Türk güvenlik güçlerinin Türkiye’nin Doğu bölgesinde aylardır sürdürdüğü operasyonları kısmen durdurduğunu açıklamasının ardından, Al-Monitor’da Sur’a dönmek isteyen Kürtlerin fotoğrafı yer aldı. Yüksek bir yapının çatısına çıkmış erkekler, dümdüz edilmiş mahalleye bakarak, artık olmayan evlerinin bulunduğu yeri seçmeye çalışıyorlardı. Sur’a dönenlerin bazıları enkazlarda eşyalarını, bazıları da yakınlarının cesetlerini arıyorlardı. Halkların Demokratik Partisi, bu operasyonlarda en az 550 sivilin öldürüldüğünü açıklarken, Şehir Plancıları Odası mahallelerin kanalizasyon ve ceset kokusu altında olduğunu raporlaştırdı.

Tüm bu görüntüler eşliğinde 23-24 Mayıs tarihlerinde ülkenin başka bir kentinde, İstanbul’da, Birleşmiş Milletler Dünya İnsani Zirvesi yapılması gerçek anlamda bir ironinin ifadesiydi.
Ülkenin doğusunda Türk Hükümeti’nin kararıyla yapılan operasyonlar nedeniyle binlerce Kürt yerlerinden edilirken; Batı’da Birleşmiş Milletler’in Türkiye Hükümeti’nin ev sahipliğinde mülteciler için çözüm arayışına girmesi oldukça eleştirildi. En sert tepki ise Birleşmiş Milletler’in Türkiyeli iyi niyet elçisi, sanatçı Zülfü Livaneli’den geldi. Livaneli, “Sur’da kültür mirası yıkılırken, İstanbul’da zirve yapmak ikiyüzlülüktür” diyerek, BM’deki görevinden istifa etti.
Al-Monitor’un sorularını yanıtlayan Livaneli UNESCO’nun Sur’daki kültür mirası için harekete geçtiği haberlerine işaret ederek, “Bu haberler istifanın ve uyarının bir işe yaradığını gösteriyor” diyor.
Tabii ki sorun kültür mirası ile sınırlı değil. Bölgede yaşam hakkı başta olmak üzere insan hakları ihlalleri haberlerinin ardı arkası kesilmiyor.
Livaneli, UNESCO Başkanı İrina Bokova’ya ikinci bir mektup gönderdiğini söylüyor. Mektubunda Türk devletinin, Kürt illerini ağır silahlarla bombaladığını ifade eden Livaneli, şu örneği veriyor: “Keskin nişancılar masum insanları evlerinde öldürüyor. Sokağa çıkma yasakları özellikle hasta ve çocuklar için birçok probleme neden oluyor. Size bir örnek vermeme izin verin. Küçük bir kız olan Cemile ailesi ile beraber evde kahvaltı ederken keskin nişancılar tarafından vuruldu. Ailesi sokağa çıkma yasaklarından ve kapının dışında bekleyen keskin nişancılardan dolayı Cemile’yi hastaneye götüremedi. Ve ne yazık ki Cemile evde öldü. Ailesi Cemile’yi üç gün boyunca derin dondurucuda tuttu. Bu trajik olay sadece örneklerden biri.”
Livaneli’nin dediği gibi bu sadece örneklerden biri. Gazeteci Celal Başlangıç insani zirve sürerken, bölgede yaşananları kaleme aldığı makalesinde 6 yaşındaki bir kızın Türk Hükümeti’nin başlattığı operasyonlar nedeniyle evinden ve okulundan ayrılmak zorunda kalma hikâyesini anlatıyordu.
Yine ilginç bir rastlantı, zirveyi gerçekleştiren BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un hikâyesi ile bu kızın yaşadıkları örtüşüyor. Ban, altı yaşında patlak veren savaş nedeniyle evinden, okulundan, köyünden ayrılmak zorunda kalmış bir Koreli.
Birleşmiş Milletler’in böyle bir ortamda zirveyi Türkiye’de gerçekleştirmesine yönelik tepkinin kaynağı ise ortak. Zülfü Livaneli aynı mektupta, “İnsan haklarının sürekli ihlal edildiği bu anti demokratik ülkede insani zirvenin yapılmasının, Erdoğan rejimini meşrulaştırılması nedeniyle ülkedeki ilerici, modern ve sıradan insanları yaraladığı” endişesini dile getiriyor.
Halkların Demokratik Partisi de BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’a gönderdiği mektupta şöyle diyordu: “Böylesi kritik bir zirveye ev sahipliği yapmanın, Erdoğan rejiminin, ulusal ya da uluslararası hukuk önünde hiçbir hesap verebilirlik gözetmeden işlemekte olduğu hak ihlalleri ve insani suçların üzerini örtmeye vesile olma ihtimalinden ciddi bir endişe duymaktayız.”
Dünya İnsani Zirvesi sonunda yayımlanan bildirge de yine Cizre ve Sur’da yaşananların gölgesinde kaldı. Ev sahibi Türkiye, katılımcı ülkelerin imzaladığı Sonuç Bildirgesi’ni ev sahibi olarak imzalamadı.
Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat Al-Monitor’a yaptığı açıklamada, iki hafta önce BM’nin İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeyd Raad El Hüseyin’in, Cizre’de üç ayrı bodrum katında 100’ü aşkın sivil insanın yakılarak öldürüldüğüne ilişkin ihbarlar üzerine bölgede bağımsız soruşturma çağrısı yaptığını anımsatıyor.
Bildirgenin BM’nin çatışma bölgelerine girmesi için gerekli koşulların sağlanması konusunda tarafları bağladığına dikkat çeken Polat, bildiriye bu nedenle imza atılmamış olabileceğini belirtirken, şunları söylüyor: “Türkiye’de Cumhurbaşkanı, Hükümet ve MGK, devletin operasyon gerçekleştirdiği kent ve ilçelere dair politika konusunda tam bir uyum içinde hareket etti. Böylesi bir dönem içinde ev sahipliği yapılan Dünya İnsani Zirvesi ile de aslında Batı’nın yumuşak karnı olan Suriyeli mülteciler konusunda en yoğun mülteci nüfusuna ev sahipliği yapmanın da avantajı ile bir vizyon çalışması yapılmak istendi. Ama Kürt sorununda müzakerenin buzdolabına kaldırılmasıyla gerçekleştirilen askeri operasyonlar sürecinin yol açtığı çok büyük insani kayıp bilançosu, kentsel ve tarihi yıkım tablosu bu vizyon çalışması hesabını bozdu. Böylelikle Türkiye ev sahipliği yaptığı Dünya İnsani Zirvesi sonrasında ortaya çıkan bildirgeye imza koymamış bir ülke olarak tarihe geçmiş oldu."