Sistem tartışması Türkiye siyasetinin irrasyonel hale geldiğinin göstergesi olarak okunabilir… Yüzde elli oy alabilen ve en yakın rakibine her durumda en az 15 puan fark atan AK Parti başkanlık sistemine geçilmesini istiyor. Oysa parlamenter sistemde yenilmek mümkün gözükmezken, başkanlık sisteminde muhalefetin uygun aday bulması halinde iktidarı kaybedebilir. Muhalefet ise buna rağmen başkanlık sistemine karşı çıkıp, iktidar olamayacağını bildiği parlamenter sisteme sarılıyor.
Ancak bu çelişkinin basit bir nedeni var: Başkanlık sisteminde seçilmiş başkan bürokrasinin de başına geliyor… Bizim gibi ülkelerde bunun anlamı ‘devletin’ başı olabilmek. Parlamenter sistemde ise bürokrasi yasamadan bağımsız bir devlet gücüne dönüşebiliyor. Çünkü parlamenter sistemler esas olarak krallıklarda ortaya çıktı ve sorumsuz ama yetkili kralın yetkilerinin kısılmasını ifade etti. Bürokrasi bu iki güç arasında dengeyi, hakemliği ve kalıcı aklıselimi hakim kılma işlevini yüklendi. Kral seçilmeye muhtaç olmadığı için kalıcı, hükümetler ise geçiciydi. Buna karşılık kalıcı olan sorumsuzdu ve hem kalıcı, hem de kralın yetki alanını pratikte sınırlayan bir güce ihtiyaç vardı. Bütün bunlar mühendislik hesabıyla, teoriye uygun olarak üretilmedi tabi ki… Hayat bu erkleri bu şekilde biçimlendirdi. Dolayısıyla bugün parlamenter sistemlere yaklaştıkça hükümetlerin dışında bir ‘derin devlet’ olgusuyla karşılaşabiliyoruz. Başkanlık sisteminde ise muhtemel ‘derin devlet’ odakları ister istemez şeffaflaşıyor, çünkü her başkan bürokratik sistemle ilişkisini ve mücadelesini siyaseten şeffaf kılmayı bir avantaj olarak görüyor.
***Dolayısıyla Türkiye’de durum hiç de göründüğü kadar irrasyonel değil. Muhalefet parlamenter sistemi savunuyor çünkü bürokrasinin ideolojik olarak kendi yanında durduğunu biliyor. AK Parti ise başkanlık sistemini istiyor çünkü bürokrasinin resmi ideoloji ile olan bağını koparmayı ve ona hakim olmayı amaçlıyor. Ne var ki bu arka plan başkanlık sisteminin tartışılmasını da anlamsız kılmış durumda... ‘Nasıl bir başkanlık’ sorusu neredeyse hiç konuşulamadı. Muhalefet tümden karşı olduğu, iktidar ise bu sistemin iyisinden çekindiği için… Çünkü denge ve denetleme kriterleri açısından ‘doğru’ bir başkanlık sistemi, yürütmeyi bu kez de yasama karşısında sınırlamakta. Muhtemelen birçok AK Partili hem başkanlık olsun ve bürokrasi denetlensin, hem de ‘doğrusu’ olmasın ve yürütme denetim dışı kalsın istedi.
***Bu olasılıklar karşısında muhalefetin ideolojik takıntılardan kurtulup ‘doğru’ başkanlığı istemesi akılcı bir tutum olurdu. Ancak karşı tarafta böyle bir basiret olmayınca iktidar rahatladı ve çıtayı düşürdü… Bugün muhalefet bir ikilemle karşı karşıya: Ya AK Parti başkanlığı istemez ve ‘yarı yolda’, yani partili cumhurbaşkanlığında durursa? Böyle bir sistemde cumhurbaşkanı yasama ve yürütmeyi birlikte elinde tutmakla kalmıyor, Anayasa’nın verdiği haklar sayesinde yüksek yargı ve üst kurul atamalarında da geniş bir yetki kullanıyor. Üstelik başkanlık sisteminin aksine, yine Anayasa uyarınca sorumluluk da taşımıyor! Daha ne istersiniz? Hangi siyasetçi böyle bir konumdan uzaklaşmak ister?
***Kısacası eğer AK Parti başkanlık sistemine geçiş meselesini kamuoyuna yönelik bir retorik düzeyinde bırakır ve partili cumhurbaşkanlığını kalıcı kılmaya yönelirse bu hiç şaşırtıcı olmaz. Böylece sistem oluşturmadan lider iradesi ile yürümek mümkün hale gelirken, muhalefet de siyasetin altında kalmayı sürdürür. Türkiye ise ‘demokrasi öncesi’ evrede bir süre daha demir atar, ama bu kimsenin derdi değil zaten…