İngilizler, Churchill’in dediği gibi AB’ye karşı “onlarlayız ancak onlardan değiliz” politikasını sürdürse bile aralarındaki gerilimli ilişki modeli değişmeyecek. İngilizler, Birlik içinde kalsın ya da kalmasın pandoranın kutusunu açmış ve AB için sura üflemiş oldu.




İngiltere, 23 Haziran'da yapılacak referandumla Avrupa Birliği'nde kalıp kalmayacağına karar verecek.[FOTOĞRAF: GETTY IMAGES]


İngilizler, 16 Haziran’da uzun süredir karşılaşmadıkları şok edici bir gelişmeye şahit oldular. Göçmenlerin İngiltere’ye katkı sağladığına inandığı için “açık kapı politikasını” destekleyen ve Avrupa Birliği’nde kalma yanlısı tutum takınan İşçi Partisi milletvekili Jo Cox, seçim bölgesinde aşırı-sağ eğilimlere sahip biri tarafından silahlı saldırıya uğrayarak hayatını kaybetti.
Cox cinayeti, 23 Haziran’daki referandumda AB üyesi olarak kalıp kalmayacağına karar verecek olan İngiltere’de “Brexit” tartışmasının aldığı boyuta dair önemli ipuçları veriyor.
Ortalama bir İngiliz için muhtemelen hayatının en önemli siyasi kararını teşkil eden “Brexit” referandumu, İngiliz siyaseti ve AB’nin kurumsal geleceği açısından büyük önem taşıyor.
Birlikten ayrılma yanlılarının en sık başvurduğu argüman, İngiltere’nin, egemenliğini yani kontrolü yeniden ele alacağı yönünde. Ayrılma yanlısı kampın etkin ismi Michael Gove’a göre İngiltere, AB’den ayrılırsa artık “sadece İngiliz Parlamentosu’nun talep ettiği ve İngiltere’yi daha adil, özgür ve zengin yapacak düzenlemeleri” hayata geçirebilecek.
Kampanyanın yıldızlarından Londra eski Belediye Başkanı ve Muhafazakâr Parti’de Cameron’ın müstakbel rakibi Boris Johnson da AB’nin ulus-devletlerin egemenliklerini hiçe sayan “tek bir otoriteye” ve “süper devlete” dönüştüğünü savunuyor.
Aşırı sağcı popülist eğilimleri ile bilinen Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) lideri Nigel Farage ise İngiltere’nin bu sayede “kontrolsüz göç akışını durdurabileceğini” iddia ediyor. “Brexit” yanlıları, AB’den ayrılması durumunda İngiltere’nin AB’nin aşırı bürokratik ekonomik ve hukuki düzenlemelerinden kurtulacağını, bu sayede dış ticaret ve yatırım politikalarında özgürce hareket edebileceğini öne sürüyor.
Korku siyaseti
İngiltere’nin AB’de kalması gerektiğini savunanlara göre ise bu argümanlar temelsiz; hatta ayrılmak İngiltere’yi büyük bir belirsizlik girdabına sokacak.
Başbakan David Cameron da AB’nin mevcut halinden memnun olmadığını, kurumsal reforma tabi tutulması gerektiğini kabul ediyor. Zaten referandum fikri de Cameron’ın bu memnuniyetsizliğinden ortaya çıkmıştı. 2013 yılında yaptığı bir açıklamada Cameron, Başbakan olması durumunda İngiltere’nin AB içindeki statüsünü yeniden müzakere edeceği, sonuçlara bağlı olarak da bir referandum düzenleyeceği taahhüdünde bulunmuştu.
İngiltere’deki doğrudan yabancı yatırım stokunun yüzde 50’si AB menşeli. İngiltere bankalarının euro bölgesindeki varlıkları, ABD’deki varlıklarından yüzde 70 daha fazla. İngiltere, ihracatının yüzde 45’ini AB’ye, ithalatının ise yüzde 53’ünü AB’den yapıyor.


2015’te Muhafazakâr Parti beklenmedik bir şekilde tek başına iktidar olunca, Cameron da Brüksel ile göçmen işçilerin ailelerine yönelik devlet yardımları, ulusal parlamentoların söz hakkının artırılması, İngiltere’nin euro düzenlemelerinden mağdur olmaması ve Londra’nın finans merkezi özelliğine ilişkin bir dizi hususta sıkı bir pazarlığa oturdu. Sonuçta, Cameron’a göre azımsamayacak, muhaliflere göre ise ciddiye alınmayacak imtiyazlar elde etti. Ancak Cameron, 23 Haziran’da düzenlenecek referandum ile son sözü İngiliz halkının söylemesini tercih etti.
İngiltere’nin Birlik’te kalması gerektiğini düşünenlere göre AB, her şeye rağmen “alternatifler içinde en iyi seçeneğe” işaret ediyor. Zira İngiltere’deki doğrudan yabancı yatırım stokunun yüzde 50’si AB menşeli. İngiltere bankalarının euro bölgesindeki varlıkları, ABD’deki varlıklarından yüzde 70 daha fazla. İngiltere, ihracatının yüzde 45’ini AB’ye, ithalatının ise yüzde 53’ünü AB’den yapıyor.
Yapılan araştırmalara göre, İngiliz ekonomistlerin ezici çoğunluğu Brexit’in İngiltere ekonomisinde daralma ve ciddi istihdam kaybına sebep olacağını düşünüyor. IMF gibi kuruluşlar da “Brexit” halinde İngiliz ekonomisinin sarsıntı geçireceğinde hemfikir.
Dış politika ve güvenlik alanlarında da dünyanın en büyük ekonomik bloku, en fazla kalkınma yardımı yapan aktörü ve çevre politikaları gibi küresel yönetişim konularında en kuvvetli oyuncusu olan AB’nin parçası olmak, Birlik yanlılarına göre, İngiltere’nin küresel siyasetteki görünürlüğüne büyük katkı sağlıyor.
Zira AB uzmanı Richard Whitman’ın da vurguladığı gibi bu sayede İngiltere ortak dış ve güvenlik politikası çerçevesinde istediğinde tek taraflı, istediğinde Birlik çerçevesinde hareket edebiliyor.
AB’den ayrılınması durumunda ise tek taraflılık bir ‘opsiyon’ olmaktan çıkıp, bir ‘zorunluluk’ haline gelecek. İlaveten İngiltere, eğer ayrılırsa, önümüzdeki on yıldaki enerjisini küresel etkinliğini artırmak yerine, AB ile ekonomik, hukuki ve dış politika ilişkilerini yeniden tanzime harcayacak.
Uzmanlardan bıkmak
Bu noktada basit ama can alıcı bir soru karşımıza çıkıyor. Madem, uzmanlar düzeyinde ve rasyonel zeminde AB’de kalmak İngiltere için en iyi opsiyon, niçin Brexit yanlıları bu kadar destek buluyor?
Bu sorunun cevabı da esasında, Michael Gove’un bir demecinde gizli. Gove’a göre İngiliz halkı, “uzmanlardan bıkmış durumda.”
İngiltere zor bir dönemde referanduma gidiyor. Zira Avrupa, 2008 krizinden bu yana, tarihin adeta üzerine yıkıldığı çoklu-kriz ile test ediliyor. Gittikçe karmaşıklaşan küresel ivme çağının sorunlarına etkin cevaplar üretemeyen Birlik aynı anda euro krizi, mülteci sorunu, yükselen aşırı sağ/sol eğilimler ve artan Avrupa şüpheciliği ile başa çıkmaya çalışıyor. Üstelik bunu, küresel ekonomik merkezin Batı’dan Doğu’ya kayarak tarihin makas değiştirdiği bir dönemde, yükselen ekonomilere ve etkisini gittikçe artıran illiberal rejimlere karşı rekabet etmeye çalışırken yapıyor.
Elitlerin ve uzmanların meydan okumalara etkin cevap üretemediği bu ortamda, Avrupa halkları, kendilerini gittikçe artan oranda güvensiz hissediyor. Bu konjonktürde ise veriye-dayalı rasyonel siyaset yerine, halkın korkularına hitap eden popülist söylemler kitleler nezdinde karşılık buluyor.
İngiliz milletvekili Cox’un ölümüne sebep olan kişinin “ilk önce İngiltere” sloganı atmasını, bireysel bir refleksten ziyade yükselen dip dalgasının akis bulmuş hali olarak okumak gerekiyor. Bu nedenle, İngiltere’de ayrılık yanlısı kampanya ile büyük çıkış yakalayan ve göçmenlere “kapıları kapatmayı vaat eden” UKIP lideri Farage ile “Meksika sınırına duvar örmeyi öneren” Trump’ı güçlendiren küresel iklim aynı.
İngiltere referandumunun sonucunu da bu nedenle, sadece rasyonel siyaset üreten değil, halkın korkularını iyi yönetenin kazanacağını belirtmek yerinde olacaktır.
Brexit ve Türkiye
İlk bakışta doğrudan bağlantılı gözükmese de İngiltere’nin AB ile ilişkilerinin akıbeti Türkiye’yi de iki nedenden ötürü yakından ilgilendiriyor. Birincisi, her ne kadar referandum sürecinde Türkiye karşıtlığı her iki tarafça da menfi yönde siyasi malzemeye dönüştürülmüş olsa da İngiltere, Türkiye’nin AB üyeliğine en aktif desteği veren ülkelerden.
Her ne kadar referandum sürecinde Türkiye karşıtlığı her iki tarafça da menfi yönde siyasi malzemeye dönüştürülmüş olsa da İngiltere, Türkiye’nin AB üyeliği konusunda en aktif desteği veren ülkelerden.


İngilizlerin Türkiye’ye verdikleri desteğin temel nedeni ise esnek bütünleşmeye dayalı, küresel ve hükümetlerarası AB vizyonuna sahip olmaları ve Türkiye’nin bu vizyona sağlayacağı potansiyel katkı. Bu nedenle İngiltere’nin AB’den ayrılması, Türkiye açısından önemli bir desteğin kaybı anlamına gelecek.
İkincisi, İngiltere’nin AB’den ayrılması, büyük olasılıkla Birlik içerisindeki içe kapanmacı eğilimleri hızlandıracak. AB’nin karşı karşıya kaldığı çoklu-krizler ve bu krizlerin yönetimindeki düşük performans dikkate alındığında İngiltere’nin ayrılması durumunda sürecin iyi yönetilememesi söz konusu olabilir. Bu durumda hızla içine kapanan ve sorunlarıyla başa çıkmaya çalışan AB, Türkiye gibi çevredeki ülkeler için bir çıpa olmaktan daha da uzaklaşabilir.
Ortaya çıkan akut belirsizlik, küresel ekonomik sorunları şiddetlendirebilir. Bu istikamette oluşacak bir zincirleme reaksiyon, ticaretinin yüzde 45’ini, doğrudan yabancı yatırımlarının ise yaklaşık yüzde 75’ini AB ile gerçekleştiren Türkiye için iyi bir haber olmayacaktır. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan yapısal sorunların Türk dış politikasını zorladığı bir ortamda AB’nin derinleşen krizi Türkiye’nin ekonomi politiğini doğrudan etkileyecektir.
İngiltere, referandum sonrasında Birlik içinde kalmaya devam edebilir. İngilizler, Churchill’in belirttiği gibi AB’ye karşı “onlarlayız ancak onlardan değiliz” politikasını sürdürse bile söz konusu gerilimli ilişki modeli değişmiş olmayacak. Zira AB, kapsamlı bir yeniden kurumsal yapılanma olmadan 21’inci yüzyılın meydan okumalarına gereken cevabı veremeyecek. Bu nedenle İngilizler, Birlik içinde kalsın ya da kalmasın pandoranın kutusunu açmış ve AB için sura üflemiş oldu.
Mustafa Kutlay, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğ retim üyesi ve Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Avrupa Araştırmaları Merkezi Direktörü. Aynı zamanda İngiltere’de University of Kent, Conflict Analysis Research Center (CARC) bünyesinde kıdemli araştırmacı. Uluslararası politik ekonomi, Avrupa ve Türkiye’nin politik ekonomisi, yükselen güçler ve Türkiye-AB ilişkileri üzerine araştırmalar yürütüyor.