Escobar
22.Nisan.2015, 23:18
Hayati Develi
1. Nüsha özellikleri
İnceleme konusu yaptığımız Fatiha Tefsiri, genel olarak Türkiye’de gelişen Batı Oğuzcası’nın XIII.-XIV. yüzyıllardaki özelliklerini yansıtmakla birlikte bazı özellikleri ile Oğuz-Kıpçak diyalekti özellikleri de taşıyan küçük bir risaledir. Bu risâle Bursa Yazma Eserler Kütüphanesi Hüseyin Çelebi, nr. 468’de kayıtlı mecmuanın 86b-90b yapraklarındadır.
Bu Fatiha tefsirinde ana hatlarıyla söz konusu surenin grafik özelliklerinin taşıdığı hikmetler anlatılmakta, okunması halinde elde edilecek sevaplar yine grafik özellikleriyle bağlantılı olarak ifade edilmektedir. Bu tarz ve üslûp ile yazılmış bir başka Fatiha Tefsiri Süleymaniye Kütüphanesi Serez nr. 3839’da kayıtlı mecmuanın 69b-76a yaprakları arasında bulunmaktadır. Bu, bizim inceleme konumuz olan tefsirden biraz daha geniştir, ancak iki bölümü elimizdeki esere büyük ölçüde benzemektedir. Serez 3839’daki Fatiha Tefsirinden birkaç alıntı yaparak bu benzerliği göstermek istiyoruz:
75a : “… Elhamdu beş harftir, namâz dahi beş vakittür; her kim beş harfi okursa namâzda tak¬îrât olmaya. Ol beş harf hürmetine bagışlaya …”
76a : “… gayri’l-magdûbi ‘aleyhim, on beş harftür. Toksan tokuza katsa yüz on dört olur. Her kim yüz on dört harfi okursa Qur’ân yüz on dört sûredir, dügelisin okumuşça sevâb bula …”
2. Karışık dilli eserler
Türkoloji literatüründe Tarihî Doğu Türkçesi ile Tarihî Batı Türkçesi özelliklerine karışık olarak yer veren eserler hakkında umumiyetle “karışık dilli” isimlendirmesi kullanılmaktadır. Ancak bunların Türkiye Türkçesinin gelişim devreleriyle ilgili olup Orta Türkçeden Türkiye Türkçesine geçişin gerçekleştiği bir dönemin karışıklığını yansıttığını söyleyenler olduğu gibi, herhangi bir şekilde Türkiye Türkçesinin gelişimiyle ilgileri olmayıp sadece Doğu Türkçesi grubuna mensup göçmen bilim adamları ve ediplerin dillerindeki karışmanın neticesi olduğunu söyleyenler de vardır. İnceleme konumuz olan küçük risale hacmi itibariyle böyle bir konuda derinlemesine bir fikir beyanına çok da imkân vermese de, biz eserlerin ‘karışık dilli’ olmasının tespitinde ortalama olarak standart kabul edilen Eski Türkiye Türkçesinin özellikleriyle mukayesesinin değil de kendi içindeki verilerle mukayesesinin esas tutulması gerektiği kanaatinde olduğumuzu ifade etmek isteriz. Bu görüşü biraz daha açacak olursak diyebiliriz ki, meselâ bir eserde bulunma hali için ETT’deki +A yerine +GA veya i- fiiliyerine er- şekli kullanılıyorsa bu eser karışık dilli sayılmamalıdır. Eğer eserin içinde bazen +GA bazen +A, bazen erse, bazen ise kullanılıyorsa ve bu karışıklığın mahalli bir ağızla standart yazı dili özelliklerinin karışması olmadığından emin isek, bu eserin karışık dil özellikleri taşıdığından söz edilebiliriz.
Her dönemde ve her diyalekt grubunda bir kısım şekillerin ikili olabileceği ve standart yazı dilinin oluşumu sürecinde bir çok ağızların karıştığı gerçeği de göz önünde tutulursa, Türkolojide kullanılan “karışık dilli” tanımlamasının ne ifade ettiğinin, neyi neden ayırmayı amaçladığının çok da açık olmadığını söyleyebiliriz. “Karışık dilli” tanımlaması, genellikle, Doğu Türkçesi ile Anadolu Türkçesi’nin veya bazen de Kıpçak Türkçesi ile Anadolu Türkçesi’nin özelliklerinin karışık olarak bulunmasını ifade etmektedir. Böyle bir tanımlama kimi metinler için uygundur, ancak her metin için uygun olduğu da söylenemez. Kimi ses düzeni, şekil bilgisi, hatta söz dizimi özellikleri düzenli olarak ETT için standart var sayılan şekillerden farklı olan eserlerin her zaman için Tarihî Türkiye Türkçesi’nin dil sınırları içinde yer alan bir diyalekte ait olabileceği ihtimalini yok saymamak gerekir. Bizim elimizdeki küçük risaleye yaklaşımımız bu şekildedir. Eski Türkiye Türkçesi metinlerinden farklı bazı özellikler taşıyan bu risalenin bu dil grubunun tabiî sınırlarına dahil bir diyalekti temsil etmesi ihtimali üzerinde duruyoruz
3. İmlâ ve Dil Özellikleri
/a/ ünlüsü üstün, elif veya Türkçe kelime başlarında medli elifle gösterilmiştir.
/e/ ünlüsü üstün ve bazen de elif ile gösterilmiştir: üzre, ne-y-içün gibi.
/ç/ ünsüzü için ayrı bir işaret kullanılmamış /c/ ve /ç/ cim harfiyle temsil edilmişlerdir. /p/ ünsüzü kapu ve peygâmbar kelimelerinde
pe harfi ile temsil edilirken dutup kelimesinde be harfi ile temsil edilmiştir.
Nazal /ñ/ ünsüzü için üç noktalı kef yanında ŋ şekli de kullanılmıştır: taŋrı, miŋ.
+dAn ayrılma hali eki dal+elif ve tenvinle yazılmaktadır. İyelik ekinden sonraki akuzatif eki +n de tenvinle gösterilmiştir.
kapusın acıvirem.
Kelime başı /b/ ünsüzünün sızıcı /v/’ye dönüşmesi konusunda Fatiha Tefsiri var ve vir- örneklerinde /v/ tarafındadır.
biribi- kelimesinde ise /b/ korunmuştur. Yine kelime başında /b/ ~ /m/ nöbetleşmesi görülen bazı kelimelerde metnimizde /m/’li
şekiller baskındır : miŋ, men gibi. Birinci teklik şahıs zamiri men ve bunun /b/’li şekli binüm Kıpçak tesiri gibi yorumlanabilir.
/t/ > /d/ değişmesinde de metnimiz ince ünlülü kelimelerde tonlu /d/’ler tarafındadır : dé- ~ di-, degin, deñiz, dört ~ dörüt, dut-, dün.
Bunun dışında şu örnekte ikilik vardır: dükelince ~ tükeli. Bir örnek te ise kelime başında /t/ korunmuştur : tü (t.si). Kalın sıradan kelime
başlarında /t/’li şekillerin korunma oranı, diğer Anadolu metinlerinde olduğu gibi, daha yüksektir: takı, tokuz, toksan. Bunun
yanında /d/’li şekillerde yaygındır : damla, dolıyı, dut-, durur. Bilhassa –durur’un bildirme eki fonksiyonuyla ve tonlu ünsüzle
kullanılması metnimizi Doğu Türkçesinden kuvvetli bir şekilde ayırmakta ve Anadolu sahasına aidiyetini göstermektedir.
Fatiha Tefsiri’nde iki ünlü arasında kalan patlamalı ses birimlerinin sızıcılaşmadığı görülmektedir: kızdurdukı, yazukını, uzunlukı,
ucmaka gibi.
Metinde Eski Türkiye Türkçesi için karakteristik olmayan şekiller vardır. Bunlar eserin dilinin bir Oğuz-Kıpçak şivesi olarak
tanımlanmasına delil sayılabilecek özelliklerdir. Metinde ol- yardımcı fiilinin yanında (beş defa) ve sayıca daha fazla olarak
(16 defa) bol- şekli de kullanılmaktadır. elik “evvelâ, önce” kelimesi de Anadolu Türkçesi’ne tespit edilmezken Gülistan
Tercümesi ve İrşâdü’l-Mülûk gibi Kıpçak metinlerinde kullanılmaktadır. Metni diğer Anadolu sahası metinlerinden ayıran
özelliklerin en önemlileri ise takı edatı ile er- fiilinin kullanılmış olmasıdır. Anadolu Türkçesi için karakteristik olan dakı, dagı,
dahı gibi şekiller Fatiha Tefsiri’nde hiç kullanılmamış, yalnızca takı şekli kulllanılmıştır. er- yardımcı fiili metnimizde yalnızca bir
yerde geçmektedir okır erse ; bunun yanında okısa şekli 28 kez kullanılmıştır.
İsim çekiminde yaklaşma hali olarak yalnızca +yA, ayrılma hali olarak yalnızca +dAn kullanılması gibi Batı Oğuzcası unsurları yanında
yükleme halinde +I yanında +nI şeklinin de kullanılması gibi Kıpçak unsurları birarada bulunmaktadır.
dört sayı ismi metnimizde dörd şeklinde iki defa, dört şeklinde bir defa geçerken on üç defa dörüt şeklinde geçmiştir. Tarama
Sözlüğü’nde tespit edilemeyen dörüt kelimesi Kitâb-ı Gunyâ’da dörd ve dört yanında otuz yedi örnekte tespit edilmiştir.
Fatiha Tefsiri’nin dilinin ‘karışık dilli’ olduğu kabul edilen diğer bazı eserlerle de benzerlik gösterdiği görülmektedir :
Fatiha Tefsiri
Kıssa-i Yûsuf
Behcetü’l-Hadaik
Feraiz Kitabı
yönelme
+(y)A
+(y)A, +GA (az)
+(y)A ~ +GA
+(y)A
Yükleme
+(y)I ~ +nI (az)
+(y)I
+(y)I ~ +nI (az)
+(y)I ~ +nI (az)
Ayrılma
+DAn
+DAn, +DIn (az)
+Dan ~ +dIn
+DAn
+durur
+durur
+turur, +dUr
+durur
+durur
dahi
takı
dagı
takı ~ dakı
dahi
i-
er- ~ i-
ir-, i- (az)
er- ~ i-
ol
bol- ~ ol-
ol-
bol- ~
Bu eserler içinde bilhassa Ali’nin Kıssa-i Yûsuf’unu dikkatli bir şekilde değerlendirmek gerekiyor. Bu eserde ilk bakışta
Doğu-Batı Türkçelerinin karışması gibi görülebilecek olan özelliklerin pekâla Kaşgari’nin Oğuz-Kıpçak şivesi olarak isimlen dirdiği şive grubuna ait olabileceğini düşünebilir. Bu eser pek çok açıdan Türkiye Oğuzcası’nın özelliklerini taşır: Kıpçakça’nın köp “çok” sıfatı yerine çok, öz zamiri yerine gendü, tap- yerine bul- kullanılması gibi leksik özellikler; yaygınlaşmış b > v (vir-, var), b > ø (bol- > ol-) veya b > m (ben, biñ) gelişmeleri gibi ses düzeni özellikleri vs. Bilhassa Kaşgarî’nin Oğuzca’yı Hakaniye şivesinden ayıran karakteristik özellikler arasında saydığı –DACI sıfat-fiilinin (Divanu Lügati’t-Türk, c. II, 168, 256, 318), Kıssa-i Yûsuf’ta gelecek zaman teşkilinde kullanılması, bu eserin dilinin Oğuzca veya Oğuz-Kıpçakça olarak tanımlanması düşüncesini desteklemektedir :
28- Nübüvvet-risâlet buldaçı sen Hem memleket iyesi oldaçı sen Rahatlığa beşaret buldaçı sen Halil zebih devleti görnür imdi.
135- 135- 135- Kuyudan çıkaruban satıldaçı Andan soñra aña töhmet çok oldaçı hem yene zindan içre salındaçı Her hal içre ben böyle olam imdi.
Fatiha Tefsiri’nin dili genel hatları itibariyle Eski Türkiye Türkçesi özellikleri göstermekle birlikte, bazı leksik ve fonolojik özellikleriyle Doğu (veya Kuzey) Türkçesi özelliklerine de sahip bulunmaktadır. Bunun ferdî bir dil karışmasından ziyade genelleşmiş bir ağız özelliği olduğunu tahmin ediyoruz. Bu, Oğuz-Kıpçak kavimlerinin birarada yaşadığı bölgelerde konuşulan ağızlardan biri olabilir.
1. Nüsha özellikleri
İnceleme konusu yaptığımız Fatiha Tefsiri, genel olarak Türkiye’de gelişen Batı Oğuzcası’nın XIII.-XIV. yüzyıllardaki özelliklerini yansıtmakla birlikte bazı özellikleri ile Oğuz-Kıpçak diyalekti özellikleri de taşıyan küçük bir risaledir. Bu risâle Bursa Yazma Eserler Kütüphanesi Hüseyin Çelebi, nr. 468’de kayıtlı mecmuanın 86b-90b yapraklarındadır.
Bu Fatiha tefsirinde ana hatlarıyla söz konusu surenin grafik özelliklerinin taşıdığı hikmetler anlatılmakta, okunması halinde elde edilecek sevaplar yine grafik özellikleriyle bağlantılı olarak ifade edilmektedir. Bu tarz ve üslûp ile yazılmış bir başka Fatiha Tefsiri Süleymaniye Kütüphanesi Serez nr. 3839’da kayıtlı mecmuanın 69b-76a yaprakları arasında bulunmaktadır. Bu, bizim inceleme konumuz olan tefsirden biraz daha geniştir, ancak iki bölümü elimizdeki esere büyük ölçüde benzemektedir. Serez 3839’daki Fatiha Tefsirinden birkaç alıntı yaparak bu benzerliği göstermek istiyoruz:
75a : “… Elhamdu beş harftir, namâz dahi beş vakittür; her kim beş harfi okursa namâzda tak¬îrât olmaya. Ol beş harf hürmetine bagışlaya …”
76a : “… gayri’l-magdûbi ‘aleyhim, on beş harftür. Toksan tokuza katsa yüz on dört olur. Her kim yüz on dört harfi okursa Qur’ân yüz on dört sûredir, dügelisin okumuşça sevâb bula …”
2. Karışık dilli eserler
Türkoloji literatüründe Tarihî Doğu Türkçesi ile Tarihî Batı Türkçesi özelliklerine karışık olarak yer veren eserler hakkında umumiyetle “karışık dilli” isimlendirmesi kullanılmaktadır. Ancak bunların Türkiye Türkçesinin gelişim devreleriyle ilgili olup Orta Türkçeden Türkiye Türkçesine geçişin gerçekleştiği bir dönemin karışıklığını yansıttığını söyleyenler olduğu gibi, herhangi bir şekilde Türkiye Türkçesinin gelişimiyle ilgileri olmayıp sadece Doğu Türkçesi grubuna mensup göçmen bilim adamları ve ediplerin dillerindeki karışmanın neticesi olduğunu söyleyenler de vardır. İnceleme konumuz olan küçük risale hacmi itibariyle böyle bir konuda derinlemesine bir fikir beyanına çok da imkân vermese de, biz eserlerin ‘karışık dilli’ olmasının tespitinde ortalama olarak standart kabul edilen Eski Türkiye Türkçesinin özellikleriyle mukayesesinin değil de kendi içindeki verilerle mukayesesinin esas tutulması gerektiği kanaatinde olduğumuzu ifade etmek isteriz. Bu görüşü biraz daha açacak olursak diyebiliriz ki, meselâ bir eserde bulunma hali için ETT’deki +A yerine +GA veya i- fiiliyerine er- şekli kullanılıyorsa bu eser karışık dilli sayılmamalıdır. Eğer eserin içinde bazen +GA bazen +A, bazen erse, bazen ise kullanılıyorsa ve bu karışıklığın mahalli bir ağızla standart yazı dili özelliklerinin karışması olmadığından emin isek, bu eserin karışık dil özellikleri taşıdığından söz edilebiliriz.
Her dönemde ve her diyalekt grubunda bir kısım şekillerin ikili olabileceği ve standart yazı dilinin oluşumu sürecinde bir çok ağızların karıştığı gerçeği de göz önünde tutulursa, Türkolojide kullanılan “karışık dilli” tanımlamasının ne ifade ettiğinin, neyi neden ayırmayı amaçladığının çok da açık olmadığını söyleyebiliriz. “Karışık dilli” tanımlaması, genellikle, Doğu Türkçesi ile Anadolu Türkçesi’nin veya bazen de Kıpçak Türkçesi ile Anadolu Türkçesi’nin özelliklerinin karışık olarak bulunmasını ifade etmektedir. Böyle bir tanımlama kimi metinler için uygundur, ancak her metin için uygun olduğu da söylenemez. Kimi ses düzeni, şekil bilgisi, hatta söz dizimi özellikleri düzenli olarak ETT için standart var sayılan şekillerden farklı olan eserlerin her zaman için Tarihî Türkiye Türkçesi’nin dil sınırları içinde yer alan bir diyalekte ait olabileceği ihtimalini yok saymamak gerekir. Bizim elimizdeki küçük risaleye yaklaşımımız bu şekildedir. Eski Türkiye Türkçesi metinlerinden farklı bazı özellikler taşıyan bu risalenin bu dil grubunun tabiî sınırlarına dahil bir diyalekti temsil etmesi ihtimali üzerinde duruyoruz
3. İmlâ ve Dil Özellikleri
/a/ ünlüsü üstün, elif veya Türkçe kelime başlarında medli elifle gösterilmiştir.
/e/ ünlüsü üstün ve bazen de elif ile gösterilmiştir: üzre, ne-y-içün gibi.
/ç/ ünsüzü için ayrı bir işaret kullanılmamış /c/ ve /ç/ cim harfiyle temsil edilmişlerdir. /p/ ünsüzü kapu ve peygâmbar kelimelerinde
pe harfi ile temsil edilirken dutup kelimesinde be harfi ile temsil edilmiştir.
Nazal /ñ/ ünsüzü için üç noktalı kef yanında ŋ şekli de kullanılmıştır: taŋrı, miŋ.
+dAn ayrılma hali eki dal+elif ve tenvinle yazılmaktadır. İyelik ekinden sonraki akuzatif eki +n de tenvinle gösterilmiştir.
kapusın acıvirem.
Kelime başı /b/ ünsüzünün sızıcı /v/’ye dönüşmesi konusunda Fatiha Tefsiri var ve vir- örneklerinde /v/ tarafındadır.
biribi- kelimesinde ise /b/ korunmuştur. Yine kelime başında /b/ ~ /m/ nöbetleşmesi görülen bazı kelimelerde metnimizde /m/’li
şekiller baskındır : miŋ, men gibi. Birinci teklik şahıs zamiri men ve bunun /b/’li şekli binüm Kıpçak tesiri gibi yorumlanabilir.
/t/ > /d/ değişmesinde de metnimiz ince ünlülü kelimelerde tonlu /d/’ler tarafındadır : dé- ~ di-, degin, deñiz, dört ~ dörüt, dut-, dün.
Bunun dışında şu örnekte ikilik vardır: dükelince ~ tükeli. Bir örnek te ise kelime başında /t/ korunmuştur : tü (t.si). Kalın sıradan kelime
başlarında /t/’li şekillerin korunma oranı, diğer Anadolu metinlerinde olduğu gibi, daha yüksektir: takı, tokuz, toksan. Bunun
yanında /d/’li şekillerde yaygındır : damla, dolıyı, dut-, durur. Bilhassa –durur’un bildirme eki fonksiyonuyla ve tonlu ünsüzle
kullanılması metnimizi Doğu Türkçesinden kuvvetli bir şekilde ayırmakta ve Anadolu sahasına aidiyetini göstermektedir.
Fatiha Tefsiri’nde iki ünlü arasında kalan patlamalı ses birimlerinin sızıcılaşmadığı görülmektedir: kızdurdukı, yazukını, uzunlukı,
ucmaka gibi.
Metinde Eski Türkiye Türkçesi için karakteristik olmayan şekiller vardır. Bunlar eserin dilinin bir Oğuz-Kıpçak şivesi olarak
tanımlanmasına delil sayılabilecek özelliklerdir. Metinde ol- yardımcı fiilinin yanında (beş defa) ve sayıca daha fazla olarak
(16 defa) bol- şekli de kullanılmaktadır. elik “evvelâ, önce” kelimesi de Anadolu Türkçesi’ne tespit edilmezken Gülistan
Tercümesi ve İrşâdü’l-Mülûk gibi Kıpçak metinlerinde kullanılmaktadır. Metni diğer Anadolu sahası metinlerinden ayıran
özelliklerin en önemlileri ise takı edatı ile er- fiilinin kullanılmış olmasıdır. Anadolu Türkçesi için karakteristik olan dakı, dagı,
dahı gibi şekiller Fatiha Tefsiri’nde hiç kullanılmamış, yalnızca takı şekli kulllanılmıştır. er- yardımcı fiili metnimizde yalnızca bir
yerde geçmektedir okır erse ; bunun yanında okısa şekli 28 kez kullanılmıştır.
İsim çekiminde yaklaşma hali olarak yalnızca +yA, ayrılma hali olarak yalnızca +dAn kullanılması gibi Batı Oğuzcası unsurları yanında
yükleme halinde +I yanında +nI şeklinin de kullanılması gibi Kıpçak unsurları birarada bulunmaktadır.
dört sayı ismi metnimizde dörd şeklinde iki defa, dört şeklinde bir defa geçerken on üç defa dörüt şeklinde geçmiştir. Tarama
Sözlüğü’nde tespit edilemeyen dörüt kelimesi Kitâb-ı Gunyâ’da dörd ve dört yanında otuz yedi örnekte tespit edilmiştir.
Fatiha Tefsiri’nin dilinin ‘karışık dilli’ olduğu kabul edilen diğer bazı eserlerle de benzerlik gösterdiği görülmektedir :
Fatiha Tefsiri
Kıssa-i Yûsuf
Behcetü’l-Hadaik
Feraiz Kitabı
yönelme
+(y)A
+(y)A, +GA (az)
+(y)A ~ +GA
+(y)A
Yükleme
+(y)I ~ +nI (az)
+(y)I
+(y)I ~ +nI (az)
+(y)I ~ +nI (az)
Ayrılma
+DAn
+DAn, +DIn (az)
+Dan ~ +dIn
+DAn
+durur
+durur
+turur, +dUr
+durur
+durur
dahi
takı
dagı
takı ~ dakı
dahi
i-
er- ~ i-
ir-, i- (az)
er- ~ i-
ol
bol- ~ ol-
ol-
bol- ~
Bu eserler içinde bilhassa Ali’nin Kıssa-i Yûsuf’unu dikkatli bir şekilde değerlendirmek gerekiyor. Bu eserde ilk bakışta
Doğu-Batı Türkçelerinin karışması gibi görülebilecek olan özelliklerin pekâla Kaşgari’nin Oğuz-Kıpçak şivesi olarak isimlen dirdiği şive grubuna ait olabileceğini düşünebilir. Bu eser pek çok açıdan Türkiye Oğuzcası’nın özelliklerini taşır: Kıpçakça’nın köp “çok” sıfatı yerine çok, öz zamiri yerine gendü, tap- yerine bul- kullanılması gibi leksik özellikler; yaygınlaşmış b > v (vir-, var), b > ø (bol- > ol-) veya b > m (ben, biñ) gelişmeleri gibi ses düzeni özellikleri vs. Bilhassa Kaşgarî’nin Oğuzca’yı Hakaniye şivesinden ayıran karakteristik özellikler arasında saydığı –DACI sıfat-fiilinin (Divanu Lügati’t-Türk, c. II, 168, 256, 318), Kıssa-i Yûsuf’ta gelecek zaman teşkilinde kullanılması, bu eserin dilinin Oğuzca veya Oğuz-Kıpçakça olarak tanımlanması düşüncesini desteklemektedir :
28- Nübüvvet-risâlet buldaçı sen Hem memleket iyesi oldaçı sen Rahatlığa beşaret buldaçı sen Halil zebih devleti görnür imdi.
135- 135- 135- Kuyudan çıkaruban satıldaçı Andan soñra aña töhmet çok oldaçı hem yene zindan içre salındaçı Her hal içre ben böyle olam imdi.
Fatiha Tefsiri’nin dili genel hatları itibariyle Eski Türkiye Türkçesi özellikleri göstermekle birlikte, bazı leksik ve fonolojik özellikleriyle Doğu (veya Kuzey) Türkçesi özelliklerine de sahip bulunmaktadır. Bunun ferdî bir dil karışmasından ziyade genelleşmiş bir ağız özelliği olduğunu tahmin ediyoruz. Bu, Oğuz-Kıpçak kavimlerinin birarada yaşadığı bölgelerde konuşulan ağızlardan biri olabilir.