Lüzumundan fazla ileri demokrasimizdeki anayasa tartışmaları/sohbetleri/kavgaları, akıl fikir sınırlarını aşalı çok oldu.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, siviller tarafından büyük ölçüde fiilen yürürlükten kaldırıldı ve artık taze başbakan da bunun rahatlığıyla sözlerine ‘Anayasa’da ne yazarsa yazsın…’ diyerek başlayabiliyor. Şah olan hukuk sistemimiz, ‘Koy g.tüne rahvan gitsin’ pervasızlığıyla, Şahbaz oldu…
Bir insanın diploması ya vardır ya yoktur

Erdoğan’ın üniversite diplomasının olup olmadığı yönündeki sorular ve süren polemik, herhangi bir demokraside ve hatta sanırım diktatörlükte gündeme gelmeyecek bir konu.
Bir insanın diploması ya vardır ya yoktur. Bunun ‘azı’, ‘çoğu’,‘çeyreği’ ya da ‘belki’si olur mu? Türkiye’de oluyor. Tartışmasının bizatihi kendisi utanç verici. Yineliyorum, bir diploma ya vardır ya yoktur.
Birileri yok diyor. Kendisi var diyor. Avukatı, bir dava esnasında yaptığı savunmada YÖK Yasası’ndaki yükseköğretim ‘tanımına’başvurup (aşağıda anlatacağım) iyice kafa karıştırıyor. Bu arada Marmara Üniversitesi’nden karman çorman bir açıklama yapılıyor. Herhalde daha önce Ticari İlimler Akademisi olan bir kurum sonrasında ‘üniversite’ adını almış vs.
Ardından Erdoğan Rektör’e, “Çıkart şunu arşivden” deyiveriyor. Akıl alır gibi değil…
Belki de öncelikle, ‘diplomalı cahiller ve kepazeler’memleketindeki ‘diploma zorunluluğu’ meselesinin anayasal geçmişini özetlemekte yarar var.
Cumhuriyetin ilk anayasasında (1924) böyle bir koşul yoktu. 1961 Anayasası’nın Meclis görüşmeleri yapılırken komisyondan gelen öneride de böyle bir şart yok. Ancak 1961’i hazırlayan Kurucu Meclis’in kalabalık sivil kanadı TM’deki (Temsilciler Meclisi) görüşmelerde gündeme geliyor yükseköğrenim koşulu. Uzunca tartışılıyor.
Bülent Ecevit örneği

Komisyon ve komisyon adına konuşan Turan Güneş açıkça karşı çıkmasına rağmen TM’de muhalif görüş galip geliyor ve‘yükseköğrenim yapmış olma koşulu,’ oylanarak kabul ediliyor (md.95). Söz konusu ısrarda, 1950-60 arasına ve tabii Celal Bayar’a gösterilen tepkinin açık izleri var. TM üyelerinden Emin Soysal’ın başlattığı tartışmada, bir diğer üye Ahmet Karamüftüoğlu değişiklik önerisini şöyle savunuyor: ‘Türk devletini temsil edecek adamda tahsil ve kültür seviyesinin aranması en masum ve haklı bir tekliftir.’
Karamüftüoğlu’nun ‘tahsilsiz’ devlet adamı ve kendi ifadesiyle‘onun çektirdiği acılardan’ kastı, kuşkusuz Celal Bayar. Her neyse…
Söz konusu koşul, 1982 Anayasası tarafından da kabul ediliyor (md.101). Bu kez pek tartışılmadan. Anayasaya göre cumhurbaşkanı olabilmek için kırk yaşını doldurmuş, yükseköğrenim yapmış ve vekil seçilebilme yeterliliğine sahip olmak gerekiyor.
Kişisel olarak böyle bir koşulun gerekli olmadığı kanısındayım. Yükseköğrenim yapmamış, buna mukabil o makama layık insanlar olabilir. Örneğin Bülent Ecevit lise mezunu olduğu için cumhurbaşkanı seçilme yeterliliğine sahip değildi. Bir ilkokul mezunu da (ki milletvekili bakan ve başbakan olabilir), ulusu temsil etme hakkına sahip olmalıdır.
Bu başka mesele…
Erdoğan herhalde gerekli belgeleri YSK’ya sundu

Kişisel kanılar ne olursa olsun Anayasa’da bir ‘koşul’ var. Koşulun yerine getirilip getirilmediğini kim tespit edecek? Kuşkusuz YSK (Yüksek Seçim Kurulu). 2012’de yürürlüğe giren 6271 sayılı Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu’na göre de belgeleri YSK inceler (md.7-8-9).
Bu da demektir ki, eğer bir eksiklik varsa ya da seçilmesinden sonra bir belgenin ‘aslında’ var olmadığı anlaşılırsa (bakanken vekilliği düşürülen Bahattin Şeker örneğinde olduğu gibi) karar verecek olan merci, YSK’dir.
Bu durumda Erdoğan’ın aday olurken gerekli koşulu sağladığına dair bilgi ve belgeleri YSK’ye sunmuş olması gerekiyor. Herhalde sundu ki seçime girebildi.
Peki, yükseköğrenimle kastedilen nedir? Tabii ki ‘üniversite’mezuniyeti. Ancak Anayasa’da ‘yükseköğrenim’ yazdığına göre, yükseköğrenimin ne anlama geldiğini ancak ilgili ‘yasa’ya bakarak anlayabiliriz.
YÖK Kanunu’nun ‘Tanımlar’ başlığını taşıyan 3.maddesinin ilgili fıkraları şöyle: “…Yükseköğretim: Milli eğitim sistemi içinde, ortaöğretime dayalı, en az dört yarı yılı kapsayan her kademedeki eğitim öğretimin tümüdür… Yükseköğretim Kurumları: Üniversite ile yüksek teknoloji enstitüleri ve bunların bünyesinde yer alan fakülteler, enstitüler, yüksekokullar, konservatuarlar, araştırma ve uygulama merkezleri ile bir üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsüne bağlı meslek yüksekokulları ile bir üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsüne bağlı olmaksızın ve kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından kurulan meslek yüksekokullarıdır.”
Demek ki Anayasa ve yasayı lâfzen yorumlarsak, yükseköğrenim için dört yılın şart olmadığının kabulü gerekebilir. Tabii bu arada Anayasa’da ‘yükseköğrenim,’ yasada ise ‘yükseköğretim’kavramlarının kullanıldığını gözden uzak tutmayalım. Anayasa yapıcı, bir gün böyle bir tartışmanın yaşanacağını aklına dahi getirmemiş belli ki!
Bu satırların yazarı kimin ne mezunu olduğunu merak etmez

Dönelim konuya. Bu satırların yazarı YSK değil. Başvuru belgelerini kabul eden makam konumunda değil. Marmara Üniversitesi yönetiminde değil. İktidar partisi ya da muhalefet partisi değil. Yalnızca sıradan bir yurttaş. Kimin ne mezunu olduğunu, hangi yılda bitirdiğini vs. bilemez ve ayrıca hiç merak etmez.
Buna mukabil bu kadar saçmasapan bir tartışmanın herhangi bir yerde kolay kolay yaşanmayacağını bilecek kadar okumuşluğu var.
Cumhurbaşkanı seçilmiş insanın bir yükseköğrenim diploması olup olmadığının ‘konuşuluyor’ olması, bir memleket için yeteri kadar yüz kızartıcı kabul edilmeli. Bu bağlamda, ‘olup olmaması’nın da pek bir anlamı yok aslında.
Sözün özü Türkiye’ye ‘olanlar olmuş’ zaten…
Not 1: Tüm ceberut idarecilerin hayali göz yaşartıcı aslan muhalefetimiz bu konuyu tartışırken, TBMM Milli Eğitim Komisyonu’nda Maarif Vakfı Kanun Tasarısı kabul edildi. Keşke bu‘vahamet’le biraz ilgilenselerdi.
Not 2: Cumhurbaşkanının anayasa değişikliğine ilişkin kanunu henüz imzalamamış olmasından fena halde huylanıyorum! Umuyorum, binde bir olasılık da olsa korktuğum olmaz ve halkoylamasına sunmaz.