Çok “hassas” bir konu; zaten bu tür hassas konular hiç açılmasın, konuşulmasın diye zamanında tedbir alınmış; “halkı askerlikten soğutma” suçlaması ile soruşturma, kovuşturma. Ama asıl hassasiyet gösterilmesi gereken “insaniyet”, o yüzden hassas konularda konuşmak insanlık vazifesi. Bunca gencin “şehit” düşüp, ailesine tabut olarak geri döndüğü bir dönemde, benim gözüm yaşarmadan izleyemediğim bir kamu spotu var; “Sözleşmeli er kamu spotu”. Bir köy kahvesinde, iki genç dertleşiyor, birinin derdi, “askerlik hizmetini yaparken ailesine kiminbakacağı”, diğeri “sözleşmeli er”liği çözüm olarak tavsiye ediyor; üç yıl boyunca hem vatan hizmeti yapılacak, hem üç bin lira maaş ile fakir genç kalkınacak. Hatta, iyi bir örnek de varmış; bu yolu tutan bir genç memlekete dönüp dükkân açmış. Bu ülkenin, fukaraya teklifi bu; zengin olan bir yolunu bulup paralı askerlik yaparken, fakiri canını ortaya koyup, fakirliğin pençesinden bir nebze kurtulacak.
Kan üzerinden ahkâm kesmek
Mesele fakir gencin kendini bakmakta zorlanması bile değil, söz konusu olan yirmi yaşında “ailesine bakmak” zorunda kaldığı bir yoksulluk tablosu. Teklif; anasına babasına bakmak için anasının babasının “in yürek, çık yürek”, uykusuz geçireceği üç yıl. Veya fukaralıktan kurtulmak için bir dükkâncık umudunun peşinde üç yıl. Gelişmiş dediğimiz ülkelerde, askerlik tümden profesyonel; oralarda da en fakirin çıkış yolu askerlik, üstelik oralarda işin içinde bir de ülkesinden çok uzaklarda, askeri müdahale yapılan yerlerde can pazarı söz konusu. Zamanımızın adaleti bu. Ama askerliğin “vatan savunması” olarak kutsandığı ülkemizde, bu teklif daha bir “tuhaf”kaçıyor. Vatan savunması kutsal ise bir ülkede yaşayan herkes eşit sorumluluk almalı değil mi? Bana sorarsanız, sorunlar askeri yöntemler ile değil, barışçıl yollar ile çözülmeli, kimsenin kanı, canı üzerinden siyaset belirlenmemeli. Bu manada, ilk tercihim, ölümde eşitlik değil; ama mesele kan ve can fedakârlığı ise, eşitlik olsa, barışçıl siyaset de öne çıkar, başkasının kanı üzerinden ahkâm kesmek bu kadar kolay olmaz diye düşünüyorum.
Barışçıl siyaset
17 Mayıs tarihli Yeni Şafak gazetesinde, “Dövizli askerliğe rekor başvuru” başlıklı haberi okurken aynı şeyleri düşündüm. Dövizli askerliği kolaylaştıran ve bin Avro’ya düşüren yasal düzenleme sonrasında, başvurularda “patlama” olmuş. Tam da böyle bir zamanda, çok düşündürücü değil mi? Biliyorsunuz, bu yöntem sadece yurtdışında yaşayanlar ve çalışanlar için bile değil, bir yolunu bulup yurtdışında yaşar veya çalışır görünen herkes için “sağlam” bir yöntem. Bedelli askerlik konusunda da benzer bir durum yaşanıyor, nedense çok milliyetçi, çok savaşkan bir toplum ama kendisi veya çocuğu askere gitsin istemiyor, iş fukaraya kalıyor. Tabii, asıl mesele o bile değil, dediğim gibi, asıl çözüm kan akmadan, can gitmeden varılabilecek çözümleri zorlamak. O nedenle, kim ne derse desin Kürt meselesinin müzakere ve barışçıl siyaset yolu ile çözülmesinden yana olanlardanım.
Diğer taraftan, güvenlik güçlerinin hukuki sorumluluğu konusunda girdiğimiz karanlık tünel var. “Özel birim”lerin aslı faslı meselesi var. Söz konusu olan, gittikçe militerleşen siyasetlere eşlik eden militer yapılanma, kurumlaşma. MİT’e ilişkin yeni düzenlemeler de aynı resmin bir parçası. Son olarak, MİT’in, “görevlerinin ifası amacıyla aldıkları silah ve araçların kayıt dışı olması” yetkisi tam bir karanlık devlet tasavvuru.
Bu arada, hemen hatırlatalım, Türkiye, bugün bu hale gelmedi, eski Türkiye, aynı yapı ve anlayış üzerine yükseliyordu. Eski Türkiye’nin bu yüzünü sorgulamayanların, yenisini sorgulama mecali yok. Nitekim, fazla sorguladıkları da yok; onlar hâlâ daha ziyade Yeni Başbakan’ın eşinin kılık kıyafeti ile daha fazla ilgileniyorlar. İşte tam da bu nedenle, “yeni derin devlet” inşası hiç zorlanmadan gerçekleşiyor, işte bu yüzden kurtulalım bu “derin karanlık”tan derken bir kez daha bu sefer yenisi ile yüz yüze geldik.