Provokasyonun Türkçesi: tahrik, kışkırtma. Bir canlıyı, bir insanı, özellikle de kitleleri tepki vermeye zorlayacak söz, davranış, uygulama anlamında kullanılır. Bireyin ya da kitlenin kutsallarına, değerlerine, inançlarına hakaret, aşağılama, fiilî saldırı ya da hassas noktalara yönelen kışkırtıcı davranışların amacı, provoke edilenin tepkisinden, kendi konumunu güçlendirmek, kendi planını uygulamak için yararlanmaktır.
Kitleler her yerde ve her zaman provokasyona açıktır. Provokatörün kıvılcımı yakması yeter, yangın bir anda dört bir yanı sarıverir. Provokatörü, provokasyonu bol bir ülkedir Türkiyemiz. Mesela 1955’te 6-7 Eylül olaylarının patlak vermesi için Selanik’te Atatürk’ün evine bomba kondu haberinin zamanın iktidara yakın gazetesinde yayınlanması yetmişti. Yıllar sonra bombayı koyanın bir MİT ajanı olduğu anlaşıldı. 6-7 Eylül; başta İstanbul olmak üzere bütün ülkede; papazları sünnet etmekten, kadınların ırzına geçmekten tutun da cinayetlere varan, azınlıkların dükkânlarına, işyerlerine, mallarına, canlarına yönelen bir çapulcu isyanına dönüştü. Daha yakın örnek: 1978 Aralık sonunda Maraş’ta günlerce süren, oradan Çorum’a, başka kentlere atlayan, sadece Maraş’ta yüzden fazla ölüme neden olan Alevî-solcu katliamıdır. Bir sinemaya bomba atılmasıyla başlayan olaylarda azmettiricilerin ve bombayı atanların derin devlet-Ülkü Ocakları
bağlantılı ajan provokatörlerin eseri olduğu yine yıllar sonra (22 yıl) ortaya çıktı. 35 insanımızın yakılarak öldürülmesine yol açan Sivas 1993 Madımak Oteli katliamı da hazırlıklı, planlı bir provokasyonun sonucudur. Bayrak yırttılar, camiye bomba attılar, dine küfrettiler, vb. gibi çoğu zaman asılsız söylentilerle insanların linç edilmesinin, dövülmesinin, yakılmasının; kitapçıların, işyerlerinin, parti binalarının tahribinin, lumpen kitlelerin sokaklara dökülmesinin irili ufaklı örneklerini her gün yaşıyoruz.Provokasyon devletin/iktidarın tepelerinden gelirse…
Kitleleri galeyana getirecek, toplumu karıştıracak provokasyonlar bir iktidara, bir siyasal kanada, bir ideolojik merkeze karşı, onu zayıflatmak, geriletmek için gerçekleştirilebileceği gibi, muktedirler tarafından da iktidarlarını pekiştirmek, askerî veya sivil dikta rejimine geçmek, toplumu cepheleştirip muhalefet güçlerini ezmek için de devreye sokulur. Geçmişte, devletin derinliklerine yuvalanmış gladyo türü yapıların ajan provokatörler kullanarak ateşledikleri yangınlar yerine, şimdilerde bu iş öyle saklı gizli değil, neredeyse resmen yapılıyor. Tahrik, kışkırtma, halkı birbirine düşürme, toplumdaki tehlikeli fay hatlarını derinleştirme büyük bir propaganda ve medya ağının da yardımıyla, devlet gücü ve devletin şiddet tekeli pervasızca kullanılarak gerçekleştiriliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birkaç gün önceki konuşmasında Taksim Gezisi’ne Topçu Kışlası’nın mutlaka yapılacağını vurguyla tekrarlaması, anlatmak istediğime iyi bir örnek. Sayın Erdoğan, yaşamakta olduğumuz tehlikeli, gergin, patlamaya hazır ortamda bunun toplumun önemli bir kesimini tahrik edeceğini, gerginliği artıracağını, öfke doğuracağını, cepheleşmeyi derinleştireceğini çok iyi biliyor. Amacı da bu zaten. Bir yandan, yetkililerden kendisi kadar cesur olmalarını isterken, öte yandan “zorla evlerinde tuttuğunu” söylediği yüzde 50’nin (AKP seçmenlerini tenzih ederim) elleri palalı, silahlı, mafya bağlantılı lumpen saldırganlarına, “elinizi korkak alıştırmayın, arkanızda benim polis teşkilatım, benim valilerim, kaymakamlarım, benim yargım ve bizzat ben varım” güvencesi vermiş oluyor.
İç karışıklık ve savaş planının yeni bir adımı mı?
Güneydoğu ve Doğu’da Kürtlere karşı yürütülen mevziî savaşın başta İstanbul olmak üzere Batı kentlerine yaygınlaştırılması planı mı yürürlükte? İnsan düşünmek de, inanmak da istemiyor ama son üç, özellikle de son iki yılın siyasal gelişmelerini, olaylarını, Erdoğan’ın tarzını, mantığını sosyolojik gözle inceleyip değerlendirirsek korkulanın başa geleceğinin pek çok ipucu var.
7 Haziran seçimlerinin hemen öncesinde, AKP hükümetinin bakanlıklarından birinde çalışan, tabii ki AKP’ye yakın üst düzey iki kişiden, “İktidarı ne pahasına olursa olsun vermeyecekler, savaş çıkarma ihtimali bile var” sözlerini duymuş, kulaklarıma inanamamıştım. Kastedilen savaşın, Suriye’ye karşı olacağını düşünüyordum. Çeşitli nedenlerle buna cesaret edilemedi ama yerine Türkiye halkının en az dörtte birini feda eden, Kürt illerinde taş taş üzerinde bırakmayan, halkı bölgeden göçe zorlayan, bunca ölüm, bunca acı pahasına hâlâ devam eden Kürt savaşı başlatıldı.
Yaratılan güvensizlik, korku, endişe, terör, baskı, Kürt siyasal hareketinin şeytanlaştırılması ortamında, kabullenilmeyen 7 Haziran sonuçları 1 Kasım’da Erdoğan’ın mutlak iktidar özlemine yönelik olarak düzeltildi. Ancak ortasından karpuz gibi bölünmüş bu ülkede, tek adamın mutlak iktidarının önünde hâlâ direnen güçler var. Henüz demokrasi paydasında buluşup güçlü bir birlik oluşturamasalar da, bölük pörçük -hatta kimi zaman kendi içlerinde çatışmalı- olsalar da Erdoğan iktidarının önünde engel teşkil ediyorlar; baskılara, tehditlere, her türlü hukuksuzluğa ve saldırılara rağmen direniyorlar. Başkanlık ve anayasa referandumunun ve erken seçimin söz konusu olduğu şu günlerde, Batı’daki “çıban başı” muhalif unsurların provoke edilmesiyle körüklenecek çatışma ortamı, 7 Haziran-1 Kasım arasında korku oyları devşirmenin tadını almış kimilerine iyi bir fikir gibi gelebilir. Cumhurbaşkanı’nın Gezi’ye Topçu Kışlası’nı yeniden gündeme getirirken, sözlerini “teröre İstanbul’da da aman vermeyeceğiz, polisimiz de herkes de cesur olmalı” diyerek tamamlaması, hemen ardından sosyal medyada, hepsi aynı cümleyi kullanan ak trollerin Gezi’ye çıkacakları vurma, öldürme tehditleri, vb. olabileceklerin işaretini veriyor.
Provokasyonu boşa çıkarmak için
Kürt silahlı hareketinin, 7 Haziran seçimleri sonrasında Tayyip Erdoğan’ın bölgede savaş çıkarmaya ve Kürt hareketini ezmeye yönelik provokatif siyasetine/oyununa geldiğini düşünenlerdenim. Büyük kayıplara mâl olan, acısını en fazla Kürt halkının çektiği bu savaş Reis’in iktidar planlarını güçlendirdi. Doğu’daki kırım ve yıkım Batı’da demokrasi güçleri üzerinde askerî darbe dönemlerinde bile yaşamadığımız sertlikte baskılara yol açtı, açıyor. Her şiddet eylemi, gerçeklerden kopuk kimilerinin sandığı gibi iktidarı yıpratmak yerine diktatoryal gidişatın değirmenine su taşıyor. Ayrıca, dağınık muhalefet güçleri arasında Kürt sorunu konusundaki yarılmayı da derinleştiriyor.
Şimdi de, her yönüyle hassas konu olan Gezi üzerinden tehlikeli bir çatışma ortamına sürükleneceğimizden korkuyorum. Tezgâhlanan provokasyona gelmemek için ne yapmalıyız, nasıl, hangi yöntemlerle direnmeliyiz? En önemlisi; hangi kesimden, hangi siyasetten, hangi ideolojiden, hangi inançtan olursa olsun, Türk- Kürt, diğer azınlıklar: bu ülkenin sağduyulu, vicdanlı, namuslu, iyi insanları aramızdaki bütün ayrılıkları bir yana bırakıp nasıl biraraya gelebiliriz?
Cevabı kolay olmayan, belki de kısa dönemde çözemeyeceğimiz sorular, biliyorum. Ama ilk adımda provokasyonları boşa çıkarmayı deneyebiliriz. Bizleri zorlamaya çalıştıkları çatışmacılık yerine, kaba kuvvete, şiddete prim tanımayan, oyunu bozacak yaratıcı eylem ve direniş biçimleri deneyebiliriz. Benim ne fantezim, ne aklım, ne da yaşım elveriyor buna ama unutmayalım; Gezi çocuklarının, gençlerinin, kadınlarının en büyük gücü yaratıcılıklarında, mizahlarında, sınır tanımayan masumiyet, umut ve cesaretlerindeydi. Onlar palalara, biber gazına, polis kurşununa karşı, çatışmacılığa teslim olmadan barışçı direnişin yolunu bulacaklardır, inanıyorum.