Türkiye, yaklaşık üç milyon Suriyeli’ye ev sahipliği yapıyor. Sığınmacıların yaşadığı travmalar ve gittikleri ülkelerde yaşadıkları uyum sorunlarının sosyal faturası tartışılıyor. Peki çözüm ne? Üsküdar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Abulfaz Süleymanov kaleme aldı.


Suriye’den iç karışıklık ve savaş dolayısıyla göç etmek zorunda kalan ve sayıları 3 milyona yaklaşan (7 Nisan 2016 tarihi itibarıyla Türkiye’de toplam kayıtlı geçici koruma altında 2 milyon 749 bin 410 Suriyeli sığınmacı bulunmaktadır) Suriyeli vatandaşların Türkiye’nin çeşitli şehirlerine yerleştirilmesi yeni bir sosyal olgunun ortaya çıkmasına neden olmuştur. İnsani temel hakkımız olan ‘yaşama hakkının’ sağlanması için Türkiye devleti ve halkı açık kapı politikası uygulayarak Suriyelilere karşı geniş bir hoşgörü örneği sergilemiştir. Ancak geçici olması beklenen bu durumun sonrasında ‘kalıcı’ duruma doğru dönüş yapması, sayıca çok fazla olan kitlenin ülkemizde yaşamaya başlaması yeni sosyal problemlerin de oluşmasına neden olmuştur. Bu sorunların bir bölümü zorunlu göçlerde mülteci veya sığınmacı olmanın toplumsal dinamiklerinin ekonomik nedenli göçlerden farklılık göstermesiyle de yakından ilişkilidir. Nitekim bu tür göç hareketine maruz kalan toplumların mültecilere, sığınmacılara dönük davranışları incelendiğinde; toplumların mültecilere büyük oranda kültürel mesafe koydukları, demografik açıdan kaygı duydukları, özellikle iş kaybetme ve gelir kaybı kaygısı yaşadıklarını, ev fiyatlarının yükselmesine bağlı olarak ekonomik kaygı duydukları görülmektedir. Toplumlarda, mültecilerin sosyal hizmetlere yük getirdiği ve kamu hizmetlerinde aksamalara neden olduğu düşüncesi hakim olmaktadır. Bunların dışında sıklıkla hastalıkların ve suçun nedeni olarak görülmekte ve neticede mültecilere karşı güvensizlik duyulmaktadırlar. Bu bakış açısı mültecilerin toplumsal uyumunu güçleştirmektedir.
Toplumsal kabulün sürdürülebilir olması, nefret ve düşmanlığa dönüşmemesi için toplumun hassasiyetlerini dikkate alacak, Suriyelilerin uyumunu sağlayacak çözümlerin üretilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Yasalar ve devlet tarafından yapılan uygulamalar haricinde, hem kamu kurumları arasında hem de kamu kurumları ile sivil toplum örgütleri arasında işbirliğinin geliştirilerek göçün toplumsal düzeydeki olumsuz etkilerini en aza indirebilmek için gerekli adımların atılması büyük önem taşımaktadır.
Suriyelilerin yaşam koşullarının zorluğu ve lisan nedeniyle eğitimden faydalanmıyor olmaları uzun vadede bazı sosyal sorunlara neden olabilmektedir.
Oluşan zorunlu göç dalgasından en fazla etkilenen ve Türkiye’deki Suriyelilerin %75’ini oluşturan çocuk ve kadınların durumuna göz atacak olursak; başta dil sorunu olmak üzere, eğitim sorunu ve maddi sıkıntıların bu demografik kategoride yer alanların toplumsal uyumu önünde engel teşkil ettiği görülmektedir. Türkçe’ye hakim olmayan Suriyeli çocuklar ile karma sınıflarda okuyan çocukların dil sorunları yüzünden sosyalleşemediği ve doğal olarak başarısızlıkların ve anlaşmazlıkların oluştuğu, yapılan gözlem ve araştırmalarda öne çıkmaktadır. Devletin ilgili kurumlarının, sivil toplum örgütlerinin, okul derneklerinin ivedi şekilde harekete geçmesi ile dil sorununun çözümü Suriyeli çocukları dışlanmışlık sendromundan kurtaracakken çocuklar bilgiyi net olarak alabilecek ve arkadaşlarıyla uyum sağlarken kültür uyumu da gerçekleşmeye başlayacaktır.
Öte yandan üniversite yaşındaki sığınmacı çocuklar ile ilgili olarak; Türkiye’ye sığınan öğrencilerden, Suriye’de bir üniversitede okuyanları üniversitelerin kabul etmesi yönünde YÖK’ün kararı bulunmaktadır. Bu konuda zaman zaman eleştiriler gelse de Türkiye’nin 1995 yılında taraf olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre, taraf devletler, bu sözleşmede yazılı olan hakları kendi yetkileri altında bulunan her çocuğa, kendilerinin, ana–babalarının veya yasal vasilerinin sahip oldukları, ırk, renk, cinsiyet, dil, siyasal ya da başka düşünceler, ulusal, etnik ve sosyal köken, mülkiyet, sakatlık, doğuş ve diğer statüler nedeniyle hiçbir ayrım gözetmeksizin tanır ve taahhüt ederler. Kanunlar ve sözleşmelerin gerekleri unutulmamalıdır, diğer taraftan eğitimli hale gelen sığınmacıların uzun vadede Türkiye’ye pozitif geri dönüşler sağlayabileceği konusu göz ardı edilmemelidir. Fakat bu kişileri büsbütün sınavsız almak yerine bir yetenek sınavına tabii tutulmaları hem bu öğrencilerin üniversite yaşamının ciddiyetinin bilincine varmaları hem üniversitelerde derslerin kalitesinin yüksek tutulması hem de yerli öğrencilerin fazla tepkisini çekmemesi bağlamında önem arzetmektedir .
Ailevi konular yönünden bakıldığında; Türkiyeli-Suriyeli evliliklerinin göç sonrası arttığı ancak kültür farkı ve yaşam tarzı kökenli sebeplerden dolayı resmi olmayan evliliklerde, Suriyeli gelinlerden kaynaklı boşanmalarda artış olduğu belirtilmektedir. Çok eşlilik ve nüfusa kaydedilemeyen çocukların varlığı ise farklı bir sorun olarak bildirilmektedir. Çok eşlilik nedeniyle Türk ailelerde boşanma oranının da arttığı bu nedenle başta kadınlar olmak üzere halkın Suriyeli kadınlara yönelik tepkisinin artmakta olduğu belirtilmektedir. Suriyeliler açısından bakıldığında; Suriyeli kadınlar tarafından evliliğin kurtuluş olarak görülmesi, bu evliliklerden doğan çocukların nüfusa kayıt ettirilememesi neticesinde ortaya çıkan kayıp nesil oluşma riski bulunmaktadır.
Suriyeli ailelerden bazıları, evliliğin kız çocuklarına ekonomik ve fiziksel anlamda koruma sağlayacağını düşünüyorlar. Eğitim ile başkasına bağımlı olmak arasında ters bir orantı oluşabileceğini ve eğitimli bireyin kendi ayaklarının üzerinde durabileceği düşünüldüğünde; Suriyeli çocuklara okula gitme fırsatı sağlanırsa erken yaşlarda zorla evlendirmenin oranı da azalacaktır. Aynı durum Suriyeli kadınlar için de geçerlidir. Kendisinin ve çocuklarının geçimini sağlayan bir kadının kuma olarak zorunlu evlilikler yapmasına gerek kalmayacaktır.
Dezavantajlı olarak görülen bu durumu Osmanlı'da olduğu gibi avantaja çevirmek, devlet politikalarının çok sistematize uygulanmasıyla sağlanabilir.
Sosyalizasyon sürecine savaş ortamında başlamak zorunda kalan çocuklar için rehabilite programları eğitim ile birlikte verilmelidir. Eğitim için kendi dilleriyle eğitimin yanında Türkçe dersleri verilerek ileriye yönelik Türk okullarında okumaları sağlanmalı. Ancak toplumun ötekileştiren bakış açısından sıyrılabilmeleri de sağlanmalıdır. Okullarda mültecilere yönelik önyargılı bakış açılarının kırılması ve ileride yaşanabilecek iç karışıklıkların önüne geçilebilmesi için “Sosyal Hizmet” başlığı altında yeni bir ders verilebilir.
Diğer bir husus da Suriye’den gelip kendi mesleğini icra edemeyen ve edilgen bir nüfusa dahil edilen grubun iş yaşamına döndürülme çalışmalarının yapılması gereğidir. İşi olmayan kadınların da aktif nüfusa katılmaları için meslek edindirme kursları yoluyla gelir elde etmeleri sağlanabilir. Göç eden bireylerin geldiği ülkede yaptıkları ve kültürlerine özgü sanat ve meslek gruplarına paralel çalışma gruplarının oluşturulması dışlanmışlık etkisini ortadan kaldırmaya yardım ederken, farklı çalışma alanlarıyla işsizlik sorununa çözüm bulunabilecek ve kültürel zenginleşme sağlanabilecektir.
Suriyelilerin yaşam koşullarının zorluğu ve lisan nedeniyle eğitim imkânından faydalanmıyor olması uzun vadede dışlanmışlık, soyutlanma hissettireceğinden, suç oranlarındaki artış da dâhil bazı sosyal sorunlara neden olabilmektedir. Diğer yandan sosyal hizmetlere yük getirmesi, gelir kaybı yaşama ihtimalinin artması, iş kaybetme kaygısı, artan ev fiyatları gibi hususlardan sorumlu tutulan Suriyelilere karşı artan kültürel mesafe ile toplumsal uyum güçleşmektedir. Ülkemiz sınırları içerisinde yaşayan, yaşamak zorunda olan ya da sonradan dahil edilen birey ya da grupların ötekileştirilmek yerine benimsenmesi sağlanmalı ve yaşanabilecek iç karışıklıkların, dışlayıcı tutumların önüne en baştan geçilmesi hedeflenmelidir. Dezavantajlı olarak görülen ve yaşanılan bu durumu Osmanlı’da olduğu gibi avantaja çevirmek devlet politikalarının çok sistematize uygulanmasıyla sağlanabilir. Suriyeliler konusu, bir toplumsal uyum sorunu olarak ele alınmalı; çalışma hayatı, eğitim, barınma, sağlık, belediye hizmetleri, toplumun alıştırılması gibi alanları düzenleyecek bütüncül bir politika uygulanmalıdır.