Britanyalı, özellikle de İngiliz seçmenin büyük bölümü için bu oylama, aslında ülkenin gerçek anlamda küresel bir güç olduğu, imparatorluğun üzerinde güneşin hiç batmadığı dönemlere dönüş özlemi.
Birleşik Krallık'ta geçtiğimiz hafta İşçi Partisi milletvekili Jo Cox'un öldürülmesi üzerine ara verilen Avrupa Birliği (AB) referandumuna ilişkin kampanya çalışmalarına yeniden başlandı. İki günlük ara süresince kampanya kapsamında daha "saygılı bir üslup" benimsenmesi gerektiği üzerinde bolca duruldu ki bu hiç de haksız bir talep sayılmazdı.
"Brexit" tartışması, İngilizlerin bugüne dek gördüğü en zehir zemberek seçim söylemlerine sahne oluyor.
Geçtiğimiz hafta, Jo Cox'un kendi seçim bölgesinde silahla vurulup bıçaklanarak öldürülmesinden birkaç saat önce, AB karşıtı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) lideri Nigel Farage, partisinin son seçim posterini tanıttı.
Posterde "kırılma noktası" başlığının altında beyaz olmayan mültecilerin oluşturduğu uçsuz bucaksız bir kuyruk görülüyor. Verilmek istenen mesaj ***et açık: AB'den ayrılalım, yoksa sürüyle yabancı kapıda.
Bu tür görüntülere kampanya süresince ne yazık ki sıkça rastlandı.
Avrupa şüpheciliği, kıta genelinde yükselişte. Brüksel, Birleşik Krallık örneğinin ardından diğerlerini caydırmak isteyecektir.
Peki öyleyse referanduma sayılı günler kalmışken kamuoyu araştırmaları neden hâlâ başa baş bir sonuca işaret ediyor?
Geçmişe özlem
Başbakan David Cameron ve diğer Brexit karşıtları ekonomiye odaklanarak, Birleşik Krallık'ın AB'den ayrılması durumunda hiç olmadığı kadar vahim bir çöküş yaşanacağı uyarısında bulunuyor.
Fakat Britanyalı, özellikle de İngiliz seçmenin büyük bölümü için bu oylama, aslında ülkenin gerçek anlamda küresel bir güç olduğu, imparatorluğun üzerinde güneşin hiç batmadığı dönemlere dönüş özlemi.
Referandum tartışmalarının alt metnini büyük ölçüde Britanya'nın sömürgecilik konusundaki başarısını yeniden kazanma arzusu oluşturuyor.
Mesela Londra'nın eski belediye başkanı Boris Johnson ve Brexit kampanyasının önde gelen diğer savunucuları “Britanya'yı yeniden büyük yapalım” şeklinde bir açıklama yaptı. Muhafazakar Partili eski kabine üyesi Iain Duncan Smith, bir süre önce verdiği bir röportajda Britanya'nın “dünyanın en büyük ülkesi” olduğunu söyledi.
Peki Britanya ne zaman en büyüktü? Elbette dünyanın yarısına hükmederken.
AB üyeleri içinde Almanya, İspanya ya da Portekiz gibi bir zamanlar emperyal güç olan diğer ülkelerin aksine, Birleşik Krallık'ta sömürgeci geçmişe dair nostaljik bakış açısı oldukça yaygın. Bu görüş, hem elit siyasetçileri hem de giderek haklarından daha fazla mahrum kalan beyaz işçi sınıfını birleştiriyor.
Birleşik Krallık'ın sömürgecilik seferlerine dair kirli gerçeklerden bugün hâlâ pek bahsedilmiyor.
AB'den ayrılma yanlılarının bir kesimi, Avustralya'dan yeni gelecek göçmenleri çekmek adına AB'nin göçmenlik politikasının terk edilmesi çağrısında bulunuyor. Bununla üstü kapalı olarak arzu edilen, Beyaz Dominyonlar (yani ciddi miktarda yerleşimci nüfusu barındıracak İngiliz toprakları) emperyal rüyasının yeniden canlandırılması.
Kimileri ise Britanya'nın AB yerine İngiliz Milletler Topluluğu'nu benimsemesi gerektiği görüşünde. Oysa İngiliz Milletler Topluluğu, dünyanın farklı noktalarında bulunan ve aralarındaki tek birleştirici faktör, Birleşik Krallık bayrağının bir zamanlar toprakları üzerinde dalgalanmış olması olan devletlerden müteşekkil bir topluluk.
Birleşik Krallık'ın, İrlanda ile tüm İngiliz Milletler Topluluğu ile yapılandan daha fazla ticaret yaptığı gerçeğiyse öylesi işe geldiği için görmezden geliniyor.
İngiliz istisnacılığına inanan kimileri umarsızca bu ayrılığın İngiltere için çok daha iyi olacağına inanıyor. Oysa böyle bir durumda, cezalandırıcı bir tutum almak açıkça AB’nin çıkarına olacaktır.
Avrupa şüpheciliği, kıta genelinde yükselişte. Brüksel, Birleşik Krallık örneğinin ardından diğerlerini caydırmak isteyecektir.
Münferit bir oyuncu olma arzusu
Günümüz Britanya'sı hiçbir zaman istilaya uğramadı. Ve bu kapalı açıdan bakılınca, AB'nin savaşın hemen ardından siyasi bir birlik yaratmaya yönelik bir girişim olarak kurulduğu kolayca unutuldu.
Tarihçi Tony Judt, Nationalizing the Past: Historians as Nation Builders in Modern Europe adlı kitabında şöyle diyor: Avrupa'nın yakın geçmişi hakkında sessiz kalmak, Avrupalı bir gelecek inşa etmenin gerekli koşuluydu.
Bugünse Brexit’i savunanlar, bu hassas barışa karşı heyecanla tepki gösterirken, bir yandan da yabancılardan “kontrolü geri alma” çağrılarıyla Blitz (Birleşik Krallık’ın 2.Dünya Savaşı sırasında Almanya tarafından bombalanması) ruhunu canlandırıyorlar.
Bugün Brexit kimileri açısından Britanya'nın dünyada sözüm ona hak ettiği yeri yeniden kazanması için bir fırsat teşkil ediyor.
Geçtiğimiz hafta Marsilya'da gösteri yapan İngiliz futbol taraftarlarının IRA ve Alman bombardıman uçaklarıyla ilgili marşlar söylerken, bir yandan da “Defol Avrupa! Hepimiz ayrılmak için oy veriyoruz” şeklinde slogan atması hiç de sürpriz değildi.
Britanya, 1970'lerin başında o dönemki adıyla Avrupa Topluluğu'na katıldığında istemeyerek de olsa egemenliği Fransa ve Almanya ile paylaşmak durumunda kaldı.
Savaşın bitişini takip eden ilk yıllarda hâlâ münferit bir küresel oyuncu olabileceği inancında olan Westminster, Kenya, Endonezya ve diğer bölgelerdeki sömürgecilik karşıtı hareketleri acımasızca bastırıyordu. İngiliz gücünün sınırları ancak nükleer çağda Süveyş Krizi felaketiyle alenen gözler önüne serildi.
Bugün Brexit kimileri açısından Britanya'nın dünyada sözüm ona hak ettiği yeri yeniden kazanması için bir fırsat teşkil ediyor.
Bölünmüş krallık
Ancak geçmişte kalmış zaferlere dair bu tür referanslar, İngilizlerin sömürge yapısının en eski ve kalıcı örneğinin, yani bizzat Birleşik Krallık'ın kendisinin olası yıkımının tohumlarını da içinde taşıyor.
Britanya artık birleşik bir halka sahip tek bir siyasi oluşum değil. 2014'te İskoçların yüzde 45'i bağımsızlık lehine oy kullandı. Kuzey İrlanda'da da benzer oranda vatandaş kendilerini İrlanda milliyetçisi olarak tanımlıyor.
Eğer Brexit kampanyası kuvvetle muhtemel göründüğü üzere başarılı olur, ancak İskoçlar AB çatısı altında kalma yönünde oy kullanırsa, İskoç bağımsızlığı meselesi kaçınılmaz olarak yeniden açılacaktır.
İngiltere'nın dışında imparatorluk çağrılarına pek hevesle yaklaşan yok. Edinburgh'daki İskoç parlamentosunda Muhafazakarlar bile Britanya'yı yeniden büyük yapma ya da AB'nin yerine İngiliz Milletler Topluluğu'nu benimseme çağrılarına tereddütle yaklaşır.
Aslına bakılırsa, Birleşik Krallık'ın tamamını etkileyecek bir oylama olan AB referandumu, özellikle İngilizlere ait bir mesele haline geldi. Brexit, İngiltere'de çok daha fazla öne çıkan, çok daha popüler bir konu.
Amerikalı diplomat Dean Acheson'ın 1962 yılında koyduğu tanı bugün hâlâ geçerli: "Büyük Britanya bir imparatorluk kaybetti ve henüz kendisine bir rol bulamadı."
Ancak AB referandum kampanyası, pek çokları açısından, Britanya'nın dünya siyaseti içinde kendisine yeni bir işlev bulmaktan ziyade emperyal rolünü geri kazanmaya ihtiyacı olduğu inancını besliyor.
Bu aşırı milliyetçi imparatorluk çağrıları, ülkenin AB'den ayrılması lehine bir sonuç doğuracak mı, henüz belli değil. Fakat Britanya siyasetinin en kötü yüzünü gösteren bu seçim kampanyasının ardından, son birkaç gün “saygı çerçevesi içinde” geçse bile artık çok geç olabilir.