PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Iran Tarihi



katherinapetrov
14.Ağustos.2014, 01:02
İLK ÇAĞLARDA İRAN



M.Ö. 6. yüzyılda Büyük Kurus, ilk Pers hükümdarı olarak tarih sahnesine çıkmış, kurduğu Agemenyan İmparatorluğu M.Ö. 558 ile 330 yılları arasında hüküm sürmüştür. Ünlü kralları I. Darius ve Xerkes zamanında ülkenin sınırları doğuda Hindistan’a, batıda Ege kıyılarına kadar uzanmıştı. Mısır’ı bile topraklarına katan bu imparatorluğun merkezi olan Persepolis şehri günümüzün en önemli tarihi şehirlerinden biri durumundadır.

Xerkes, Maraton savaşlarında Yunanlılara yenilince bu yükseliş dönemi sona erdi. Büyük İskender, M.Ö. 4. yüzyılda bu ül---i işgal etti ve Persepolis’i yaktı. Büyük İskender’in Hint seferi sırasında ölümünden sonra Yunan etkisi hızla zayıfladı ve yerini kuzeydoğudan gelen Partların işgaline bıraktı.
M.S. 224 ile 638 yılları arasında ül---e Sasaniler hakim oldu. Bu dönemde Zerdüştlük devlet dini haline geldi. Arabistan’da İslam dininin gelişmesi ve kuvvetlenmesiyle, İran, bu sefer Arap işgaline uğradı, buradaki Zerdüştler zorla müslümanlaştırıldı. Günümüze kadar devam eden Şii - Sünni kavgası da bu tarihlerde filizlendi.

Arap etkisinin yoğun olduğu bu dönemde Abbasiler, İran’ı 600 yıl kadar yönettikten sonra yerini Selçuklular aldı. 1051 yılında İsfehanı alarak başşehir yaptılar. Bu dönemde edebiyat ve bilimde belirli ilerlemeler görüldü. Örneğin ünlü şair ve matematikçi Ömer Hayyam bu dönemde yetişti. 1220 yılında Cengiz Han yönetimindeki Moğol ordularının istilası ile Selçuklu Devleti yıkıldı. Özellikle torunu Hülagü’nün zamanında en yüksek dönemine ulaşan Moğol istilası sırasında Tebriz, Moğolların başkenti oldu. Hristiyanlık ve Budizm arasında bocalayan Hülagü Han İrandaki sosyal baskılara dayanamayarak Müslümanlığı seçti. Kendisine İl Han ismini verdi. Daha sonra kurulan İlhanlılar devleti de bu ismi devam ettirdi. Moğollar ellerine geçirdikleri şehirlerdeki sanat eserlerini yakıp yıkarken bir yandan da kendileri yeni eserler yaptılar. Zencan yakınlarındaki Gümbed-i Sultaniye bunlardan en önemlisidir. Bölgedeki kanlı Moğol işgali 200 yıl kadar sürdü.

1402 yılında Moğol-Türk Hükümdarı Timurlenk’in Osmanlıları yenmesiyle bölgede kısa bir süre hüküm sürdüğünü görüyoruz. Başşehri Tebriz’den Kazvin’e almış, kendisine karşı gelenleri acımasızca katletmiştir. Sadece İsfehan’da 70 bin kişinin öldürüldüğü tarihsel kayıtlara geçmiştir. Öte yandan özellikle Şiraz’daki minyatür sanatçılarını desteklemiş olan Timur’un eşlerinden birisi olan Gevher Şad, Meşhed’deki eşsiz caminin yapımında rol oynamıştır.

Kısa bir dönem Karakoyunlu ve Akkoyunlu isimli iki Türkmen kabilesi, Kuzey İran ve Doğu Anadolu’da hüküm sürmüştür.




SAFEVİLER DÖNEMİ



1502 yılında bir Şii hanedanı olan Safevilerin yönetimi ele geçirmeleri ile İran’da bir yeniden doğuş dönemine girilmiştir. Bu dönemde İrandaki gelişmeler Anadoludaki Şii/Alevi inancına sahip kitleler tarafından ilgi görmeye başlamışıtr. Zamanla bu ilginin tehlikeli boyutlara ulaşmasıyla Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail'in üzerine yürümüştür. Çaldıran ovasındaki savaştan Osmanlı orduları galip çıkmıştır. Bu yenilgiye rağmen Safeviler ülkenin sınırlarını bugünkü Irak’ta Bağdat’tan bugünkü Afganistan’da Herat’a kadar genişletmişlerdir. Şah Abbas döneminde başşehir olan İsfehan’da yapılan mimari eserler bu dönemin unutulmaz eserleri arasındadır.

Safevilerin zayıflamasıyla 1736 yılında Afgan kralı Nadir Şah, ül---i işgal etmiş, ülkedeki Türk ve Rus unsurlarını uzaklaştırarak kısa bir dönem barış ortamı yaratmıştır. Hindistan’a sefere gittiğinde ele geçirdiği ünlü Tavuskuşu tahtı ve Kuh-i Nur (Nur Dağı) elmasının ---fini süremeden bir suikaste kurban gitmiştir. Daha sonra gelen Kacarların ardından son olarak Pehlevi hanedanı 1926 yılında ül---i yönetmeye başlamıştır. Bundan sonra İran’ın iç ve dış politikasında daha çok yabancıların ve petrolün belirleyici olduğunu görüyoruz.




PEHLEVİ HANEDANLIĞI


Pehlevi hanedanının ilk kralı Rıza Han, kurulan ilk Meclisin kararlarını tanımasıyla ülkenin tamamına hükmetmeye başladı. Ül---i modernleştirme çabalarında Atatürk’ü kendine örnek aldı.O dönemde İran’da ulaşım çok geri kalmıştı, sağlık sistemi hemen hemen yok gibiydi, tarım ve sanayi ise gelişmemişti. Atatürk gibi işe önce sosyal devrimlerle başladı. Dini etkileri kırmak için kadınların kara çarşaf giymelerini ve Muharrem ayında Aşure günü kutlamalarını yasakladı.

2. Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmaya çalışan İran, savaşa girmekten uzak kalarak başarılı bir politika izlemiştir. Rusya, Kuzey Azerbaycan’da bazı İran topraklarını ele geçirince Amerika ve İngiltere’ye yaklaşmış, gene de 1941 yılında sürgüne gönderilmekten kurtulamamıştır. Yerine 22 yaşındaki oğlu Muhammed Rıza Şah geçirilmiştir.

İngiliz - İran Petrol şirketinin İran petrollerinden milyonlarca dolar kazanmaları karşısında İran Petrollerinin millileştirilmesi tartışmaları başlamış 70 yaşındaki milliyetçi başbakan Musaddık her türlü dış baskıya rağmen bu işi başarmıştır. Petrolün millileştirilmesi günü İran’da halen resmi tatil olarak kutlanmaktadır. Şirketin İngiliz ortaklarını karşı atağıyla İran petrollerine uluslararası boykot uygulanmış 1953 yılında Şah’ın ülkede olmadığı bir dönem Musaddık ülke dışına çıkartılmış sonuçta İran petrolü gene uluslararası bir şirketin eline geçmiştir. Ancak bu sefer ABD bu şirketin % 40 ortağı durumuna gelmiştir.

Musaddık’ın gidişiyle Amerikan Hükümeti sosyal iyileştirmeler ve ekonomik modernizasyonlar yapması için Şah’a baskı yaptı. Beyaz Devrim adıyla bu işe girişen Şah, devrimin hızını çok yüksek tu----- dini çevrelerden ve küçük yerleşimlerde yaşayanlardan tepki aldı. Özellikle ulema adlı dini liderlerin aynı zamanda büyük toprak sahibi olmaları ve toprak reformunun onların aleyhine olması ve seçme seçilme haklarının müslüman olmayanlara da tanınması ve sürekli yükselen enflasyon nedeniyle Şah’ın otoritesine karşı çıkanların sayısı hızla arttı.


Sah Riza Pehlevi



Pehlevi’lerin yönetime gelmelerinden sonra genç öğrenciler, devrimlerin çabucak tamamlanmasını; tutucu müslümanlar ise devrimlerin tamamen kaldırılmasını ve şeriata dönülmesini istiyor ve her iki grup da Şah yönetimine saldırıyordu. Ekonominin gittikçe kötüleşmesi ve petrol üretimi ve satışındaki başarısızlık, kitlelerin sokak gösterilerine ve çeşitli sabotaj olaylarına yol açıyordu. Şah ise bu gösterileri en sert ve en kanlı biçimde bastırmaktan çekinmiyordu.

Bu sırada yurtdışında olan dini lider Ayetullah Humeyni gittikçe artan bir popülarite kazanıyor ve direnişin simgesi haline geliyordu. 1902 yılında küçük bir köyde doğan Humeyni dinbilim, felsefe ve hukuk eğitimini kutsal şehir olan Kum’da almıştı. Şah, 1978 yılında rejimini kurtarmak için umutsuz çabalar göstermiş; bu arada tutumunu iyice sertleştirmiştir. ABD ile kurduğu çok sıkı bağları bu yönde kullanmıştır. 1978 yılı Kasım ayında sıkıyönetim ilan etti. Aynı günlerde Tahran, Kum ve Tebriz’deki sokak gösterilerinde ve çatışmalarda yüzlerce kişi öldürüldü. Şah’ın günleri sayılıydı ve 16 Ocak 1979 tarihinde (şimdi resmi tatildir) ül---i terk etmek zorunda kaldı. Sürgünde değişik ülkeleri gezen devrik Şah, 1980 yılında Mısır’da öldü.


HUMEYNİ DÖNEMİ


Humeyni



Humeyni, 1 Şubat 1979'da İran’a geri döndü. İslami tutuculukla milliyetçiliği birleştiren idealleri, görüşlerinin temellerini oluşturuyordu; ancak çok az kişi bu ideallerin milyonlarca insanın beklenti, umut ve ideallerine uygun olduğunun farkındaydı.

Humeyni’nin yönetime geldiğinde izlediği politika “gelen gideni aratır” deyimini doğrulayacak nitelikteydi. Hz. Muhammed’den beri ilk kez gerçek anlamda İslami bir devlet kuruluyordu. Ancak, bu da aynı devrik Şah’ın izlediği gibi kan dökme ve şiddet kullanma pahasına oldu. Şah’ı devirmekte ittifak içinde olan Halkın Fedayileri ve Halkın Mücahitleri gibi solcu gruplar artık yasadışı ilan edilmiş ve büyük bir şiddetle dağıtılarak taraftarları hemen idam edilir olmuştu. Ülkede durum bir ara kontrolden çıkarak iç savaş eşiğine kadar bile gelindi.

İran’daki bu altüst oluşları şaşkınlıkla izleyen Dünya kamuoyu giderek İslam Devleti görünümünde bir uluslararası sorunun başladığına şahit oldu. Bu sorun, özellikle İran ile ABD arasında çok belirgin bir düşmanlığın tohumlarının atılmasına yol açtı. Bu durum, Amerika’nın tanrıtanımaz bir kültürün temsilcisi olmasının ötesinde devrik Şah rejimini ve daha sonra İran-Irak savaşında Irak’ı sonuna kadar desteklemiş olmasından dolayı başlamış gibidir. 1979 yılının Ekim ayında Tahran’daki Amerikan elçiliği, üniversite öğrencisi olduğu söylenen kişiler tarafından basılarak buradaki 52 kişi rehin alındı. Öğrenciler, rehinelerin serbest bırakılması karşılığında sürgündeki Şah’ın kendilerine teslim edilmesini istediler. Bu rehineler (İranlılara göre casuslar) 444 gün süreyle burada tutuldu. Başkan Carter’ın Nisan 1980’de uyguladığı başarısız kurtarma operasyonu ile İran - ABD ilişkileri tamamen kesildi. Daha sonra Hizbullah gibi İran destekli gruplar; Lübnan’daki rehin almaları, 241 Amerikan denizcisinin öldürülmesi ve Amerikan elçiliğine kamyon - bomba ile saldırılması gibi terörist eylemlerde bulundular.


İran - Irak Savaşı


1980 yılında Irak silahlı kuvvetlerinin ortak sınır boyunca İran’ın batı kesimini işgal etmesiyle İran - Irak savaşı başlamış, 1988 yılında ateşkes anlaşmasıyla sona ermiştir.
Savaşa yol açan anlaşmazlıkların başında "Şatt-ül Arap" suyolu konusu geliyordu. Irak, önceleri tek başına denetim altında tuttuğu bu stratejik suyolunu İran’ın Kürt hareketinden desteğini çekmesi karşılığında 1975 yılında bu ül---le paylaşmak zorunda kalmıştı. Ama Bağdat yönetimi bu durumu hiç bir zaman içine sindiremedi. Öte yandan İran’da iktidarı ele geçiren Şii akım, nüfusunun bir kısmı Şii olan Irak için ciddi bir tehdit haline geldi. Irak’ın savaş öncesindeki hedefi İran’ın zengin petrol yatakları olan Khuzistan bölgesini alarak daha fazla petrole sahip olmak ve Şatt-ül Arap suyolunun her iki yakasını da kontrol etmek şeklindeydi.

Ancak savaş başladığında Saddam Hüseyin, beklediği gibi iç sorunlardan bunalarak zayıflamış bir İran ile değil belirgin bir dış düşmana karşı birleşmiş bir İran’la karşılaştı. Silah gücü daha üstün olan Irak’ın karşısına nüfus yönünden büyük bir ülke ve Mollalar tarafından fanatik bir şekilde eğitilmiş ve ölmeye hazır bir ordu çıktı. 8 yıl süren bu savaş süresince her iki taraf da birbirlerinin topraklarının en fazla 100 km. kadar içine girebildi. Açılan kilometrelerce uzunluktaki cephede çarpışmalar zaman zaman tarafların birbirlerinin başkentlerine, petrol tesislerine ve petrol tankerlerine füze saldırılarında bulunmalarıyla alevlendi.

1982 yılında İran, Irak kuvvetlerini eski sınırın ötelerine sürünce barış umudu doğdu. Ancak bu sefer İran, Şiilerin kutsal yerleri olan Necef ve Kerbela’yı almak üzere karşı atağa girişti.
Her iki ülkenin ekonomisi savaşın ağır harcamalarını karşılamakta güçlük çekmekteydi. Önceleri Suudi Arabistan ve öteki Arap ülkelerinin açıkça mali yardım yaptığı Irak’a Amerika ve SSCB de dolaylı yollardan destek sağladı. İran ise Suriye ve Libya ile ittifak içindeydi. Irak, kimyasal silah kullandığı konusundaki iddialar üzerinde dünya kamuoyunda yalnızlığa itilince sürdürdüğü barış girişimlerini bir kenara bıraktı. İran, 1987 yılında Basra yakınlarına kadar sokulabilmişti, ancak Libya ve Suriye’nin desteklerini çekmeleri ve öteki Batılı ülkelerin açıkça İran’a karşı cephe almalarıyla İran, yalnızlığa itildi. 1988 yılında savaş bittiğinde her iki taraf hiçbir şey elde edemeyerek savaştan önceki sınırlarına çekildi.



HUMEYNİ'DEN SONRA


4 Haziran 1989 tarihinde Humeyni ölünce ülke yeniden belirsizlik ortamına sürüklendi. Ancak İslam Devrimi kendi yandaşlarını ve kendi insan türünü yaratmayı başarmıştı. Yönetim, Devrim Muhafızlarının etkin olduğu bir dini rejim haline geldi. İlk seçimlerle işbaşına gelen Cumhurbaşkanı Rafsancani belirli bir modernleşme hareketi başlatmaya çalıştı; ama, başarılı olamadı. 1977 yılında Cumhurbaşkanı Hatemi başa geçince modern dünyanın kapılarını İranlılara açmaya çalıştı. Bunu yaparken de Devrim Muhafızlarının etkinliklerini azaltmaya uğraştı. Zaten Devrimin üzerinden 20 yıl geçmişti ve ülkede güvenlik kuvvetlerinin yetki alanları konusunda kargaşa yaşanıyordu. Polis, jandarma ve askeri kuvvetlerin dışında Devrim Muhafızlarının görev ve yetkilerinin ne olduğu tartışılmaya başlandı. Sonuçta Devrim Muhafızları bir tür özel polis gücü statüsüne alındı, sorun geçici de olsa çözülmüş oldu.
Cumhurbaşkanı Hatemi‘nin iç ve dış politikada uyguladığı reformcu politika gençler arasında sonuçlarını vermeye başladı. Ülkede önceleri bir casusluk aracı gibi gösterilmeye çalışılan İnternet, giderek yaygınlaşmaya başladı. Savaş yıllarında neredeyse imkansız olan yurtdışı telefon görüşmeleri otomatik sisteme bağlandı ve İran kendi GSM - Cep Telefonu bağını kurarak dış dünya ile ilişkilerini pekiştirmiş oldu.




Eski Cumhurbaşkanı Hatemi



Hatemi’nin kisisel çabaları bir anlamda sonuçsuz kalmaya mahkumdu. Çünkü Cumhurbaşkanının çıkardığı her yasa dini liderlerin ve tutucu müslümanların çoğunlukta olduğu Meclis tarafından onaylanmazsa geçerli olamıyor. Tutucu güçler, İslam Devrimine karşı reform oluşturmaya çalışan birçok kesimin çabalarını çeşitli şekillerde ortaya çıkarttılar. Örneğin 1988 yılında özellikle entellektüel kesim arasında yoğun tutuklamalar oldu ve tutuklananların bir kısmı öldürüldü. Bu ölümlerin sorumluları bulunamadı, resmi araştırmalar hala sürmekte.
1999 yılı Mart ayında yapılan yerel seçimler sırasında halk arasında iyi tanınan reformist Tahran Belediye Başkanı tutuklandı. Bu durum yoğun protestolara sebep oldu. 1999 yılı Haziran ayında polis Tahran Üniversitesi yurtlarından birine saldırdı. Bir hafta süren olaylarda sadece bir kişinin öldüğü duyuruldu; ama buna kimse inanmadı. 2000 yılında otuzdan fazla reform yanlısı gazete kapatıldı. 2002 yılında yapılan genel seçimlerde de reformcu adayların seçime katılmaları meclis tarafından engellendi. Bu engelleme olmasaydı mecliste reformcuların çoğunluğu oluşturabileceğine kesin gözüyle bakılıyordu.
Kasım 2003‘de İran’da kadın hakları savunucusu bir kadın hakimin Nobel ödülü almasıyla dikkatler tekrar İran üzerine çevrildi.

2005 yılında yapilan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini gelenekçi aday Ahmedinejad kazandı. Ahmedinejat'ın sert tutumlu bir dış politika izlemesiyle İran, dünya politika sahnesinde önemli bir yere geçti. Enerji ihtiyacını karşılamak için Nükleer Santraller kurmaya hız verdi. Uluslararası Atom Enerjisi komisyonunun denetlemelerini engelledi. Bu sekilde başta ABD olmak üzere batılı devletler, İran'ın Nükleer bir silah üretebileceği kuşkusuyla ülke üzerinde yoğun baskı uygulamaya başladı. İran, halen bu baskılara boyun eğmedi ve Nükleer araştırmalarına devam ediyor.