Snake
22.Ağustos.2014, 14:41
Kabahat bulmak (birine) (bir şeye): -1. O kimsede suç, kusur ara mak. -2. Bir şeyde eksik bir yan, kusur aramak.
Kabahat İşlemek: Kabahat sayılacak bir davranışta bulunmak.
Kabahati (birine) yüklemek : Suçu başkasının üzerine atmak, ona ifti ra etmek
Kabak başına patlamak: Pekçok kişiyi İlgilendiren bir olaydan dolayı
yalnızca bir kişi zarar (ceza) görmek.
Kabak çiçeği gibi açılmak : Utangaçlığı, sıkılganlığı bir yana bırakıp
herkesi şaşırtacak ölçüde özgür davranmaya başlamak.
Kabak tadı vermek: Bir konu fazla yinelendiği için bıkkınlık vermek,
usandırmak
Kaba kuvvet: Bir amaca ulaşmak için başvurulan dayak vb. Kaba saba : -1. Görgüsüz kimse için söylenir. -2. Özensiz yapılan şey
için kullanılır. Kabına sığmamak: Duygularını frenleyemeyip taşkın davranışlarda
bulunmak, taşkınlık yapmaya başlamak.
Kabir azabı (çekmek) : Çok sıkıntı (çekmek).
Kabir suali: Ayrıntılı, bıktırıcı sorular; ahret suali.
Kabuğuna çekilmek: Dış dünya ya da çevresiyle ilişkisini kesmek,
kimseyle görüşmemek; içine çekilmek.
Kabul olmayacak duaya amin demek: Olmayacak bir şeye olacak mış gibi inanmak.
Kâbus basmak (çökmek): Büyük sıkıntı, korku içinde kalmak.
Kaçacak delik aramak: Korku nedeniyle saklanacak yer aramak.
Kaçın kurası: Zengin yaşam deneyimi olan, aldatılması güç (kimse).
(Kars. Görmüş geçirmiş.)
Kaç para eder : “Neye yarar, ne değeri var?” anlamında.
Kaç zamandır? : ‘Çoktan beri.” anlamında.
Kadere meydan okumak : Alınyazısını değiştirmek için büyük bir sava şım vermek.
Kaderin buyruğuna boyun eğmek: Başına gelenlere katlanmak.
Kaderine küsmek: Karşılaştığı kötü olaylar yüzünden talihini suçlu görmek; talihine küsmek.
Kaderin sillesini yemek: Büyük bir yıkıma uğramak.
Kadınlar hamamına dönmek (bir yer): Herkes aynı anda konuştuğu
için gürültülü bir ortam oluşmak Kadidi çıkmak: Çok zayıflamak.
Kadir gecesi doğmuş : Çok şanslı (kimse); anası kadir gecesi do ğurmuş.
Kadrini bilmek : -1. Değerini bilmek. -2. Yararlanmak.
Kafa cilalamak : bk. Kafayı çekmek. Kafa çekmek : bk. Kafayı çekmek.
Kafadan atmak: Uydurup söylemek, yeterince düşünmeden cevap vermek.
Kafadan çatlak (kontak, sakat) : Akılsızca İşler yapan, deli.
Kafa dengi: Anlayışları birbirine uyduğu İçin arkadaşlık yapanlardan her biri. (Kars. Ahbap çavuşlar.)
Kafa dinlemek : Zihni yoran işlerden uzak kalmak
Kafa göz yarmak : Beceriksizlik göstermek.
Kafa kafaya vermek: Bir konuda görüşmek üzere bir araya gelmek; baş başa vermek.
Kafa kalmamak : Zihni yorgunluktan çalışamaz duruma gelmek.
Kafa patlatmak : Bir iş gerçekleştirmek için büyük ölçüde 2ihinsel ça ba harcamak.
Kafası almamak (bir şeyi) : -1. Onu anlayamayacak durumda olmak. -2. Onun olabileceğine inanmamak, -3. Onu anlayamamak, kavrayamamak; havsalası almamak.
Kafası atmak : Çok Öfkelenmek; beyni atmak, tepesi atmak.
Kafası bozulmak (bir şeye, birine) : Ona kızmak, Öfkelenmek, sinir lenmek.
Kafası bulanmak: Bir durum karşısında ne olup bittiğini kavrayamaz
duruma gelmek.
Kafası çalışmak : bk. Kafası işlemek.
Kafası dönmek : -1. Sersemlemek. -2. Öfkelenmek.
Kafası dumanlı: -1. Hafif sarhoş. -2. Çok yorgun kimse için kullanılır.
Kafası İşlemek (çalışmak) : -1. Akıllıca davranışlarda bulunmak. -2. Zekice işler yapmak.
Kafası karışmak : Sağlıklı düşünemez olmak; zihni karışmak.
Kafası kazan gibi olmak, (kafası şişmek) : -1. Gürültüden tedirgin ol mak. -2. Çok çalışmaktan ötürü zihni yorulmak; başı kazan gibi ol mak, başı şişmek.
Kafası kızmak : öfkelenmek, sinirlenmek.
Kafasına dank etmek (demek) : Bir olay dolayısıyla gerçeği doğruyu anlamak.
Kafasına koymak (bir şeyi) : Onu yapmaya kesin karar verip uygun zamanı beklemek. (Kars. Aklına koymak.)
Kafasına vura vura : Zorla, itekleyerek.
Kafasına vurmak: İçki, hava, vb. ona ofumsuz etki yapmak; başına vurmak.
Kafasından çıkarmak (bir şeyi, bîrini) : Onu unutmak, ondan vazgeç-• m ek; aklından çıkarmak.
Kafasını ezmek: Zararlı olabilecek bir şeyi daha başlangıçta yok et mek; başını ezmek.
Kafasını gözünü yara yara konuşmak : Bir dili yanlışlar yaparak ko nuşmak.
Kafasını kaldırmak : Karşı gelmek; başını kaldırmak.
Kafasını kaldırmamak (bir şeyden): Hep o şeyle meşgul olmak; ba şını kaldırmamak.
Kafasını kullanmak: Akıllıca davranmak; aklını kullanmak.
Kafasını kurcalamak: Zihnini meşgul etmek, devamlı düşündürmek; aklını kurcalamak.
Kafasını toplamak : Sağlıklı düşünebilecek duruma gelmek; aklını ba şına toplamak.
Kafası şişmek : bk. Kafası kazan olmak.
Kafa şişirmek : Gürültü ya da gevezelikle tedirgin etmek.
Kafa tutmak (birine) : Ona aksiienmek, diklenmek; karşı gelmek (Kars. Gözdağı vermek, posta koymak.)
Kafa ütülemek : Çok kcnuşup tedirgin etmek; boş laflarla bunaltmak.
Kafayı bulmak : -1, Sarhoş olmak. -2. Keyfi yerine gelmek.
Kafayı çekmek (kafa cilalamak) : İçki İçmek.’
Kafayı değiştirmek : Düşüncesini, kanısını değiştirmek.
Kafayı takmak (bir şeye) : Hep onu düşünmek, onunla uğraşmak (Kars. Aklı takılmak.)
Kafayı tütsülemek : Sarhoş olmak.
Kafayı üşütmek : Akli dengesini yitirmek.
Kafayı (yere) vurmak: -1. Yatıp uyumak. -2. Hastalanıp yatağa düş mek.
Kafa yok ; Akılsız, aptal (kimse).
Kafa yormak: Bir konu üzerinde çok düşünmek; beyin yormak.
Kafese girmek : Hazırlanan tuzağa düşmek, aldatılmak.
Kafese koymak (birini): -1. Onu aldatıp çıkar sağlamak. -2. Onu hap se sokmak.
Kâğıda dökmek (bir şeyi): Onu yazmak, yazıya geçirmek.
Kâğıt üzerinde kalmak : O şey tasarlandığı halde yapılmamış olmak, uygulamaya konulmamak.
Kahır (kahrını) çekmek: Belirli bir amaçla uzun süre sıkıntıya katlan mak.
Kahkaha atmak: Yüksek sesle gülmek.
Kahkahadan kırılmak : Çok gülmek.
Kahkahayı basmak (koparmak, salıvermek): Kendini tutamayıp yük sek sesle gülmek.
Kahve dövücühün hınk deyicisi: Bir kimsenin yaptığı işi yaltaklık ede rek, sözle destekleyen (kimse).
Kalayı basmak (birine) : Ona küfür etmek, sövmek.
Kalayı yemek : Kendisine küfredilmek.
Kalbi çarpmak : -1. Kalp atışları artmak. -2. Çok heyecanlanmak.
Kalbine girmek : Sevgisini kazanmak.
Kalbini (birine) açmak : Duygu ve düşüncelerini ona söylemek.
Kalbini kazanmak (fethetmek) : İnce bir davranış, güzel bir sözle sev gisini kazanmak; gönlünü kazanmak..
Kalbini kırmak : Uygunsuz sözle ya da davranışla bir kimseyi gücen dirmek; gönlünü kırmak.
Kaldı ki: Bundan başka, bununla birlikte.
Kaldırıma düşmek: Ucuz fiyatla satılmaya başlamak.
Kaldırım mühendisi: İşsiz güçsüz, bir iş tutamayıp vaktini sokaklarda dolaşarak geçiren kimse.
Kalem oynatmak: -1. Yazı yazmak, -2. Bir yazıyı düzeltmek. -3. Yazılı bir belge üzerinde gizlice değişiklik yapmak.
Kaleyi içten fethetmek: Herhangi bir şeyi, o şeyle en yakın kişiyi ka zanarak, onun yardımıyla elde etmek.
Kalıbı kıyafeti yerinde : Görünüşü gösterişli olan (kimse).
Kalıbını basmak (bir şeye): Onun doğruluğuna, öyle olduğuna tanık lık etmek.
Kalın kafalı: Bir şeyi geç ve güç anlayan, anlayışı kıt olan (kimse).
Kalıp gibi oturmak; Giysi vücuda tam gelmek, iyi uymak.
Kalıplı kıyafetli: Gösterişli, bakımlı (kimse).
Kalıpsız kıyafetsiz: Gösterişsiz, bakımsız (kimse).
Kalp kırmak: Gücendirmek, yanlış bir davranışla, sözle birini üzmek; gönül kırmak
Kambur kambur üstüne : Bir sıkıntı bitmeden bir başka sıkıntının baş laması, tersliklerin üst üste gelmesi.
Kamış atmak (bir şeye), (birine): -1. Olumlu yönde gelişen bir işi bozmak. -2. Onu kandırmak, aldatmak.
Kanadı aftına almak (birini): Onu korumak, himaye etmek
Kanat germek (birine) : Onu korumak, himayesine almak.
Kan başına (beynine) sıçramak : Çok öfkelenmek.
Kancayı takmak (atmak) (birine): Ona musallat olmak, onun kötülü ğüne çalışmak.
Kan çekmek : -1. Huyu benzemek. -2. Yakınlık duymak.
Kan çıkmak : Kavga çıkıp kan dökülmek, cinayet işlenmek.
Kan gövdeyi götürmek : Birçok insan öldürülmek, çok kan dökülmek.
Kan gütmek : Öldürülen bir yakının öcünü atmak için öldüren taraftan birini öldürmek istemek, öldürmek için fırsat kollamak.
Kanı bozuk : Soysuz (kimse); sütü bozuk.
Kanı ısınmak (birine) : Ona yakınlık duymak.
Kanı kaynamak: -1. Ona yakın ilgi ve sevgi duymak. -2. Coşkun, ye rinde duramaz olmak.
Kanı kurumak : İyice usanmak, bıkmak.
Kanına dokunmak: Çok sinirlenmek.
Kanına ekmek doğramak : Bir kimsenin büyük bir yıkıma uğramasına neden olup bundan çıkar sağlamak.
Kanına girmek : -1. Bir kimseyi öldürmek ya da öldürtmek. -2. Kızlığım bozmak. -3. Kandırmak, yıkıma uğratmak.
Kanına susamak : -1. Öldürme hırsıyla yanıp tutuşmak. -2. Kendisinin öldürülmesine yof açacak davranışlarda bulunmak. (Kars. Belasını aramak.)
Kanını emmek: Sömürmek.
Kanını kurutmak : Gereğinden çok rahatsız edip canından bezdirmek; iliğini kurutmak. *
Kanı pahasına : Yaşamını tehlikeye atarak.
Kanı yerde kalmamak : Öldürülen kimsenin mutlaka öcü alınmak.
Kanıyla ödemek (bir şeyi) : Yaptığı kötü iş sonunda yaşamını yitir mek.
Kan (kana kan) istemek: Öldürülen bir kimsenin öcünün alınmasını istemek.
Kan kardeşi: Birbirinin az miktarda kanını emip kardeş olduklanna ye”-, min eden kişilerden her biri.
Kan kusturmak (birine): Ona çok eziyet çektirmek.
Kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek: Çok eziyet çekmesine rağ men durumu iyiymiş gibi gösteremeye çalışmak.
Kanlı bıçaklı olmak (biriyle) : Aralarındaki anlaşmazlık birbirini öldüre cek kerteye varmak
Kan oturmak : Vücudun bir yerinde sıkışma nedeniyle damarların çat layıp dokular arasında kan birikmek.
Kan revan içinde : Her yanı kana bulanmış bir durumda.
Kantarın topunu kaçırmak : Ölçüyü kaçırıp aşırı davranışlarda bulun mak.
Kan ter içinde kalmak : Yaptığı ağır iş nedeniyle ter içinde kalmak.
Kan tutmak (birini) : -1. Kanı görünce bayılmak. -2. (Adam öldüren için) Donup kaldığı için kaçamamak, şok geçirmek.
Kapağı (bir yere) atmak: İstediği bir yere (mevkiye, okula vb.) geç mek.
Kapağı dar (zor) atmak: Kaçıp kurtulmak; rahat, tehlikesiz bir yere sı ğınmak.
Kapalı kutu : -1. Duygularını ve düşüncelerini gizleyen (kimse). -2. Ni teliği ve içeriği gizli kalan (şey).
Kapalı yetişmek: Toplum yaşamına pek karışmadan, aile töresine gö re yetişmek.
Kapana düşmek (girmek, kısılmak, tutulmak, yakalanmak): Ele geç mek, yakalanmak.
Kapana sıkıştırmak (birini) : -1. Onu zor durumda bırakmak. -2. Onu hile yoluyla yakalamak.
Kapanın elinde kalmak (bir şey): Bir şey daha açık göz olanların ve çabuk davranabilenleıin malı olmak.
Kapı açmak (bir şeye) (bir şeyden) : -1. Bir işe başlamak. -2. Pazar lığa’ yüksek bir fiyatla başlamak. -3. Konuyla İlgili bir şeyden söz et mek.
Kapıdan kovulsa (kovsan) bacadan girer (düşer) : Yüzsüz, sırnaşık kimse İçin kutlanılır.
Kapı dışarı etmek (birini): Onu kovmak, dışarı atmak.
Kapı duvar : Çalındığı halde açılmayan kapı.
Kapının önüne koymak (birini) : Onu kovmak (Kars. Yol vermek.)
Kapısı (herkese) açık olmak : Herkesin serbestçe konuk olarak gele bileceği ev olmak.
Kapısını aşındırmak: Bir kimsenin evine, yanına bir iş için çok sık gi dip gelmek.
Kapıya dayanmak (bir şey) (biri): -1. Gelip çatmak, zamanı gelmek. -2. Bîr şey elde etmek için zorlamak, gözünü korkutmak.
Kapıyı göstermek (birine) : Onun gitmesini istemek, onu kovmak.
Kara baht: Kötü talih.
Karabatak gibi bir batıp (dalıp) bîr çtkmak.: Bir görünüp bir ortadan kaybolmak.
Kara borsa : Piyasada çok zor bulunan bir malın gizlice yüksek fiyatla alınıp satılması; bu işin yapıldığı piyasa.
Kara borsaya düşmek : Bir mal, bulunmaz olmak ve bu yüzden değe ri çok yükselmek.
Kara cahil: Hiçbir şey bilmeyen, bilgisiz (kimse).
Kara cümlesi bozuk : Okuması yazması olmayan, derdini iyi anlata mayan (kimse).
Kara çatı: Ara bozucu.
Kara çalmak (sürmek) (birine) : Ona iftira etmek suç yüklemek. (Kars. Çamur atmak, iftira atmak, leke sürmek.)
Karada ölüm yok: “Artık herhangi bir tehlike İle karşılaşma olasılığı yok.” anlamında.
Karadeniz’de gemilerin mi battı? (ne düşünüyorsun?) : “Öyle derin derin düşünecek ne var?” anlamında.
Kara gün dostu : Arkadaşlığını felaket günlerinde etkin bir biçimde gösteren kimse.
Kara haber : Üzücü haber.
Kara kara düşünmek: Kötümser bir hava içinde düşünceye dalmak. (Kars. Arpacı kumrusu gibi düşünmek.)
Karakolluk olmak (biriyle) : Kavga sonucu karakola gitmek zorunda kalmak.
Kara kuru : Esmer ve zayıf (kimse).
Kara kuvvet: Dinsel bağnazlığın oluşturduğu, gerici güç.
Karalar bağlamak (giymek): Çok üzülmek, büyük acısı olmak. (Kars. Yas tutmak.)
Kara liste : Zararlı faaliyetleri olduğu gerekçesiyle cezalandırılması dü şünülen kişileri içeren liste.
Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu : “Şimdi her şey olağan görü nüyor, ama sonra neler olacağı belfi değil.” anlamında.
Karambole gelmek (bir şey) : Karışıklığa rastladığı için o şeyin üzerin de gereği gibi durulmamak.
Karambole getirmek (birini) (bir şeyi): -1. Karışıklıktan yararlanarak onu aldatmak. -2. Bir işi çabuk yaparak göz boyamak.
Karanlık görmek (bir şeyi) : Bir şeyin geleceği, sonu konusunda ka ramsar olmak.
Kara para : Yasadışı yollarla elde edilen kazanç.
Karasevdaya düşmek (tutulmak, uğramak) : Bir kimseyi şiddetli, fa kat ümitsiz bir biçimde sevmek, ona büyük bir sevgiyle bağlanmak.
Kara yağız: Koyu esmer renkte teni olan (delikanlı).
Karaya oturmak: Gemi denizin sığ yerine saplanıp kalmak.
Karaya vurmak: Dalgaların etkisiyle kıyıya kadar gelmek, sürüklen mek.
Kara yer: Toprak, mezar.
Karda gezip izini belli etmemek: Bir işi hiç kimsenin sezip anlayama yacağı bir ustalıkla yapmak.
Kardeş kavgası: Bir ülkede yurttaşların karşıt düşünceleri benimse mesinden doğan silahlı kavga.
Kargacık burgacık : Eğri büğrü, okunması güç (yazı).
Karga tulumba etmek (bîrini) : Onu kollarından ve bacaklarından tu tup kaldırmak.
Karılık etmek (bifine) (biri) : -1. Evli bir kadın kocasına karşı görevleri-•ni yapmak. -2. Erkek dönekçe davranmak, hile yapmak.
Karım (karısı) köylü : Karısının yakınlarıyla sıkı fıkı olup kendi yakınla rını unutan erkek.
Karın ağrısı : Sevilmeyen, tahammül edilemeyen kimse ya da şey
için söylenir.
Karınca duası gibi: Çok ufak, düzensiz ve okunaksız yazı için söyle nir.
Karınca ezmez: İnce duygulu, merhametli (kimse).
Karınca kararınca (kaderince): Elinden geldiği, gücü yettiği kadar.
Karıncayı bile ezmemek : İnce duygulu, merhametli olmak.
Karışanı görüşeni olmamak: İşine karışan hiç kimse bulunmamak. (Kars. Başına buyruk.)
Karış karış (bilmek, dolaşmak) (bir yeri): O yerin her yanını, ince den inceye (bilmek, dolaşmak).
Karine ile anlamak (çıkarmak) (bir şeyi) : Onu sözün gelişinden an lamak.
Karman çorman : Karmakarışık, iyice karışık.
Karnı burnunda : Doğum yapacak durumdaki gebe (kadın).
Karnı geniş : Tasasız, hiçbir şeyi kendine dert edinmeyen (kimse).
Karnım tok : “Bu tür sözlerle beni kandıramazsınız.” anlamında.
Karnından konuşmak (uydurmak) : Çok hafif sesle söylemek.
Karnı sürmek (gitmek) : Amel (ishal) olmak.
Karnı tok, sırtı pek : Hali vakti yerinde olan (kimse).
Karnı zil çalmak : Çok acıkmak.
Karşı çıkmak (bir şeye) (birine): -1. Ona itiraz etmek, cephe almak.
-2. Onu karşılamaya gitmek.
Karşı durmak (bîr şeye, birine): Ona direnmek, boyun eğmemek. , Karşı gelmek (birine): -1. Baş kaldırmak. -2. İtiraz etmek, dediğini
yapmamak.
Karşı karşıya gelmek: Karşılaşmak; yüz yüze gelmek. Karşı koymak (birine): Ona karşılık vermek, direnmek, önlemeye ça lışmak.
Karşılık vermek (birine, bir şeye) : -1. Ona karşı gelmek, baş kaldır mak. -2. Ona yanıt vermek, cevap vermek.
Karşı olmak (bir şeye): Ona katılmamak; onun öyle yapılmasına uy gun görmemek. Karşısına almak (birini): Onun düşünce ve tutumlarına katılmadığını
belli etmek.
Karşısına dikilmek: -1. Gelip bir kimsenin karşısında durmak. -2. En gel yaratacağını sözle ve davranışla belirtmek.
Karta kaçmak : Kartlaşmak, kartalmak, yaşlanmak.
Kasım kasım kasılmak : Çok büyuklenrnek, gururlanmak.
Kasıp kavurmak (bir şeyi, ortalığı) : -1. Bir doğal afet çavreye büyük zarar vermek. -2. Bir zorba, katı ve acımasız tutumuyla çevresindeki-lerde korku, dehşet uyandırmak.
Kaskatı kesilmek: Korku, şaşkınlık vb. yüzünden hiçbir şey söyleye meyecek, hiçbir davranışta bulunamayacak duruma gelmek.
Kasvet basmak (çökmek) (birini) : Bunalmak, sıkılmak (Kars. İçi da ralmak.)
Kasvet vermek (bir şey birine) : O şey onun sıkılmasına, bunalması na yol açmak. Kaş göz etmek: Bir kimseye bir şeyi anlatmak düşüncesiyle kaşla
gözle işaret vermek; göz etmek.
Kaşık düşmanı: Eş, karı için alay yollu söylenir. Kaşıkla yedirip sapıyla göz çıkarmak (kaşıkla verip sapıyla çıkar mak) : Yaptığı bir iyilikten çok zararı dokunmak. Kaşla göz arasında : Çarçabuk, hiç kimsenin sezemeyeceği bir çabuk lukla.
Kaşlarını çatmak, (kaş çatmak), (kaş yıkmak) : Kaşlarını birbirine yaklaştırarak öfkeli olduğunu belli etmek. Kaş yapayım derken göz çıkarmak : Küçük bir iyilik yapayım derken
büyük bir zarar vermek.
Katır inadı: Aşın inat.
Katı yürekli: Acıklı durumlar karşısında üzüntü duymayan; acımasız
Kat kat: -1. Pekçpk. -2. Üst üste.
Katmerli yalan (söylemek) : Yalan üstüne yalan (söylemek).
Kavanoz dipli dünya : “Boş dünya, gelip geçici dünya” anlamında ye rinme sözü.
Kavga çıkarmak : Söz ya da davranışlarıyla kavgaya yol açmak; hadi se çıkarmak, olay çıkarmak.
Kavgasını vermek: Bir şeyi savunmak, ele geçirmek için uğraşmak, mücadele etmek.
Kavgaya tutuşmak (biriyle): Onunla kavga etmeye başlamak.
Kavuk sallamak: Bir kimsenin bütün söz ve davranışlarını uygun bul duğunu belli etmek; dalkavukluk etmek.
Kaygı çekmek : Tasalanmak, üzülmek.
Kayda değer : Önemli, sözüedilebilecek (şey).
Kayıplara karışmak: Kaybolmak, görünmez olmak.
Kayıt kuyut tanımamak : Kuralları, yasaklan hiçe saymak.
Kayıtsız kalmak (bir şeye, birine): Ona önem vermemek, onu umur samak, onunla ilgilenme gereği duymamak; lakayıt kalmak.
Kayıttan düşmek (bir şeyi): Bir şeyin adını, numarasını defterde sil mek.
Kayıtsız şartsız: Hiçbir bağ ve koşul olmaksjzın.
Kaymağını yemek (almak): Bir işin en büyü payını, kârını almak
Kaymak tabakası (takımı) : Bir toplumun seçkin ve zengin kimseleri nin tümü..
Kaymak gibi: -1. Bembeyaz, pürüzsüz. -2. Yumuşak, tatfı şeyler için kullanılır.
(bir yer) Kazan, (bîri) kepçe : “O yeri bucak bucak aradı.” anlamında.
Kazan kaldırmak : Yönetime, yöneticinin tutumuna topluca baş kaldır mak, isyan etmek.
Kazdığı çukura (kuyuya) kendisi düşmek : Başkası için yapmayı dü şündüğü kötülüğe kendisi uğramak.
Kazık atmak (birine) : Onu aldatmak, kandırmak; madik atmak.
Kazık kadar : -1. Kocaman (kimse). -2. Uzun (boy).
Kazık kesilmek : Kaskatı olmak
Kazık marka : Çok pahalı dan şey için kullanılır.
Kazık yemek : Aldatılmak, kandırılmak, kazıklanmak.
Kazın ayağı öyle değil: “Bu hiç de senin bildiğin, düşündüğün gibi de ğil.” anlamında.
Kaz kafalı: Anlayışı kıt olan (kimse).
Keçi inadı: Yumuşatılması zor olan inat; gâvur inadı.
Keçileri kaçırmak : -1. Aklını yitirmiş gibi olmak. -2,. Delirmek.
Keçilik etmek (keçiliği tutmak) : İnatçılık etmek.
Kedi ciğere bakar gibi bakmak (bir şeye) : Canının çektiği bir şeye iştahla bakmak.
Kedi gibi dört ayak üstüne düşmek : Eh tehlikeli durumlardan hiçbir zarar görmeden kurtulmak.
Kedi köpek gibi: Birbirleriyle sürekli kavga eden, geçimsiz kimseler için söylenir.
Kefaretini ödemek : Bir şeyin cezasını çekmek.
Kefeni yırtmak : Ağır bir hastalıktan yâ da tehlikeli bir durumdan kurtul mak.
Kel başa şimşir tarak : Parasal gücü elverişli olmayan bir kimsenin pahalt şeyler satın alması durumunda kullanılır.
Kelle koltukta : Ölümü göze alarak, büyük bir cesaretle.
Kelle kulak yerinde : Vücutça gösterişli (kimse).
Kellesini istemek : Birinin öldürülmesini istemek.
Kellesini ortaya koymak : Çok iyi bildiği bir konuda yanılırsa ya da ye nilirse kellesini vermeye razı olmak.
Kellesini uçurmak : Kafasını kesmek.
Kelleyi koltuğa almak : Ölümü göze almak..
Kelli felli (kerli ferli) : Kılığı kıyafeti düzgün,”olgun ve gösterişli (kim se).
Kemerini (kemerleri) sıkmak : Tutumlu yaşamaya katlanmak.
Kem göz : Nazar değdirdiğine inanılan göz.
Kem gözle bakmak (birine) : -1. Kötü niyetle bakmak, -2. Nazar değ di ren bir bakışla bakmak.
Kemik atmak (birinin önüne) : Oyalamak, susturmak amacıyla ona küçük bir şey vermek.
Kemikleri sızlamak : Ölü huzursuz, rahatsız olmak.
Kemiklerini kırmak : Kötü biçimde dövmek. (Kars. Dayak atmak.)
Kemik yalayıcı: Dalkavuk, çıkara (kimse).
Kem küm etmek: Bir soru karşısında doğru cevap verememek, an lamsız sözler söylemek.
Kendi ağzıyla tutulmak: Söylediği yalan ya da işlediği suç kendi sö züyle anlaşılmak.
Kendi âleminde : Çevresiyle ilişkisini kesmiş, iç dünyâsına dönmüş olarak.
Kendi başına : -1. Hiç kimseye sorup danışmadan. -2. Hiç kimseden yardım görmeksîzîh.
Kendi derdine düşmek : Yalnızca kendi dertleriyle uğraşıp durmak.
Kendi göbeğini kendi kesmek: Kendi işini kendi görmek.
Kendi halinde : Hiç kimsenin İşine karışmayan (kimse).
Kendi halinde (haline) bırakmak (bir şeyi, birini) : -1. Üzerinde çalış mamak -2. Onunla ilgilenmemek, ona karışmamak.
Kendi havasında olmak (kendi havasına gitmek) : Aklına eseni yap mak, istediği gibi davranmak. *
Kendi hesabına : Kendine göre, kendisi için.
Kendi kendine:-1. Yalnız başma.-2. Hiç kimseye danışmadan, hiç kim seyle ilişki kurmadan, başkasından yardım almadan. -3. Kendiliğin den.
Kendi kendine gelin güvey olmak : Başkasıyla birlikte yapılması ka rarlaştırılan bir işi kendisi tasarlayıp yapıyormuş izlenimi vermek.
Kendi kendini yemek (kendini yiyip bitirmek): İsteklerini gerçekleşti remediği için sürekli üzülmek.
Kendi kuyusunu kendi kazmak : Kendisine zarar verecek bir davranış ta bulunmak.
Kendinden geçmek: -1. Bilincini yitirmek, bayılmak, -2. Duygulan mak, çok heyecanlanmak.
Kendinden pay biçmek : Başkasının başından geçen kötü bir olayı, kendi başına gelmiş gibi ya da gelmiş kötü bir şeyle karşılaşttnp dü şünmek.
Kendine gelmek : -1. Ayılmak; bilinçli duruma gelmek. -2. Aklı başına gelmek. -3. Durumu düzelmek.
Kendine hâkim olmak: Yanlış bir iş yapmamak, söz söylememek. (Kars. Kendini tutmak.)
Kendine mal etmek (bir şeyi) : Onu benimsemek, kendinin saymak.
Kendine (…) süsü vermek : Kendini (…) gibi göstermek.
Kendine yedirememek : bk. Onuruna yedirememek.
Kendine yontmak: Her fırsatı kendi çıkarı İçin kullanmak; nalıncı ke seri gibi kendine yontmak.
Kendini ağır (ağıra, ağırdan) satmak : Bir işi birçok ricadan sonra yapmaya karar vermek; nazlanmak.
Kendini alamamak (bir şeyden) : Bir işi yapmadan edememek.
Kendini atmak (bir yere): Hemen oraya gitmek
Kendini beğenmek : Kendini, başkalarında gö/mek^yresindekileri küçümsemek.
Kendini bırakmak : -1. Üstüne başına Özen göstermez olmak. -2. Çev reyle ilgisini kesip yalnız bir konuyla uğraşmaya başlamak.
Kendini bilmek: -1. Aklı başında olmak. -2. Nasıl davranacağını bil mek, onuruna düşkün olmak. -3. Kendinin ve çevresinin bilincine var mak.
Kendini bir şey sanmak : Kendini olduğundan değerli görmek.
Kendini bulmak : -1. Kişiliğini kazanmak. -2. Durumunu düzeltmek. Kendini dar atmak (bir yere) : Ferahlık sağlayan bir yere çarçabuk gitmek.
Kendini dev aynasında görmek : Kendisinin çok büyük bir adam ol duğunu sanmak.
Kendini dinlemek: Rahatsız olup olmadığını düşünerek tedirgin ol mak.
Kendini dirhem dirhem satmak : Nazlı davranmak. (Kars. Ağırdan ol mak.)
Kendini ele vermek : Bir davranış ya da sözüyle suçlu olduğunu gös termek.
Kendini fasulye gibi bir nimetten saymak : Kendini önemli biriymiş gibi görmek.
Kendini göstermek : -1. (Bir kimse) Yeteneklerini ortaya koymak. -2.(Bir şey) Ortaya çıkmak, meydana gelmek.
Kendini hissettirmek : Varlığı belirtmek.
Kendini kaptırmak (bir şeye) : -1. Birşeyin etkisinden kendini kurtara-
mamak. -2. Giriştiği bir işe bütünüyle kendini vermek.
Kendini kaybetmek : -1. Bayılmak, bilincini yitirmek. -2. Öfkesinden ne yaptığını bilememek.
Kendini kapıp koyuvermek : -1. Karamsar olmak. -2. Üstüne başına Özen göstermez olmak.
Kendini naza çekmek : bk. Naza çekmek.
Kendini paralamak : Bir işi zamanında ve iyi biçimde yapmak için ola ğanüstü çaba harcamak. Kendini sıkmak : -1. Vücudunu gergin duruma getirmek. -2. Bir İş için
gücünü, yeteneklerini zorlamak.
Kendini toplamak (toparlamak) : -1. Sağlık, geçim vb. durumu düzelt mek. -2. Dikkatini ilgilendiği konu üzerinde yoğunlaştırmak.
Kendini tutmak : Herhangi bir tehlikeli ya da çekici durum, şey karşı sında kendine hâkim olmak, dayanmak, sabretmek.
Kendini vermek (vurmak) (bir şeye): -1. Uğraştığı bir İşe bütünüyle bağlanmak. -2. Bir şeyi yapmayı alışkanlık haline getirmek
Kendi payıma : “Benim düşünceme göre.’ anlamında.
Kendi yağıyla kavrulmak : Hiç kimseden yardım almadan, kendi ge reksinimlerini karşılamaya çalışmak
Kerahet vakti: (Aksamalar arasında) İçkiye başlama zamanı.
Kesenin ağzını açmak: Para harcamaya başlamak.
Kesenize bereket: -1. Para yardımında bulunan bir kimseye teşekkür için “Kazananız bol olsun!” anlamında söylenir. -2. Yemekten sonra evsahibine teşekkür ederken söylenir.
Kesip (kestirip) atmak: -1. Etraflıca düşünmeden kesin yargıya var mak. -2. Tartışmalı bir durumu kesin olarak çözmek.
Kesip attığı tırnak olmamak: Bir kişi, bir başkasına göre değerce çok aşağı, önemsiz olmak.
Kesme almak : bk. Makas almak.
Kestirip atmak : bk. Kesip atmak.
Ket vurmak : Bir işin yapılmasını güçleştirmek, ona”engel olmak
Keyfi bozulmak : -1. Hastalanmak. -2. Rahatı, huzuru kalmamak; canı sıkılmak; neşesi bozulmak.
Keyfi (yerine) gelmek : Neşelenmek, neşesini bulmak.
Keyfi kaçmak: Neşesi bozulmak, neşesi kaçmak
Keyfine bakmak : Diiediğince, gönlünce yaşamak, hareket etmek
Keyfini çıkarmak (bir şeyin): Bir şeyden, bir şeyi yapmaktan çok zevk almak; ondan zevk alarak yararlanmak
Keyfini kaçırmak (bozmak): Üzmek, rahatsız etmek, canını sıkmak
Keyfinin (keyfimin) kâhyası mısın? : “Senin ona (bana) karışmaya hiç mi hiç hakkın yoktur.” anlamında.
Keyif çatmak : Hoşça ve eğlenceli vakit geçirmek
Keyif sürmek : Rahat yaşamak.
Keyif vermek (bir şey birine): -1. Ona neşe vermek -2. Onu sarhoş etmek
Kıçına tekme atmak (vurmak, yapıştırmak) : Kovmak; götüne tek me atmak.
Kıçını kaldıramamak :Çok tembel olmak; götünü kaldıramamak.
Kıçını yalamak :Ona dalkavukluk etmek, yaltaklanmak; götünü yala mak.
Kıçını yırtmak : -1. Bağırıp çağırmak -2. Bir şeyi yapacağım diye uğra şıp durmak; götünü yırtmak
Kılçık atmak (birine): Bir kimsenin işini bozucu davranışta bulunmak ya da söz söylemek
Kılıçtan geçirmek : Tümünü kılıçla öldürmek.
Kılıfına uydurmak : Bir duruma, tutuma uydurma bir gerekçe bulmak.
Kılığı kıyafeti düzmek : Yeni giysiler alıp giymek.
Kılı kıpırdamamak: Umursamamak, aldtrtş etmemek.
Kılı kırk yarmak : Bir işi yaparken büyük bir dikkat göstermek, çok titiz davranmak.
Kılık kıyafet: Üst baş, dış görünüş.
Kılıktan kılığa girmek : -1. Giysilerini değiştirmek. -2. Sık sık düşünce ve kanı değiştirmek.
Kılına dokunmamak : Bir kimseye zarar verecek bir davranışta bulun mamak; tüyüne dokunmamak.
Kılını kıpırdatmamak (oynatmamak) : Tepki gösterilmesi gereken bir olay, söz karşısında hareketsiz katmak; İlgisiz, duyarsız davranmak.
Kıl payı (fark) : Çok az bir (fark). (Kars. Bıçak sırtı.)
Kıran girmek (bir şeye) : İnsanlar ya da hayvanlar arasında çok sayı da ölüme yol açan bir hastalık yayılmak. -2. Bir şey artık bulunmaz olmak. (Kars. Kıtlığına kıran girmek.)
Kıran kırana : (Kavga, ctöğüş, güreş için) Acımasızca, öldürürcesine.
Kırdığı koz (ceviz) kırkı (bini) aşmak : Devamlı olarak uygunsuz, ya kışıksız davranışlarda bulunmak.
Kırık dökük: -1. Sağlam olmayan , çürük değersiz (eşya). -2. Tam ve düzgün olmayan (söz).
Kırıp geçirmek (bir yeri) (herkesi): -1. Yakıp yıkarak, öldürerek ya da baskı yoluyla büyük zarar vermek. -2. Komik söz ve davranışlarla herkesi katıla katıla güldürmek.
Kırk bir buçuk (kırk bir kere) maşallah : “Tanrı nazardan saklasın!” anlamında.
Kırkı çıkmak: (Lohusa, bebek, ölü için) Doğumdan ya da ölümden kırk gün geçmek.
Kırk dereden su getirmek : bk. Bin dereden su getirmek.
Kırk kapının ipini çekmek : Birçok yere uğramak; doksan kapının ipi ni çekmek.
Kırklara karışmak : Artık ortalıkta görünmez olmak.
Kırk tarakta bezi olmak : Birçok işi olmak ya da birçok işle ilişkisi bu lunmak; her tarakta bezi olmak.
Kırk yılda bir ; Çok seyrek olarak.
Kırk yılın başı (başında): Çok uzun sürede bir kez.
Kırk yıllık : Çok eski, köklü (dost, dostluk).
Kırmızı dipti mumla davet etmek (birini): Gelmesi için çok yalvar mak.
Kısa günün kârı: ‘Hiç olmamaktansa bu kadarı da iyidir” anlamında.
Kısır döngü: Herhangi bir sorunlu durumda kesin çözüme varama ma, çıkmazda olma; fasit daire.
Kıs kıs gülmek: Sessizce, alay ederek gülmek
Kıskıvrak yakalamak (bağlamak) (birini) : Kolay kolay kurtulamaya cak biçimde sımsıkı tutmak (bağlamak).
Kısmet beklemek : (Gelin olacak çağa gelmiş kız) Evleneceği erkeği beklemek.
Kısmet (kısmeti) çıkmak (birine) : (Kız, kadın için) Evlenmek amacıy la istenmek.
Kısmeti açık : Talihli, kısmetli (kimse).
Kısmeti açılmak : -1. Kazana bollaşmak. -2. Kendisiyle evlenecek biri çıkmak.
Kısmeti ayağına (kadar) gelmek : Pek bir çaba harcamadan, bir vesi le sonucu kazançlı bir durumla karşılaşmak.
Kısmeti bağlanmak (bağlı olmak) : -1. Evlenmesi için fırsatlar çıkma mak. -2. Kazana bir türlü artmamak.
Kıssadan hisse (almak, çıkarmak): Anlatılan bir olaydan ders (al mak, çıkarmak).
Kış basmak: Kış mevsimiyle birlikte yağmurlar, karlar, fırtınalar, so ğuklar başlamak.
Kışı çıkarmak: -1. Kışı bir yerde, geçirmek. -2. (Yakacak) Kış süresin ce yeterli olmak.
Kış kıyamet: -1. Çok zor geçen kış. -2. Yağmurlu, karlı, fırtınalı hava.
Kıtı kıtına : Ancak yetecek kadar. (Kars. Ucu ucuna.)
Kıtır atmak: Yalan söylemek, yalan uydurmak.
Kıtır kıtır kesmek (doğramak) (birini): Onu acımadan öldürmek.
Kıt kanaat (geçinmek): Birtakım yoksulluklara katlanarak, bin bir güç lükte geçinmek).
Kıtlığına kıran girmek: Bir şey ortadan çekilip bulunmaz of m ak.
Kıtlıktan çıkmış gibi (yemek): Hiç yememiş ya da doymayacakmış gibi (yemek).
Kıyamet gibi (kadar): Pekçok, çok miktarda.
Kıyameti (kıyametleri) koparmak : Bir şeye kızarak bağırıp çağırmak.
Kıyamet kopmak : Çok gürültü olmak, büyük telaş meydana gelmek.
Kıyamet mi kopar? : “Ne olur, ne çıkar, ne önemi var?” anlamında
Kıyıda köşede kalmak : Göze çarpmayan bir yerde unutulmak.
Kıymet biçmek : bk. Değer biçmek.
Kıymete binmek : Aranır, istenir duruma gelmek.
Kıymeti harbiyesi yok : Artık hiçbir değeri, gerçekliliği yok.
Kıymeti kalmamak: Değerini yitirmek; değeri kalmamak.
Kıymetini bilmek : Değerini anlamak; değerini bilmek. ¦
Kızağa çekmek (birini): Onu etkin görevinden alıp edilgin bir göreve vermek.
Kızar ip bozarmak : Utanandan yüzü renkten renge girmek.
Kızılca kıyamet kopmak : Büyük kavga çıkmak.
Kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle (işit, anla) : “Bu eleştirimi bir yakınıma söylüyorum; gerçek amacım uyarmak, hitap etmek istediğim kimsenin anlamasını sağlamaktır.” anlamında.
Kız kurusu : Evlenmemiş yaşlı kız.
Kız oğlan kız: -1. Hiç evlenmemiş, bekâreti bozulmamış kız; bakire. -2. Hiç evlenmemiş, hiçbir kız ya da kadınla cinsel ilişki kurmamamış erkek; bakir, erden.
Kibarlık budalası: Kibar olmadığı halde, kibarca davranışlarda bulun maya çalışan, bu yüzden gülünç duruma düşen (kimse).
Kilit vurmak (bir şeye) : -1. Giriş çıkışı önlemek için bir yeri kilitlemek. -2. Bir yerin çalışmasına son vermek.
Kilo almak: Şişmanlamak.
Kilo vermek: Zayıflamak.
Kilometre taşı: Üzerinde önemle durulması gereken nokta.
Kim bilir : “Bilinmez, belirsiz’ anlamında.
Kime ne? : “Hiç kimseyi ilgilendirmez, kimse karışamaz.” anlamında.
Kime niyet kime kısmet: “Hazırlanan şey, söz konusu kimseye değil
de bir başkasına kısmet oldu.” anlamında.
Kimi kimsesi (olmamak) (yok mu?): Ailesinden kimseler (yok) (yok mu?).
Kimin arabasına binerse, onun türküsünü çağırmak (düdüğünü öt türmek) : Kimden çıkar sağlıyorsa, onun beğeneceği işler yapmak.
Kimin nesi? : “Kimdir, soyu sopu nedir?” anlamında.
Kim kaybetmiş ki sen bulasın : “Söz konusu şey senin eline geç mez.” anlamında alay yollu söylenir.
Kim kime dum duma : Kimsenin kimseden haberi olmadığı, karmaka rışık durum.
Kim takar Yalova kaymakamını: ‘Ona önem vermem, onu ciddiye al mam.” anlamında.
Kim vurduya gitmek: Kim tarafından öldürüldüğü bilinmemek.
Kin beslemek (bağlamak) (birine) : Ona karşı içinde Öç almak duy gusu oluşmak; garaz bağlamak.
Kin gütmek: Öcünü alıncaya kadar öç alma duygusunu sürdürmek.
Kin tutmak (birine) : Ona karşı düşmanca duygular beslemek.
Kireç gibi olmak: Korku, heyecan vb yüzünden suratı bembeyaz ol mak.
Kir götürmek : -1. Kirini belli etmeyecek renkte dmak. -2. Bir şey çok kirli olmak.
Kirişi kırmak: Bir yerden birtakım nedenlerle kaçıp gitmek.
Kirli çamaşırları ortaya dökmek: Bir kimsenin ayıplarını, kusurlarını herkese anlatmak, açıklamak
Kirli çıkı (çıkın) : Kendini züğürt gösterdiği halde, oldukça paralı olan, para biriktirmiş olan (kimse).
Kir tutmak: Kirini gösterecek renkte olmak.
Kisvesi altında : Herhangi bir nitelikte ya da biçimde.
Kitaba el basmak : Kutsal kitap (Kuran) üzerine elim koyarak yemin etmek.
Kitabına uydurmak (bir şeyi): Yasal olmayan bîr işi yasalmış gibi gösterecek yol bulmak.
Kitap kurdu : Çok kitap okuyan, geniş bilgisi olan (kimse).
Kitapta yeri olmak: Söz konusu şey, din ya da yasa kitaplarında bu lunmak.
Kocakarı İlacı: Halk arasındaki inanışa göre, kimi hastalıkları İyileştir diğine inanılan, birtakım otlardan vb. maddelerden yapılan sözde İlaç.
Koca kafa : Anlama, kavrama yeteneği sınırlı, kıt olan (kimse).
Kocakarı soğuğu: Mart ayının ortalarında (11-18 mart) kendini göste ren soğuklara verilen ad.
Kocaya varmak: (Kız, kadın için) Evlenmek.
Koç yiğit: Genç, gürbüz, yakışıklı delikanlı.
Kodese tıkmak (birini) : Onu hapishaneye sokmak.
Kodesi boylamak: Hapse düşmek.
Kokusu çıkmak: Gizli tutulan bir iş herkesçe anlaşılmaya başlamak.
Kokusunu almak : -1. Bir şeyin kokusunun farkına varmak. -2. Gizli tu tulan bir şeyi sezmek.
Kolaçan etmek (bir şeyi): Neler olup bittiğini anlamak için etrafı do laşmak.
Kol atmak: Yayılmak,
Kolay gele (gelsin): İş yapan kimseye söylenen iyi dilek sözü. (Tonla maya göre alay anlamında da söylenir)
Kolayına bakmak (kaçmak): Bir işin çıkar yolunu bulmaya çatışmak.
Kolayına gelmek : O türlü yapmayı daha kolay görmek.
Kolayını bulmak : Kolayca yapmanın yolunu bulmak.
Kolayı var : “Çaresi var,” anlamında.
Kol kanat germek (olmak) : Onu korumak, ona yardıma olmak; ka nat germek.
Kolları (paçaları) sıvamak : Bir işe istekle girişmek.
Koltuk çıkmak (birine): Onu desteklemek, ona para yardımında bu lunmak.
Koltuk değneğiyle : Başkasının (başkalarının) yardımıyla.
Koltukları kabarmak: Kendisinin ya da yakınlarının başarıları hakkın da yapılan övgülerden kıvanç duymak.
Kolu kanadı kırılmak: Kendisine yardım edenleri yitirdiği İçin iş yapa mayacak duruma düşmek, cesaretini yitirmek.
Kolu uzun : Çevresi geniş, sözü geçer (kimse).
Komalık etmek (birini): -1. Onu kıpırdayamaz duruma getirinceye ka dar dövmek. -2. Onu çok sinirlendirmek.
Komaya girmek: -1. Hayati belirtilerini büyük ölçüde yitirmek. -2. Çok sinirlenmek, şaşırmak, üzülmek.
Komaya sokmak (birini): Onu ne yapacağını bilemez-duruma getir mek, şaşırtmak.
Konu komşu : Komşular, yakında oturan ahbaplar.
Korktuğu başına gelmek, (korktuğuna uğramak): Olmasından kork tuğu kötü bir durum gerçekleşmek.
Korku vermek (bir şey, birine): Onu korkutmak.
Koyduğum yerde otluyor: “Uzun süreden beri hiçbir gelişme, ilerle me göstermedi.” anlamında.
Koydunsa bul: Bulunduğu (olması gerektiği) yerde olmayan, kaybol muş olan şey ya da kimse için söylenir.
Koynunda yılan beslemek: İyilik yaptığı birinden kötülük görmek.
Koyun gibi: -1. Budala, şaşkın (kimse). -2. Başkalarının güdümüne gi ren (kimse).
Koyun kaval dinler gibi dinlemek: Hiçbir şey anlamadan dinlemek.
Kozunu paylaşmak (biriyle, birbirleriyle): Aralarındaki anlaşmazlığı güç üstünlüğüne dayanarak sona erdirmek.
Koz vermek (birine) : Ona elverişli durum sağlamak, başarı olanağı tanımak.
Kök salmak: İyice yerleşmek, yayılmak, kökleşmek.
Kök sökmek: Çetin bir işi başarırken çok zorlanmak.
Köküne kibrit suyu dökmek, (kökünü kurutmak): Bir daha ortaya çı kamayacak biçimde ezmek, yok etmek.
Kökünü kazımak : Ortadan kaldırmak, varlığına son vermek.
Köpek gibi: Çok yaltaklananlar için kullanılır.
Köprübaşını (köprübaşlarını) tutmak : Çok Önemli bir yeri (ya da yer leri) ele geçirmek.
Köprüleri atmak: Girişilen bir işten vazgeçilmesine yol açabilecek du rumları ortadan kaldırmak.
Köprünün (köprülerin) atfından çok su (sular) geçti: “Zamanla ko şullar çok değişti, eski durum kalmadı.” anlamında.
Kör boğaz: Yemek içgüdüsü, gereksinmesi.
Kör deyneğini beller gibi: İşlerinde, tutumunda hiçbir değişiklik, yeni lik yapmaksızın.
Kör dövüşü : Bir işin birçok kimse tarafından yapılması sırasında ona ya çıkan düzensizlik.
Kör duman : Çok yoğun sis, duman.’
Kör kör parmağım gözüne : -1. Apaçık meydanda. -2. Göze batacak biçimde.
Kör kurşun : Nereden geldiği ve kimi hedeflediği belli olmayan kur şun; serseri kurşun.
Kör kütük : Aşın ölçüde (sarhoş, âşık).
Körler mahallesinde ayna satmak: Bir şeyi hiç gereksinme duyulma yan bir yere götürmek. (Kars. Müslüman mahallesinde salyangoz satmak.)
Kör şeytan (talih) : Kötü kader.
Kor topal: İyi kötü, yarım yamalak.
Körü körüne : İyice düşünüp taşınmadan, en küçük bir dikkat göster meden.
Kös dinlemek: Konuşulanları anlamadan dinlemek, dinler görünüp dinlememek.
Köstek vurmak:-1!. Hayvanın ayağına köstek bağlamak-2. Engelle mek.-3. Güreşte hasmının bir ya da her iki yağını sımsıkı yakalamak.
Köşe başının tutmak : Nüfuzlu mevkiyi ele geçirmek, böyie bir mevki de bulunmak.
Köşe bucak : Göz önünde olmayan yerler. ; r -.^ ;
Köşe kapmaca oynamak: Birbirini aradıkları halde bir türlü bulama mak.
Köşe olmak : Zenginleşmek, geçim sıkıntısı kalmamak.
Köşeye çekilmek : Hiçbir işe karışmadan yaşamak.
Köşeyi dönmek : Kolay ydlardan, zahmet çekmeden kısa sürede zen gin olmak.
Kötek atmak (çekmek) (birine): Onu dövmek; dayak atmak.
Kötek yemek (birinden): Dövülmek; dayak yemek.
Kötü gitmek : İş (İşler) yolunda gitmemek, aksamak.
Kötü kadın : Genel kadın, orospu.
Kötü kalpli (yürekli): Kötülük yapmayı düşünen (kimse).
Kötü kişi olmak : Söz ya da davranışlarıyla bazı insanların düşmanlığı nı kazanmak.
Kötü kötü düşünmek : Üzüntülü bir biçimde düşüncelere dalmak.
Kötü olmak : -1. Olumsuz bir durum almak. -2. Beğenilmez olmak. -3. Kötü yola düşmek.
Kötüye çekmek : Bir söze, davranışa kötü bir anlam vermek.
Kötüye kullanmak (bir şeyi) : -1. Yetkisini yasalara aykırı bir biçimde kullanmak. -2. Bir kimsenin iyi bir davranışını olumsuz bir tavırla de ğerlendirmek.
Kötüye yormak : Bir şeyden gelecekte kötü olacağına ilişkin bir anlam çıkarmak.
Kötü yola düşmek : Kadın ahlakdışı davranışlara yönelmek, orospulu ğa başlamak.
Kötü yola sapmak : Yasadışı, ahlakdışı işler yapmak.
Kraldan çok kralcı olmak : Bir kimsenin davasını ondan daha çok sa vunur olmak.
Kredisi olmak : Güvenirliği ve saygınlığı olmak.
Kucağına düşmek : Kendini kötü kimselerin ya da kötü durumun için de bulmak.
Kucak açmak (birine) : Yardım gereksinmesi olan birini barındırıp ko rumaya hazır olduğunu göstermek. Kucak dolusu : Pek bol, çok.
Kukla gibi oynatmak (birini) : -1. Ona her İstediğini yaptırmak. -2.-Bir,
kimseyi istediklerini yapıyor görünüp oyalamak, aldatmak. Kukumav gibi: Kimsesiz, yalnız, tek başına.
Kukumav gibi düşünüp durmak: Üzüntülü bir biçimde düşünmeye dalmak. .
Kulağı delik : Çevrede olup bitenleri çabuk öğrenebilen (kimse).
Kulağı kirişte olmak: Neler söyleneceğini, ne gibi haberler geleceğini işitmek için dikkatli olmak.
Kulağına çalınmak : Onu tesadüfen duymuş olmak.
Kulağına çarpmak : Duymak, duyulmak.
Kulağına gefmek : Duymak, duyulmak.
Kulağına girmek : Söylenilen sözleri, dikkate almak.
Kulağına gitmek: İşitmek, duymak, öğrenmek, haberi olmak.
Kulağına kar suyu kaçmak : Rahatını, huzurunu kaçıran, tedirgin eden bir haber duymak.
Kulağına koymak (sokmak) (bir şeyi) : Söylenilenleri ileride hatırla yabilmek için çok iyi dinlemek.
Kulağına küpe olmak: Başına gelen bir işten hiç unutamayacağı bir ders almak.
Kulağını açmak : Söylenilenleri dikkatlice dinlemek.
Kulağını bükmek: Söz ve davranışlarına dikkat etmesi için uyarıda bu lunmak; uyarmak.
Kulağını çekmek : Yaptığı olumsuz bir davranıştan ötürü hafif bir ceza vermek ve bir daha yapmamasını Öğütlemek.
Kulağını çınlatmak : Birini herhangi bir yönüyle anmak.
Kulağını doldurmak: -1. Bir kimseye bir şeyle ilgili olarak yalan yanlış bilgiler vermek. -2. Bir kimseye dikkati olması İçin önceden konuyla ilgili birtakım bilgiler vermek.
Kulağı tetikte (olmak) : Söylenecek sözü, gelecek haberi bekler du rumda (olmak).
Kulak asmamak (bir şeye, birine) : Onu dinlememek, ona önem ver memek. (Kars. Aldırış etmemek.)
Kulak kabartmak: Belli etmeden söylenilenleri işitmeye çalışmak.
Kulak kesilmek: Büyük bir dikkatle dinlemeye çalışmak.
Kulakları (kulağı) çınlasın : “Şimdi ondan iyi duygularla söz ediyoruz, kulakları çınlayarak kendisinden şöz ettiğimizi sezsin.’ anlamında.
Kulak misafiri olmak: Yakınındaki konuşmaları isteyerek ya da iste meyerek dinlemek.
Kulaktan dolma : İşiterek edinilen (bilgi).
Kulaktan kulağa : Birinden bir başkasına gizlice söylenerek.
Kulak tutmak (vermek) (bîr şeye, birine) : -1, Dinlemeye çalışmak. -2. İşitmek, dinlemek; dediğini yapmak.
Kulp bulmak (bir şeye): Onun kusurlu bir yanını bulup göstermek.
Kulp takmak (bir şeye) : Ona kusur, bahane bulmak.
Kul taksimi: Eşit olarak yapılan üleştirme. (Kars. Allah taksimi.)
Kumar oynamak: Olumlu sonuç alınması kuşkulu olan bir işe bile bi le girmek.
Kum gibi: Çok bol.
Kum gibi kaynamak: Çok kalabalık olmak.
Kumpas kurmak (birine) : Onu tuzağa düşürebilmek için gizli bir ça tışma yapmak.
Kundak sokmak (koymak): -1. Yangın çıkarmak için bir yere tutuştu rulmuş yağlı bez parçası koymak. -2. Arayı bozacak bir davranışta bu lunmak. -3. Kurulu bir düzeni bozacak şekilde hareket etmek,
Kuran’a el basmak : Kuran’ın üzerine elini koyarak yemin etmek, ant içmek; kitaba el basmak.
Kuran (ekmek) çarpsın : Söylediklerine karşısındakini inandırmak için edilen yemin.
Kurbağa ağaca çıkınca : bk. Balık kavağa çıkınca.
Kurban etmek (birini, bir şeyi) : Kendi çıkarı, yararı için bir şeyi ya da kimseyi harcamak.
Kurban gitmek (bir şeye): -1. Suçsuz yere ölmek. -2. Zarar uğra mak.
Kurbanı olmak : Ondan dolayı zarar görmek.
Kurbanlık koyun (gibi): Başına geleceklerden haberi olmayan kimse için kullanılır.
Kurşun dökmek: Nazardan hastalandığına inanılan kişilerin iyileşme si için, bir kapta eritilen kurşunu hastanın başı üstüne tutulan su dolu kabın içine dökmek.
Kurşun yağmuruna tutmak (birini, bir yeri) : Bir kimseye ya da yere sürekli olarak kurşun sıkmak.
Kurşun yemek : Mermi İle yaralanmak.
Kurtlarını dökmek: Çoktandır yapamadığı için özlemini çektiği bir şe yi bol bol yapıp hevesini almak.
Kurtlu kaşar : Yerinde duramayan, kıpırdak (kimse).
Kurt masalı okumak : İnandırıcı olmaktan uzak bahaneler, özürler ileri sürmek.
Kuru ekmek : Katıksız emek.
Kuru iftira : Asılsız iftira.
Kuru kalabalık: -1. Hiçbir işe yaramayan insan topluluğu. -2. Kırık dö kük eşya.
Kuru kuruya : Boşu boşuna.
Kurum kurum kurumlanmak (kurulmak) (kurum satmak) : Büyüklen-mek, kendini büyük görmek ve göstermek.
Kuru sıkı: Bir kimseyi korkutmak, yıldırmak için söylenen sözler.
Kuru soğuk: Yağmursuz havalardaki sert, üşütücü soğuk.
Kuru tahtada kalmak: Eşyaları gittiği için boş evde oturmak zorunda kalmak.
Kuruşu kuruşuna (ödemek) : (Borcu, hesabı) Tam olarak, eksiksiz bi çimde (Ödemek).
Kur yapmak (birine) : Ona ilgi göstererek, iltifat ederek ilgi ve sevgisi ni kazanmaya çalışmak.
Kusura bakmamak (kalmamak) : Hoşa gitmeyen bir davranışı ya da sözü hoşgürüyle karşılamak.
Kuşa benzetmek (çevirmek) : Bir şeyi düzelteyim derken iyice boz mak.
Kuş beyinli: Akılsız, aptal (kimse).
Kuş gibi: -1. Hafif olan (şey). -2. Çabuk iş gören (kimse).
Kuş gibi uçup gitmek: -1. Çok kıs£ süren bir hastalık sonucu ölmek -2. Çok kısa sürmek.
Kuşku uyanmak, (kuşkuya düşmek): Kuşkulanmak, şüphelenmek.
Kuş mu konduracak? : “Yapacağı iş ötekilerden çok farklı mı olacak?” anlamında.
Kuşsütünden başka her şey var: “Her türlü yiyecek, içecek var”, an lamında.
Kuşsütüyle beslenmek (birini) : Onu her türlü yiyecekle, özenle bes lemek.
Kuş uçmaz, kervan geçmez : Issız, sapa yer İçin kullanılır.
Kuş uçurmamak : Bir yerden hiç kimsenin geçmemesi için sıkı güven lik önlemleri almak.
Kutu gibi: Küçük fakat kullanışlı ve sevimli (ev).
Kuvvet almak (bir şeyden, birinden): -1. Ondan yardım görmek. -2. Ona dayanmak.
Kuvvet bulamamak (bir şeye) : 0 şeye cesaret edememek, gö2e ala mamak.
Kuyruğu kapana kısılmak (sıkışmak) : Çok zor duruma düşmek
Kuyruğuna basmak : Kıştırtmak, tahrik etmek.
Kuyruğu titretmek: Ölmek.
Kuyruğunu kısmak : Korkup sinmek.
Kuyruğunu kıstırmak : Onu zor durumda bırakmak.
Kuyruk acısı: Hınç, öç alma isteği.
Kuyruklu yalan : Abartılmış yalan, çok büyük yalan:
Kuyruk sallamak: -1. Yaltaklanmak, dalkavukluk etmek. -2. (Kız, ka dın) Cilve yapmak.
Kuyusunu kazmak : Bir kimsenin yıkımtna yol açacak girişimlerde bu lunmak.
Kuzu gibi: Çok uysal, yavaş (kimse).
Kuzu kuzu : Uysal bir biçimde, itiraz etmeden.
Kuzu postuna bürünmek: Saldırgan olduğu halde kendisini yumuşak huylu olarak göstermek.
Küçük aptes : -1. Çiş. -2. İşeme gereksinmesi.
Küçük aptesi gelmek: Küçük aptesini yapmak gereksinimi duymak.
Küçük dağları ben yarattım demek : Çok kibirlenmek, böbürlenmek.
Küçük dilini yutmak: Çok şaşırmak, şaşkınlıktan ne yapacağını bile memek.
Küçük düşmek: İtibarı sarsılmak, saygınlığı zedelenmek.
Küçük gelmek : Ölçüleri uygun olmamak, gerekenden küçük olmak.
Küçük görmek (birini): Ona değer vermemek, onu küçümsemek.
Küçük oynamak: Kumarda az para üzerine oynamak.
Küçük su dökmek: Küçük aptesini yapmak.
Küfrü basmak: Küfretmek.
Küfür savurmak : Çok küfür etmek.
Küfür yemek : Kendisine küfredilmek.
Külahıma anlat: “Söylediklerine beni inandıramazsın.” anlamında.
Külahını önüne koyup (alıp) düşünmek :Olup bitenleri hakkında de rin derin düşünmek.
Külahları değişmek (değiştirmek) : Araları açılmak, ilişkileri bozul mak; bozuşmak.
Kül kedisi: Uyuşuk, miskin (kimse).
Kül yırtmamak (yememek) : Aidatılamamak, kandırılamamak
Küplere binmek : Çok öfkelenmek.
Küpünü doldurmak: Fırsatları değerlendirip çok zengin olmak.
Kürek kadar dili var : “Büyüklerine karşı saygısızca cevap veriyor.” an lamında; pabuç kadar dili var.
Kabahat İşlemek: Kabahat sayılacak bir davranışta bulunmak.
Kabahati (birine) yüklemek : Suçu başkasının üzerine atmak, ona ifti ra etmek
Kabak başına patlamak: Pekçok kişiyi İlgilendiren bir olaydan dolayı
yalnızca bir kişi zarar (ceza) görmek.
Kabak çiçeği gibi açılmak : Utangaçlığı, sıkılganlığı bir yana bırakıp
herkesi şaşırtacak ölçüde özgür davranmaya başlamak.
Kabak tadı vermek: Bir konu fazla yinelendiği için bıkkınlık vermek,
usandırmak
Kaba kuvvet: Bir amaca ulaşmak için başvurulan dayak vb. Kaba saba : -1. Görgüsüz kimse için söylenir. -2. Özensiz yapılan şey
için kullanılır. Kabına sığmamak: Duygularını frenleyemeyip taşkın davranışlarda
bulunmak, taşkınlık yapmaya başlamak.
Kabir azabı (çekmek) : Çok sıkıntı (çekmek).
Kabir suali: Ayrıntılı, bıktırıcı sorular; ahret suali.
Kabuğuna çekilmek: Dış dünya ya da çevresiyle ilişkisini kesmek,
kimseyle görüşmemek; içine çekilmek.
Kabul olmayacak duaya amin demek: Olmayacak bir şeye olacak mış gibi inanmak.
Kâbus basmak (çökmek): Büyük sıkıntı, korku içinde kalmak.
Kaçacak delik aramak: Korku nedeniyle saklanacak yer aramak.
Kaçın kurası: Zengin yaşam deneyimi olan, aldatılması güç (kimse).
(Kars. Görmüş geçirmiş.)
Kaç para eder : “Neye yarar, ne değeri var?” anlamında.
Kaç zamandır? : ‘Çoktan beri.” anlamında.
Kadere meydan okumak : Alınyazısını değiştirmek için büyük bir sava şım vermek.
Kaderin buyruğuna boyun eğmek: Başına gelenlere katlanmak.
Kaderine küsmek: Karşılaştığı kötü olaylar yüzünden talihini suçlu görmek; talihine küsmek.
Kaderin sillesini yemek: Büyük bir yıkıma uğramak.
Kadınlar hamamına dönmek (bir yer): Herkes aynı anda konuştuğu
için gürültülü bir ortam oluşmak Kadidi çıkmak: Çok zayıflamak.
Kadir gecesi doğmuş : Çok şanslı (kimse); anası kadir gecesi do ğurmuş.
Kadrini bilmek : -1. Değerini bilmek. -2. Yararlanmak.
Kafa cilalamak : bk. Kafayı çekmek. Kafa çekmek : bk. Kafayı çekmek.
Kafadan atmak: Uydurup söylemek, yeterince düşünmeden cevap vermek.
Kafadan çatlak (kontak, sakat) : Akılsızca İşler yapan, deli.
Kafa dengi: Anlayışları birbirine uyduğu İçin arkadaşlık yapanlardan her biri. (Kars. Ahbap çavuşlar.)
Kafa dinlemek : Zihni yoran işlerden uzak kalmak
Kafa göz yarmak : Beceriksizlik göstermek.
Kafa kafaya vermek: Bir konuda görüşmek üzere bir araya gelmek; baş başa vermek.
Kafa kalmamak : Zihni yorgunluktan çalışamaz duruma gelmek.
Kafa patlatmak : Bir iş gerçekleştirmek için büyük ölçüde 2ihinsel ça ba harcamak.
Kafası almamak (bir şeyi) : -1. Onu anlayamayacak durumda olmak. -2. Onun olabileceğine inanmamak, -3. Onu anlayamamak, kavrayamamak; havsalası almamak.
Kafası atmak : Çok Öfkelenmek; beyni atmak, tepesi atmak.
Kafası bozulmak (bir şeye, birine) : Ona kızmak, Öfkelenmek, sinir lenmek.
Kafası bulanmak: Bir durum karşısında ne olup bittiğini kavrayamaz
duruma gelmek.
Kafası çalışmak : bk. Kafası işlemek.
Kafası dönmek : -1. Sersemlemek. -2. Öfkelenmek.
Kafası dumanlı: -1. Hafif sarhoş. -2. Çok yorgun kimse için kullanılır.
Kafası İşlemek (çalışmak) : -1. Akıllıca davranışlarda bulunmak. -2. Zekice işler yapmak.
Kafası karışmak : Sağlıklı düşünemez olmak; zihni karışmak.
Kafası kazan gibi olmak, (kafası şişmek) : -1. Gürültüden tedirgin ol mak. -2. Çok çalışmaktan ötürü zihni yorulmak; başı kazan gibi ol mak, başı şişmek.
Kafası kızmak : öfkelenmek, sinirlenmek.
Kafasına dank etmek (demek) : Bir olay dolayısıyla gerçeği doğruyu anlamak.
Kafasına koymak (bir şeyi) : Onu yapmaya kesin karar verip uygun zamanı beklemek. (Kars. Aklına koymak.)
Kafasına vura vura : Zorla, itekleyerek.
Kafasına vurmak: İçki, hava, vb. ona ofumsuz etki yapmak; başına vurmak.
Kafasından çıkarmak (bir şeyi, bîrini) : Onu unutmak, ondan vazgeç-• m ek; aklından çıkarmak.
Kafasını ezmek: Zararlı olabilecek bir şeyi daha başlangıçta yok et mek; başını ezmek.
Kafasını gözünü yara yara konuşmak : Bir dili yanlışlar yaparak ko nuşmak.
Kafasını kaldırmak : Karşı gelmek; başını kaldırmak.
Kafasını kaldırmamak (bir şeyden): Hep o şeyle meşgul olmak; ba şını kaldırmamak.
Kafasını kullanmak: Akıllıca davranmak; aklını kullanmak.
Kafasını kurcalamak: Zihnini meşgul etmek, devamlı düşündürmek; aklını kurcalamak.
Kafasını toplamak : Sağlıklı düşünebilecek duruma gelmek; aklını ba şına toplamak.
Kafası şişmek : bk. Kafası kazan olmak.
Kafa şişirmek : Gürültü ya da gevezelikle tedirgin etmek.
Kafa tutmak (birine) : Ona aksiienmek, diklenmek; karşı gelmek (Kars. Gözdağı vermek, posta koymak.)
Kafa ütülemek : Çok kcnuşup tedirgin etmek; boş laflarla bunaltmak.
Kafayı bulmak : -1, Sarhoş olmak. -2. Keyfi yerine gelmek.
Kafayı çekmek (kafa cilalamak) : İçki İçmek.’
Kafayı değiştirmek : Düşüncesini, kanısını değiştirmek.
Kafayı takmak (bir şeye) : Hep onu düşünmek, onunla uğraşmak (Kars. Aklı takılmak.)
Kafayı tütsülemek : Sarhoş olmak.
Kafayı üşütmek : Akli dengesini yitirmek.
Kafayı (yere) vurmak: -1. Yatıp uyumak. -2. Hastalanıp yatağa düş mek.
Kafa yok ; Akılsız, aptal (kimse).
Kafa yormak: Bir konu üzerinde çok düşünmek; beyin yormak.
Kafese girmek : Hazırlanan tuzağa düşmek, aldatılmak.
Kafese koymak (birini): -1. Onu aldatıp çıkar sağlamak. -2. Onu hap se sokmak.
Kâğıda dökmek (bir şeyi): Onu yazmak, yazıya geçirmek.
Kâğıt üzerinde kalmak : O şey tasarlandığı halde yapılmamış olmak, uygulamaya konulmamak.
Kahır (kahrını) çekmek: Belirli bir amaçla uzun süre sıkıntıya katlan mak.
Kahkaha atmak: Yüksek sesle gülmek.
Kahkahadan kırılmak : Çok gülmek.
Kahkahayı basmak (koparmak, salıvermek): Kendini tutamayıp yük sek sesle gülmek.
Kahve dövücühün hınk deyicisi: Bir kimsenin yaptığı işi yaltaklık ede rek, sözle destekleyen (kimse).
Kalayı basmak (birine) : Ona küfür etmek, sövmek.
Kalayı yemek : Kendisine küfredilmek.
Kalbi çarpmak : -1. Kalp atışları artmak. -2. Çok heyecanlanmak.
Kalbine girmek : Sevgisini kazanmak.
Kalbini (birine) açmak : Duygu ve düşüncelerini ona söylemek.
Kalbini kazanmak (fethetmek) : İnce bir davranış, güzel bir sözle sev gisini kazanmak; gönlünü kazanmak..
Kalbini kırmak : Uygunsuz sözle ya da davranışla bir kimseyi gücen dirmek; gönlünü kırmak.
Kaldı ki: Bundan başka, bununla birlikte.
Kaldırıma düşmek: Ucuz fiyatla satılmaya başlamak.
Kaldırım mühendisi: İşsiz güçsüz, bir iş tutamayıp vaktini sokaklarda dolaşarak geçiren kimse.
Kalem oynatmak: -1. Yazı yazmak, -2. Bir yazıyı düzeltmek. -3. Yazılı bir belge üzerinde gizlice değişiklik yapmak.
Kaleyi içten fethetmek: Herhangi bir şeyi, o şeyle en yakın kişiyi ka zanarak, onun yardımıyla elde etmek.
Kalıbı kıyafeti yerinde : Görünüşü gösterişli olan (kimse).
Kalıbını basmak (bir şeye): Onun doğruluğuna, öyle olduğuna tanık lık etmek.
Kalın kafalı: Bir şeyi geç ve güç anlayan, anlayışı kıt olan (kimse).
Kalıp gibi oturmak; Giysi vücuda tam gelmek, iyi uymak.
Kalıplı kıyafetli: Gösterişli, bakımlı (kimse).
Kalıpsız kıyafetsiz: Gösterişsiz, bakımsız (kimse).
Kalp kırmak: Gücendirmek, yanlış bir davranışla, sözle birini üzmek; gönül kırmak
Kambur kambur üstüne : Bir sıkıntı bitmeden bir başka sıkıntının baş laması, tersliklerin üst üste gelmesi.
Kamış atmak (bir şeye), (birine): -1. Olumlu yönde gelişen bir işi bozmak. -2. Onu kandırmak, aldatmak.
Kanadı aftına almak (birini): Onu korumak, himaye etmek
Kanat germek (birine) : Onu korumak, himayesine almak.
Kan başına (beynine) sıçramak : Çok öfkelenmek.
Kancayı takmak (atmak) (birine): Ona musallat olmak, onun kötülü ğüne çalışmak.
Kan çekmek : -1. Huyu benzemek. -2. Yakınlık duymak.
Kan çıkmak : Kavga çıkıp kan dökülmek, cinayet işlenmek.
Kan gövdeyi götürmek : Birçok insan öldürülmek, çok kan dökülmek.
Kan gütmek : Öldürülen bir yakının öcünü atmak için öldüren taraftan birini öldürmek istemek, öldürmek için fırsat kollamak.
Kanı bozuk : Soysuz (kimse); sütü bozuk.
Kanı ısınmak (birine) : Ona yakınlık duymak.
Kanı kaynamak: -1. Ona yakın ilgi ve sevgi duymak. -2. Coşkun, ye rinde duramaz olmak.
Kanı kurumak : İyice usanmak, bıkmak.
Kanına dokunmak: Çok sinirlenmek.
Kanına ekmek doğramak : Bir kimsenin büyük bir yıkıma uğramasına neden olup bundan çıkar sağlamak.
Kanına girmek : -1. Bir kimseyi öldürmek ya da öldürtmek. -2. Kızlığım bozmak. -3. Kandırmak, yıkıma uğratmak.
Kanına susamak : -1. Öldürme hırsıyla yanıp tutuşmak. -2. Kendisinin öldürülmesine yof açacak davranışlarda bulunmak. (Kars. Belasını aramak.)
Kanını emmek: Sömürmek.
Kanını kurutmak : Gereğinden çok rahatsız edip canından bezdirmek; iliğini kurutmak. *
Kanı pahasına : Yaşamını tehlikeye atarak.
Kanı yerde kalmamak : Öldürülen kimsenin mutlaka öcü alınmak.
Kanıyla ödemek (bir şeyi) : Yaptığı kötü iş sonunda yaşamını yitir mek.
Kan (kana kan) istemek: Öldürülen bir kimsenin öcünün alınmasını istemek.
Kan kardeşi: Birbirinin az miktarda kanını emip kardeş olduklanna ye”-, min eden kişilerden her biri.
Kan kusturmak (birine): Ona çok eziyet çektirmek.
Kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek: Çok eziyet çekmesine rağ men durumu iyiymiş gibi gösteremeye çalışmak.
Kanlı bıçaklı olmak (biriyle) : Aralarındaki anlaşmazlık birbirini öldüre cek kerteye varmak
Kan oturmak : Vücudun bir yerinde sıkışma nedeniyle damarların çat layıp dokular arasında kan birikmek.
Kan revan içinde : Her yanı kana bulanmış bir durumda.
Kantarın topunu kaçırmak : Ölçüyü kaçırıp aşırı davranışlarda bulun mak.
Kan ter içinde kalmak : Yaptığı ağır iş nedeniyle ter içinde kalmak.
Kan tutmak (birini) : -1. Kanı görünce bayılmak. -2. (Adam öldüren için) Donup kaldığı için kaçamamak, şok geçirmek.
Kapağı (bir yere) atmak: İstediği bir yere (mevkiye, okula vb.) geç mek.
Kapağı dar (zor) atmak: Kaçıp kurtulmak; rahat, tehlikesiz bir yere sı ğınmak.
Kapalı kutu : -1. Duygularını ve düşüncelerini gizleyen (kimse). -2. Ni teliği ve içeriği gizli kalan (şey).
Kapalı yetişmek: Toplum yaşamına pek karışmadan, aile töresine gö re yetişmek.
Kapana düşmek (girmek, kısılmak, tutulmak, yakalanmak): Ele geç mek, yakalanmak.
Kapana sıkıştırmak (birini) : -1. Onu zor durumda bırakmak. -2. Onu hile yoluyla yakalamak.
Kapanın elinde kalmak (bir şey): Bir şey daha açık göz olanların ve çabuk davranabilenleıin malı olmak.
Kapı açmak (bir şeye) (bir şeyden) : -1. Bir işe başlamak. -2. Pazar lığa’ yüksek bir fiyatla başlamak. -3. Konuyla İlgili bir şeyden söz et mek.
Kapıdan kovulsa (kovsan) bacadan girer (düşer) : Yüzsüz, sırnaşık kimse İçin kutlanılır.
Kapı dışarı etmek (birini): Onu kovmak, dışarı atmak.
Kapı duvar : Çalındığı halde açılmayan kapı.
Kapının önüne koymak (birini) : Onu kovmak (Kars. Yol vermek.)
Kapısı (herkese) açık olmak : Herkesin serbestçe konuk olarak gele bileceği ev olmak.
Kapısını aşındırmak: Bir kimsenin evine, yanına bir iş için çok sık gi dip gelmek.
Kapıya dayanmak (bir şey) (biri): -1. Gelip çatmak, zamanı gelmek. -2. Bîr şey elde etmek için zorlamak, gözünü korkutmak.
Kapıyı göstermek (birine) : Onun gitmesini istemek, onu kovmak.
Kara baht: Kötü talih.
Karabatak gibi bir batıp (dalıp) bîr çtkmak.: Bir görünüp bir ortadan kaybolmak.
Kara borsa : Piyasada çok zor bulunan bir malın gizlice yüksek fiyatla alınıp satılması; bu işin yapıldığı piyasa.
Kara borsaya düşmek : Bir mal, bulunmaz olmak ve bu yüzden değe ri çok yükselmek.
Kara cahil: Hiçbir şey bilmeyen, bilgisiz (kimse).
Kara cümlesi bozuk : Okuması yazması olmayan, derdini iyi anlata mayan (kimse).
Kara çatı: Ara bozucu.
Kara çalmak (sürmek) (birine) : Ona iftira etmek suç yüklemek. (Kars. Çamur atmak, iftira atmak, leke sürmek.)
Karada ölüm yok: “Artık herhangi bir tehlike İle karşılaşma olasılığı yok.” anlamında.
Karadeniz’de gemilerin mi battı? (ne düşünüyorsun?) : “Öyle derin derin düşünecek ne var?” anlamında.
Kara gün dostu : Arkadaşlığını felaket günlerinde etkin bir biçimde gösteren kimse.
Kara haber : Üzücü haber.
Kara kara düşünmek: Kötümser bir hava içinde düşünceye dalmak. (Kars. Arpacı kumrusu gibi düşünmek.)
Karakolluk olmak (biriyle) : Kavga sonucu karakola gitmek zorunda kalmak.
Kara kuru : Esmer ve zayıf (kimse).
Kara kuvvet: Dinsel bağnazlığın oluşturduğu, gerici güç.
Karalar bağlamak (giymek): Çok üzülmek, büyük acısı olmak. (Kars. Yas tutmak.)
Kara liste : Zararlı faaliyetleri olduğu gerekçesiyle cezalandırılması dü şünülen kişileri içeren liste.
Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu : “Şimdi her şey olağan görü nüyor, ama sonra neler olacağı belfi değil.” anlamında.
Karambole gelmek (bir şey) : Karışıklığa rastladığı için o şeyin üzerin de gereği gibi durulmamak.
Karambole getirmek (birini) (bir şeyi): -1. Karışıklıktan yararlanarak onu aldatmak. -2. Bir işi çabuk yaparak göz boyamak.
Karanlık görmek (bir şeyi) : Bir şeyin geleceği, sonu konusunda ka ramsar olmak.
Kara para : Yasadışı yollarla elde edilen kazanç.
Karasevdaya düşmek (tutulmak, uğramak) : Bir kimseyi şiddetli, fa kat ümitsiz bir biçimde sevmek, ona büyük bir sevgiyle bağlanmak.
Kara yağız: Koyu esmer renkte teni olan (delikanlı).
Karaya oturmak: Gemi denizin sığ yerine saplanıp kalmak.
Karaya vurmak: Dalgaların etkisiyle kıyıya kadar gelmek, sürüklen mek.
Kara yer: Toprak, mezar.
Karda gezip izini belli etmemek: Bir işi hiç kimsenin sezip anlayama yacağı bir ustalıkla yapmak.
Kardeş kavgası: Bir ülkede yurttaşların karşıt düşünceleri benimse mesinden doğan silahlı kavga.
Kargacık burgacık : Eğri büğrü, okunması güç (yazı).
Karga tulumba etmek (bîrini) : Onu kollarından ve bacaklarından tu tup kaldırmak.
Karılık etmek (bifine) (biri) : -1. Evli bir kadın kocasına karşı görevleri-•ni yapmak. -2. Erkek dönekçe davranmak, hile yapmak.
Karım (karısı) köylü : Karısının yakınlarıyla sıkı fıkı olup kendi yakınla rını unutan erkek.
Karın ağrısı : Sevilmeyen, tahammül edilemeyen kimse ya da şey
için söylenir.
Karınca duası gibi: Çok ufak, düzensiz ve okunaksız yazı için söyle nir.
Karınca ezmez: İnce duygulu, merhametli (kimse).
Karınca kararınca (kaderince): Elinden geldiği, gücü yettiği kadar.
Karıncayı bile ezmemek : İnce duygulu, merhametli olmak.
Karışanı görüşeni olmamak: İşine karışan hiç kimse bulunmamak. (Kars. Başına buyruk.)
Karış karış (bilmek, dolaşmak) (bir yeri): O yerin her yanını, ince den inceye (bilmek, dolaşmak).
Karine ile anlamak (çıkarmak) (bir şeyi) : Onu sözün gelişinden an lamak.
Karman çorman : Karmakarışık, iyice karışık.
Karnı burnunda : Doğum yapacak durumdaki gebe (kadın).
Karnı geniş : Tasasız, hiçbir şeyi kendine dert edinmeyen (kimse).
Karnım tok : “Bu tür sözlerle beni kandıramazsınız.” anlamında.
Karnından konuşmak (uydurmak) : Çok hafif sesle söylemek.
Karnı sürmek (gitmek) : Amel (ishal) olmak.
Karnı tok, sırtı pek : Hali vakti yerinde olan (kimse).
Karnı zil çalmak : Çok acıkmak.
Karşı çıkmak (bir şeye) (birine): -1. Ona itiraz etmek, cephe almak.
-2. Onu karşılamaya gitmek.
Karşı durmak (bîr şeye, birine): Ona direnmek, boyun eğmemek. , Karşı gelmek (birine): -1. Baş kaldırmak. -2. İtiraz etmek, dediğini
yapmamak.
Karşı karşıya gelmek: Karşılaşmak; yüz yüze gelmek. Karşı koymak (birine): Ona karşılık vermek, direnmek, önlemeye ça lışmak.
Karşılık vermek (birine, bir şeye) : -1. Ona karşı gelmek, baş kaldır mak. -2. Ona yanıt vermek, cevap vermek.
Karşı olmak (bir şeye): Ona katılmamak; onun öyle yapılmasına uy gun görmemek. Karşısına almak (birini): Onun düşünce ve tutumlarına katılmadığını
belli etmek.
Karşısına dikilmek: -1. Gelip bir kimsenin karşısında durmak. -2. En gel yaratacağını sözle ve davranışla belirtmek.
Karta kaçmak : Kartlaşmak, kartalmak, yaşlanmak.
Kasım kasım kasılmak : Çok büyuklenrnek, gururlanmak.
Kasıp kavurmak (bir şeyi, ortalığı) : -1. Bir doğal afet çavreye büyük zarar vermek. -2. Bir zorba, katı ve acımasız tutumuyla çevresindeki-lerde korku, dehşet uyandırmak.
Kaskatı kesilmek: Korku, şaşkınlık vb. yüzünden hiçbir şey söyleye meyecek, hiçbir davranışta bulunamayacak duruma gelmek.
Kasvet basmak (çökmek) (birini) : Bunalmak, sıkılmak (Kars. İçi da ralmak.)
Kasvet vermek (bir şey birine) : O şey onun sıkılmasına, bunalması na yol açmak. Kaş göz etmek: Bir kimseye bir şeyi anlatmak düşüncesiyle kaşla
gözle işaret vermek; göz etmek.
Kaşık düşmanı: Eş, karı için alay yollu söylenir. Kaşıkla yedirip sapıyla göz çıkarmak (kaşıkla verip sapıyla çıkar mak) : Yaptığı bir iyilikten çok zararı dokunmak. Kaşla göz arasında : Çarçabuk, hiç kimsenin sezemeyeceği bir çabuk lukla.
Kaşlarını çatmak, (kaş çatmak), (kaş yıkmak) : Kaşlarını birbirine yaklaştırarak öfkeli olduğunu belli etmek. Kaş yapayım derken göz çıkarmak : Küçük bir iyilik yapayım derken
büyük bir zarar vermek.
Katır inadı: Aşın inat.
Katı yürekli: Acıklı durumlar karşısında üzüntü duymayan; acımasız
Kat kat: -1. Pekçpk. -2. Üst üste.
Katmerli yalan (söylemek) : Yalan üstüne yalan (söylemek).
Kavanoz dipli dünya : “Boş dünya, gelip geçici dünya” anlamında ye rinme sözü.
Kavga çıkarmak : Söz ya da davranışlarıyla kavgaya yol açmak; hadi se çıkarmak, olay çıkarmak.
Kavgasını vermek: Bir şeyi savunmak, ele geçirmek için uğraşmak, mücadele etmek.
Kavgaya tutuşmak (biriyle): Onunla kavga etmeye başlamak.
Kavuk sallamak: Bir kimsenin bütün söz ve davranışlarını uygun bul duğunu belli etmek; dalkavukluk etmek.
Kaygı çekmek : Tasalanmak, üzülmek.
Kayda değer : Önemli, sözüedilebilecek (şey).
Kayıplara karışmak: Kaybolmak, görünmez olmak.
Kayıt kuyut tanımamak : Kuralları, yasaklan hiçe saymak.
Kayıtsız kalmak (bir şeye, birine): Ona önem vermemek, onu umur samak, onunla ilgilenme gereği duymamak; lakayıt kalmak.
Kayıttan düşmek (bir şeyi): Bir şeyin adını, numarasını defterde sil mek.
Kayıtsız şartsız: Hiçbir bağ ve koşul olmaksjzın.
Kaymağını yemek (almak): Bir işin en büyü payını, kârını almak
Kaymak tabakası (takımı) : Bir toplumun seçkin ve zengin kimseleri nin tümü..
Kaymak gibi: -1. Bembeyaz, pürüzsüz. -2. Yumuşak, tatfı şeyler için kullanılır.
(bir yer) Kazan, (bîri) kepçe : “O yeri bucak bucak aradı.” anlamında.
Kazan kaldırmak : Yönetime, yöneticinin tutumuna topluca baş kaldır mak, isyan etmek.
Kazdığı çukura (kuyuya) kendisi düşmek : Başkası için yapmayı dü şündüğü kötülüğe kendisi uğramak.
Kazık atmak (birine) : Onu aldatmak, kandırmak; madik atmak.
Kazık kadar : -1. Kocaman (kimse). -2. Uzun (boy).
Kazık kesilmek : Kaskatı olmak
Kazık marka : Çok pahalı dan şey için kullanılır.
Kazık yemek : Aldatılmak, kandırılmak, kazıklanmak.
Kazın ayağı öyle değil: “Bu hiç de senin bildiğin, düşündüğün gibi de ğil.” anlamında.
Kaz kafalı: Anlayışı kıt olan (kimse).
Keçi inadı: Yumuşatılması zor olan inat; gâvur inadı.
Keçileri kaçırmak : -1. Aklını yitirmiş gibi olmak. -2,. Delirmek.
Keçilik etmek (keçiliği tutmak) : İnatçılık etmek.
Kedi ciğere bakar gibi bakmak (bir şeye) : Canının çektiği bir şeye iştahla bakmak.
Kedi gibi dört ayak üstüne düşmek : Eh tehlikeli durumlardan hiçbir zarar görmeden kurtulmak.
Kedi köpek gibi: Birbirleriyle sürekli kavga eden, geçimsiz kimseler için söylenir.
Kefaretini ödemek : Bir şeyin cezasını çekmek.
Kefeni yırtmak : Ağır bir hastalıktan yâ da tehlikeli bir durumdan kurtul mak.
Kel başa şimşir tarak : Parasal gücü elverişli olmayan bir kimsenin pahalt şeyler satın alması durumunda kullanılır.
Kelle koltukta : Ölümü göze alarak, büyük bir cesaretle.
Kelle kulak yerinde : Vücutça gösterişli (kimse).
Kellesini istemek : Birinin öldürülmesini istemek.
Kellesini ortaya koymak : Çok iyi bildiği bir konuda yanılırsa ya da ye nilirse kellesini vermeye razı olmak.
Kellesini uçurmak : Kafasını kesmek.
Kelleyi koltuğa almak : Ölümü göze almak..
Kelli felli (kerli ferli) : Kılığı kıyafeti düzgün,”olgun ve gösterişli (kim se).
Kemerini (kemerleri) sıkmak : Tutumlu yaşamaya katlanmak.
Kem göz : Nazar değdirdiğine inanılan göz.
Kem gözle bakmak (birine) : -1. Kötü niyetle bakmak, -2. Nazar değ di ren bir bakışla bakmak.
Kemik atmak (birinin önüne) : Oyalamak, susturmak amacıyla ona küçük bir şey vermek.
Kemikleri sızlamak : Ölü huzursuz, rahatsız olmak.
Kemiklerini kırmak : Kötü biçimde dövmek. (Kars. Dayak atmak.)
Kemik yalayıcı: Dalkavuk, çıkara (kimse).
Kem küm etmek: Bir soru karşısında doğru cevap verememek, an lamsız sözler söylemek.
Kendi ağzıyla tutulmak: Söylediği yalan ya da işlediği suç kendi sö züyle anlaşılmak.
Kendi âleminde : Çevresiyle ilişkisini kesmiş, iç dünyâsına dönmüş olarak.
Kendi başına : -1. Hiç kimseye sorup danışmadan. -2. Hiç kimseden yardım görmeksîzîh.
Kendi derdine düşmek : Yalnızca kendi dertleriyle uğraşıp durmak.
Kendi göbeğini kendi kesmek: Kendi işini kendi görmek.
Kendi halinde : Hiç kimsenin İşine karışmayan (kimse).
Kendi halinde (haline) bırakmak (bir şeyi, birini) : -1. Üzerinde çalış mamak -2. Onunla ilgilenmemek, ona karışmamak.
Kendi havasında olmak (kendi havasına gitmek) : Aklına eseni yap mak, istediği gibi davranmak. *
Kendi hesabına : Kendine göre, kendisi için.
Kendi kendine:-1. Yalnız başma.-2. Hiç kimseye danışmadan, hiç kim seyle ilişki kurmadan, başkasından yardım almadan. -3. Kendiliğin den.
Kendi kendine gelin güvey olmak : Başkasıyla birlikte yapılması ka rarlaştırılan bir işi kendisi tasarlayıp yapıyormuş izlenimi vermek.
Kendi kendini yemek (kendini yiyip bitirmek): İsteklerini gerçekleşti remediği için sürekli üzülmek.
Kendi kuyusunu kendi kazmak : Kendisine zarar verecek bir davranış ta bulunmak.
Kendinden geçmek: -1. Bilincini yitirmek, bayılmak, -2. Duygulan mak, çok heyecanlanmak.
Kendinden pay biçmek : Başkasının başından geçen kötü bir olayı, kendi başına gelmiş gibi ya da gelmiş kötü bir şeyle karşılaşttnp dü şünmek.
Kendine gelmek : -1. Ayılmak; bilinçli duruma gelmek. -2. Aklı başına gelmek. -3. Durumu düzelmek.
Kendine hâkim olmak: Yanlış bir iş yapmamak, söz söylememek. (Kars. Kendini tutmak.)
Kendine mal etmek (bir şeyi) : Onu benimsemek, kendinin saymak.
Kendine (…) süsü vermek : Kendini (…) gibi göstermek.
Kendine yedirememek : bk. Onuruna yedirememek.
Kendine yontmak: Her fırsatı kendi çıkarı İçin kullanmak; nalıncı ke seri gibi kendine yontmak.
Kendini ağır (ağıra, ağırdan) satmak : Bir işi birçok ricadan sonra yapmaya karar vermek; nazlanmak.
Kendini alamamak (bir şeyden) : Bir işi yapmadan edememek.
Kendini atmak (bir yere): Hemen oraya gitmek
Kendini beğenmek : Kendini, başkalarında gö/mek^yresindekileri küçümsemek.
Kendini bırakmak : -1. Üstüne başına Özen göstermez olmak. -2. Çev reyle ilgisini kesip yalnız bir konuyla uğraşmaya başlamak.
Kendini bilmek: -1. Aklı başında olmak. -2. Nasıl davranacağını bil mek, onuruna düşkün olmak. -3. Kendinin ve çevresinin bilincine var mak.
Kendini bir şey sanmak : Kendini olduğundan değerli görmek.
Kendini bulmak : -1. Kişiliğini kazanmak. -2. Durumunu düzeltmek. Kendini dar atmak (bir yere) : Ferahlık sağlayan bir yere çarçabuk gitmek.
Kendini dev aynasında görmek : Kendisinin çok büyük bir adam ol duğunu sanmak.
Kendini dinlemek: Rahatsız olup olmadığını düşünerek tedirgin ol mak.
Kendini dirhem dirhem satmak : Nazlı davranmak. (Kars. Ağırdan ol mak.)
Kendini ele vermek : Bir davranış ya da sözüyle suçlu olduğunu gös termek.
Kendini fasulye gibi bir nimetten saymak : Kendini önemli biriymiş gibi görmek.
Kendini göstermek : -1. (Bir kimse) Yeteneklerini ortaya koymak. -2.(Bir şey) Ortaya çıkmak, meydana gelmek.
Kendini hissettirmek : Varlığı belirtmek.
Kendini kaptırmak (bir şeye) : -1. Birşeyin etkisinden kendini kurtara-
mamak. -2. Giriştiği bir işe bütünüyle kendini vermek.
Kendini kaybetmek : -1. Bayılmak, bilincini yitirmek. -2. Öfkesinden ne yaptığını bilememek.
Kendini kapıp koyuvermek : -1. Karamsar olmak. -2. Üstüne başına Özen göstermez olmak.
Kendini naza çekmek : bk. Naza çekmek.
Kendini paralamak : Bir işi zamanında ve iyi biçimde yapmak için ola ğanüstü çaba harcamak. Kendini sıkmak : -1. Vücudunu gergin duruma getirmek. -2. Bir İş için
gücünü, yeteneklerini zorlamak.
Kendini toplamak (toparlamak) : -1. Sağlık, geçim vb. durumu düzelt mek. -2. Dikkatini ilgilendiği konu üzerinde yoğunlaştırmak.
Kendini tutmak : Herhangi bir tehlikeli ya da çekici durum, şey karşı sında kendine hâkim olmak, dayanmak, sabretmek.
Kendini vermek (vurmak) (bir şeye): -1. Uğraştığı bir İşe bütünüyle bağlanmak. -2. Bir şeyi yapmayı alışkanlık haline getirmek
Kendi payıma : “Benim düşünceme göre.’ anlamında.
Kendi yağıyla kavrulmak : Hiç kimseden yardım almadan, kendi ge reksinimlerini karşılamaya çalışmak
Kerahet vakti: (Aksamalar arasında) İçkiye başlama zamanı.
Kesenin ağzını açmak: Para harcamaya başlamak.
Kesenize bereket: -1. Para yardımında bulunan bir kimseye teşekkür için “Kazananız bol olsun!” anlamında söylenir. -2. Yemekten sonra evsahibine teşekkür ederken söylenir.
Kesip (kestirip) atmak: -1. Etraflıca düşünmeden kesin yargıya var mak. -2. Tartışmalı bir durumu kesin olarak çözmek.
Kesip attığı tırnak olmamak: Bir kişi, bir başkasına göre değerce çok aşağı, önemsiz olmak.
Kesme almak : bk. Makas almak.
Kestirip atmak : bk. Kesip atmak.
Ket vurmak : Bir işin yapılmasını güçleştirmek, ona”engel olmak
Keyfi bozulmak : -1. Hastalanmak. -2. Rahatı, huzuru kalmamak; canı sıkılmak; neşesi bozulmak.
Keyfi (yerine) gelmek : Neşelenmek, neşesini bulmak.
Keyfi kaçmak: Neşesi bozulmak, neşesi kaçmak
Keyfine bakmak : Diiediğince, gönlünce yaşamak, hareket etmek
Keyfini çıkarmak (bir şeyin): Bir şeyden, bir şeyi yapmaktan çok zevk almak; ondan zevk alarak yararlanmak
Keyfini kaçırmak (bozmak): Üzmek, rahatsız etmek, canını sıkmak
Keyfinin (keyfimin) kâhyası mısın? : “Senin ona (bana) karışmaya hiç mi hiç hakkın yoktur.” anlamında.
Keyif çatmak : Hoşça ve eğlenceli vakit geçirmek
Keyif sürmek : Rahat yaşamak.
Keyif vermek (bir şey birine): -1. Ona neşe vermek -2. Onu sarhoş etmek
Kıçına tekme atmak (vurmak, yapıştırmak) : Kovmak; götüne tek me atmak.
Kıçını kaldıramamak :Çok tembel olmak; götünü kaldıramamak.
Kıçını yalamak :Ona dalkavukluk etmek, yaltaklanmak; götünü yala mak.
Kıçını yırtmak : -1. Bağırıp çağırmak -2. Bir şeyi yapacağım diye uğra şıp durmak; götünü yırtmak
Kılçık atmak (birine): Bir kimsenin işini bozucu davranışta bulunmak ya da söz söylemek
Kılıçtan geçirmek : Tümünü kılıçla öldürmek.
Kılıfına uydurmak : Bir duruma, tutuma uydurma bir gerekçe bulmak.
Kılığı kıyafeti düzmek : Yeni giysiler alıp giymek.
Kılı kıpırdamamak: Umursamamak, aldtrtş etmemek.
Kılı kırk yarmak : Bir işi yaparken büyük bir dikkat göstermek, çok titiz davranmak.
Kılık kıyafet: Üst baş, dış görünüş.
Kılıktan kılığa girmek : -1. Giysilerini değiştirmek. -2. Sık sık düşünce ve kanı değiştirmek.
Kılına dokunmamak : Bir kimseye zarar verecek bir davranışta bulun mamak; tüyüne dokunmamak.
Kılını kıpırdatmamak (oynatmamak) : Tepki gösterilmesi gereken bir olay, söz karşısında hareketsiz katmak; İlgisiz, duyarsız davranmak.
Kıl payı (fark) : Çok az bir (fark). (Kars. Bıçak sırtı.)
Kıran girmek (bir şeye) : İnsanlar ya da hayvanlar arasında çok sayı da ölüme yol açan bir hastalık yayılmak. -2. Bir şey artık bulunmaz olmak. (Kars. Kıtlığına kıran girmek.)
Kıran kırana : (Kavga, ctöğüş, güreş için) Acımasızca, öldürürcesine.
Kırdığı koz (ceviz) kırkı (bini) aşmak : Devamlı olarak uygunsuz, ya kışıksız davranışlarda bulunmak.
Kırık dökük: -1. Sağlam olmayan , çürük değersiz (eşya). -2. Tam ve düzgün olmayan (söz).
Kırıp geçirmek (bir yeri) (herkesi): -1. Yakıp yıkarak, öldürerek ya da baskı yoluyla büyük zarar vermek. -2. Komik söz ve davranışlarla herkesi katıla katıla güldürmek.
Kırk bir buçuk (kırk bir kere) maşallah : “Tanrı nazardan saklasın!” anlamında.
Kırkı çıkmak: (Lohusa, bebek, ölü için) Doğumdan ya da ölümden kırk gün geçmek.
Kırk dereden su getirmek : bk. Bin dereden su getirmek.
Kırk kapının ipini çekmek : Birçok yere uğramak; doksan kapının ipi ni çekmek.
Kırklara karışmak : Artık ortalıkta görünmez olmak.
Kırk tarakta bezi olmak : Birçok işi olmak ya da birçok işle ilişkisi bu lunmak; her tarakta bezi olmak.
Kırk yılda bir ; Çok seyrek olarak.
Kırk yılın başı (başında): Çok uzun sürede bir kez.
Kırk yıllık : Çok eski, köklü (dost, dostluk).
Kırmızı dipti mumla davet etmek (birini): Gelmesi için çok yalvar mak.
Kısa günün kârı: ‘Hiç olmamaktansa bu kadarı da iyidir” anlamında.
Kısır döngü: Herhangi bir sorunlu durumda kesin çözüme varama ma, çıkmazda olma; fasit daire.
Kıs kıs gülmek: Sessizce, alay ederek gülmek
Kıskıvrak yakalamak (bağlamak) (birini) : Kolay kolay kurtulamaya cak biçimde sımsıkı tutmak (bağlamak).
Kısmet beklemek : (Gelin olacak çağa gelmiş kız) Evleneceği erkeği beklemek.
Kısmet (kısmeti) çıkmak (birine) : (Kız, kadın için) Evlenmek amacıy la istenmek.
Kısmeti açık : Talihli, kısmetli (kimse).
Kısmeti açılmak : -1. Kazana bollaşmak. -2. Kendisiyle evlenecek biri çıkmak.
Kısmeti ayağına (kadar) gelmek : Pek bir çaba harcamadan, bir vesi le sonucu kazançlı bir durumla karşılaşmak.
Kısmeti bağlanmak (bağlı olmak) : -1. Evlenmesi için fırsatlar çıkma mak. -2. Kazana bir türlü artmamak.
Kıssadan hisse (almak, çıkarmak): Anlatılan bir olaydan ders (al mak, çıkarmak).
Kış basmak: Kış mevsimiyle birlikte yağmurlar, karlar, fırtınalar, so ğuklar başlamak.
Kışı çıkarmak: -1. Kışı bir yerde, geçirmek. -2. (Yakacak) Kış süresin ce yeterli olmak.
Kış kıyamet: -1. Çok zor geçen kış. -2. Yağmurlu, karlı, fırtınalı hava.
Kıtı kıtına : Ancak yetecek kadar. (Kars. Ucu ucuna.)
Kıtır atmak: Yalan söylemek, yalan uydurmak.
Kıtır kıtır kesmek (doğramak) (birini): Onu acımadan öldürmek.
Kıt kanaat (geçinmek): Birtakım yoksulluklara katlanarak, bin bir güç lükte geçinmek).
Kıtlığına kıran girmek: Bir şey ortadan çekilip bulunmaz of m ak.
Kıtlıktan çıkmış gibi (yemek): Hiç yememiş ya da doymayacakmış gibi (yemek).
Kıyamet gibi (kadar): Pekçok, çok miktarda.
Kıyameti (kıyametleri) koparmak : Bir şeye kızarak bağırıp çağırmak.
Kıyamet kopmak : Çok gürültü olmak, büyük telaş meydana gelmek.
Kıyamet mi kopar? : “Ne olur, ne çıkar, ne önemi var?” anlamında
Kıyıda köşede kalmak : Göze çarpmayan bir yerde unutulmak.
Kıymet biçmek : bk. Değer biçmek.
Kıymete binmek : Aranır, istenir duruma gelmek.
Kıymeti harbiyesi yok : Artık hiçbir değeri, gerçekliliği yok.
Kıymeti kalmamak: Değerini yitirmek; değeri kalmamak.
Kıymetini bilmek : Değerini anlamak; değerini bilmek. ¦
Kızağa çekmek (birini): Onu etkin görevinden alıp edilgin bir göreve vermek.
Kızar ip bozarmak : Utanandan yüzü renkten renge girmek.
Kızılca kıyamet kopmak : Büyük kavga çıkmak.
Kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle (işit, anla) : “Bu eleştirimi bir yakınıma söylüyorum; gerçek amacım uyarmak, hitap etmek istediğim kimsenin anlamasını sağlamaktır.” anlamında.
Kız kurusu : Evlenmemiş yaşlı kız.
Kız oğlan kız: -1. Hiç evlenmemiş, bekâreti bozulmamış kız; bakire. -2. Hiç evlenmemiş, hiçbir kız ya da kadınla cinsel ilişki kurmamamış erkek; bakir, erden.
Kibarlık budalası: Kibar olmadığı halde, kibarca davranışlarda bulun maya çalışan, bu yüzden gülünç duruma düşen (kimse).
Kilit vurmak (bir şeye) : -1. Giriş çıkışı önlemek için bir yeri kilitlemek. -2. Bir yerin çalışmasına son vermek.
Kilo almak: Şişmanlamak.
Kilo vermek: Zayıflamak.
Kilometre taşı: Üzerinde önemle durulması gereken nokta.
Kim bilir : “Bilinmez, belirsiz’ anlamında.
Kime ne? : “Hiç kimseyi ilgilendirmez, kimse karışamaz.” anlamında.
Kime niyet kime kısmet: “Hazırlanan şey, söz konusu kimseye değil
de bir başkasına kısmet oldu.” anlamında.
Kimi kimsesi (olmamak) (yok mu?): Ailesinden kimseler (yok) (yok mu?).
Kimin arabasına binerse, onun türküsünü çağırmak (düdüğünü öt türmek) : Kimden çıkar sağlıyorsa, onun beğeneceği işler yapmak.
Kimin nesi? : “Kimdir, soyu sopu nedir?” anlamında.
Kim kaybetmiş ki sen bulasın : “Söz konusu şey senin eline geç mez.” anlamında alay yollu söylenir.
Kim kime dum duma : Kimsenin kimseden haberi olmadığı, karmaka rışık durum.
Kim takar Yalova kaymakamını: ‘Ona önem vermem, onu ciddiye al mam.” anlamında.
Kim vurduya gitmek: Kim tarafından öldürüldüğü bilinmemek.
Kin beslemek (bağlamak) (birine) : Ona karşı içinde Öç almak duy gusu oluşmak; garaz bağlamak.
Kin gütmek: Öcünü alıncaya kadar öç alma duygusunu sürdürmek.
Kin tutmak (birine) : Ona karşı düşmanca duygular beslemek.
Kireç gibi olmak: Korku, heyecan vb yüzünden suratı bembeyaz ol mak.
Kir götürmek : -1. Kirini belli etmeyecek renkte dmak. -2. Bir şey çok kirli olmak.
Kirişi kırmak: Bir yerden birtakım nedenlerle kaçıp gitmek.
Kirli çamaşırları ortaya dökmek: Bir kimsenin ayıplarını, kusurlarını herkese anlatmak, açıklamak
Kirli çıkı (çıkın) : Kendini züğürt gösterdiği halde, oldukça paralı olan, para biriktirmiş olan (kimse).
Kir tutmak: Kirini gösterecek renkte olmak.
Kisvesi altında : Herhangi bir nitelikte ya da biçimde.
Kitaba el basmak : Kutsal kitap (Kuran) üzerine elim koyarak yemin etmek.
Kitabına uydurmak (bir şeyi): Yasal olmayan bîr işi yasalmış gibi gösterecek yol bulmak.
Kitap kurdu : Çok kitap okuyan, geniş bilgisi olan (kimse).
Kitapta yeri olmak: Söz konusu şey, din ya da yasa kitaplarında bu lunmak.
Kocakarı İlacı: Halk arasındaki inanışa göre, kimi hastalıkları İyileştir diğine inanılan, birtakım otlardan vb. maddelerden yapılan sözde İlaç.
Koca kafa : Anlama, kavrama yeteneği sınırlı, kıt olan (kimse).
Kocakarı soğuğu: Mart ayının ortalarında (11-18 mart) kendini göste ren soğuklara verilen ad.
Kocaya varmak: (Kız, kadın için) Evlenmek.
Koç yiğit: Genç, gürbüz, yakışıklı delikanlı.
Kodese tıkmak (birini) : Onu hapishaneye sokmak.
Kodesi boylamak: Hapse düşmek.
Kokusu çıkmak: Gizli tutulan bir iş herkesçe anlaşılmaya başlamak.
Kokusunu almak : -1. Bir şeyin kokusunun farkına varmak. -2. Gizli tu tulan bir şeyi sezmek.
Kolaçan etmek (bir şeyi): Neler olup bittiğini anlamak için etrafı do laşmak.
Kol atmak: Yayılmak,
Kolay gele (gelsin): İş yapan kimseye söylenen iyi dilek sözü. (Tonla maya göre alay anlamında da söylenir)
Kolayına bakmak (kaçmak): Bir işin çıkar yolunu bulmaya çatışmak.
Kolayına gelmek : O türlü yapmayı daha kolay görmek.
Kolayını bulmak : Kolayca yapmanın yolunu bulmak.
Kolayı var : “Çaresi var,” anlamında.
Kol kanat germek (olmak) : Onu korumak, ona yardıma olmak; ka nat germek.
Kolları (paçaları) sıvamak : Bir işe istekle girişmek.
Koltuk çıkmak (birine): Onu desteklemek, ona para yardımında bu lunmak.
Koltuk değneğiyle : Başkasının (başkalarının) yardımıyla.
Koltukları kabarmak: Kendisinin ya da yakınlarının başarıları hakkın da yapılan övgülerden kıvanç duymak.
Kolu kanadı kırılmak: Kendisine yardım edenleri yitirdiği İçin iş yapa mayacak duruma düşmek, cesaretini yitirmek.
Kolu uzun : Çevresi geniş, sözü geçer (kimse).
Komalık etmek (birini): -1. Onu kıpırdayamaz duruma getirinceye ka dar dövmek. -2. Onu çok sinirlendirmek.
Komaya girmek: -1. Hayati belirtilerini büyük ölçüde yitirmek. -2. Çok sinirlenmek, şaşırmak, üzülmek.
Komaya sokmak (birini): Onu ne yapacağını bilemez-duruma getir mek, şaşırtmak.
Konu komşu : Komşular, yakında oturan ahbaplar.
Korktuğu başına gelmek, (korktuğuna uğramak): Olmasından kork tuğu kötü bir durum gerçekleşmek.
Korku vermek (bir şey, birine): Onu korkutmak.
Koyduğum yerde otluyor: “Uzun süreden beri hiçbir gelişme, ilerle me göstermedi.” anlamında.
Koydunsa bul: Bulunduğu (olması gerektiği) yerde olmayan, kaybol muş olan şey ya da kimse için söylenir.
Koynunda yılan beslemek: İyilik yaptığı birinden kötülük görmek.
Koyun gibi: -1. Budala, şaşkın (kimse). -2. Başkalarının güdümüne gi ren (kimse).
Koyun kaval dinler gibi dinlemek: Hiçbir şey anlamadan dinlemek.
Kozunu paylaşmak (biriyle, birbirleriyle): Aralarındaki anlaşmazlığı güç üstünlüğüne dayanarak sona erdirmek.
Koz vermek (birine) : Ona elverişli durum sağlamak, başarı olanağı tanımak.
Kök salmak: İyice yerleşmek, yayılmak, kökleşmek.
Kök sökmek: Çetin bir işi başarırken çok zorlanmak.
Köküne kibrit suyu dökmek, (kökünü kurutmak): Bir daha ortaya çı kamayacak biçimde ezmek, yok etmek.
Kökünü kazımak : Ortadan kaldırmak, varlığına son vermek.
Köpek gibi: Çok yaltaklananlar için kullanılır.
Köprübaşını (köprübaşlarını) tutmak : Çok Önemli bir yeri (ya da yer leri) ele geçirmek.
Köprüleri atmak: Girişilen bir işten vazgeçilmesine yol açabilecek du rumları ortadan kaldırmak.
Köprünün (köprülerin) atfından çok su (sular) geçti: “Zamanla ko şullar çok değişti, eski durum kalmadı.” anlamında.
Kör boğaz: Yemek içgüdüsü, gereksinmesi.
Kör deyneğini beller gibi: İşlerinde, tutumunda hiçbir değişiklik, yeni lik yapmaksızın.
Kör dövüşü : Bir işin birçok kimse tarafından yapılması sırasında ona ya çıkan düzensizlik.
Kör duman : Çok yoğun sis, duman.’
Kör kör parmağım gözüne : -1. Apaçık meydanda. -2. Göze batacak biçimde.
Kör kurşun : Nereden geldiği ve kimi hedeflediği belli olmayan kur şun; serseri kurşun.
Kör kütük : Aşın ölçüde (sarhoş, âşık).
Körler mahallesinde ayna satmak: Bir şeyi hiç gereksinme duyulma yan bir yere götürmek. (Kars. Müslüman mahallesinde salyangoz satmak.)
Kör şeytan (talih) : Kötü kader.
Kor topal: İyi kötü, yarım yamalak.
Körü körüne : İyice düşünüp taşınmadan, en küçük bir dikkat göster meden.
Kös dinlemek: Konuşulanları anlamadan dinlemek, dinler görünüp dinlememek.
Köstek vurmak:-1!. Hayvanın ayağına köstek bağlamak-2. Engelle mek.-3. Güreşte hasmının bir ya da her iki yağını sımsıkı yakalamak.
Köşe başının tutmak : Nüfuzlu mevkiyi ele geçirmek, böyie bir mevki de bulunmak.
Köşe bucak : Göz önünde olmayan yerler. ; r -.^ ;
Köşe kapmaca oynamak: Birbirini aradıkları halde bir türlü bulama mak.
Köşe olmak : Zenginleşmek, geçim sıkıntısı kalmamak.
Köşeye çekilmek : Hiçbir işe karışmadan yaşamak.
Köşeyi dönmek : Kolay ydlardan, zahmet çekmeden kısa sürede zen gin olmak.
Kötek atmak (çekmek) (birine): Onu dövmek; dayak atmak.
Kötek yemek (birinden): Dövülmek; dayak yemek.
Kötü gitmek : İş (İşler) yolunda gitmemek, aksamak.
Kötü kadın : Genel kadın, orospu.
Kötü kalpli (yürekli): Kötülük yapmayı düşünen (kimse).
Kötü kişi olmak : Söz ya da davranışlarıyla bazı insanların düşmanlığı nı kazanmak.
Kötü kötü düşünmek : Üzüntülü bir biçimde düşüncelere dalmak.
Kötü olmak : -1. Olumsuz bir durum almak. -2. Beğenilmez olmak. -3. Kötü yola düşmek.
Kötüye çekmek : Bir söze, davranışa kötü bir anlam vermek.
Kötüye kullanmak (bir şeyi) : -1. Yetkisini yasalara aykırı bir biçimde kullanmak. -2. Bir kimsenin iyi bir davranışını olumsuz bir tavırla de ğerlendirmek.
Kötüye yormak : Bir şeyden gelecekte kötü olacağına ilişkin bir anlam çıkarmak.
Kötü yola düşmek : Kadın ahlakdışı davranışlara yönelmek, orospulu ğa başlamak.
Kötü yola sapmak : Yasadışı, ahlakdışı işler yapmak.
Kraldan çok kralcı olmak : Bir kimsenin davasını ondan daha çok sa vunur olmak.
Kredisi olmak : Güvenirliği ve saygınlığı olmak.
Kucağına düşmek : Kendini kötü kimselerin ya da kötü durumun için de bulmak.
Kucak açmak (birine) : Yardım gereksinmesi olan birini barındırıp ko rumaya hazır olduğunu göstermek. Kucak dolusu : Pek bol, çok.
Kukla gibi oynatmak (birini) : -1. Ona her İstediğini yaptırmak. -2.-Bir,
kimseyi istediklerini yapıyor görünüp oyalamak, aldatmak. Kukumav gibi: Kimsesiz, yalnız, tek başına.
Kukumav gibi düşünüp durmak: Üzüntülü bir biçimde düşünmeye dalmak. .
Kulağı delik : Çevrede olup bitenleri çabuk öğrenebilen (kimse).
Kulağı kirişte olmak: Neler söyleneceğini, ne gibi haberler geleceğini işitmek için dikkatli olmak.
Kulağına çalınmak : Onu tesadüfen duymuş olmak.
Kulağına çarpmak : Duymak, duyulmak.
Kulağına gefmek : Duymak, duyulmak.
Kulağına girmek : Söylenilen sözleri, dikkate almak.
Kulağına gitmek: İşitmek, duymak, öğrenmek, haberi olmak.
Kulağına kar suyu kaçmak : Rahatını, huzurunu kaçıran, tedirgin eden bir haber duymak.
Kulağına koymak (sokmak) (bir şeyi) : Söylenilenleri ileride hatırla yabilmek için çok iyi dinlemek.
Kulağına küpe olmak: Başına gelen bir işten hiç unutamayacağı bir ders almak.
Kulağını açmak : Söylenilenleri dikkatlice dinlemek.
Kulağını bükmek: Söz ve davranışlarına dikkat etmesi için uyarıda bu lunmak; uyarmak.
Kulağını çekmek : Yaptığı olumsuz bir davranıştan ötürü hafif bir ceza vermek ve bir daha yapmamasını Öğütlemek.
Kulağını çınlatmak : Birini herhangi bir yönüyle anmak.
Kulağını doldurmak: -1. Bir kimseye bir şeyle ilgili olarak yalan yanlış bilgiler vermek. -2. Bir kimseye dikkati olması İçin önceden konuyla ilgili birtakım bilgiler vermek.
Kulağı tetikte (olmak) : Söylenecek sözü, gelecek haberi bekler du rumda (olmak).
Kulak asmamak (bir şeye, birine) : Onu dinlememek, ona önem ver memek. (Kars. Aldırış etmemek.)
Kulak kabartmak: Belli etmeden söylenilenleri işitmeye çalışmak.
Kulak kesilmek: Büyük bir dikkatle dinlemeye çalışmak.
Kulakları (kulağı) çınlasın : “Şimdi ondan iyi duygularla söz ediyoruz, kulakları çınlayarak kendisinden şöz ettiğimizi sezsin.’ anlamında.
Kulak misafiri olmak: Yakınındaki konuşmaları isteyerek ya da iste meyerek dinlemek.
Kulaktan dolma : İşiterek edinilen (bilgi).
Kulaktan kulağa : Birinden bir başkasına gizlice söylenerek.
Kulak tutmak (vermek) (bîr şeye, birine) : -1, Dinlemeye çalışmak. -2. İşitmek, dinlemek; dediğini yapmak.
Kulp bulmak (bir şeye): Onun kusurlu bir yanını bulup göstermek.
Kulp takmak (bir şeye) : Ona kusur, bahane bulmak.
Kul taksimi: Eşit olarak yapılan üleştirme. (Kars. Allah taksimi.)
Kumar oynamak: Olumlu sonuç alınması kuşkulu olan bir işe bile bi le girmek.
Kum gibi: Çok bol.
Kum gibi kaynamak: Çok kalabalık olmak.
Kumpas kurmak (birine) : Onu tuzağa düşürebilmek için gizli bir ça tışma yapmak.
Kundak sokmak (koymak): -1. Yangın çıkarmak için bir yere tutuştu rulmuş yağlı bez parçası koymak. -2. Arayı bozacak bir davranışta bu lunmak. -3. Kurulu bir düzeni bozacak şekilde hareket etmek,
Kuran’a el basmak : Kuran’ın üzerine elini koyarak yemin etmek, ant içmek; kitaba el basmak.
Kuran (ekmek) çarpsın : Söylediklerine karşısındakini inandırmak için edilen yemin.
Kurbağa ağaca çıkınca : bk. Balık kavağa çıkınca.
Kurban etmek (birini, bir şeyi) : Kendi çıkarı, yararı için bir şeyi ya da kimseyi harcamak.
Kurban gitmek (bir şeye): -1. Suçsuz yere ölmek. -2. Zarar uğra mak.
Kurbanı olmak : Ondan dolayı zarar görmek.
Kurbanlık koyun (gibi): Başına geleceklerden haberi olmayan kimse için kullanılır.
Kurşun dökmek: Nazardan hastalandığına inanılan kişilerin iyileşme si için, bir kapta eritilen kurşunu hastanın başı üstüne tutulan su dolu kabın içine dökmek.
Kurşun yağmuruna tutmak (birini, bir yeri) : Bir kimseye ya da yere sürekli olarak kurşun sıkmak.
Kurşun yemek : Mermi İle yaralanmak.
Kurtlarını dökmek: Çoktandır yapamadığı için özlemini çektiği bir şe yi bol bol yapıp hevesini almak.
Kurtlu kaşar : Yerinde duramayan, kıpırdak (kimse).
Kurt masalı okumak : İnandırıcı olmaktan uzak bahaneler, özürler ileri sürmek.
Kuru ekmek : Katıksız emek.
Kuru iftira : Asılsız iftira.
Kuru kalabalık: -1. Hiçbir işe yaramayan insan topluluğu. -2. Kırık dö kük eşya.
Kuru kuruya : Boşu boşuna.
Kurum kurum kurumlanmak (kurulmak) (kurum satmak) : Büyüklen-mek, kendini büyük görmek ve göstermek.
Kuru sıkı: Bir kimseyi korkutmak, yıldırmak için söylenen sözler.
Kuru soğuk: Yağmursuz havalardaki sert, üşütücü soğuk.
Kuru tahtada kalmak: Eşyaları gittiği için boş evde oturmak zorunda kalmak.
Kuruşu kuruşuna (ödemek) : (Borcu, hesabı) Tam olarak, eksiksiz bi çimde (Ödemek).
Kur yapmak (birine) : Ona ilgi göstererek, iltifat ederek ilgi ve sevgisi ni kazanmaya çalışmak.
Kusura bakmamak (kalmamak) : Hoşa gitmeyen bir davranışı ya da sözü hoşgürüyle karşılamak.
Kuşa benzetmek (çevirmek) : Bir şeyi düzelteyim derken iyice boz mak.
Kuş beyinli: Akılsız, aptal (kimse).
Kuş gibi: -1. Hafif olan (şey). -2. Çabuk iş gören (kimse).
Kuş gibi uçup gitmek: -1. Çok kıs£ süren bir hastalık sonucu ölmek -2. Çok kısa sürmek.
Kuşku uyanmak, (kuşkuya düşmek): Kuşkulanmak, şüphelenmek.
Kuş mu konduracak? : “Yapacağı iş ötekilerden çok farklı mı olacak?” anlamında.
Kuşsütünden başka her şey var: “Her türlü yiyecek, içecek var”, an lamında.
Kuşsütüyle beslenmek (birini) : Onu her türlü yiyecekle, özenle bes lemek.
Kuş uçmaz, kervan geçmez : Issız, sapa yer İçin kullanılır.
Kuş uçurmamak : Bir yerden hiç kimsenin geçmemesi için sıkı güven lik önlemleri almak.
Kutu gibi: Küçük fakat kullanışlı ve sevimli (ev).
Kuvvet almak (bir şeyden, birinden): -1. Ondan yardım görmek. -2. Ona dayanmak.
Kuvvet bulamamak (bir şeye) : 0 şeye cesaret edememek, gö2e ala mamak.
Kuyruğu kapana kısılmak (sıkışmak) : Çok zor duruma düşmek
Kuyruğuna basmak : Kıştırtmak, tahrik etmek.
Kuyruğu titretmek: Ölmek.
Kuyruğunu kısmak : Korkup sinmek.
Kuyruğunu kıstırmak : Onu zor durumda bırakmak.
Kuyruk acısı: Hınç, öç alma isteği.
Kuyruklu yalan : Abartılmış yalan, çok büyük yalan:
Kuyruk sallamak: -1. Yaltaklanmak, dalkavukluk etmek. -2. (Kız, ka dın) Cilve yapmak.
Kuyusunu kazmak : Bir kimsenin yıkımtna yol açacak girişimlerde bu lunmak.
Kuzu gibi: Çok uysal, yavaş (kimse).
Kuzu kuzu : Uysal bir biçimde, itiraz etmeden.
Kuzu postuna bürünmek: Saldırgan olduğu halde kendisini yumuşak huylu olarak göstermek.
Küçük aptes : -1. Çiş. -2. İşeme gereksinmesi.
Küçük aptesi gelmek: Küçük aptesini yapmak gereksinimi duymak.
Küçük dağları ben yarattım demek : Çok kibirlenmek, böbürlenmek.
Küçük dilini yutmak: Çok şaşırmak, şaşkınlıktan ne yapacağını bile memek.
Küçük düşmek: İtibarı sarsılmak, saygınlığı zedelenmek.
Küçük gelmek : Ölçüleri uygun olmamak, gerekenden küçük olmak.
Küçük görmek (birini): Ona değer vermemek, onu küçümsemek.
Küçük oynamak: Kumarda az para üzerine oynamak.
Küçük su dökmek: Küçük aptesini yapmak.
Küfrü basmak: Küfretmek.
Küfür savurmak : Çok küfür etmek.
Küfür yemek : Kendisine küfredilmek.
Külahıma anlat: “Söylediklerine beni inandıramazsın.” anlamında.
Külahını önüne koyup (alıp) düşünmek :Olup bitenleri hakkında de rin derin düşünmek.
Külahları değişmek (değiştirmek) : Araları açılmak, ilişkileri bozul mak; bozuşmak.
Kül kedisi: Uyuşuk, miskin (kimse).
Kül yırtmamak (yememek) : Aidatılamamak, kandırılamamak
Küplere binmek : Çok öfkelenmek.
Küpünü doldurmak: Fırsatları değerlendirip çok zengin olmak.
Kürek kadar dili var : “Büyüklerine karşı saygısızca cevap veriyor.” an lamında; pabuç kadar dili var.