PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Karanlık Mahal



ÇağanCan
28.Ağustos.2014, 19:40
Kafasını kaldırdığında toprağın insan vücuduna en çok temas ettiği bir coğrafyada, yine toprağın büyüttüğü otlara karılıp duvarların yükseldiği karanlık bir çevrelemedeydi. Ay ışığından nasiplendiği kadardı tüm görünenler. İnsan da böyleydi bu vakitte, böylesi karanlıkta. Nasıl görünsün karanlıkta gölgesi ve nasıl geçsin gölgesi kendi boyunu. Görünenler ay ışığından nasiplendiği kadardı çatısız bir toprak yığınında. Eksik ve belirsiz.

Ayaklandı çevrelendiği toprak duvarların arasında. Yaklaştı duvarlara, elini gezdirdi. Parmaklarının dokunuşundan dökülen toprak tanelerinin sesini işitti sessizlikte. Her adımı sessizliği bozdu. Her adımında ayaklarını bir muammaya atıp, katı bir zemine temas eder diye umut etti. Aşağısı daha karanlıktı. Sitem edemedi; ayın kudretsizliği değildi bu. Yüksekti toprakla karılmış duvarlar ışığın önünde. Adımları iyice hızlandı, bir kapı bulmalıydı. Bitmeliydi bu âmâ arayışları, dokunuşlar, hızlı adımlar. Bu keşmekeş; “insan” dedi hep mi karanlıkta, adımlarını meçhul bir boşluğa atıyor; hep mi uzakta aradığı, uzanamıyor mu aradıklarına, değmiyor mu elleri? “Yaşamak” dedi böyle mi?

Toprak değil şimdi eline değen. Kapısına dokundu yüksek duvarlı karanlığın. Açmadan elini gezdirdi üzerinde. İnsan eli değmiş kısımlarının farklılığını hissetti. Kaç insanın elinden geçmişti bu doku? Kaç insan elini taşımıştı başka yere? Hem “insan eli” dedi kirletir mi her kapıyı? Ay ışığı vursaydı üzerine belli olur muydu? Ama “toprak” dedi kirletmez elleri. Açtı kapıyı.

Karanlığa adımlar başladı. Görebildiği kadar etrafına göz gezdirdi. Biraz önceki dört duvardan ne de çok vardı şimdi. Yıkılanlar, ayakta kalanlar, çatısı devrilmemiş olanlar ve daha nice toprak duvarlar... Yürümeye devam ederken başladı. Kim bilir şurada hangi çocuklar oyun oynayıp koşturyor, kadınlar duvarların arasında nice meşkaleyle uğraşıyordu. “Bütün insanlar” dedi bütün insanlar koşturuyor. “İnsanlar” yaşamak da diyorlar koşturmaya. Eğlenmiş, üzülmüştürler diye geçirdi içinden. Duvarlar nice ses işitmiştir. Çığlıklar ziyadesiyle karışmıştır üzerlerinde. “Yürü” dedi kapat kulaklarını. Vakti geçmiş acıların sızısı değer, kapat.

Sonra yolun sonunu aramaya başladı gözleri. Bir son görmek umuduyla biraz daha hızlandı. Kafasını kaldırıp kaldırıp daha ilerisini gözlüyordu. Adımları daha da hızlandı, koşmaya başladı karanlıkta. O koştukça sokaklar da yollar da uzadı. “Koşmak” dedi bir içinde; bazen ışık görmeye dahi yetmiyor.

Yoruldu. Adımları yavaşladı ve durdu. Etrafında dönüp çevresine göz gezdirdi. Tanıdık yıkıntılardan fazlası ve farklısı yoktu. Boğazına doğru tırmanan hıçkırıklarını duyumsadı nihayet. Öykünür gibi sarılacak bir insana, kollarını açtı. Kaldırdı yüzünü göğe ve kapattı gözlerini. Yakın zaman tümüyle geldi aklına sanki. Sırayla hatırladı hatırındakileri. Nihayetinde duyumsadığı hıçkırıkları çoğaldı boğazında. yanakları. Dizlerinin üzerine eğildi ve oturdu olduğu yere.

“Bıraktık... Toprak duvarların yıkıntılarına, karanlık sessizliklere ve kimsesizliğe... Sırtımızda sarmaladıklarımız, uzun yollar taşıdığımız ve bırakmamız gereken ne varsa hepsini teker teker bıraktık. Kendi çeperlerimizden çıkarıp toprak duvarların çatlamış aralıklarına, terkedilmiş karanlık bir coğrafyaya bıraktık birbirimizi. Kimin olduğu bilinmeyen bir kimsesizlikte yalnızlığımızın yanıbaşındayız. Hem insanız; karanlık bir mahalde ay ışından nasiplendiğimiz kadarız.”

Açtı gözlerini. yanına uzandığı ahşap kenarlı bir kanepede. Karanlıktı yine ama bu dört duvarın çıkış kapısını biliyordu. Doğruldu yerinde, pencereye çevirdi yüzünü. “Uyanmak” dedi “Karanlık bir coğrafyadan karanlık bir geceye uzanan uzun bir yolculuk.”