Mavi
14.Şubat.2014, 01:34
TUTANK AMON'UN LANETİ EFSANESİNİN SONU
Bilim adamları yayılan söylentileri ısrarla reddetti ama beklenmedik ölümlerle gizem daha da büyüdü ve bir mumya laneti efsanesi oluştu.
Yaşar İliksiz´in Ali Murat Güven´in araştırmasına zeylidir...
Ali Murat Güven´in yazısının tam metni şöyle:
TUTANK AMON'UN 'BİLİMSEL' LANETİ
M.Ö. 1334-1315 yılları arasında yaşayan Tutank Amon, Eski Mısır´ın en genç yaşta ölen firavunuydu. Ve 1922 yılında mezarını büyük bir tantanayla açarak onu 3300 yıllık uykusundan uyandıran en az üç düzine araştırmacı, bu olaydan çok kısa bir süre sonra ard arda hayatlarını kaybettiler.
Arkeoloji dünyası uluslararası kamuoyunda hızla yayılan ´lanet´ söylentilerini ısrarla reddetmesine karşın, bu beklenmedik ölümlere yıllarca mantıklı bir açıklama da getiremedi. Oysa, vaktiyle firavunu lahitine yerleştirenler, onu akıllara durgunluk veren bir savunma mekanizmasıyla kuşatmışlardı.
Howard Carter, ´Bugün kapıyı kırıp içeri gireceğiz´ dediğinde bütün ekibi hem derin bir korku, hem de heyecan dalgası kapladı. Bir aydan bu yana süren yorucu kazının ardından, arkeoloji tarihinin en büyük keşiflerinden biriyle aralarında artık yalnızca bu devâsâ taş blok kalmıştı.
Gece yarısına kadar süren sabırlı çalışmalardan sonra, gün boyu taş bloğa belki binlerce kez vurmuş olan Mısırlı işçiler nihayet ´altın vuruş´u yaptılar. Balyoz, son savruluşunda, hemen hemen 3300 yıldır içine hiç taze hava girmemiş olan odaya dalıverdi. Heyecandan boğulmak üzere olan Carter, büyük bir sabırsızlık içinde kapıda açılan deliği genişletti; içinden geçebileceği büyüklüğe getirince de elindeki fenerle yerin 16 metre altındaki mezar odasına daldı.
İlk izlenimleri olağanüstüydü. Başını nereye çevirse göz kamaştırıcı bir kraliyet hazinesinin parçalarıyla karşılaşıyordu. Başta taht olmak üzere, her biri som altından yapılmış olan bir sürü kişisel eşya odanın dört bir yanına özenle dizilmiş durumdaydı. Arkeoloji tarihinin -henüz hırsızlar tarafından yağmalanmamış- ilk firavun mezarına girme onuru, artık sonsuza dek kendisine aitti.
Ardından, köşede duran lahiti farkederek heyecan içinde yanıbaşına koştu. Çevresindeki duvarlar hiyerogliflerle donatılmış olan lahit, mükemmel biçimde yontulmuş bir kuvars bloğundan yapılmıştı. Genç firavun da içindeki altın bir sandukanın içinde, gömüldüğü günkü mühürlerine o ana dek hiç dokunulmamış bir hâlde yatıyordu. İngiliz araştırmacı, duvardaki hiyerogliflere üstünkörü bir göz attığında ise şu cümleyi okuyacaktı: ´Ölüm, firavunların huzurunu bozanı kanatlarla katledecektir.´
Sonra başını yeniden lahite çevirdiğinde, hemen baş kısmında som altından bir lamba gördü. Onun üzerinde de ´Gizli odaya girilmesini önleyeceğim. Benim görevim ölüyü korumak´ yazıyordu. Deneyimli bir arkeolog olarak, bu tehditkâr sözlerin eski Mısır mezarlarının içini düzenleyen rahiplerin mezar soyguncularına yönelik korkutma amaçlı geleneksel uyarıları olduğunu düşündü, ardında da dışarıda sabırsızlık içinde bekleşen ekibine seslendi: ´Başardık! Dünya bugünü asla unutmayacak!´
Dünyanın gerçekten de hiç unutmayacağı ve sonradan sık sık tartışmaya açacağı o gün, takvimler 26 Kasım 1922´yi göstermekteydi. Eski Mısır´ın 16. firavunu Tutank Amon, ölümünden yaklaşık 3300 yıl sonra bütün kişisel hazineleri ve sırlarıyla birlikte yeniden gün ışığına çıkıyordu.
'LANET' DALGASI BAŞLIYOR
İngiliz arkeolog Howard Carter, 17 yaşından bu yana Mısır´da yaşayan, o tarihe dek yüzlerce kazıya katılmış deneyimli bir Eski Mısır uzmanıydı. Tutank Amon mezarı kazısını da bu ülkede tesadüfen tanıştığı soylu ve maceraperest Lord Carnavaron´un sağladığı mâlî destek sayesinde gerçekleştirmişti. Carter´i tam 15 yıl boyunca büyük bir arkeolojik keşif yapması için sabırla finanse eden Lord, mezar odasına girildiği gün de onun yanındaydı.
Bu büyük keşfi bir kaç gün içinde dünya medyasına duyuran ikilinin olaydan duyduğu büyük sevinç, kısa sürede yerini gerilime ve karşılıklı suçlamalara bıraktı. Yıllardır süregelen ve çevrelerindeki herkes açısından sarsılmaz gibi görünen bu dostluk bir anda bozulmuştu. Sonunda da oldukça şiddetli bir kavgayla yollarını ayırdılar.
Mezarın açılmasından yalnızca dört ay sonra, kendine iyi bakan zinde biri olarak tanınan Lord Carnavaron, Kahire´deki Continental Savoy Oteli´nde âni bir komaya girerek öldü. İlk teşhis ´kan zehirlenmesi´ yönündeydi. Sonradan alınan bir haberle, Lord´un Kahire´den binlerce kilometre uzaktaki İskoçya´daki malikânesinde bulunan çoban köpeğinin de aynı dakikalarda titremeye başladığı ve kısa süre içinde öldüğü öğrenilecekti. Bu olay, İngiltere´de özellikle The Times gazetesinin kazı ve sonrasında olanları ´Tutank Amon´un laneti´ ifadesiyle başlığa çıkarmasına yol açtı.
Genç firavunun mezarıyla şu ya da bu biçimde teması olanların başına gelen âni ölümler, sonraki günler ve haftalarda da şaşırtıcı bir sıklıkla devam etti. Öldüğü ana kadar Lord Carnavaron´a bakan İngiliz hemşire, 1926 yaşında henüz 28 yaşındayken doğum yaparken öldü. Mezarın açılışında bulunan Amerikalı milyarder George Jay Gold, kısa bir süre sonra oraya yaptığı yeni bir ziyaretin hemen ardından ateşlenerek bölgede son nefesini verdi. Fransız arkeolog Prof. La Fleur´ün akıbeti de tıpatıp aynı oldu. O da Krallar Vadisi´nde mezarı incelediği gün otel odasında âni bir şokla öldü. Arkeolog Carter´ın yardımcılarından biri olan C. Mace, mezarda çalıştıkça sık sık ateş nöbetlerine tutulmaya başlamıştı. 1924 yılında artık daha fazla çalışamayacağını farkederek, ekipten ayrıldı ve inzivaya çekildi. Bu arkeolog da 1928 yılında yine ateşli bir hastalıktan öldü. Carter´ın diğer yardımcısı olan 45 yaşındaki Richard Bethel ise keşiften kısa bir süre sonra ´kan dolaşımı yetersizliği´ gibi yaşına ve sağlık durumuna hiç uymayan bir teşhisle hayata vedâ edecekti.
Bir kaç yıl içinde ard arda yaşanan bu ölümlere karşılık, paçayı kurtaran bazı ekip üyeleri de vardı. Sözgelimi tıpkı Carter gibi James Henry Breasted de kazı sonrasında çok ağır ateşli hastalıklar geçirdi; ancak ölümü yenerek normal hayatına devam etmeyi başardı.
Sonunda bu ´lanet´ öyküsü The Times´ın sayfalarını aşıp uluslar arası bir söylentiye dönüştüğünde, bazı bilim adamları yarım gönülle de olsa konuyu inceleme gereğini duydular. Kahire Üniversitesi´nden Dr. İzzettin Taha, yıllar sonra konuyla bilimsel olarak ilgilendi. Yaptığı araştırmalarda ulaştığı bulgular ise son derece ilginçti. Mısırlı araştırmacı, mezar odasıyla bir biçimde teması olan bütün insanların ciğerlerinde özel bir mantar hastalığı türünün geliştiğini farketti. Vücuda girdikten sonra yüksek ateşe yol açan bu bakteri, kişinin solunum sistemini kilitliyor ve boğularak ölmesine yol açıyordu. Lanet öykülerine asla prim vermeyen Taha, bunların etkili zehirler üretme konusunda gayet mahir olan eski Mısırlıların mezar odalarına kurdukları biyolojik tuzaklardan kaynaklandığını savunuyordu. Bu kez, bilim dünyasında belli ölçüde ilgi gördü ve benimsendi. Öte yandan, kaderin acı bir cilvesi sonucunda, bulgusu bir süre sonra Taha´nın kendi ölümünde de doğrulanacaktı. Kahire´den Süveyş´e giderken düz yolda bir kamyonla çarpışarak hayatını kaybeden araştırmacıya otopsi yapıldığında, ölümünden saniyeler önce solunumunun durduğu anlaşıldı.
Tutank Amon ile ilgili en trajik ölüm ise 1972 yılında yaşandı. Firavun hazineleri sergilenmek üzere Londra´ya gönderilirken bir İngiliz gazeteci tarafından kendisine ´lanet´ öyküsü sorulan Mısır Eski Eserler Dairesi Başkanı Dr. Kemaleddin Mehrez, ´Bana bir bakın hele´ dedi alaycı bir ifadeyle, ´Ömrüm boyunca düzinelerce mezara girip çıktım, sayısız mumyaya dokundum. Herhangi bir lanet etkisi görebiliyor musunuz? Benim sağlığım, bütün bunların birer tesadüf olduğunun en iyi kanıtıdır.´ Mehrez, bu sözleri söyledikten dört hafta sonra, eserlerin son partisi de uçakla İngiltere´ye gönderilirken henüz 52 yaşında solunum yetmezliğinden öldü.
1980 yılında ´lanet´i konu olan bir filmin başrol oyuncusu olan İngiliz aktör Ian Mc Shane, Kahire´deki çekimlerin daha ilk gününde bir at arabasının üzerine devrilmesi sonucunda yaralandı ve bacağı on ayrı yerden kırıldı. Bu olay üzerine filmin pek çok oyuncusu projede görev almaktan vazgeçecekti.
Ölümü hiç de gizemli olmamış
Gerek Mısır´daki gerekse dünyanın diğer ülkelerindeki Eski Mısır kültürü uzmanları Tutank Amon´la ilişkili ´lanet´ iddialarını hiç bir zaman ciddiye almadılar. Ancak, bu iddiaların üç düzine dolayında insanı beklenmedik biçimde hayattan koparışına ise mantıklı bir açıklama getiremediler. Yapılan yorumlar arasında yine en mantıklısı, Dr. Taha´nın ´mantar´ tezi oldu.
Öte yandan, böylesi sıradışı iddialar, uzun Mısır tarihinde aslında çok büyük bir siyasî önemi olmayan bu genç hükümdarın ününü de giderek pekiştirecekti. Öyle ki Tutank Amon´un turistik popülaritesi zamanla -mezarı aynı bölgede bulunan- firavunlar firavunu 2. Ramses´i bile geçti ve daha 9 yaşındayken tahta geçip henüz 19 yaşındayken ölümüyle tahttan inen bu gizemli genç adamın mezarı Mısır tarihinin en ünlü hükümdarından bile daha çok ilgi görür oldu.
Bilim dünyası, ölümü hakkında da bir çok tezler ortaya atılan Tutank Amon´un bu sırrına gerçek anlamda son noktayı ise ancak geçtiğimiz yıl koyabildi. 2005 yılı Temmuz ayında, Mısır Eski Eserler Kurumu Başkanı Dr. Zahi Hawas liderliğindeki bir ekip tarafından Krallar Vadisi´ndeki lahitinden alınıp üç boyutlu tomografisi çekilen firavunun, gerçek ölüm nedeni, son nefesini verişinden tam 33 yüzyıl sonra günışığına çıkacaktı. Yapılan ayrıntılı incelemede, tahta doyamadan giden firavunun, ayağından aldığı bir yaranın hızla kangren olması nedeniyle hayatını kaybettiği anlaşıldı.
Gerçekte basit bir yarayı iyileştirecek tıbbî güçleri bile bulunmayan Mısırlılar, buna karşılık ustaca hazırladıkları ölüm saçan tehlikeli kimyasal karışımlarıyla bu öykünün içinden gelip geçen düzinelerce insanı yüzlerce yıl sonra bile olsa Tutank Amon´un yanına göndermeyi başarmışlardı.
Yaşar iliksiz:
ALİ MURAT GÜVEN´İN GÖZARDI ETTİĞİ DETAYLAR
* Efsanelere göre Lord ,o ana dek harcamış olduğu paraları çıkarmak istiyordu. Mezardan ne kadar değerli bulgu çıkarsa çıksın,onlara sahip olamayacağının farkındaydı..Çünkü daha önce pek çok piramidin yağmalanmasından ağzı yanan Mısır hükümeti kazıyı sıkı denetliyordu. Lord, mezarla ilgili tüm bilgileri The Times gazetesine para karşılığı sattı. Böylece Ingiliz okurlar, daha kazı sırasında olan biten her şeyi günü gününe izlemeye başladılar.
* Gizeme meraklılarının oluşturduğu site ve yazdıkları kitaplara göre; kontun ölümünden sonra Marie Corcill adlı bir romancı lanet tezini ortaya atan ilk isimdir. Mezarın açılışına katılan herkes lanete uğrayacaktı. Romancının kehaneti gerçekleşti (!)
* Gazetelerden biri bir gün Carter’ın da öldüğünü yazdığında, bilim adamı artık dayanamadı. Bir kere, ölen kendisi değildi ve olay yalnızca isim benzerliğinden ibaretti. ´Araştırıcı,´ diyordu Carter ´işine, hiç şüphesiz ciddilik ve kutsal bir saygıyla, fakat sansasyonlara susamış kitlenin, esrarlı cazibesine kolayca kapılacağı o ürpertiden uzak kalarak girişir. Saçma sapan gevezelikte aklın ve anlayışın yeri yoktur. Ama anlaşılan biz eski çağlardan pek de o kadar fazla ileri sayılmayız …´ Carter’ı kızdırp böyle bir açıklama yapmasına neden olan lanet aslında yoktu; hiç olmamıştı. Mısır geleneklerinde yaşayanlar için böyle bir lanet yazma adeti yoktu; tersine mezarların duvarlarına ölünün hayattayken yaptığı işler yazılır ve insanların onun arkasından dindarca hayır duaları etmesi istenirdi. Firavunun laneti o dönemin ´magazin´ gazeteciliğinin uydurmasından başka birşey değildi.
* Efsanelerin baş kahramanı olan ve mumyaya karşı en büyük suçu(!) işleyen (ona küfredip, lahidini tekmeleyen) Carter’ın ölmemesi laneti savunanların gözardı etmek zorunda kaldığı bir detaydır. Bu nasıl bir lanettir ki ´Beyaz Efendi´ hariç herkesi öldürmektedir!
*´Bu bir istisnadır´ diyerek hâlâ laneti savunacak olanların, 26 Kasım 1922’de Mumya ile yakından ilgilenen Mısırlı Bilimci Peray Newberi ve mumyanın sargısını çözen Douglas Derry´in nasıl uzun ve mutlu bir ömür sürüp 85 yaşını aştığını da ceavaplamak zorundalar...
* Daha ilginç bir detay da şu; pek çok piramit mezar daha Ortaçağda yağmalanmış, geriye bir bu gözden kaçan mezar kalmıştı. Büyük Ramses de dahil, yağmalanan diğer mezarlara dair yerel ve cılız bir iki söylenti hariç bir lanet efsanesi olmaması ama Batılının elinin değdiği bu mezarda Doğulunun lanetinin ortaya çıkması ilginçtir.
* Tuthankamon turizminin mali boyutu göz ardı edilmezse efsanenin bu turizme katkısı çok daha net olarak görülebilir. Bu büyük pastadan sadece Mısır´ın değil, İngiltere ve Amerikalıların da devasa paylar alıyor oluşu işin ticari yönünün küçümsenmemesi gerektiğini göz önüne sermektedir.
Bir de işin asıl can alıcı noktasını oluşturan ve derinlemesine araştırılmaya muhtaç emperyalist yönü vardır ki o bu yazının sınırlarını aştığı için es geçilmiştir. Ama Hitler de dahil olmak üzere İngiliz, Rus ve Amerikalı casusların bu mezar araştırmalarını bir kılıf olarak kullandığı bir gerçektir...
BİLİM İŞ BAŞINDA
Dikkatli bir araştırma yapıldığında ölümlerin çoğunun gazete haberlerine dayandığı dikkat çekmektedir. Yani iddia edildiği kadar çok ölüm vakası yaşandığı sadece rivayettir.
Ki varlığı ispatlanabilen ölüm sayısının oranı normal hayattaki ölümlerin oranından çok da farklı değildir. Bir kaç ölüm dışında benzerlik söz konusu olmaması, yüzlerce araştırmacı arasından bir iki düzinenin kaza ve hastalık sonucu ölümünü pek de olağan dışı göstermez. Ama ölenlerin hepsinin ortak noktası piramide temas olduğu için ilk bakışta sanki abartılı bir oran varmış hiss, uyandırılmaktadır..
ZEHİRLİ GAZ TEORİSİ
Bilim dergilerine yansıyan bir haber şöyle diyordu: ´Sayısız filme ve habere konu olan ´Firavunun laneti´nin asılsız olduğu iddia edildi.
Mısır´ın önde gelen arkeologlarından Zahi Hawass, çıkarmaya hazırlandığı yeni kitabıyla bugüne kadar süregelen inanışı altüst edecek. Hawass, mumyaların laneti konusuna şöyle açıklık getiriyor ´Bugüne kadar firavunların mezarlarını açtıktan sonra da yaşamaya devam eden çok sayıda arkeolog var. Firavunların mezarlarında bilinmeyen tehlikeler olduğu kesin. Fakat bunun en büyük nedeni mezarlarda biriken radon gazıdır. Zaten bu nedenle açılmamış beş mezarı inceleyen ekibimiz önce bir hava ölçümü yapacak. Yani lanet falan yok, sadece zehirli gaz var´
Fakat bu zehirli gaz tezi, her ne kadar kısmi gerçeklik içerse de istisnasız herkesi etkilemesi gerektiği için pek inandırıcı bulunmadı...
ZEHİRLİ MANTARLARIN MARİFETİ
Kahire Üniversitesi´nden Dr. İzzettin Taha´nın araştırmalarında saptadığı Aspergilus Flavus adlı bir mantar ise lanet söylencesine yol açan ölümlerin sıırını izaha yetmektedir. Biyolojik bulgular ve ölülerin ciğerlerinden alınan dokulardaki hasarlı parçacıkların parelel sonuçlar vermesi şüpheleri yok etmeye yetmektedir. Tabi bu sadece bilime inananlar için geçerli bir bulgu...
Biyologlar, parazitlerin ve hastalıkların uzun süre uykuda kaldıktan sonra gerekli ortam doğduğunda tekrar daha etkin biçimde geri dönme olasılığını uzun süre araştırdılar. Sonunda Paris, Pierre ve Marie Curie Üniversitesi´nden Sylvain Gandon , bu sorunun yanıtının ´evet mümkün´ olduğunu, Proceedings of the Royal Socviety´de yayınlanan araştırmasında açıkladı.
Bu araştırmanın gelecekte toplum sağlığı açısından büyük yararları olabilir. Bu tür uykuya dalmış parazitlerin yeri belirlenerek kişilerin hastalanma riski azalacağı gibi, hastalıkların öldürücülük derecesi de azaltılarak pek çok yaşam kurtarılabilir.
Araştırmacılar 1996 yılında, laneti matematiksel bir modele dönüştürdüler. Uyuyan parazitin uyuduğu sırada taşıdığı ölüm riski ne denli yüksekse, öldürücülüğü de o oranda yüksek olmaktadır. Bu riski taşıyan parazit öldürücü etkisini ve etkin hale geldiği andaki yayılma hızını arttırır.
Gandon, öldürücülük derecesi yüksek hastalıkların, bulaştığı herkesi ve bu arada yayılma olanağı bulmadan kendisini de yok ettiğine dikkat çekerek, hastalığın etkili olmasındaki en önemli noktanın, bu hastalığa ilk yakalananları öldürmeden önce yayılabilmesi için hafif ya da orta şiddette belirtilerle ya da daha sonra şiddetli belirtilerle ortaya çıkması olduğunu gösterdi.
Öldürücülüğün yayılma hızına bağlı olmadığı parazitlerde ise uykuya yatmak, öldürücülüğü arttırmaktadır. Ancak burada kişinin birden fazla parazit tarafından enfekte edilmesi ve uyuma sürecinde parazitin ölüm riski taşıyor olması gerekmektedir. Uykudan uyanan parazit birden çok ölüme neden olarak yayılmasına gerek kalmadan yeniden uykuya dalar.
İşte Firavunun Laneti´nin temelinde de benzer bir olay söz konusudur. Sağlık ve hijyen koşullarının iyileştirilmesiyle parazitlerin uykuya dalması engellenerek öldürücü etkileri azaltılabilir.
Bu bulgular, yıllar önce elde edilen bilimsel araştırma sonuçları olarak sadece bir kaç yüz tiraj yapan bilimsel dergilerde sıkışıp kaldılar. Bilimden daha yaygaracı olan şarlatan efsaneleri ise kitaptan kitaba, siteden siteye, forumdan foruma dolaşmaya devam ediyor...
Alıntı
Bilim adamları yayılan söylentileri ısrarla reddetti ama beklenmedik ölümlerle gizem daha da büyüdü ve bir mumya laneti efsanesi oluştu.
Yaşar İliksiz´in Ali Murat Güven´in araştırmasına zeylidir...
Ali Murat Güven´in yazısının tam metni şöyle:
TUTANK AMON'UN 'BİLİMSEL' LANETİ
M.Ö. 1334-1315 yılları arasında yaşayan Tutank Amon, Eski Mısır´ın en genç yaşta ölen firavunuydu. Ve 1922 yılında mezarını büyük bir tantanayla açarak onu 3300 yıllık uykusundan uyandıran en az üç düzine araştırmacı, bu olaydan çok kısa bir süre sonra ard arda hayatlarını kaybettiler.
Arkeoloji dünyası uluslararası kamuoyunda hızla yayılan ´lanet´ söylentilerini ısrarla reddetmesine karşın, bu beklenmedik ölümlere yıllarca mantıklı bir açıklama da getiremedi. Oysa, vaktiyle firavunu lahitine yerleştirenler, onu akıllara durgunluk veren bir savunma mekanizmasıyla kuşatmışlardı.
Howard Carter, ´Bugün kapıyı kırıp içeri gireceğiz´ dediğinde bütün ekibi hem derin bir korku, hem de heyecan dalgası kapladı. Bir aydan bu yana süren yorucu kazının ardından, arkeoloji tarihinin en büyük keşiflerinden biriyle aralarında artık yalnızca bu devâsâ taş blok kalmıştı.
Gece yarısına kadar süren sabırlı çalışmalardan sonra, gün boyu taş bloğa belki binlerce kez vurmuş olan Mısırlı işçiler nihayet ´altın vuruş´u yaptılar. Balyoz, son savruluşunda, hemen hemen 3300 yıldır içine hiç taze hava girmemiş olan odaya dalıverdi. Heyecandan boğulmak üzere olan Carter, büyük bir sabırsızlık içinde kapıda açılan deliği genişletti; içinden geçebileceği büyüklüğe getirince de elindeki fenerle yerin 16 metre altındaki mezar odasına daldı.
İlk izlenimleri olağanüstüydü. Başını nereye çevirse göz kamaştırıcı bir kraliyet hazinesinin parçalarıyla karşılaşıyordu. Başta taht olmak üzere, her biri som altından yapılmış olan bir sürü kişisel eşya odanın dört bir yanına özenle dizilmiş durumdaydı. Arkeoloji tarihinin -henüz hırsızlar tarafından yağmalanmamış- ilk firavun mezarına girme onuru, artık sonsuza dek kendisine aitti.
Ardından, köşede duran lahiti farkederek heyecan içinde yanıbaşına koştu. Çevresindeki duvarlar hiyerogliflerle donatılmış olan lahit, mükemmel biçimde yontulmuş bir kuvars bloğundan yapılmıştı. Genç firavun da içindeki altın bir sandukanın içinde, gömüldüğü günkü mühürlerine o ana dek hiç dokunulmamış bir hâlde yatıyordu. İngiliz araştırmacı, duvardaki hiyerogliflere üstünkörü bir göz attığında ise şu cümleyi okuyacaktı: ´Ölüm, firavunların huzurunu bozanı kanatlarla katledecektir.´
Sonra başını yeniden lahite çevirdiğinde, hemen baş kısmında som altından bir lamba gördü. Onun üzerinde de ´Gizli odaya girilmesini önleyeceğim. Benim görevim ölüyü korumak´ yazıyordu. Deneyimli bir arkeolog olarak, bu tehditkâr sözlerin eski Mısır mezarlarının içini düzenleyen rahiplerin mezar soyguncularına yönelik korkutma amaçlı geleneksel uyarıları olduğunu düşündü, ardında da dışarıda sabırsızlık içinde bekleşen ekibine seslendi: ´Başardık! Dünya bugünü asla unutmayacak!´
Dünyanın gerçekten de hiç unutmayacağı ve sonradan sık sık tartışmaya açacağı o gün, takvimler 26 Kasım 1922´yi göstermekteydi. Eski Mısır´ın 16. firavunu Tutank Amon, ölümünden yaklaşık 3300 yıl sonra bütün kişisel hazineleri ve sırlarıyla birlikte yeniden gün ışığına çıkıyordu.
'LANET' DALGASI BAŞLIYOR
İngiliz arkeolog Howard Carter, 17 yaşından bu yana Mısır´da yaşayan, o tarihe dek yüzlerce kazıya katılmış deneyimli bir Eski Mısır uzmanıydı. Tutank Amon mezarı kazısını da bu ülkede tesadüfen tanıştığı soylu ve maceraperest Lord Carnavaron´un sağladığı mâlî destek sayesinde gerçekleştirmişti. Carter´i tam 15 yıl boyunca büyük bir arkeolojik keşif yapması için sabırla finanse eden Lord, mezar odasına girildiği gün de onun yanındaydı.
Bu büyük keşfi bir kaç gün içinde dünya medyasına duyuran ikilinin olaydan duyduğu büyük sevinç, kısa sürede yerini gerilime ve karşılıklı suçlamalara bıraktı. Yıllardır süregelen ve çevrelerindeki herkes açısından sarsılmaz gibi görünen bu dostluk bir anda bozulmuştu. Sonunda da oldukça şiddetli bir kavgayla yollarını ayırdılar.
Mezarın açılmasından yalnızca dört ay sonra, kendine iyi bakan zinde biri olarak tanınan Lord Carnavaron, Kahire´deki Continental Savoy Oteli´nde âni bir komaya girerek öldü. İlk teşhis ´kan zehirlenmesi´ yönündeydi. Sonradan alınan bir haberle, Lord´un Kahire´den binlerce kilometre uzaktaki İskoçya´daki malikânesinde bulunan çoban köpeğinin de aynı dakikalarda titremeye başladığı ve kısa süre içinde öldüğü öğrenilecekti. Bu olay, İngiltere´de özellikle The Times gazetesinin kazı ve sonrasında olanları ´Tutank Amon´un laneti´ ifadesiyle başlığa çıkarmasına yol açtı.
Genç firavunun mezarıyla şu ya da bu biçimde teması olanların başına gelen âni ölümler, sonraki günler ve haftalarda da şaşırtıcı bir sıklıkla devam etti. Öldüğü ana kadar Lord Carnavaron´a bakan İngiliz hemşire, 1926 yaşında henüz 28 yaşındayken doğum yaparken öldü. Mezarın açılışında bulunan Amerikalı milyarder George Jay Gold, kısa bir süre sonra oraya yaptığı yeni bir ziyaretin hemen ardından ateşlenerek bölgede son nefesini verdi. Fransız arkeolog Prof. La Fleur´ün akıbeti de tıpatıp aynı oldu. O da Krallar Vadisi´nde mezarı incelediği gün otel odasında âni bir şokla öldü. Arkeolog Carter´ın yardımcılarından biri olan C. Mace, mezarda çalıştıkça sık sık ateş nöbetlerine tutulmaya başlamıştı. 1924 yılında artık daha fazla çalışamayacağını farkederek, ekipten ayrıldı ve inzivaya çekildi. Bu arkeolog da 1928 yılında yine ateşli bir hastalıktan öldü. Carter´ın diğer yardımcısı olan 45 yaşındaki Richard Bethel ise keşiften kısa bir süre sonra ´kan dolaşımı yetersizliği´ gibi yaşına ve sağlık durumuna hiç uymayan bir teşhisle hayata vedâ edecekti.
Bir kaç yıl içinde ard arda yaşanan bu ölümlere karşılık, paçayı kurtaran bazı ekip üyeleri de vardı. Sözgelimi tıpkı Carter gibi James Henry Breasted de kazı sonrasında çok ağır ateşli hastalıklar geçirdi; ancak ölümü yenerek normal hayatına devam etmeyi başardı.
Sonunda bu ´lanet´ öyküsü The Times´ın sayfalarını aşıp uluslar arası bir söylentiye dönüştüğünde, bazı bilim adamları yarım gönülle de olsa konuyu inceleme gereğini duydular. Kahire Üniversitesi´nden Dr. İzzettin Taha, yıllar sonra konuyla bilimsel olarak ilgilendi. Yaptığı araştırmalarda ulaştığı bulgular ise son derece ilginçti. Mısırlı araştırmacı, mezar odasıyla bir biçimde teması olan bütün insanların ciğerlerinde özel bir mantar hastalığı türünün geliştiğini farketti. Vücuda girdikten sonra yüksek ateşe yol açan bu bakteri, kişinin solunum sistemini kilitliyor ve boğularak ölmesine yol açıyordu. Lanet öykülerine asla prim vermeyen Taha, bunların etkili zehirler üretme konusunda gayet mahir olan eski Mısırlıların mezar odalarına kurdukları biyolojik tuzaklardan kaynaklandığını savunuyordu. Bu kez, bilim dünyasında belli ölçüde ilgi gördü ve benimsendi. Öte yandan, kaderin acı bir cilvesi sonucunda, bulgusu bir süre sonra Taha´nın kendi ölümünde de doğrulanacaktı. Kahire´den Süveyş´e giderken düz yolda bir kamyonla çarpışarak hayatını kaybeden araştırmacıya otopsi yapıldığında, ölümünden saniyeler önce solunumunun durduğu anlaşıldı.
Tutank Amon ile ilgili en trajik ölüm ise 1972 yılında yaşandı. Firavun hazineleri sergilenmek üzere Londra´ya gönderilirken bir İngiliz gazeteci tarafından kendisine ´lanet´ öyküsü sorulan Mısır Eski Eserler Dairesi Başkanı Dr. Kemaleddin Mehrez, ´Bana bir bakın hele´ dedi alaycı bir ifadeyle, ´Ömrüm boyunca düzinelerce mezara girip çıktım, sayısız mumyaya dokundum. Herhangi bir lanet etkisi görebiliyor musunuz? Benim sağlığım, bütün bunların birer tesadüf olduğunun en iyi kanıtıdır.´ Mehrez, bu sözleri söyledikten dört hafta sonra, eserlerin son partisi de uçakla İngiltere´ye gönderilirken henüz 52 yaşında solunum yetmezliğinden öldü.
1980 yılında ´lanet´i konu olan bir filmin başrol oyuncusu olan İngiliz aktör Ian Mc Shane, Kahire´deki çekimlerin daha ilk gününde bir at arabasının üzerine devrilmesi sonucunda yaralandı ve bacağı on ayrı yerden kırıldı. Bu olay üzerine filmin pek çok oyuncusu projede görev almaktan vazgeçecekti.
Ölümü hiç de gizemli olmamış
Gerek Mısır´daki gerekse dünyanın diğer ülkelerindeki Eski Mısır kültürü uzmanları Tutank Amon´la ilişkili ´lanet´ iddialarını hiç bir zaman ciddiye almadılar. Ancak, bu iddiaların üç düzine dolayında insanı beklenmedik biçimde hayattan koparışına ise mantıklı bir açıklama getiremediler. Yapılan yorumlar arasında yine en mantıklısı, Dr. Taha´nın ´mantar´ tezi oldu.
Öte yandan, böylesi sıradışı iddialar, uzun Mısır tarihinde aslında çok büyük bir siyasî önemi olmayan bu genç hükümdarın ününü de giderek pekiştirecekti. Öyle ki Tutank Amon´un turistik popülaritesi zamanla -mezarı aynı bölgede bulunan- firavunlar firavunu 2. Ramses´i bile geçti ve daha 9 yaşındayken tahta geçip henüz 19 yaşındayken ölümüyle tahttan inen bu gizemli genç adamın mezarı Mısır tarihinin en ünlü hükümdarından bile daha çok ilgi görür oldu.
Bilim dünyası, ölümü hakkında da bir çok tezler ortaya atılan Tutank Amon´un bu sırrına gerçek anlamda son noktayı ise ancak geçtiğimiz yıl koyabildi. 2005 yılı Temmuz ayında, Mısır Eski Eserler Kurumu Başkanı Dr. Zahi Hawas liderliğindeki bir ekip tarafından Krallar Vadisi´ndeki lahitinden alınıp üç boyutlu tomografisi çekilen firavunun, gerçek ölüm nedeni, son nefesini verişinden tam 33 yüzyıl sonra günışığına çıkacaktı. Yapılan ayrıntılı incelemede, tahta doyamadan giden firavunun, ayağından aldığı bir yaranın hızla kangren olması nedeniyle hayatını kaybettiği anlaşıldı.
Gerçekte basit bir yarayı iyileştirecek tıbbî güçleri bile bulunmayan Mısırlılar, buna karşılık ustaca hazırladıkları ölüm saçan tehlikeli kimyasal karışımlarıyla bu öykünün içinden gelip geçen düzinelerce insanı yüzlerce yıl sonra bile olsa Tutank Amon´un yanına göndermeyi başarmışlardı.
Yaşar iliksiz:
ALİ MURAT GÜVEN´İN GÖZARDI ETTİĞİ DETAYLAR
* Efsanelere göre Lord ,o ana dek harcamış olduğu paraları çıkarmak istiyordu. Mezardan ne kadar değerli bulgu çıkarsa çıksın,onlara sahip olamayacağının farkındaydı..Çünkü daha önce pek çok piramidin yağmalanmasından ağzı yanan Mısır hükümeti kazıyı sıkı denetliyordu. Lord, mezarla ilgili tüm bilgileri The Times gazetesine para karşılığı sattı. Böylece Ingiliz okurlar, daha kazı sırasında olan biten her şeyi günü gününe izlemeye başladılar.
* Gizeme meraklılarının oluşturduğu site ve yazdıkları kitaplara göre; kontun ölümünden sonra Marie Corcill adlı bir romancı lanet tezini ortaya atan ilk isimdir. Mezarın açılışına katılan herkes lanete uğrayacaktı. Romancının kehaneti gerçekleşti (!)
* Gazetelerden biri bir gün Carter’ın da öldüğünü yazdığında, bilim adamı artık dayanamadı. Bir kere, ölen kendisi değildi ve olay yalnızca isim benzerliğinden ibaretti. ´Araştırıcı,´ diyordu Carter ´işine, hiç şüphesiz ciddilik ve kutsal bir saygıyla, fakat sansasyonlara susamış kitlenin, esrarlı cazibesine kolayca kapılacağı o ürpertiden uzak kalarak girişir. Saçma sapan gevezelikte aklın ve anlayışın yeri yoktur. Ama anlaşılan biz eski çağlardan pek de o kadar fazla ileri sayılmayız …´ Carter’ı kızdırp böyle bir açıklama yapmasına neden olan lanet aslında yoktu; hiç olmamıştı. Mısır geleneklerinde yaşayanlar için böyle bir lanet yazma adeti yoktu; tersine mezarların duvarlarına ölünün hayattayken yaptığı işler yazılır ve insanların onun arkasından dindarca hayır duaları etmesi istenirdi. Firavunun laneti o dönemin ´magazin´ gazeteciliğinin uydurmasından başka birşey değildi.
* Efsanelerin baş kahramanı olan ve mumyaya karşı en büyük suçu(!) işleyen (ona küfredip, lahidini tekmeleyen) Carter’ın ölmemesi laneti savunanların gözardı etmek zorunda kaldığı bir detaydır. Bu nasıl bir lanettir ki ´Beyaz Efendi´ hariç herkesi öldürmektedir!
*´Bu bir istisnadır´ diyerek hâlâ laneti savunacak olanların, 26 Kasım 1922’de Mumya ile yakından ilgilenen Mısırlı Bilimci Peray Newberi ve mumyanın sargısını çözen Douglas Derry´in nasıl uzun ve mutlu bir ömür sürüp 85 yaşını aştığını da ceavaplamak zorundalar...
* Daha ilginç bir detay da şu; pek çok piramit mezar daha Ortaçağda yağmalanmış, geriye bir bu gözden kaçan mezar kalmıştı. Büyük Ramses de dahil, yağmalanan diğer mezarlara dair yerel ve cılız bir iki söylenti hariç bir lanet efsanesi olmaması ama Batılının elinin değdiği bu mezarda Doğulunun lanetinin ortaya çıkması ilginçtir.
* Tuthankamon turizminin mali boyutu göz ardı edilmezse efsanenin bu turizme katkısı çok daha net olarak görülebilir. Bu büyük pastadan sadece Mısır´ın değil, İngiltere ve Amerikalıların da devasa paylar alıyor oluşu işin ticari yönünün küçümsenmemesi gerektiğini göz önüne sermektedir.
Bir de işin asıl can alıcı noktasını oluşturan ve derinlemesine araştırılmaya muhtaç emperyalist yönü vardır ki o bu yazının sınırlarını aştığı için es geçilmiştir. Ama Hitler de dahil olmak üzere İngiliz, Rus ve Amerikalı casusların bu mezar araştırmalarını bir kılıf olarak kullandığı bir gerçektir...
BİLİM İŞ BAŞINDA
Dikkatli bir araştırma yapıldığında ölümlerin çoğunun gazete haberlerine dayandığı dikkat çekmektedir. Yani iddia edildiği kadar çok ölüm vakası yaşandığı sadece rivayettir.
Ki varlığı ispatlanabilen ölüm sayısının oranı normal hayattaki ölümlerin oranından çok da farklı değildir. Bir kaç ölüm dışında benzerlik söz konusu olmaması, yüzlerce araştırmacı arasından bir iki düzinenin kaza ve hastalık sonucu ölümünü pek de olağan dışı göstermez. Ama ölenlerin hepsinin ortak noktası piramide temas olduğu için ilk bakışta sanki abartılı bir oran varmış hiss, uyandırılmaktadır..
ZEHİRLİ GAZ TEORİSİ
Bilim dergilerine yansıyan bir haber şöyle diyordu: ´Sayısız filme ve habere konu olan ´Firavunun laneti´nin asılsız olduğu iddia edildi.
Mısır´ın önde gelen arkeologlarından Zahi Hawass, çıkarmaya hazırlandığı yeni kitabıyla bugüne kadar süregelen inanışı altüst edecek. Hawass, mumyaların laneti konusuna şöyle açıklık getiriyor ´Bugüne kadar firavunların mezarlarını açtıktan sonra da yaşamaya devam eden çok sayıda arkeolog var. Firavunların mezarlarında bilinmeyen tehlikeler olduğu kesin. Fakat bunun en büyük nedeni mezarlarda biriken radon gazıdır. Zaten bu nedenle açılmamış beş mezarı inceleyen ekibimiz önce bir hava ölçümü yapacak. Yani lanet falan yok, sadece zehirli gaz var´
Fakat bu zehirli gaz tezi, her ne kadar kısmi gerçeklik içerse de istisnasız herkesi etkilemesi gerektiği için pek inandırıcı bulunmadı...
ZEHİRLİ MANTARLARIN MARİFETİ
Kahire Üniversitesi´nden Dr. İzzettin Taha´nın araştırmalarında saptadığı Aspergilus Flavus adlı bir mantar ise lanet söylencesine yol açan ölümlerin sıırını izaha yetmektedir. Biyolojik bulgular ve ölülerin ciğerlerinden alınan dokulardaki hasarlı parçacıkların parelel sonuçlar vermesi şüpheleri yok etmeye yetmektedir. Tabi bu sadece bilime inananlar için geçerli bir bulgu...
Biyologlar, parazitlerin ve hastalıkların uzun süre uykuda kaldıktan sonra gerekli ortam doğduğunda tekrar daha etkin biçimde geri dönme olasılığını uzun süre araştırdılar. Sonunda Paris, Pierre ve Marie Curie Üniversitesi´nden Sylvain Gandon , bu sorunun yanıtının ´evet mümkün´ olduğunu, Proceedings of the Royal Socviety´de yayınlanan araştırmasında açıkladı.
Bu araştırmanın gelecekte toplum sağlığı açısından büyük yararları olabilir. Bu tür uykuya dalmış parazitlerin yeri belirlenerek kişilerin hastalanma riski azalacağı gibi, hastalıkların öldürücülük derecesi de azaltılarak pek çok yaşam kurtarılabilir.
Araştırmacılar 1996 yılında, laneti matematiksel bir modele dönüştürdüler. Uyuyan parazitin uyuduğu sırada taşıdığı ölüm riski ne denli yüksekse, öldürücülüğü de o oranda yüksek olmaktadır. Bu riski taşıyan parazit öldürücü etkisini ve etkin hale geldiği andaki yayılma hızını arttırır.
Gandon, öldürücülük derecesi yüksek hastalıkların, bulaştığı herkesi ve bu arada yayılma olanağı bulmadan kendisini de yok ettiğine dikkat çekerek, hastalığın etkili olmasındaki en önemli noktanın, bu hastalığa ilk yakalananları öldürmeden önce yayılabilmesi için hafif ya da orta şiddette belirtilerle ya da daha sonra şiddetli belirtilerle ortaya çıkması olduğunu gösterdi.
Öldürücülüğün yayılma hızına bağlı olmadığı parazitlerde ise uykuya yatmak, öldürücülüğü arttırmaktadır. Ancak burada kişinin birden fazla parazit tarafından enfekte edilmesi ve uyuma sürecinde parazitin ölüm riski taşıyor olması gerekmektedir. Uykudan uyanan parazit birden çok ölüme neden olarak yayılmasına gerek kalmadan yeniden uykuya dalar.
İşte Firavunun Laneti´nin temelinde de benzer bir olay söz konusudur. Sağlık ve hijyen koşullarının iyileştirilmesiyle parazitlerin uykuya dalması engellenerek öldürücü etkileri azaltılabilir.
Bu bulgular, yıllar önce elde edilen bilimsel araştırma sonuçları olarak sadece bir kaç yüz tiraj yapan bilimsel dergilerde sıkışıp kaldılar. Bilimden daha yaygaracı olan şarlatan efsaneleri ise kitaptan kitaba, siteden siteye, forumdan foruma dolaşmaya devam ediyor...
Alıntı