aSk
02.Eylül.2014, 19:00
İçimizin su basmış odalarında boğulmak üzereyken, bir şarkı seçip bağıra bağıra söyleyemedik. Beynimizin kapalı odalarını açamadan öylece zamanı bekledik. Yaralarına zaman sur geçer diyen sesleri duyamadık. Aslında o sesleri duymamamız sağır olduğumuzdan değil, zamanın yaraları kapatmayacağını bildiğimizden, suskunuz. İçimizden azalan zamanları yollar da, kaldırımlar da, kafelerde oturup akrebi öldürmeye çalışarak geçirdik. İçimizin kuş kanatlarını koparıp attık ve yeni bir suretle sabahı karşılamaya çalıştık. Oysaki biz yeni suretlerimizi hep aynalara gizlemiştik. Kimseler görmesin kimseler dokunmasın diye.
Bildiğimiz bütün cümleler, kelimelerimize dökülen her duygu eksik ve hiç bir sözcük duygularımıza tercüman olmuyordu. Siz ki, Küçücük tohumları alıp ağaç yapan yüreğiniz, hep sıcacık ve umut dolu, sevgi dolu bölüp bölüp bizlere de verir misiniz?
Okuduğumuz kitaplarda, dinlediğimiz şarkılarda, baktığımız resimlerde hep kendimize ait/kendi içimize yansıtan bir ayna misali bir şeyler aradık. Oysaki gerçek hayatın şarkıları hep yüreğimizde saklı kaldı. Onları içimizden çıkartmaya ise kendimiz de bir güç bulamadık. Güçlerimizi okuduğumuz kitapların arasında unuttuğumuzu neden söylemediniz? Hep ondan dolayı yosun tutmuş taşlardan tutunmaya çalıştık ve hep ellerimiz kaydı.
Bazen boşluklara dalar o boşlukta kendimizi tamamlayacak bir kelime arardık, o boşluk ki kimsenin içeriye girmesine izin vermediğimiz ve titrer bir mum alevi ile yol aldığımız, içimizin çıkmaz sokağının yanıtlarını aradığımız yer. Sonrasın da Düşlediğimiz düşlere gebe kaldı yüreğimiz. Doğum zamanını bilen var mı?
Bir palyaço misali yüzümüze gülücükler yapmaya çalışıyoruz. Söyleyin bana hangi boya ile daha güzel gülücük yapılır?
Hangi alfabeyle, sevginin hiç söylenmemiş cümleleri kurulur?
Biz ki,çoğu zaman bir cümleye nokta koyduktan sonra çok devam ettiğimizi ,suskunuz dediğimizde çok cümleler karaladığımızı, bazen tamam dediğimiz de çok konuştuğumuzu itiraf ediyoruz. Suçluyuz asın bizi ya da verin özgürlüğümüzü, denizi olan maviliklere uçup gidelim. Belki oralarda yeni bir alfabe buluruz ve mavi türkülerimizi hiç dokunulmamış, hiç söylenmemiş olanından bağıra bağıra söyleyebiliriz.
Bildiğimiz bütün cümleler, kelimelerimize dökülen her duygu eksik ve hiç bir sözcük duygularımıza tercüman olmuyordu. Siz ki, Küçücük tohumları alıp ağaç yapan yüreğiniz, hep sıcacık ve umut dolu, sevgi dolu bölüp bölüp bizlere de verir misiniz?
Okuduğumuz kitaplarda, dinlediğimiz şarkılarda, baktığımız resimlerde hep kendimize ait/kendi içimize yansıtan bir ayna misali bir şeyler aradık. Oysaki gerçek hayatın şarkıları hep yüreğimizde saklı kaldı. Onları içimizden çıkartmaya ise kendimiz de bir güç bulamadık. Güçlerimizi okuduğumuz kitapların arasında unuttuğumuzu neden söylemediniz? Hep ondan dolayı yosun tutmuş taşlardan tutunmaya çalıştık ve hep ellerimiz kaydı.
Bazen boşluklara dalar o boşlukta kendimizi tamamlayacak bir kelime arardık, o boşluk ki kimsenin içeriye girmesine izin vermediğimiz ve titrer bir mum alevi ile yol aldığımız, içimizin çıkmaz sokağının yanıtlarını aradığımız yer. Sonrasın da Düşlediğimiz düşlere gebe kaldı yüreğimiz. Doğum zamanını bilen var mı?
Bir palyaço misali yüzümüze gülücükler yapmaya çalışıyoruz. Söyleyin bana hangi boya ile daha güzel gülücük yapılır?
Hangi alfabeyle, sevginin hiç söylenmemiş cümleleri kurulur?
Biz ki,çoğu zaman bir cümleye nokta koyduktan sonra çok devam ettiğimizi ,suskunuz dediğimizde çok cümleler karaladığımızı, bazen tamam dediğimiz de çok konuştuğumuzu itiraf ediyoruz. Suçluyuz asın bizi ya da verin özgürlüğümüzü, denizi olan maviliklere uçup gidelim. Belki oralarda yeni bir alfabe buluruz ve mavi türkülerimizi hiç dokunulmamış, hiç söylenmemiş olanından bağıra bağıra söyleyebiliriz.