aSk
09.Mart.2015, 16:05
Gözlerinde başlamıştı herşey.
Ve bütün yollar gözlerinde kayboluyordu.
Saçların hiçbir şelaleye benzemiyordu.
Dökülebilirdi haritasız coğrafyamda.
Şehrimize kayısı çiçekleri yağardı.
...Diğer şehirleri selamlayıp geçerdik.
Sen başını omuzumda,
Bense kabusum cam kenarında oturduğumu unuturdum.
Şehirlerin karnından trenle çıkardık.
Bulutlara verecek ismimiz olurdu.
Gözlerinde bitiyordu herşey.
Ben gözlerinin çizdiği durakta beklerken,
Varlığına yazılmış bir şiir olurdum.
Bir zaman anlamazdı dilimden.
''Geçme'' derdim ''yavaş biraz''...
Geçerdi...
Sen gün oratasında yağan Yağmur'um.
Sen gözlerimin esaretine yazılmış ağıt.
Yüzümü döndüğüm kıble..
Ben saçlarına sevdalı zifiri yangın.
Tarifim,
Tarihim.
Ve neyim varsa sendendi.
Ya kapatırdın gözlerini ,
Sustururdun dilimi,
Ya da gözlerimdeki şarkıyı dilinde seslendirirdin.
Ama gittin...
Sonra,
Sonrası üvey bir hayat.
Gidişinin ardında ağıt yakan bir ateş böceği.
Ve yıldız.
Ve ter.
Ve sigara izmaritleri.
Sensiz sırılsıklam bir kabusa uyandıran bir çalar saat.
Bir sabah.
Ve birde kırmızı tükenmez kalem.
Yalnızlığı tabakasından sarıp,
Benzinli çakmağı ile yakan bin yaşında bir adam.
Islak dumanların aktığı ölüm serinliği sabah uykuları.
Konuşmamaktan birbirine kaynamış dişler.
Ve biriktiği yerden sızan kallavi sitemler.
Sorusu olmayan cevaplar biriktiriyorum artık.
Ve bütün sahipsiz kavgaların yenilgilerini sahipleniyorum üstelik.
Düşe kalka.
Üstüme parçalanmış ruhumu giyinerek.
Tek adım atmadan dünyanın her yerine gidebileceğim anı düşünüyorum bir loşluğun boşluğunda.
Bin kez eziyorum aynı sözü.
Binbirincide susuyorum.
Bitti masal....
Şehrin boğazına kadar geliyorum.
Kustu beni kusacak.
Yine de.
Yeni olmasada yeniden gelen bir gün.
İkiz günlerin devrildiği üçüncü çoğul sabahlar...
Yükselen sensizlik kokusunun kapladığı bu lanet şehirde benim ne işim var ?
Bir gece şehrin sınırlarını geçtim bir trenle.
Ve kayboldum.
Çetin bir kıştan çıkmış gibi üşüdüm.
Gurbetin zalim geldiği zamanlarda.
Hangi yüklem bana iyi gelir ?
Hangi perde kapatabilir yaramı ?
Bir kez yaşayanın,
Bin kez ölebileceği bir acıydı bu.
Ve sonrada öğrenecektim ki,
Ayakların yine benimkilerle uc uca geleceğini.
Ve sanırım o gün karşılaşmamız grekecekti.
Parmağındaki halkayı fark ettirmeden saklayacaktın sen.
Bense yüzümü kaçıracaktım senden.
Varsa yanında biri soracaktı.
'' KİMDİ O ? ''
Fark etmeden öldürecektin beni cevabınla.
'' HİÇ, BİRİNE BENZETTİM GALİBA'....
Ve bütün yollar gözlerinde kayboluyordu.
Saçların hiçbir şelaleye benzemiyordu.
Dökülebilirdi haritasız coğrafyamda.
Şehrimize kayısı çiçekleri yağardı.
...Diğer şehirleri selamlayıp geçerdik.
Sen başını omuzumda,
Bense kabusum cam kenarında oturduğumu unuturdum.
Şehirlerin karnından trenle çıkardık.
Bulutlara verecek ismimiz olurdu.
Gözlerinde bitiyordu herşey.
Ben gözlerinin çizdiği durakta beklerken,
Varlığına yazılmış bir şiir olurdum.
Bir zaman anlamazdı dilimden.
''Geçme'' derdim ''yavaş biraz''...
Geçerdi...
Sen gün oratasında yağan Yağmur'um.
Sen gözlerimin esaretine yazılmış ağıt.
Yüzümü döndüğüm kıble..
Ben saçlarına sevdalı zifiri yangın.
Tarifim,
Tarihim.
Ve neyim varsa sendendi.
Ya kapatırdın gözlerini ,
Sustururdun dilimi,
Ya da gözlerimdeki şarkıyı dilinde seslendirirdin.
Ama gittin...
Sonra,
Sonrası üvey bir hayat.
Gidişinin ardında ağıt yakan bir ateş böceği.
Ve yıldız.
Ve ter.
Ve sigara izmaritleri.
Sensiz sırılsıklam bir kabusa uyandıran bir çalar saat.
Bir sabah.
Ve birde kırmızı tükenmez kalem.
Yalnızlığı tabakasından sarıp,
Benzinli çakmağı ile yakan bin yaşında bir adam.
Islak dumanların aktığı ölüm serinliği sabah uykuları.
Konuşmamaktan birbirine kaynamış dişler.
Ve biriktiği yerden sızan kallavi sitemler.
Sorusu olmayan cevaplar biriktiriyorum artık.
Ve bütün sahipsiz kavgaların yenilgilerini sahipleniyorum üstelik.
Düşe kalka.
Üstüme parçalanmış ruhumu giyinerek.
Tek adım atmadan dünyanın her yerine gidebileceğim anı düşünüyorum bir loşluğun boşluğunda.
Bin kez eziyorum aynı sözü.
Binbirincide susuyorum.
Bitti masal....
Şehrin boğazına kadar geliyorum.
Kustu beni kusacak.
Yine de.
Yeni olmasada yeniden gelen bir gün.
İkiz günlerin devrildiği üçüncü çoğul sabahlar...
Yükselen sensizlik kokusunun kapladığı bu lanet şehirde benim ne işim var ?
Bir gece şehrin sınırlarını geçtim bir trenle.
Ve kayboldum.
Çetin bir kıştan çıkmış gibi üşüdüm.
Gurbetin zalim geldiği zamanlarda.
Hangi yüklem bana iyi gelir ?
Hangi perde kapatabilir yaramı ?
Bir kez yaşayanın,
Bin kez ölebileceği bir acıydı bu.
Ve sonrada öğrenecektim ki,
Ayakların yine benimkilerle uc uca geleceğini.
Ve sanırım o gün karşılaşmamız grekecekti.
Parmağındaki halkayı fark ettirmeden saklayacaktın sen.
Bense yüzümü kaçıracaktım senden.
Varsa yanında biri soracaktı.
'' KİMDİ O ? ''
Fark etmeden öldürecektin beni cevabınla.
'' HİÇ, BİRİNE BENZETTİM GALİBA'....