PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Divan şairi şeyh gâlîb



Kenan107
15.Temmuz.2014, 03:36
Zannetme ki şöyle böyle bir söz Gel sen dahi söyle böyle bir söz


diyerek kendine ve sanatına olan güvenini ortaya koyan Şeyh Galip, 18. yüzyılın ikinci yarısında Istanbul'da yaşamıştır. Galata Mevlevihanesi'nin şeyhidir.


Devrin padişahı III.Selim, Mevleviliğe ilgi duymuş, Şeyh Galip 'in Galata Mevlevihanesi'ndeki dergahını sık sık ziyaret etmiş, onu şeyhi bilmiş, memnun etmiştir.


Şeyh Galip de sık sık sarayda misafir edilmiş, padişah ve ailesi tarafından hep saygı, sevgi görmüştür.Bazı söylentilere göre Mevlevi dergahının genç şeyhi ile Osmanlı sarayının güzel kızlarından Beyhan Sultan arasında bir aşk yaşanmıştır.Iki genç birbirini sevmiş ama aralarındaki aşk ,açığa çıkmamıştır.Şair, şiirlerinde mısraları arasına gizlediği aşkını,


Senden ey şuh ben ümmid-i visal eylemedim
Tab'ıma hadşe verüp fikr-i muhal eylemedim

Ruz-ı aşkı şeb-i tarik-i hayal eylemedim
Zülf-i kafir gibi inkar-ı cemal eylemedim


Kakülün ah ile berhemzede-hal eylemedim
Havf edip gamzene bir harf sual eylemedim


Kalmadı sabra mecalim bilemem isyanım
Daha yetmez mi tegafüle garaz Sultanım


diyerek dile getirmiştir.
ümmid-i visal:Kavuşma ümidi
tab:Yaradılış, huy, tabiat
hadşe:Vesvesi, merak, manevi rahatsızlık
fikr-i muhal: Imkansız düşünce
ruz-ı aşk:Aşk günü
şeb-i tarik-i hayal:Hayal yolunun gecesi
zülf-i kafir:Nankör zülf (görünen saç)
inkar-ı cemal:Güzelliği gizleme
berhemzede-hal:Karmakarışık hal
havf etmek:Korkmak
gamze:Yan bakış
tegafül:Anlamamazlıktan gelme
garaz:Kin, düşmanlık


Galip, hocası Neş'et'ten ders alırken kendisine " Es'ad " mahlası verilir. Bu arada şair, kendine güvenin sembolü olan " Galib" mahlasını kullanıyordur.Devrin bir çok şairi kısa zamanda şöhrete ulaşan bu kabiliyetli şairi kıskanırlar. Dönemin hicivci şairi Sururi, iki mahlas kullanan Galip'i şöyle hicvediyor.




Bilmem ey menhus adın Es'ad mıdır Galib midir
Zatını tarif kıl kimsin kime mensupsun


Gerçi dersin şairane bir tegallüb eyledim
Piş-i erbab-ı sühande Galib-i mağlubsun


Halbuki bu mısraları yazan Sururi de iki mahlaslı idi. Eski mahlası "Hüzni" idi. Galip kendisi için söylenilenlere hiç bir zaman cevap vermedi. Devrin bir başka şairi dayanamayıp bu eleştirilere şöyle cevap verir.


Mağrurluğun olmada günden güne efzun
Şayeste idi mahlasın olsaydı gururi


Galip görünen Es'ad'a mağlub diyorsun
Hüzni'yi unuttun mu ne yaptın a Sururi


menhus:Uğursuz
tegallüb:Üstünlük
piş-i erbab-ı sühan:Söz erbabının önü
mağrur:Gururlu
efzun:Çok, yukarı, fazla
şayeste:Yakışır


Asıl adı Mehmet. 1758’de İstanbul’da doğdu. Önceleri Hoca Neşet’in kendisine verdiği Es’ad mahlasıyla şiirler yazdı. Sonradan Galib mahlasını aldı. Bir süre Konya’ya gidip Mevlana Dergahı’nda çile çekti. İstanbul’a döndü ve çilesini Yenikapı Mevlevihanesi’nde tamamladı. Dönemin Padişahı III. Selim ve Valide Sultan Mihrişah’ın takdirlerini kazandı. Galata Mevlevihanesi’nin 22’nci şeyhi oldu. Annesi ve çok sevdiği şair Esrar Dede’nin ölümünden sonra fazla yaşamadı. 4 Ocak 1799’da İstanbul’daöldü. Babası kendisinden 3 yıl kadar sonra yaşamını yitirdi.


Şiir dili oldukça ağır ve yabancı kelimeler, tamlamalarla doludur. En ünlü eseri, 26 yaşında başlayıp 6 ayda bitirdiği Hüsn ü Aşk aldı mesnevisidir. Hece vezniyle yazılmış bir şiiri de vardır.


Şeyh Galib'in Hüsn ü Aşk Mesnevisi için tıklayınız.



MERSİYE


Kan ağlasın bu dide-i dür-bârım ağlasın
Ansın benim o yâr-ı vefâ-dârım ağlasın
Çeşm ü dehân u ârız u ruhsârım ağlasın
Baştan başa bu cism-i siyeh-kârım ağlasın
Ağyârım ağlasın bana hem yârim ağlasın
Gûş eyleyen hikâyet-i Esrâr'ım ağlasın
Nâ-dide bir güher telef etdim dirîg u âh
Hâk içre defnedüp gerü gitdim dirîg u âh


Zât-ı şerifi âleme bir yâd-gâr idi
Fakr u fenâ vü aşk u hüner-ber-karâr idi
Her şeb misâl-i şem' benim ile yanar idi
Sâye gibi yanımda enis-i nehâr idi
Hakkaa tamâm âşık idi yâr-ı gaar idi
Birkaç zaman muammer olaydı ne var idi
Allah verdi aldı yine kurb-i Hazrete
Biz kaldık intizâr ile rûz-i kıyâmete


Âhir nefesde sohbeti oldu mahabbet âh
Bir yâre urdu bağrıma âh derd-i firkat âh
Gelmezdi hiç kalb-i fakire bu sûret âh
Ey kâş etmeyeydim o âşıkla sohbet âh
Yakmazdı belki cânımı bu nâr-ı hasret âh
Telh etdi kâmımı o zehr-nâk şerbet âh
Eyvâh elden o gül-i handânım aldı mevt
Esrâr'ım aldı cümle dil ü cânım aldı mevt


Olsun mübârek ol mehe kabr-i saâdeti
Mevlâ müyesser ede makaam-ı şefâati
Bitmiş ne çâre dâne vü gelmişdi sâati
Dehrin budur hemişe muhîbbâna âdeti
Tefrik içündür etse de izhâr vuslatı
Zehri yutulmaz ağza alınmaz harâreti
Ben gördüğüm bu dâr-ı fenânın fenâsıdır
Baakî Hûudâ rızâsı bekaa Hâk bekaasıdır


Meydân-ı Mevlevide nişân âşikâr edip
Pervâz ederdi şevk ile Ankaa şikâr edip
Eylerdi nây u defile semâ' âh u zâr edip
Bulmuşdu kân-ı matlabı Hak'da karâr edip
Almışdı müjde kûyuna yârın güzâr edip
Gitdi ne çare Gaalib'i hasretle yâr edip
Olsun visâl-î Hazret-i pirânla kâm-yâb
Kıldı karîn'i kabri Fasîh-i felek-cenâb


(Esrâr Dede'nin ölümü üzerine yazdığı mersiye)


ŞARKI


Fâriğ olmam eylesen yüz bin cefâ sevdim seni
Böyle yazmış alnıma kilk-i kazâ sevdim seni
Ben bu sözden dönmezem devr eyledikçe nüh felek
Şâhid olsun aşkıma arz u semâ sevdim seni


Bend-i peyvend-i dilim ebrû-yı gaddârındadır
Rişte-i cem’iyyetim zülf-i siyeh-kârındadır
Hastayım ümmîd-i sıhhat çeşm-i bîmârındadır
Bir devâsız derde oldum mübtelâ sevdim seni


Ey hilâl-ebrû dilin meyli sanadır doğrusu
Sûy-i mihrâba nigâhım kec-edâdır doğrusu
Râ kaşından inhirâf etsem riyâdır doğrusu
Yâ savâb olmuş veya olmuş hatâ sevdim seni


Bî-gubârım hasret-i hattınla hâk olsam yine
Sıhhatim rûh-i lebindendir helâk olsam yine
Tîğ-i gamzenden kesilmem çâk çâk olsam yine
Hâsılı beyhûde cevr etme bana sevdim seni


Gâlib-i dîvâneyim Ferhâd u Mecnûn’a salâ
Yüz çevirmem olsa dünya bir yana ben bir yana
Şem’ine pervâneyim pervâ ne lâzımdır bana
Anlasın bîgâne bilsin âşinâ sevdim seni

GAZEL


Gencinen olsam vîrân edersin
Âyînen olsam hayrân edersin


Tîr-i nigehden dâğ-ı derûna
Baksan ne işler seyrân edersin


Sâkî kerâmet sende ya bende
Bahri habâba mihmân edersin


Nezzâre-i germ etdikçe ey çeşm
Âteşle âbı yek-sân edersin


Ey huşk zâhid dem urma meyden
Dest-i duâyı mercân edersin


Zâhid o meh-veş bir nûrdur kim
Büttür demezsin îmân edersin


Mâdâm uçarsın gözlerde ammâ
Rûyun perî-veş pinhân edersin


Tabl-ı tehîden gümdür suhanler
Bî-hûde Gaalib efgaan edersin


Etvâr-ı çerhe uy mevlevî ol
Seyrân edersin devrân edersin


TARD Ü REKB
(tardiyye)


Yek mazrada kıldın ey yüzü gül
Âyinemi âf-tâbe-i mül
Geçdi bana neş’e-i tegaafül
Hem eyle hem eyleme tenezzül
Dil hânesi câ-yı işretindir


Bir şu’lesi var ki şem’-i cânın
Fânûsuna sığmaz âsmânın
Bu sîne-i berk-âşiyânın
Sînâ dahi görmemiş nişânın
Efrûhte-i inâyetindir


Şeh-bâz-ı dil oldu evc-pervâz
Kim sayd-ı hümâya eyleyib nâz
Zülfünde de olmaz âşiyân-sâz
Afv eyle ki şeh-i felek-tâz
Perverde-i dest-i himmetindir


Bir âleme olmuşum ki vâsıl
Şeb-nemleri mihr ile mukaabil
Yok pertev-i mihre anda hâil
Nezdîk ü baîdi özge menzil
Kim firkatın ayn-ı vuslatındır


Açıldı der-i harîm-i ma’nâ
Bir sûret olub hezâr da’vâ
Esrâr-ı hafî hep oldu peydâ
Bildim ki bu cümle şûr ü gavgaa
Gavgaayı sever bir âfetindir


Ey arş-kemâl ü meh-sitâre
Olmak n’ola düşmen-i nezâre
Gaalib sana oldu pâre pâre
Bir hâne-harâb imiş ne çâre
Dâm-ı reh-i mihr-i tal’atindir


GAZEL


Koycek bize gardaş duman atturdu zügürtlük
Kokden pılıyu pırtıyu satdurdu zügürtlük


Zarraflar inanmaz asunaflar söze ganmaz
Çok kimseyü gehr ile zıbartdurdu zügürtlük


Çanlardı çeğem zengün iken çan gibi emme
Suncu deyu ağzumı gapatdurdu zügürtlük


Zalt ben mü ya Gastammanulu da cıbır oldu
Dünyayu birübirüne gatdurdu zügürtlük


Bakkal gasap etmekcü zokakda benü gözler
Taşra çıhman damda gapatdurdu zügürtlük


Gurtara çalab alayumuz gasdu gavurdu
Mal goymadu heskesde top atdurdu zügürtlük


Gaalüb ne öküz galdu ne dombay ne bi eşşek
kokden pıluyu pırtuyu satdurdu zügürtlük