PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Türeyiş Destanı



BOZKURT21
12.Nisan.2015, 10:37
Uygurlar, 300 senelik bir süre içinde, Göktürklerin hakimiyeti altında kaldıktan
sonra. M.S. 744 de büyük bir imparatorluk kurmayı başarmışlardı. Uygur
boylarının birçokları daha önceleri, Çin sınırlarında gezmişler ve ticaret
hayatı ile meşgul olmuşlardı. Bu sebeple büyük dinleri öğrenmişler ve yabancı
kültürlere oldukça ısınmışlardı. M.S. 763 senesinden sonra Uygurların, Mani
dinini resmi din olarak aldıklarını görüyoruz. Mani adlı bir Hıristiyan
papazının temsil ettiği bu din, kök itibarı ile Suriye'den geliyordu.
Hıristiyanlık ile Museviliğin bir nevi karışımından doğmuştu. Suriye'den kovulan
Mani, İran'a gelmiş ve orada birçok mürit edinerek ölmüştü.

Bu mezhep, Mani'nin ölümünden sonra, İran'da epey süre yaşamış ve eski İran
dinlerinden de birçok unsurlar almıştı. Orta Asya'da ve Çin'de gezen Mani
rahipleri, Uygurların Büyük Kağanı Böğü-Kağan'ı ziyaret etmişler ve bu yolla
Türkler arasına Mani dinini sokmağı da başarmışlardı: "Bu sebeple Uygur
çağındaki mitolojilerde, özellikle Önasya tesirlerini görmek mümkündür".
Uygurların da kendilerine göre bir türeyiş efsaneleri vardır. Fakat Uygur
türeyiş efsanesi, dış tesirler ne kadar kuvvetli olursa olsunlar, yine de eski
Türk özelliklerini muhafaza edebiliyorlardı. Bu efsanenin metin ve açıklamaları
"Türk mitolojisi" adlı eserde geniş olarak belirtilmiştir.



Uygurların Türeyişleri

Tola ile Şelenga, birleşir dökülürmüş,

Suların kavşağında, bir ada görülürmüş.

Adanın ortasında, bir tepe göğe ermiş,

Tepenin tam üstünde, bir de kayın göğermiş.

Gün olmuş zaman olmuş, bir ışık peyda olmuş,

Işık gökten inince, kayın da nurla dolmuş,

Ne zaman ki, gün batar, ışık gökten inermiş,

Kayından sesler çıkar, herkes müzik dinlermiş.

Bunu duyan Uygurlar, hep birden şaşırmışlar,

Bu durumu görenler, aklını kaçırmışlar.

On ay on gece kayın, ışık ile sarılmış,

Bir gün tam şafakleyin, kayın birden yarılmış.

Beş güzel çocuk çıkmış, kayının ortasından,

Gözleri kamaştırmış, bakmışlar arkasından.

Gün olmuş zaman olmuş, hepsi kocaman olmuş,

Küçükleri "Böğü-Han", Uygurlara Han olmuş.


Türklere göre cennette, "Kutsal ağaç" ile bu ağacın kökünde bir "Ana-Tanrı"
vardı. Efsanede bazı dış tesirler vardır. Fakat ana motifler, en eski Türk
mitolojisinin özelliklerini taşırlar. Türklerde nehirlerin kavuştukları yerler,
kutsal idiler. Tıpkı Oğuz destanında olduğu gibi burada da, "nehirlerin arasında
kutsal bir adacık" görülmektedir. "Kayın ağacı", Türklerin kutsal ağaçlarından
biri idi. Tanrı, kendi haberlerini, kayın ağacı yolu ile gönderirdi. Bu ağaç
aynı zamanda, bütün insanlığın atası olan, bir "Kadın-Ana"yı da içinde saklardı.
Dede Korkut kitabında da, şöyle deniyordu: "Başun ala bakar olsam, başsuz ağaç!
Dibün ala bakar olsam, dipsüz ağaç!"


2. Kutsal ağaçlar ve Ana Tanrı "ANA-TANRI"

Eski Türklere göre, ağacın yalnız gövdesi ve yapraklar değil; kökleri de önemli
idi. Çünkü "Dede Korkut" kitabında da dendiği gibi, onun kökleri dipsiz, yani,
yer altı âleminin en derin noktalarına kadar gidiyor ve oralardan da haber
getiriyordu. Gerçi Türklerin bu kutsal ağacı ile, Önasya mitolojisindeki "Tuba
ağacı" arasında, bir ilgi de yok değildi. Ama, aralarındaki fark, çok büyüktü.
Sibirya'da yaşayan Yakut Türklerinin efsanelerinde, böyle bir ağaç için, şöyle
deniyordu:


Gitmiş sormuş ağaca, benim anam, kim diye!

Elbet bir atam vardır, benim babam, kim diye!

Ağaç da dile gelmiş, soyunu sayıp dökmüş,

Er-Sogotoh adlı er, saygı ile diz çökmüş.

Gök tanrısı Er-Toyon, onun babası imiş,

Karısı Kübey Hatun, onun anası imiş.


Türk mitolojisindeki bu ağaç da, tıpkı İslâmiyetteki "Tuba ağacı" gibi,
gökyüzünde ve cennette bulunuyordu. Fakat Türklerin bu ağacının, bir de sahibi
vardı. Yakut efsanesi, ağacın bu sahibini de şöyle anlatıyordu:


Bu kutsal ağacın da, var idi bir sahibi,

Bir dişi Tanrı idi saçları da kar gibi!

Kendisi ihtiyardı, göğsü de ap alaca!

Görenler sanır idi, bir keklik gibi kırca!

Memeleri büyüktü, aşağıya sarkardı!

Uzaktan bakan kimse, iki tulum sanardı!

Aslında ise ağaç, normal boydan küçüktü!

Ana Tanrı gelince, ona göre büyürdü!

Büyürken sesler çıkar, gürültüyle esnerdi,

Bu sesler yavaş yavaş, gittikçe genişlerdi.


Sibirya'nın en kuzeylerinde yaşayan ve yüzyıllar boyunca, hiçbir yabancı
görmeyen Yakut Türklerinin bu efsanesinde de, ağacın sesler çıkardığı ve içinde
de, bir "Ana-Tanrı"nını bulunduğu, açık olarak görülmektedir. Bazı Türk
efsanelerine göre ise, bu "Ana-Tanrı" zaman zaman ağaçtan çıkıyor ve göklerde
geziniyordu. Bazı efsanelerde ise, bu Ana-Tanrı, denizin diplerinde yaşardı.
Altay Türkleri bu Ana-Tanrı'ya "Ak-Ana" adını veriyorlardı. O'da bir yaratıcı
idi. Yeri, göğü ve insanları yaratan Tanrı Ülgen'e, yaratma gücüne de o
vermişti.


"Türk mitolojisindeki Ana-Tanrı, kutsal kayınlar" ve buna benzer daha birçok
motifler, çok geniş olarak üzerinde durulması gereken konulardı. Bu meselelerin
hepsi, Türk mitolojisi adlı eserimizde ele alınmış ve incelenmiştir.