş Milletler Genel Kurul'unun 20 Aralık 1993 tarihinde yapılan 48. toplantısında 48/96 sayılı kararı.
3. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Cilt 3, s 1125
4. Diclionnaire Larousse, Ansiklopedik Sözlük, Cilt I, 1994, s. 250
5. Güvenç, Bozkurt Türk Kimliği, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1993.
6. İçli, Turhan, Eyüp Doğan ve Kasım Karataş "Önsöz" Görme Özürlüler İçin
Rehabilitasyon Deneyimleri, Yeni Rehabilitasyon Politikaları ve Meslek Tanımları, Yayına Hazırlayan: Kasım Karataş. Ankara: Körler Federasyonu Yayını No.: 4,2001, ss. 1-3.
7. İçli, Turhan. "Görme Özürlülerin İstihdamında İşveren Tutumları ve Beklentileri" Görme
Özürlüler İçin Rehabilitasyon Deneyimleri, Yeni Rehabilitasyon Politikaları ve Meslek Tanımları, Yayına Hazırlayan: Kasım Karataş. Ankara: Körler Federasyonu Yayını No.. 4, 2001, ss. 88-90.
8.- Kalpaklı, Fatma (Çeviren) "Her Fert Toplumun Bir Parçasıdır" Ufkun ötesi, Körler Federasyonu Dergisi Yıl 1 Sayı 3, Eylül, Ekim 1997
9. Karataş, Kasım "Özürlüleri Mesleki Rehabilitasyonu ve İstihdamı Sorunu" Sosyal
Hizmet Sempozyumu '96. Toplumsal Gelişme ve Değişme Sürecinde Sosyal Hizmet, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Yayın No.: 02, 2001a, 88.: 112-117.
10. Karataş, Kaşım. "Özürlülerin İstihdamı ve Çalışma Yaşamında Karşılaşılan Sorunlar"
Görme Özürlüler için Rehabilitasyon Deneyimleri, Yeni Rehabilitasyon Politikaları ve Meslek Tanımları, Yayına Hazırlayan: Kasım Karataş. Ankara: Körler Federasyonu Yayını No.: 4, 2001b, ss. 141-152.
11. Karataş, Kasım. "Yoksullukla Mücadele ve Bir Sosyal Politika Aracı Olarak Sosyal
Yardımlar" Türkiye İnsan Haklan Hareketi Konferansı, Ankara: Türkiye insan Hakları Yayınları 32, 2003, ss.:120-138.
12. Koçyıldırım, Şener "Görme özürlülerin İstihdamını Zorlaştıran Etmenler ve önyargılar"
Görme Özürlülerin Mesleki Rehabilitasyonu ve İstihdamı, Kasım Karataş (Yayına Hazırlayan) Ankara: Altı Nokta Körlere Hizmet Vakfı Yayını No.: 2, 1997, ss. 51-57.
13. Miller, Nancy B. Catherine C. Sammons. Everybody's Different: Understanding and
Changing Our Reactions to Disabiiities. New York: Paul H. Brookes, 1999.

ELiF
24.Haziran.2014, 00:47
özürlü yerine engelli desek daha az incitici olur :(