İki büyük askeri deha, başarılı siyaset adamı ve en önemlisi de ebedi dost... Atatürk ve İsmet İnönü uzun yıllar boyunca birlikte mücadele ettiler. Bazı meselelerde mutabık oldular, bazı konularda ise ayrı düştüler. Fakat hiçbir zaman birbirlerine küs kalamadılar.
Sık sık çok ciddi tartışmalar yaşarlardı, Salih Bozok her zaman aralarında bir köprü vazifesi görerek Atatürk ile İnönü'yü daima barıştırır, onların birbirlerinden ayrı düşmesine gönlü el vermezdi. Fakat 1937 yılındaki son tartışmaları en şiddetlisiydi ve İsmet İnönü'nün başbakanlık görevinden ayrılmasına sebebiyet verecekti.
Atatürk ile İnönü'nün İlişkileri
İlk tanışmaları Harp Akademisi'nde olmuştu. Atatürk, İnönü'den iki sınıf ilerideydi. Okul yıllarında pek samimi olarak birbirlerini tanıyamadılar. Fakat orduda göreve başladıktan sonra artık, vatanını savunan iki silah arkadaşı olmuşlardı. Telgraflar vasıtasıyla görüşüyorlardı. Fethi Okyar da bu ikilinin arasındaki üçüncü kişiydi. Kendisi Atatürk'ten de 1 yaş büyüktü.
Orduların buluştuğu sıralarda birlikte görüşürler, memleket konuları üzerinde konuşurlardı. Fakat daha o zamanlar bir araya geleceklerini tahmin bile etmiyorlardı. Tek hedefleri ve düşünceleri memleketi düşmanlara karşı savunma, daima ülkenin faydası için çalışmaktı.
Edebi Dostluğun Doğuşu
Birinci dünya savaşı zuhur ettikten sonra, İnönü ve Atatürk münasebetleri artmıştı. Görevleri gereği Atatürk Çanakkale'de, İnönü ise Harbiye Nezareti'nde Harekat Şubesi Müdürü idi. Görevi gereği bütün cephelerle iletişimde olan İsmet Bey, Atatürk ile de sık sık telgraf vasıtasıyla görüşmekteydi.
İsmet Bey ilk komutanlığı için 1916'da Kafkas Cephesi'ne yollanmıştı. Atatürk ise aynı bölgede Kolordu Komutanı idi. Bu sebeple Atatürk ve İnönü'nün en yakın münasebetleri burada vuku buldu. Burada oluşan bu ebedi dostlukları Atatürk'ün vefatına kadar devam edecek ve Milli Mücadele'nin temelini oluşturacaktı.
Aralarında Yaşanan Ayrılıklar ve Tartışmalar
Atatürk ve İnönü, tabii olarak birçok konuda mutabık oldukları gibi bazı konularda da tartışmalarda ve ayrılıklarda bulunmuşlardı. Bu münakaşalardan 1932 yılındaki bir tanesini, Salih Bozok anılarında anlatıyor.
Münakaşaya konu olan durum, bir İngiliz gazetesinde Atatürk'e Dizbağı Nişanı verileceğinin yazılmasıydı. Bu nişan eskiden beri İngiliz soylularına verilen çok mühim bir ödüldü. Esasında İngiliz gazetesindeki haber tamamen asılsızdı. İngiliz Hükumetinden böyle bir teklif gelmemişti. İsmet Paşa, 29 Ağustos 1932 gecesi Yalova'da Atatürk'ün köşkünde toplanan dost meclisinde, bu konunun gazetelerde fazlaca yanlış yazıldığını ve Hakimiyet-i Milliye gazetesinde bir açıklama yayınlanmasını önerdi. Atatürk bu öneriyi kabul etti. İnönü hemen masada bir açıklama yazarak yüksek sesle okudu.
Atatürk bu yazıyı çok beğendi ve kendisi de birkaç cümle ilave etmek istedi. 'Özellikleİspanya kralından arta kalan böyle bir nişan, Türk cumhurbaşkanına verilemez. Verilecek olsa bile Türkiye Cumhurbaşkanı o nişanı kabul edemez.''
İsmet Paşa, İngilizlerin böyle bir teklifte bulunmadığını ve gazetede yazılanların yalan olduğu için böyle bir ifadenin uygunsuz kaçacağını belirtti. Münakaşa bu hadiseden sonra zuhur etmişti. Tartışma hararetlenmiş, sesler yükseltilmişti. Gecenin sonunda dost meclisi tatsız şekilde dağılmıştı. Ertesi gün ise Salih Bozok, sabah erkenden Atatürk ve İnönü ile görüşerek aralarındaki bu sürtüşmeyi tatlıya bağlamıştı.
İnönü'nün Başbakanlıktan Ayrılışı
1937 yılındaki münakaşa, Atatürk Orman Çiftliğini merkeze oturtan, fakat esasında birçok meselenin birikimiyle patlayan bir olaydı. O gece toplanan dost meclisi fazlaca kalabalıktı. Atatürk, Orman Çiftliğinden ve birtakım dışişleriyle alakalı konulardan bahsetti. İnönü ise Atatürk'ün yanındaki herkesin hükumet işlerine karışmasından şikayetçiydi. Kavga hararetli bir tartışmaya dönüştü. Ağır sözler söylendi ve sofrada toplanmış olan dost meclisi erkenden dağıldı. Eskiden de böyle çok tartışmalar yaşanırdı fakat ertesi sabah İnönü, Atatürk'ün yanına gittiğinde 'canım sen bildiğin gibi yap' cevabını alırdı. Fakat son dönemlerde bu hararetli tartışmalardan sonra İnönü, Atatürk'ten bu cevabı almıyordu.
(İsmet İnönü yıllar sonra Abdi İpekçi'ye verdiği röportajda bu kavganın sebebini'gündelik şeyler, her arkadaşın başına gelen durumlar' olarak tanımlıyor.)
Bu münakaşanın ertesi günü İstanbul'da Tarih ve Dil Kurultayı yapılacaktı. İnönü ve Atatürk aynı trenle kurultaya gitmekteydiler. Atatürk, İnönü ile kısa bir görüşme yaptı:'Şimdiye kadar bin meselede bin defa kavga ettik fakat dün akşamki bayağı aleni oldu. Biraz çekilmen, istirahat etmen lazım, biraz ara verelim' dedi. Lozan ve sonrasındaki memleket işleri İnönü'yü fazlaca yıpratmıştı. Bu teklifi tartışmasız kabul etti. Atatürk'aklında bir isim var mı ?' diye sordu. İnönü hiç kimseyi kendi makamına teklif etmedi. Atatürk Celal Bayar'ı söyleyince İnönü 'bana iyi tesir etti' yanıtını verdi.
Dil Kurultayında Mektuplaşma
Kurultayda yan yana, aynı locada oturuyorlardı. İnönü bir kağıda 'bana dargın mısın?'diye yazarak Atatürk'e verdi. Atatürk cevaben: 'hayır her şeyi unuttum, bildiğin gibi arkadaşım ve kardeşimsin' yazmıştı. Mesajlaştıkları bu kağıt İsmet İnönü tarafından saklanmıştı ve günümüzde halen muhafaza edilmektedir.
İsmet İnönü resmen emekliye ayrılmıştı. Bu boş zamanlarından istifade için İngilizce dersleri almaya başladı. 'Bu yaştan sonra kendini ne yoruyorsun?' diyen annesine: 'Olur mu hiç anne ! Daha yaşım ne, başım ne ? Benim istikbalim var' diye şakayla karışık yanıtlar veriyordu.
Ayrılığın Sonrasındaki İlişkiler
İnönü ve Atatürk siyasi olarak ayrılmışlardı fakat dostlukları daima devam ediyordu. Atatürk, 'bizde adettir, makamından ayrılanlar taşlanır' diyerek İsmet İnönü'ye eskisinden daha fazla saygı gösterilmesine önem vermişti. Aynı zamanda maddi olarak İnönü'ye maaşından yapmış olduğu yardımı 1.000 liradan 3.000 liraya çıkartmıştı.
Bu ebedi dostluk 1938'de Atatürk'ün vefatına kadar devam etmişti. Her 10 kasımda İsmet İnönü herkesten önce Anıtkabir'e gider ve üzgün bir şekilde etrafta gezinir, belki de Atatürk ile o eski anılarını hatırlayıp duygulanırdı. İnönü, 1973 yılında vefatından aylar önce yine koşarak, herkesten önce Anıtkabir'e gitmişti. Şuan mezarının bulunduğu yerde gezinmiş, adeta ebedi makberini tetkik etmişti.