Yemen’de yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi, Abdullah bin Abdullah bin Abdullah Ayderûs olup, Künyesi Ebû Muhammed’dir. 945 (m. 1538) senesinde Yemen’de doğdu. 1019 (m. 1610) senesi Zilka’de ayının onbeşinde Perşembe günü, ikindi namazının secdesini yaparken vefât etti. Cum’a günü büyük bir kalabalık tarafından cenâze namazı kılındı. Cenâzesinde, Sultan ve devlet adamları da bulundu. Önceden hazırladığı Zenbil Kabristan’ındaki kabrine defnedildi. Üzerine bir türbe yapıldı.
Abdullah Ayderûsî küçük yaşta Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Âlim bir zât olan babasından ilim öğrendi. Annesi Fâtıma binti Abdurrahmân da, evliyâlık derecelerine kavuşmuş bir hanımdı. Onun terbiyesi ile yetişti. Fıkıh ilmini; Şihâbüddîn Ahmed, Hüseyn bin Abdullah, Ahmed bin Abdullah ve başkalarından tahsil etti. Sonra, o sırada Hindistan’ın Ahmedâbâd şehrinde bulunan babasının yanına gitti. Onun yanında okumaya devam etti. İlk okuduğu eserler, Kitâb-üş-Şifâ ve Hac oldu. Ayrıca Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevveredeki birçok âlimden ilim öğrendi. Fıkıh, hadîs, tefsîr ve usûl ilminde yükseldi. Memleketine dönüp ilim ve edeb öğretmeğe, ders vermeğe başladı. Çok uzak yerlerden akın akın ilim öğrenmeğe geldiler. Hadramût beldesinde ilimde en üstün zât oldu. Çok kimseler kendisine talebe oldu. Muhammed ve Zeynel’âbidîn adındaki oğulları ile, Abdurrahmân Sekkâf, Ebû Bekr Şiblî adında torunları, İmâm Abdullah bin Muhammed, Hüseyn bin Abdullah, Şeyhülislâm Ebû Bekr bin Abdurrahmân, Şihâbüddîn. Kâdı Ahmed bin Hüseyn, Fakîh Abdurrahmân bin Akîl, Seyyid Ebû Bekr bin Ali, Hüseyn ve başkaları kendisinden ilim öğrendiler.
Abdullah Ayderûsî’nin ömrü, ilim öğretmekle geçti. Allahü teâlâ ona uzun ömür verdi. Pekçok talebe yetiştirdi. Çok cömert idi. İ’tibâr sahibi idi. Asrının büyüğü olduğunda ittifâk edildi. Yumuşak huylu olması yanında karşısındakine heybet ve saygı telkin ederdi. Susması çok olup, lüzumsuz konuşmazdı. Evinde ibâdetle meşgûl olur, ancak Cum’a namazı için veya bir düğün yemeğine çağrıldığında evinden çıkardı. Evinden çıktığında sokaklar onu görmek ve duâ almak istiyenlerle dolup taşardı. Çok kerâmetleri görüldü. Bir talebesine bir beldeye gidip orada bulunmasını söyledi, o da gitti. Çok geçmeden orada hizmetler yapıp ma’nevî derecelere kavuştu.
Sevdiklerinden birinin kıymetli bir eşyası çalındı. O da bu duruma çok üzüldü. Ayderûsî onun bu hâlini görünce buyurdu ki: “Falan yere git. Orada bekle, yanına gelen ilk kimseye aldığı malı getirmesini söyle. Getirip verirse güzel, inkâr ederse onu al buraya getir.” O da yanına ilk gelen kimseye söyledi. O kimse aldığı malı eksiksiz olarak getirip teslim etti.
Âriflerden biri rü’yâsında, Peygamberimizi ( aleyhisselâm ), Müdeyhac Mescidi’nin mihrabında namaz kılarken gördü. Abdullah Ayderûsî de Peygamberimize ( aleyhisselâm ) uymuş olarak namaz kılıyordu. Abdullah bin Ahmed de, Ayderûsî’nin arkasındaki safda idi. Ayderûsî, câminin sahn (ortasındaki boşluk) kısmında idi ve üzerine rahmet (yağmur) yağıyordu. Rü’yâyı gören zât, bu rü’yâsını sâlih bir kimseye anlattı. O kimse de; “Bu rü’yâ, Ayderûsî’nin sünnet-i seniyyeye tam bağlılığına; yağmur da, kerâmetlerinin çokluğuna delâlet eder. Çünkü onun kerâmetleri çoktur” buyurdu.
Ayderûsî, Yemen’in Terim şehrinde çok hayr eserleri yaptırdı. Yaptırdığı mescidler meşhûrdur. Mescid-ül-ebrâr ve Mescid-ün-nûr bunlardandır. Yolcular ve fakirlerin istifâdesi için hurma fidanları dikti. Uzun bir zaman gözleri görmez oldu. Sonra açıldı. Fazilet sahibi çok kimseler onu medh eden kasideler yazdılar.


1) Hulâsat-ül-eser cild-1, sh. 49
2) Nûr-üs-sâfir sh. 200