Escobar
22.Nisan.2015, 23:54
“Türk”ler ne zaman bir “millet” idi?
I. Ortak bir köken mitleri vardı: “Dişi-kurt”tan türemişlerdi
F. Sema Barutcu Özönder
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölüm Başkanı; Türklük Bilimi
Kardeşim Hidayet Bozkurt BARUTCU’nun
Anısına…
Takdim
Eldeki yazı geniş bir çalışmanın ilk kısımlarıdır. Muhtemelen bu dergide, bundan sonraki kısımları da sırayla neşredilmeye devam edecektir. Çalışmanın bu kısmının parçalanıp bağımsız olarak verilmesinde, şu anda iktidarda bulunan hükûmetin kuruluş aşamasında, koalisyonun iki büyük ortağı arasında cereyan eden Türk köken mitolojisi ve ona ait “kurt” motifinin siyasî malzeme konusu hâline getirilmesi etken olmuştur. Belirtilen süreç içinde şikâyetçi parti ile topluma şikâyet edilen partinin bu konu etrafında ortaya koydukları söylemlerdeki bilgi eksikliği ve yetersizliği de gözlerden kaçmamıştır. Bununla beraber, “motif”in siyasî malzeme olarak kullanılmış olması, “Türk” etnik hayatiyetinin idrâk noktasında taraflarda sürdüğünü görmek bakımından önemlidir. Dolayısıyla, bu tartışma, motife sahip çıkanlarla motifi dışlayanlar bir tarafa, “etnik cemaat” ve “millet” kavramları ekseninde “Türk milleti” ve “Türk etnisi”nin 1999 Türkiyesinde nasıl görüldüğünü, en eski “Türk” adlı etnik topluluğun bugüne uzanan tarihinde, “millet inşası”nda kullanılan mit ve sembollerin yerini belirlemesi ve “biz” olarak “kendini tanımlama”nın seviyesini göstermesi açısından çok yönlü incelemeye değer bir malzeme sunmaktadır.
Giriş
Eski Türk çağına ait Kök Türk alfabesi ile yazılı metinler Türklük biliminde yalnız yazıldıkları zamanın durumu hakkında değil‚ ‘Türk’ adlı topluluğun ön‚ en eski ve eski çağları hakkında da görülerde bulunulacak zengin malzemeyi barındırmaktadır. Bu yadigârlar Türklerin yalnızca dil tarihinin anıtları değil‚ onları bugüne bırakan toplumun ‘millet’ olarak tarihinin de anıt değerindeki tanıklarıdır.
Etnik anlamda ‘kimlik’ ve günümüz modern ‘millet’ anlayışının sorgulamalarında kendini sanık olarak görenler için‚ bu anıtlar Türk milletleşme tarihi incelemelerinin aslî görgü tanıkları ve somut delilleri olarak durmaktadır.
Bu çerçevede yapılacak bir inceleme‚ gerçekte‚ Türklüğün bu zaman-mekân boyutuna eğilecek Türk toplum bilimcilerini ve Türk toplum tarihçilerini beklemektedir. Prof. Dr. Sencer Divitçioğlu’nun Kök Türkler (Kut‚ Küç ve Ülüg) (1987) adlı eseri böyle bir incelemenin ilk girişimlerinden biri olarak değerlendirilmelidir. Prof. Dr. Bozkurt Güvenç’in Türk Kimliği olarak iddialı bir başlık taşıyan eseri ise (1992)‚ bu konuyla ilgili yüzeysel görüş ve çalışmaların derlemesinden ibaret gözükmektedir; bu bakımdan Divitçioğlu’nun eseriyle karşılaştırılamaz.
Elbette‚ bu noktada dil tarihçilerinden toplum bilimcilerine ve toplum tarihçilerine bu metinlerin gerçekten iyi yorumlanmış eserlerini vermeleri beklenir. Türk dil yetisinin‚ sosyal bilimler alanının her tür sorusuna cevap verir nitelikteki bu icra ürünlerinin doğru‚ eksiksiz ve yansız tahlillerini yapabilmek‚ sağlam gramer bilgisi yanında Türk siyasî ve kültür tarihine‚ Türk mitolojisine ve inanç sistemine‚ toplum bilimi kavramlarına yakınlığı veya en azından tanışlığı da gerektirir.
Kök Türk ve onu takip eden ‘oluşum’ların sınırları içindeki nüfusun‚ siyaset-savaş düzeyinde birleşip çözülen‚ dil‚ akrabalık ve ortak ata gibi etkenlerin hiç öneminin olmadığı insan derneşikleri (Divitçioğlu 1987: 177) mi‚ yoksa ‘millet’ tanımı ile uğraşanların varsayım ve gereklerinin varlığında uzlaştıkları ‘millet’ olma unsurlarına sahip insan topluluğu mu oldukları üzerine neler söylenebilir?
Bu problematiğin incelenmesinde ve iddia/iddiaların doğrulanmasında veya geçersiz kılınmasında temel belgeler olarak 7-9. yüzyıla ait Kök Türk alfabesiyle yazılmış Türkçe metinler kullanılmıştır. Bunlar arasından‚ özellikle 8. yüzyılın ilk yarısına ait ‘Kök Türk’ yönetici mezar kitabeleri ile onu izleyen Ötüken ‘Uygur’larının kağanlık kitabelerine müracaat edilmiştir. Tamamlayıcı özellikleriyle Yenisey bölgesi kitabeleri de ihmal edilmemiştir.
Bu yazılı belgeler‚ birinci elden ‘Biz’in etnik kimlik tanımlayıcıları olmaları kadar‚ ‘onlar veya diğerleri’nin de nasıl görüldüğü veya ‘diğerleri’ne nasıl bakıldığını göstermeleri bakımından değer taşırlar. Bu yazının ‘biz’i bugün genel olarak kendilerine ‘Türk’ diyenlerin veya öyle sayanların ataları’dır; ‘onlar’ı ise esas olarak ‘biz’in o dönemde ‘Tabgaç’ diye adlandırdığı bugünkü Çinlilerin ataları olacaktır. Zaman zaman başka ‘diğerleri’ne de metinler elverdiği nispette bakılacaktır.
Çin tarihi aslında bir sülâleler tarihidir ve bir kısmı da Türk‚ Moğol ve Mançu-Tunguz kökenlilerin atalarının, yani bir varsayım olarak şecerevî dil bilimi (genetik linguistik) açısından aynı kökten oldukları iddia edilen ‘Altay’ kökenlilerin iktidarları ile geçer (1). Bununla beraber‚ yazının oturduğu tarihî kesitin ‘onlar’ açısından asıl önemi‚ bu dönemin Çin soyundan gelenlerin iktidarı elde tuttuğu sülâleler dönemine rastlamasından kaynaklanır. Diğer yandan‚ ilgili Çin yıllıkları‚ hem Türkçe metinlerin kontrolörü olmak‚ hem de biz-onlar ekseni üzerinde‚ ‘onlar’ın ‘biz’i etnik kimlik noktasında nasıl görüp‚ ‘biz’e nasıl baktıklarını anlamak bakımından da dikkate değerdir. Dolayısıyla Çince kaynaklar da bazen tamamlayıcı, bazen de temel kaynaklar olarak kullanılacaktır.
Ayrıca‚ Türk sözlü edebiyatı kadar‚ şüphesiz Türk arkeolojisi de konunun daha somutlaşmasına yarayacak zengin malzemeyi sunmaktadır ki bunlara da gerektiğinde müracaat edilecektir.
Araştırmanın belli bir etniklik yaklaşımı sınırında yapılmamasına özellikle özen gösterilmiştir. Bunda, son yıllarda yapılan çalışmalarda, Türk millet oluşumunun, hatta daha ileri giderek “Türk” etnik oluşumunun, A.D. Smith’in etnikliğin ve milletleşmenin biyolojik görünümlerini (2) ihmal ettiği ve sembollere ağırlık tanıdığı için eleştirilen ve başarısız görülen görüşlerine sıkça yapılan referanslar etkili olmuştur. J. Armstrong ve özellikle A.D. Smith’in etnik orijinlerin kökeni üzerine ileri sürdükleri görüşler elbette inkâr edilemez, aksine çok önemli unsurlar da içerir. Öte yandan, bütün Türk tarihini göz önünde tutarak, A.D. Smith’in, millet oluşumunda “hâkim etnik çekirdek”e verdiği önemi neden bu tür çalışmaların ihmal ettiği veya sessiz kaldığı da dikkat çekicidir.
“Etnosembolizm”e bir bakış
Genel kabule göre, milletle “bir tarihî kültür ile belli bir yurdu paylaşan herkesi tek bir siyasî topluluk içinde birleştiren kültürel ve siyasî bir bağı gösteren”ler anlaşılırken‚ devletle “diğer toplumsal kurumlardan farklılaşmış ve onlardan özerk‚ belli bir toprak parçasında baskı ve zor tekeli uygulayan kamu kurumları” kastedilmektedir (Smith 1994: 32-33). Smith’in millet tanımı aynen şöyledir: “tarihî bir toprağı/ülkeyi‚ ortak mitleri ve tarihî belleği‚ kitlevî bir kamu kültürünü‚ ortak bir ekonomiyi‚ ortak yasal hak ve görevleri paylaşan bir insan topluluğunun adı” (1994: 32). Bu iki temel kavram üzerine yapılan tanımlar sayıca artırılabilirse de‚ özde büyük ölçüde birleştiği dikkati çeker.
Smith’te millî kimlik (national identity) ve millet (nation) “birbirleriyle ilişkili etnik kültürel‚ teritoryal‚ ekonomik ve yasal-siyasî pek çok unsurdan oluşan karmaşık yapılar” olarak değerlendirilir ve milletin biri sivil ve teritoryal diğeri etnik ve jeneolojik olan iki boyutu harmanladığı dile getirilir.
Milletler mensuplarına kesin bir toplumsal mekân tanımlar ve topluluğu zaman ve mekâna konumlandıran bir tarihî toprağın/ülkenin sınırlarını çizerler‚ fertleri milletin “moral coğrafyası”nın eşsizliğini gösteren “kutsal merkezler”le süslerler (Smith 1994: 34).
Milletler ekonomik bakımdan‚ insan gücü de dâhil teritoryal kaynaklar üzerinde denetim kurarlar. Ayrıntılı bir iş bölümü oluşturur‚ yurt içinde topluluk fertleri arasında kaynak dağılımının yanı sıra emek ve meta dolaşımını da teşvik ederler (Smith 1994: 34).
Etnik kimlik duygusunu bir araya getiren‚ birleştiren ve uzun süre devamını mümkün kılan güçler arasında devlet kurmak‚ askerî hareketlilik ve örgütlü din hayatî önemi haiz görünmektedir (Smith 1994: 50). Smith, burada Weber’i hatırlar ve onun “örgütlülüğü ne kadar yüzeysel olursa olsun ortak etnikliğe inancı telkin eden‚ esas olarak siyasî topluluktur” ifadesini düşerek, etnik oluşum ve süreklilik açısından siyasî eylemin önemini vurgular. Etnik kimlik duygusunun ve nihayetinde millî asabiyyenin gelişmesinde en büyük rolü üniter bir siyasanın tesisi oynamıştır. (Smith 1994: 50).
Weber, sosyal aksiyonun problematik kaynaklarından biri olarak gördüğü ve ortak atadan türeyen ve ortak miras alınabilen hususiyetlere sahip olduğunu belirttiği “ırk kimliğinin” oluşumundan söz ederken, ırkî grub’un “ırk, ancak sübjektif olarak ortak bir hususiyet olarak algılandığında/kabul edildiğinde” ortaya çıktığını belirterek, bu da ya “ancak bir komşuluk veya ırken farklı kişilerin sınır yakınlığı, ortak (en çok siyasî) aksiyon temelinde olduğunda veya tersi olarak‚ aynı ırkın üyelerinin bazı ortak tecrübeleri, açıkça farklı bir grubun üyelerine karşı bir antagonizmle/husumetle bağlandığında vuku bulur” der. (Weber (1922) 1996: 53). Weber’in “ırk kimliği”nin ve buna bağlı olarak “ırkî grub”un oluşmasında rol oynayan faktörler arasında “siyasî aksiyon”a vurgu yapılmakla beraber, dile getirilen ikinci faktör de “grub”un yaratımında eş anlı olarak rol oynamış olmalıdır. Diğer yandan, Weber ortaya çıkan sosyal aksiyonun, genellikle sadece olumsuz olduğunu da belirterek, bunun da “açıkça farklı olanlardan kaçınma ve hakir görme veya tersine ne olduğu bilinmeyen bir korkuyla bakma” şeklinde tezahür edeceğini ifade eder (Weber (1922) 1996: 53). Hem bu sayılan faktörleri eş anlı olarak görmek hem de sözü edilen bu sosyal aksiyonun tezahürlerini belirlemek açısından 8. yüzyılın ilk yarısından kalma kitabeler değerli bir malzemeyi sunar.
Bir devletin etnik çekirdeği çoğunlukla o milletin karakter ve sınırlarını şekillendirir; zira devletler milletleri oluşturmak üzere çoğu zaman tam da böyle bir temel üzerinde birleşirler. Millet bir etnide olduğu gibi‚ tanım gereği ortak mitleri ve anıları olan bir topluluktur. Aynı zamanda da teritoryal bir topluluktur. Ancak etnide‚ bir ülke ile olan bağ sadece tarihî ve sembolik kalabilirken‚ millette bu bağ fizikî ve fiilîdir; milletlerin ülkeleri vardır. Başka bir deyişle milletler her zaman etnik ‘unsur’lara ihtiyaç duyarlar (Smith 1994: 70-71).
Milletlerin inşa edilebileceği farklı etnik çekirdek tipleri açısından yaklaşıldığında‚ 7-9. yüzyıl Türk yazılı dokümanları yatay etni tipi üzerine inşa edilmiş “Türk” milletinin varlığından söz edilebileceğini ortaya koyar. Dikey’e karşı Yatay etni tipi terimini ilk Smith kullanmıştır (3). Smith’e göre, bir devletin etnik çekirdeğini oluşturan hâkim yatay etni‚ orta tabakaları ve uzak diyarları hâkim etnik kültüre tedricî olarak katabilir. Bu katılmanın asıl âmili, ona göre bürokratik devlettir. Bu doğru olmalıdır. Askerî‚ idarî‚ mâlî ve hukukî aygıtlarıyla bu bürokratik devlet‚ hâkim aristokratik etnik çekirdeğin mirasını oluşturan değerlerden‚ sembollerden‚ mitlerden‚ geleneklerden ve anılardan mürekkep sermayeye çekidüzen verir ve onu yayar. Pratikte egemen ve periferik etnik kültürler arasında hâkim çekirdeğin tayin ettiği parametreler dâhilinde belli bir intibak gerektirirse de‚ bu sayede aristokratik etnik devlet nüfus için yeni ve daha geniş bir kültürel kimlik tanımlamaya muktedir olur (Smith 1994: 93-4).
Eski ve orta dönem Türk devletlerinin etnik çekirdeğini oluşturan etni tipinin yatay etni tipi olduğu iddiası yeni değildir. Siyaset bilimci olarak Ş. Mardin, Türklerde aristokrasinin varlığına işaret etmiştir, ancak onun belirttiği gibi “Daha eski Türk topluluklarında olduğu gibi, Oğuzlarda da tepede bir Han ya da aşiret başkanının, onun altında bir aristokrat tabakanın (beyler), son olarak da alt sınıflar ya da halkın yer aldığı basit bir tabakalaşma düzeni görülmektedir” (1995: 80) şeklindeki değerlendirmenin de, en azından bizim dayandığımız belgelerin Türkleri açısından bütün gerçeği yansıttığı söylenemez. Bu söylenenler açısından da, 7-9. yüzyıl kayıtları ve onların tamamlayıcısı veya denetleyicisi belgeler sorgulanmaya çalışılacaktır.
Smith’e göre, etnie’ler değişen derecelerde olsa da mutad olarak altı ana özelliği gösterirler:
cemaatin/topluluğun ‘aslını/özünü’ (essence) ifade etmek için ortak özel ad;
bir ortak ata miti‚ zamanda ve mekânda ortak bir köken fikrini kapsayan ve etnie’ye bir hayalî akrabalık duygusu veren mit‚ bir gerçekten ziyade bir mit‚ Horowitz’in ‘üst-aile’ (super-family) diye adlandırdığı şey;
paylaşılan tarihî anılar, veya daha iyisi‚ kahramanları‚ olayları veya onların anılışını içine alarak‚ bir ortak geçmiş veya geçmişlerin paylaşılan anıları;
ortak kültürün bir veya daha fazla unsuru‚ belirtmeye gerek olmamakla birlikte normal olarak din‚ gelenekler ve dili kapsar;
bir ana yurtla bağ‚ etnie tarafından fizikî işgali zarurî değildir‚ sadece ata topraklara sembolik bir bağ; diaspora halklarda olduğu gibi;
etnie nüfusunun en azından bazı bölümlerinin bir kısmında dayanışma duygusu (Smith 1986: ch. 2).
Bu, “etnie’lerin tanımında paylaşılan mitlerin ve anıların ve fertlerin cemaatle sübjektif hüviyet ispatının önemini ortaya koyar; köken ve tercih mitlerini içine alarak, paylaşılan mitler ve anılar ile onların vücuda getirdiği dayanışma duygusu olmadığı takdirde bir cemaatten çok bir etnik kategoriyi konuşmuş oluruz. İkinci anahtar unsur geçmişe oryantasyon/yönelimdir; cemaatin kökenlerine ve atalarına ve onun ‘altın çağları’na‚ siyasî‚ artistik ve ruhî büyüklük dönemlerini içine alarak‚ onun tarihî teşkiline yönelim. Cemaatin kaderi bir biricik‚ paylaşılan geçmişin bizzat anlaşılmasıyla‚ etno-tarihe bağlıdır” (Hutchinson ve Smith 1996: 7).
Türkler eski Türk çağlarında ortak mitleri ve anıları olan bir topluluktu.
A.D. Smith, Ethnic Origins of Nations (Milletlerin Etnik Kökenleri) adlı eserinde, etnik kökenlerin ve ahfadın mitinde, bir millî mitolojide bulunan motif ve unsurları şöyle sıralamıştır;
orijinlerin zamanda bir miti; yani topluluk ne zaman ‘doğdu’;
orijinlerin mekânda bir miti; yani topluluk nerede doğdu;
bir atalar miti; yani bizi kim doğurdu ve ondan (dişi/erkek) biz nasıl geldik;
bir göç miti; yani nereleri dolaştık;
bir hürriyet miti; yani nasıl hür olduk;
bir altın çağ miti; yani biz nasıl büyük ve kahraman olduk;
ölüm/yok oluş miti; yani biz nasıl inkıraz bulduk/zayıfladık ve nasıl fethedildik/sürgün edildik;
yeniden doğuş miti; yani eski ihtişamımızı yeniden nasıl sağlayacağız (1986: 192).
Türk köken efsanesi
Bu sayılan unsurlar dahilinde, sosyal antropolojik ve sosyolojik cihetten “Türk” köken mitolojisinin incelendiğini söylemek güçtür. Bununla beraber Prof. Ögel’in 2 ciltlik Türk Mitolojisi (1971, 1995) adlı yetkin eseri Türklük bilimi üzerine uğraşanlara iyi bir yol göstericidir. Türk köken ‘mit’ine dair malzeme Ögel’in eserinde değerlendirmeye alınmıştır. Ögel, Çin kaynaklarındaki metinleri ayrı bir çalışma olarak da daha önce neşretmişti (1957). Türk köken ‘mit’i ile ilgili son müstakil çalışmalardan biri olarak, D. Sinor’un “The legendary origin of the Türks/Türklerin efsanevî kökeni” (1982) araştırmasını da hem araştırmacının vardığı sonuçlar hem de incelemenin özelliği bakımlarından anmak gerekir. Peter Golden da An Introduction to the History of the Turkic Peoples/Türkî Halkların Tarihine Giriş adlı eserinde konu üzerinde durmuştur (1992: 117-124). Golden’ın bu konu ile ilgili görüş ve düşüncelerini topladığı bölümün “The Questions of Türk Origins/Türk kökenleri meselesi” şeklindeki başlığı, onun “Türk etnie”sine yaklaşımı hakkında fikir verebilir. Esasen, Sinor ve Golden “Türk etnie” anlayışlarında hem-fikirdirler.
Çin Kaynaklarında Türk Köken Efsanesi
En eski Türk köken efsanesi metinleri, bugünkü bilgilerimiz dâhilinde, Çin kaynaklarında tespit edilebilmiştir. Bu kaynakların özelliği resmî sülâle yıllıkları olması yanında, sülâlelerin hükümranlık dönemleri ile “Türk” köken efsanesinin bulunduğu bu yıllıkların oluşturulduğu tarihlerin Kök Türk devletinin I. dönemine rastlamasıdır. Bu yönüyle önemlidir.
Sinor, “Türk” köken efsaneleri ile ilgili olarak Çin kaynaklarında tespit edilen üç efsane üzerinde durur. Bunlardan en eskisi 629’larda tamamlanan Chou sülâlesi yıllıkları Chou shu’da geçen efsanedir (Sinor’un Legend A’sı, Ögel’in Göktürklerin Birinci Menşe Efsanesi). Aynı efsanenin çok az farklı bir versiyonu 659’da tamamlanan Pei shih’de (Ögel’de yoktur) ve Sui sülâlesi (581-617~618) yıllıkları Sui shu’da (629-636) da geçer. Sui shu’daki metin, Ögel tarafından Chou shu’dakinden ayrı olarak değerlendirilmiş ve Göktürklerin İkinci Menşe Efsanesi olarak verilmiştir. Sinor ise, Sui shu ve Pei shih metinleri arasındaki farkın çok az olduğunu belirterek, Birinci Menşe Efsanesi (Sinor’un Legend A’sı) için yaptığı karşılaştırmada Pei shih’deki metni esas almıştır. Sinor, bunları Ögel gibi bağımsız olarak değerlendirmediği için haklıdır. Yani, bu köken efsanesinin Çin kaynaklarında 3 versiyonu vardır.
Türk köken efsanesi ile ilgili II. Metin (Sinor’un Legend B’si, Ögel’in Göktürklerin Üçüncü Menşe Efsanesi), Chou shu’nun Türk kısmında I. Metnin hemen altında verilmiştir (50, 2a).
I. Ortak bir köken mitleri vardı: “Dişi-kurt”tan türemişlerdi
F. Sema Barutcu Özönder
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölüm Başkanı; Türklük Bilimi
Kardeşim Hidayet Bozkurt BARUTCU’nun
Anısına…
Takdim
Eldeki yazı geniş bir çalışmanın ilk kısımlarıdır. Muhtemelen bu dergide, bundan sonraki kısımları da sırayla neşredilmeye devam edecektir. Çalışmanın bu kısmının parçalanıp bağımsız olarak verilmesinde, şu anda iktidarda bulunan hükûmetin kuruluş aşamasında, koalisyonun iki büyük ortağı arasında cereyan eden Türk köken mitolojisi ve ona ait “kurt” motifinin siyasî malzeme konusu hâline getirilmesi etken olmuştur. Belirtilen süreç içinde şikâyetçi parti ile topluma şikâyet edilen partinin bu konu etrafında ortaya koydukları söylemlerdeki bilgi eksikliği ve yetersizliği de gözlerden kaçmamıştır. Bununla beraber, “motif”in siyasî malzeme olarak kullanılmış olması, “Türk” etnik hayatiyetinin idrâk noktasında taraflarda sürdüğünü görmek bakımından önemlidir. Dolayısıyla, bu tartışma, motife sahip çıkanlarla motifi dışlayanlar bir tarafa, “etnik cemaat” ve “millet” kavramları ekseninde “Türk milleti” ve “Türk etnisi”nin 1999 Türkiyesinde nasıl görüldüğünü, en eski “Türk” adlı etnik topluluğun bugüne uzanan tarihinde, “millet inşası”nda kullanılan mit ve sembollerin yerini belirlemesi ve “biz” olarak “kendini tanımlama”nın seviyesini göstermesi açısından çok yönlü incelemeye değer bir malzeme sunmaktadır.
Giriş
Eski Türk çağına ait Kök Türk alfabesi ile yazılı metinler Türklük biliminde yalnız yazıldıkları zamanın durumu hakkında değil‚ ‘Türk’ adlı topluluğun ön‚ en eski ve eski çağları hakkında da görülerde bulunulacak zengin malzemeyi barındırmaktadır. Bu yadigârlar Türklerin yalnızca dil tarihinin anıtları değil‚ onları bugüne bırakan toplumun ‘millet’ olarak tarihinin de anıt değerindeki tanıklarıdır.
Etnik anlamda ‘kimlik’ ve günümüz modern ‘millet’ anlayışının sorgulamalarında kendini sanık olarak görenler için‚ bu anıtlar Türk milletleşme tarihi incelemelerinin aslî görgü tanıkları ve somut delilleri olarak durmaktadır.
Bu çerçevede yapılacak bir inceleme‚ gerçekte‚ Türklüğün bu zaman-mekân boyutuna eğilecek Türk toplum bilimcilerini ve Türk toplum tarihçilerini beklemektedir. Prof. Dr. Sencer Divitçioğlu’nun Kök Türkler (Kut‚ Küç ve Ülüg) (1987) adlı eseri böyle bir incelemenin ilk girişimlerinden biri olarak değerlendirilmelidir. Prof. Dr. Bozkurt Güvenç’in Türk Kimliği olarak iddialı bir başlık taşıyan eseri ise (1992)‚ bu konuyla ilgili yüzeysel görüş ve çalışmaların derlemesinden ibaret gözükmektedir; bu bakımdan Divitçioğlu’nun eseriyle karşılaştırılamaz.
Elbette‚ bu noktada dil tarihçilerinden toplum bilimcilerine ve toplum tarihçilerine bu metinlerin gerçekten iyi yorumlanmış eserlerini vermeleri beklenir. Türk dil yetisinin‚ sosyal bilimler alanının her tür sorusuna cevap verir nitelikteki bu icra ürünlerinin doğru‚ eksiksiz ve yansız tahlillerini yapabilmek‚ sağlam gramer bilgisi yanında Türk siyasî ve kültür tarihine‚ Türk mitolojisine ve inanç sistemine‚ toplum bilimi kavramlarına yakınlığı veya en azından tanışlığı da gerektirir.
Kök Türk ve onu takip eden ‘oluşum’ların sınırları içindeki nüfusun‚ siyaset-savaş düzeyinde birleşip çözülen‚ dil‚ akrabalık ve ortak ata gibi etkenlerin hiç öneminin olmadığı insan derneşikleri (Divitçioğlu 1987: 177) mi‚ yoksa ‘millet’ tanımı ile uğraşanların varsayım ve gereklerinin varlığında uzlaştıkları ‘millet’ olma unsurlarına sahip insan topluluğu mu oldukları üzerine neler söylenebilir?
Bu problematiğin incelenmesinde ve iddia/iddiaların doğrulanmasında veya geçersiz kılınmasında temel belgeler olarak 7-9. yüzyıla ait Kök Türk alfabesiyle yazılmış Türkçe metinler kullanılmıştır. Bunlar arasından‚ özellikle 8. yüzyılın ilk yarısına ait ‘Kök Türk’ yönetici mezar kitabeleri ile onu izleyen Ötüken ‘Uygur’larının kağanlık kitabelerine müracaat edilmiştir. Tamamlayıcı özellikleriyle Yenisey bölgesi kitabeleri de ihmal edilmemiştir.
Bu yazılı belgeler‚ birinci elden ‘Biz’in etnik kimlik tanımlayıcıları olmaları kadar‚ ‘onlar veya diğerleri’nin de nasıl görüldüğü veya ‘diğerleri’ne nasıl bakıldığını göstermeleri bakımından değer taşırlar. Bu yazının ‘biz’i bugün genel olarak kendilerine ‘Türk’ diyenlerin veya öyle sayanların ataları’dır; ‘onlar’ı ise esas olarak ‘biz’in o dönemde ‘Tabgaç’ diye adlandırdığı bugünkü Çinlilerin ataları olacaktır. Zaman zaman başka ‘diğerleri’ne de metinler elverdiği nispette bakılacaktır.
Çin tarihi aslında bir sülâleler tarihidir ve bir kısmı da Türk‚ Moğol ve Mançu-Tunguz kökenlilerin atalarının, yani bir varsayım olarak şecerevî dil bilimi (genetik linguistik) açısından aynı kökten oldukları iddia edilen ‘Altay’ kökenlilerin iktidarları ile geçer (1). Bununla beraber‚ yazının oturduğu tarihî kesitin ‘onlar’ açısından asıl önemi‚ bu dönemin Çin soyundan gelenlerin iktidarı elde tuttuğu sülâleler dönemine rastlamasından kaynaklanır. Diğer yandan‚ ilgili Çin yıllıkları‚ hem Türkçe metinlerin kontrolörü olmak‚ hem de biz-onlar ekseni üzerinde‚ ‘onlar’ın ‘biz’i etnik kimlik noktasında nasıl görüp‚ ‘biz’e nasıl baktıklarını anlamak bakımından da dikkate değerdir. Dolayısıyla Çince kaynaklar da bazen tamamlayıcı, bazen de temel kaynaklar olarak kullanılacaktır.
Ayrıca‚ Türk sözlü edebiyatı kadar‚ şüphesiz Türk arkeolojisi de konunun daha somutlaşmasına yarayacak zengin malzemeyi sunmaktadır ki bunlara da gerektiğinde müracaat edilecektir.
Araştırmanın belli bir etniklik yaklaşımı sınırında yapılmamasına özellikle özen gösterilmiştir. Bunda, son yıllarda yapılan çalışmalarda, Türk millet oluşumunun, hatta daha ileri giderek “Türk” etnik oluşumunun, A.D. Smith’in etnikliğin ve milletleşmenin biyolojik görünümlerini (2) ihmal ettiği ve sembollere ağırlık tanıdığı için eleştirilen ve başarısız görülen görüşlerine sıkça yapılan referanslar etkili olmuştur. J. Armstrong ve özellikle A.D. Smith’in etnik orijinlerin kökeni üzerine ileri sürdükleri görüşler elbette inkâr edilemez, aksine çok önemli unsurlar da içerir. Öte yandan, bütün Türk tarihini göz önünde tutarak, A.D. Smith’in, millet oluşumunda “hâkim etnik çekirdek”e verdiği önemi neden bu tür çalışmaların ihmal ettiği veya sessiz kaldığı da dikkat çekicidir.
“Etnosembolizm”e bir bakış
Genel kabule göre, milletle “bir tarihî kültür ile belli bir yurdu paylaşan herkesi tek bir siyasî topluluk içinde birleştiren kültürel ve siyasî bir bağı gösteren”ler anlaşılırken‚ devletle “diğer toplumsal kurumlardan farklılaşmış ve onlardan özerk‚ belli bir toprak parçasında baskı ve zor tekeli uygulayan kamu kurumları” kastedilmektedir (Smith 1994: 32-33). Smith’in millet tanımı aynen şöyledir: “tarihî bir toprağı/ülkeyi‚ ortak mitleri ve tarihî belleği‚ kitlevî bir kamu kültürünü‚ ortak bir ekonomiyi‚ ortak yasal hak ve görevleri paylaşan bir insan topluluğunun adı” (1994: 32). Bu iki temel kavram üzerine yapılan tanımlar sayıca artırılabilirse de‚ özde büyük ölçüde birleştiği dikkati çeker.
Smith’te millî kimlik (national identity) ve millet (nation) “birbirleriyle ilişkili etnik kültürel‚ teritoryal‚ ekonomik ve yasal-siyasî pek çok unsurdan oluşan karmaşık yapılar” olarak değerlendirilir ve milletin biri sivil ve teritoryal diğeri etnik ve jeneolojik olan iki boyutu harmanladığı dile getirilir.
Milletler mensuplarına kesin bir toplumsal mekân tanımlar ve topluluğu zaman ve mekâna konumlandıran bir tarihî toprağın/ülkenin sınırlarını çizerler‚ fertleri milletin “moral coğrafyası”nın eşsizliğini gösteren “kutsal merkezler”le süslerler (Smith 1994: 34).
Milletler ekonomik bakımdan‚ insan gücü de dâhil teritoryal kaynaklar üzerinde denetim kurarlar. Ayrıntılı bir iş bölümü oluşturur‚ yurt içinde topluluk fertleri arasında kaynak dağılımının yanı sıra emek ve meta dolaşımını da teşvik ederler (Smith 1994: 34).
Etnik kimlik duygusunu bir araya getiren‚ birleştiren ve uzun süre devamını mümkün kılan güçler arasında devlet kurmak‚ askerî hareketlilik ve örgütlü din hayatî önemi haiz görünmektedir (Smith 1994: 50). Smith, burada Weber’i hatırlar ve onun “örgütlülüğü ne kadar yüzeysel olursa olsun ortak etnikliğe inancı telkin eden‚ esas olarak siyasî topluluktur” ifadesini düşerek, etnik oluşum ve süreklilik açısından siyasî eylemin önemini vurgular. Etnik kimlik duygusunun ve nihayetinde millî asabiyyenin gelişmesinde en büyük rolü üniter bir siyasanın tesisi oynamıştır. (Smith 1994: 50).
Weber, sosyal aksiyonun problematik kaynaklarından biri olarak gördüğü ve ortak atadan türeyen ve ortak miras alınabilen hususiyetlere sahip olduğunu belirttiği “ırk kimliğinin” oluşumundan söz ederken, ırkî grub’un “ırk, ancak sübjektif olarak ortak bir hususiyet olarak algılandığında/kabul edildiğinde” ortaya çıktığını belirterek, bu da ya “ancak bir komşuluk veya ırken farklı kişilerin sınır yakınlığı, ortak (en çok siyasî) aksiyon temelinde olduğunda veya tersi olarak‚ aynı ırkın üyelerinin bazı ortak tecrübeleri, açıkça farklı bir grubun üyelerine karşı bir antagonizmle/husumetle bağlandığında vuku bulur” der. (Weber (1922) 1996: 53). Weber’in “ırk kimliği”nin ve buna bağlı olarak “ırkî grub”un oluşmasında rol oynayan faktörler arasında “siyasî aksiyon”a vurgu yapılmakla beraber, dile getirilen ikinci faktör de “grub”un yaratımında eş anlı olarak rol oynamış olmalıdır. Diğer yandan, Weber ortaya çıkan sosyal aksiyonun, genellikle sadece olumsuz olduğunu da belirterek, bunun da “açıkça farklı olanlardan kaçınma ve hakir görme veya tersine ne olduğu bilinmeyen bir korkuyla bakma” şeklinde tezahür edeceğini ifade eder (Weber (1922) 1996: 53). Hem bu sayılan faktörleri eş anlı olarak görmek hem de sözü edilen bu sosyal aksiyonun tezahürlerini belirlemek açısından 8. yüzyılın ilk yarısından kalma kitabeler değerli bir malzemeyi sunar.
Bir devletin etnik çekirdeği çoğunlukla o milletin karakter ve sınırlarını şekillendirir; zira devletler milletleri oluşturmak üzere çoğu zaman tam da böyle bir temel üzerinde birleşirler. Millet bir etnide olduğu gibi‚ tanım gereği ortak mitleri ve anıları olan bir topluluktur. Aynı zamanda da teritoryal bir topluluktur. Ancak etnide‚ bir ülke ile olan bağ sadece tarihî ve sembolik kalabilirken‚ millette bu bağ fizikî ve fiilîdir; milletlerin ülkeleri vardır. Başka bir deyişle milletler her zaman etnik ‘unsur’lara ihtiyaç duyarlar (Smith 1994: 70-71).
Milletlerin inşa edilebileceği farklı etnik çekirdek tipleri açısından yaklaşıldığında‚ 7-9. yüzyıl Türk yazılı dokümanları yatay etni tipi üzerine inşa edilmiş “Türk” milletinin varlığından söz edilebileceğini ortaya koyar. Dikey’e karşı Yatay etni tipi terimini ilk Smith kullanmıştır (3). Smith’e göre, bir devletin etnik çekirdeğini oluşturan hâkim yatay etni‚ orta tabakaları ve uzak diyarları hâkim etnik kültüre tedricî olarak katabilir. Bu katılmanın asıl âmili, ona göre bürokratik devlettir. Bu doğru olmalıdır. Askerî‚ idarî‚ mâlî ve hukukî aygıtlarıyla bu bürokratik devlet‚ hâkim aristokratik etnik çekirdeğin mirasını oluşturan değerlerden‚ sembollerden‚ mitlerden‚ geleneklerden ve anılardan mürekkep sermayeye çekidüzen verir ve onu yayar. Pratikte egemen ve periferik etnik kültürler arasında hâkim çekirdeğin tayin ettiği parametreler dâhilinde belli bir intibak gerektirirse de‚ bu sayede aristokratik etnik devlet nüfus için yeni ve daha geniş bir kültürel kimlik tanımlamaya muktedir olur (Smith 1994: 93-4).
Eski ve orta dönem Türk devletlerinin etnik çekirdeğini oluşturan etni tipinin yatay etni tipi olduğu iddiası yeni değildir. Siyaset bilimci olarak Ş. Mardin, Türklerde aristokrasinin varlığına işaret etmiştir, ancak onun belirttiği gibi “Daha eski Türk topluluklarında olduğu gibi, Oğuzlarda da tepede bir Han ya da aşiret başkanının, onun altında bir aristokrat tabakanın (beyler), son olarak da alt sınıflar ya da halkın yer aldığı basit bir tabakalaşma düzeni görülmektedir” (1995: 80) şeklindeki değerlendirmenin de, en azından bizim dayandığımız belgelerin Türkleri açısından bütün gerçeği yansıttığı söylenemez. Bu söylenenler açısından da, 7-9. yüzyıl kayıtları ve onların tamamlayıcısı veya denetleyicisi belgeler sorgulanmaya çalışılacaktır.
Smith’e göre, etnie’ler değişen derecelerde olsa da mutad olarak altı ana özelliği gösterirler:
cemaatin/topluluğun ‘aslını/özünü’ (essence) ifade etmek için ortak özel ad;
bir ortak ata miti‚ zamanda ve mekânda ortak bir köken fikrini kapsayan ve etnie’ye bir hayalî akrabalık duygusu veren mit‚ bir gerçekten ziyade bir mit‚ Horowitz’in ‘üst-aile’ (super-family) diye adlandırdığı şey;
paylaşılan tarihî anılar, veya daha iyisi‚ kahramanları‚ olayları veya onların anılışını içine alarak‚ bir ortak geçmiş veya geçmişlerin paylaşılan anıları;
ortak kültürün bir veya daha fazla unsuru‚ belirtmeye gerek olmamakla birlikte normal olarak din‚ gelenekler ve dili kapsar;
bir ana yurtla bağ‚ etnie tarafından fizikî işgali zarurî değildir‚ sadece ata topraklara sembolik bir bağ; diaspora halklarda olduğu gibi;
etnie nüfusunun en azından bazı bölümlerinin bir kısmında dayanışma duygusu (Smith 1986: ch. 2).
Bu, “etnie’lerin tanımında paylaşılan mitlerin ve anıların ve fertlerin cemaatle sübjektif hüviyet ispatının önemini ortaya koyar; köken ve tercih mitlerini içine alarak, paylaşılan mitler ve anılar ile onların vücuda getirdiği dayanışma duygusu olmadığı takdirde bir cemaatten çok bir etnik kategoriyi konuşmuş oluruz. İkinci anahtar unsur geçmişe oryantasyon/yönelimdir; cemaatin kökenlerine ve atalarına ve onun ‘altın çağları’na‚ siyasî‚ artistik ve ruhî büyüklük dönemlerini içine alarak‚ onun tarihî teşkiline yönelim. Cemaatin kaderi bir biricik‚ paylaşılan geçmişin bizzat anlaşılmasıyla‚ etno-tarihe bağlıdır” (Hutchinson ve Smith 1996: 7).
Türkler eski Türk çağlarında ortak mitleri ve anıları olan bir topluluktu.
A.D. Smith, Ethnic Origins of Nations (Milletlerin Etnik Kökenleri) adlı eserinde, etnik kökenlerin ve ahfadın mitinde, bir millî mitolojide bulunan motif ve unsurları şöyle sıralamıştır;
orijinlerin zamanda bir miti; yani topluluk ne zaman ‘doğdu’;
orijinlerin mekânda bir miti; yani topluluk nerede doğdu;
bir atalar miti; yani bizi kim doğurdu ve ondan (dişi/erkek) biz nasıl geldik;
bir göç miti; yani nereleri dolaştık;
bir hürriyet miti; yani nasıl hür olduk;
bir altın çağ miti; yani biz nasıl büyük ve kahraman olduk;
ölüm/yok oluş miti; yani biz nasıl inkıraz bulduk/zayıfladık ve nasıl fethedildik/sürgün edildik;
yeniden doğuş miti; yani eski ihtişamımızı yeniden nasıl sağlayacağız (1986: 192).
Türk köken efsanesi
Bu sayılan unsurlar dahilinde, sosyal antropolojik ve sosyolojik cihetten “Türk” köken mitolojisinin incelendiğini söylemek güçtür. Bununla beraber Prof. Ögel’in 2 ciltlik Türk Mitolojisi (1971, 1995) adlı yetkin eseri Türklük bilimi üzerine uğraşanlara iyi bir yol göstericidir. Türk köken ‘mit’ine dair malzeme Ögel’in eserinde değerlendirmeye alınmıştır. Ögel, Çin kaynaklarındaki metinleri ayrı bir çalışma olarak da daha önce neşretmişti (1957). Türk köken ‘mit’i ile ilgili son müstakil çalışmalardan biri olarak, D. Sinor’un “The legendary origin of the Türks/Türklerin efsanevî kökeni” (1982) araştırmasını da hem araştırmacının vardığı sonuçlar hem de incelemenin özelliği bakımlarından anmak gerekir. Peter Golden da An Introduction to the History of the Turkic Peoples/Türkî Halkların Tarihine Giriş adlı eserinde konu üzerinde durmuştur (1992: 117-124). Golden’ın bu konu ile ilgili görüş ve düşüncelerini topladığı bölümün “The Questions of Türk Origins/Türk kökenleri meselesi” şeklindeki başlığı, onun “Türk etnie”sine yaklaşımı hakkında fikir verebilir. Esasen, Sinor ve Golden “Türk etnie” anlayışlarında hem-fikirdirler.
Çin Kaynaklarında Türk Köken Efsanesi
En eski Türk köken efsanesi metinleri, bugünkü bilgilerimiz dâhilinde, Çin kaynaklarında tespit edilebilmiştir. Bu kaynakların özelliği resmî sülâle yıllıkları olması yanında, sülâlelerin hükümranlık dönemleri ile “Türk” köken efsanesinin bulunduğu bu yıllıkların oluşturulduğu tarihlerin Kök Türk devletinin I. dönemine rastlamasıdır. Bu yönüyle önemlidir.
Sinor, “Türk” köken efsaneleri ile ilgili olarak Çin kaynaklarında tespit edilen üç efsane üzerinde durur. Bunlardan en eskisi 629’larda tamamlanan Chou sülâlesi yıllıkları Chou shu’da geçen efsanedir (Sinor’un Legend A’sı, Ögel’in Göktürklerin Birinci Menşe Efsanesi). Aynı efsanenin çok az farklı bir versiyonu 659’da tamamlanan Pei shih’de (Ögel’de yoktur) ve Sui sülâlesi (581-617~618) yıllıkları Sui shu’da (629-636) da geçer. Sui shu’daki metin, Ögel tarafından Chou shu’dakinden ayrı olarak değerlendirilmiş ve Göktürklerin İkinci Menşe Efsanesi olarak verilmiştir. Sinor ise, Sui shu ve Pei shih metinleri arasındaki farkın çok az olduğunu belirterek, Birinci Menşe Efsanesi (Sinor’un Legend A’sı) için yaptığı karşılaştırmada Pei shih’deki metni esas almıştır. Sinor, bunları Ögel gibi bağımsız olarak değerlendirmediği için haklıdır. Yani, bu köken efsanesinin Çin kaynaklarında 3 versiyonu vardır.
Türk köken efsanesi ile ilgili II. Metin (Sinor’un Legend B’si, Ögel’in Göktürklerin Üçüncü Menşe Efsanesi), Chou shu’nun Türk kısmında I. Metnin hemen altında verilmiştir (50, 2a).