Boğa figürü her uygarlıkta ve her devirde özellikle kullanılmış ve her zaman gizli bir anlam içermiştir.


Taurus dağları yani Boğa Dağları (Binboğa Dağları da deniliyor), Akdeniz bölgesini baştanbaşa Hatay, Antakya ve Suriye’ye kadar uzanan dağlardır.
Boğa yeniden doğuşu, yeniden başlangıcı simgelemiş çağlar boyu. Bu dağlara boğa ismi verilmesi de tesadüf olmasa gerek. Çünkü dünya coğrafyasında, tekrardoğuşa inanılan ve en çok tekrardoğuş vakalarının görüldüğü yerlerdir bu bölge.
MÖ 4500 yıl önce evcilleşen boğa ya da öküz, Anadolu ve Mezopotamya çevresinde, güç ve üreme, toprak ve tarım üzerinde etkili olmuştur.
Aynı zamanda boğa, Mısır’da kutsal kabul edilmiştir ve boğaların Tanrısı Apis, Tanrıça İsis’i temsil etmiştir. Boynuzları arasında bir güneş ve bir ay diski taşıyan Apis, ölüm ve yeniden doğum tanrısı olarak da kabul edilir.

Aslanın boğayı ısırma figürü Diyarbakır Ulu cami girişinde de yer almaktadır.
Mezopotamya’da Ay Tanrısı Sin’e boğa biçimi verilmiş, Mısır’da da Ay Tanrıçası “yıldızların boğası” olarak kabul edilmiştir.
Yaklaşık olarak 6500 yıl önce evcilleştirildiği sanılan boğa ya da öküz, Anadolu ve yakın çevresinde güç ve üremenin yanı sıra, toprağın sürülmesi ve tarımsal üretim üzerindeki etkin rolü nedeniyle de saygı görmüştür.
Boğa kültü MÖ 2700-2000 yıllarında başta Girit olmak üzere Kıbrıs, Sardunya Adası ve Malta Adalar’ında da oldukça yaygındı. Bugün bile Malta’da, kötülükleri uzak tutmak için, Anadolu’nun pek çok yerinde de önümüze çıktığı gibi, ev duvarlarının yüksek noktalarına boğa başları, boynuzları asmaktadırlar.
Boğa simgesi aslında yeniden doğmanın simgesidir. Çünkü gücü, verimi ve kuvveti temsil ettiği için bahar aylarına denk gelen süreçte boğa burcunun denk gelmesi de bilinçli olarak kullanılmasından dolayıdır.
Hitit başkenti Hattuşaş’taki Yazılıkaya Tapınağı’nın ana sahnesinde gösterilen tanrıların önemi, üçgen biçimli şapkaların dış kenarlarına yerleştirilmiş boğa boynuzlarıyla belirtilmeye çalışılmıştır. Örneğin, Hattuşaş kentinin gök tanrısının şapkasının ön dış kenarında 6 boynuz varken, Hitit ülkesinin en büyük gök tanrısı Teşup’un şapkasının ön ve arka kenarlarında toplam 12 boynuz bulunmaktadır.

Yunan mitolojisinde, ölümlü bir güzel kıza aşık olan Zeus, boğa şeklini alır.
Hala nereden geldikleri tam olarak bilinemeyen ve ondokuzuncu yüzyıla kadar keşfedilmeyen çok tanrılı uygarlık Hititlerde boğa, en büyük Tanrı Gök Tanrısı’ydı. Yeniden yaşama gelmeyi simgeliyordu. Tanrı sembolü olarak kullanılması ve boynuzlarının birçok simgelerde yer alması, boynuz kulplu yöresel kap, evrenin simgesini taşıyordu.
Antakya mozaik müzesinde bulunan lahitlerde de simetri şeklinde boğa başları kullanılmıştır.
Hatta resimde görüldüğü üzere, aslanın boğayı ısırması tasvir edilmiştir.
Bakır çağı ve erken tunç çağı dönemlerine rastlayan bu tasvirler yeniden doğuşun, verimliliğin simgesi olan bahar aylarını simgelemektedir.
Taurus yani boğa takımyıldızı, kuzey yarımkürede ve kışın gökyüzünde görülmektedir. Kışın diye özellikle belirttim çünkü, eğer Mu ve Atlantis döneminde yaz aylarında görülen bu takım yıldız, kutupların yer değiştirmesi sonucu şimdi kışın görülmektedir. Bu takımyıldızının en parlak yıldızı Aldebaran’dır ve arapça kökenli bir kelimedir. Takip eden anlamındadır. Takip ettiği ve ters ters bakan gözünü ifade eden Aldebaran yıldızı, Orion takımyıldızına bakmaktadır. Fakat Pleiades yedili yıldızı da takip ettiği için takip eden anlamı kullanılmıştır.

Boğa takımyıldızının kuzeydoğusunda kalan Pleiades kümesi yedi adet yıldızdan oluşur ve ismi yedi kız kardeşler ya da yedi kandilli süreyyadır.
Babil astronomisinde taurus yani boğa takımyıldızı, cennetin boğası ya da göklerin boğası olarak bilinmekteydi.
Fransa’da bir mağarada, boğalar salonu delinen bir mağara resminde, pleiades yani yedili sistem de yer almaktadır. Ve mağaranın tarihi MÖ 15.000’lere kadar dayanmaktadır.
Boğa takımyıldızının ve yedili sistem yıldızlarının bakır çağında yoğunlukla kullanıldığını da belirtmekteler. Bakır çağı MÖ beşbinlere dayanmaktadır.

Peki boğa neden bu kadar önemliydi, neden mağaralara çizildi, lahitlerin üzerine kabartma yapıldı, resmedildi?
İncelediğim eski uygarlıklara ait çizim, resim, heykel ve lahit, simgesel semboller, hep simetri şeklindeydi. Peki bu insanlar simetri ile ne anlatmak istediler. Görünen ve görünmeyen evrenin ikiz olduğunu mu anlatmaya çalıştılar.
Gördüğümüz evrenin dışında bir de görünmeyen evrenin de işlediğinden ve bunların ayrılmaz bir bütün olduğundan mı söz ettiler şifrelerinde? Simgelediler ve çağlar boyunca, binlerce yıl boyunca gözümüzün önünde durdular da biz bunları neden anlayamadık?
Boğa’nın simgeselliğini hemen hemen tüm kültürlerde görmekteyiz. Yeniden doğuşun, doğurganlığın, yaşamın ve göklerin simgesi olarak karşımıza çıkmaktaydı. Takımyıldızı ile de bir bağlantısı olabileceğini hatta köklerimizin belki de bu takımyıldızından geldiğini, ya da Nuh tufanında DNA örneklerimizin bu takımyıldızında saklandığı ve daha sonra da dünyaya tohumların ekildiğini de düşünebilir miyiz? Ve üstü kapalı simgesel olarak boğa figürleri her zaman yeniden dünyaya gelişi, yeniden doğuşu anlatmaya çalıştı üstü kapalı, örtülü ve bürünen şekilde.
Çok şey biliyorlardı fakat bunu ifade etmek için sembol dilini kullandılar, kendimiz bulalım ve keşfedelim diye deliller ve ipuçları bıraktılar. Kim bilir belki de bildiklerinin tam açıklanmasını istemediler. Çünkü bilgi öyle hemen öğrenilecek türden değildi ve bizim zamanımızda, onların değerli bilgilerinin heba olup gideceğini düşünmüş de olabilirler.
Boğa sembolünü incelemeye başladığımda yüzlerce veriye rastladım. Akdeniz bölgesinde dağların ismi, uygarlık amblemi, Mısır”da ve birçok uygarlıkta tanrı-ilah ismi ve simgesi, birçok lahit ve kutsal mekanlarda kabartma. Ve kutsal bir sürenin ismi. Hala tesadüf olabilir mi? Yeniden doğuşun, ölüp tekrar dirilmenin simgesi olarak da kullanılması şaşırtıcı olmadı benim için.
Bakara suresi, bakara: sığır, boğa, öküz anlamında.
“Sığırın bir parçası ile öldürülene vurun” dedik. (denileni yaptılar ve ölü dirildi.) Işte, Allah ölüleri böyle diriltir, düşünesiniz diye mucizelerini de size böyle gösterir. (bakara suresi 67-73)
Tefsir kaynaklarının aktardığına göre, İsrailoğullarından birisi, zengin, fakat çocuğu olmayan amcasını, malını elde etmek için öldürmüş, sonra da cesedi bir başkasının evinin önüne bırakmıştı. Bununla da yetinmeyerek, “amcamı öldürdüler”, diye ortaya çıkınca, taraflar vuruşma Noktasına gelmişlerdi. İçlerinden biri, “ne diye birbirimizi öldüreceğiz. Işte Allah’ın peygamberi, ona başvuralım”, dedi. Durumu Hz.Mûsâ’ya aktardılar. Katil bulunamayınca Allah teâlâ onların bir sığır keserek, sığırın bir parçası ile ölüye vurmalarını emretti. Onlar, kesilecek sığırın niteliklerini sormaya başladılar. Nihayet nitelikleri belirtilen sığırı bulup kestiler ve parçasıyla öldürülen şahsa vurdular. Ölü dirilip, katili haber verdi. (Diyanet işleri tefsiri).
Sığırın nitelikleri, Kur’an da açıkça belirtilmiş, insanın içini açan sapsarı rengi ve çift sürülmemiş el değmemiş, boyunduruk altına girmemiş olmalı.
İçini açan sarı demek parlak ve göz alıcı sarı anlamında olabilir. Ve parlak sarı renk, ruhsallığa en yakın anlamındadır. Maddesel ortamda, ruhsallığın en zirve Noktası, yani en kaba maddenin içerisinde, ruhsal ışığın en yüksek Noktası, zirvesi anlamındadır. Ruhun enerjisinin en zirve Noktasının, maddesel ortamda yansıtılması anlamında.
Torların ülkesi, yüksek yerlerin ülkesi, ışıkların ülkesi, boğaların ülkesi; Anadolu…
Oğuz, öğüz, öküz: güçlü, dev boynuzlu manasına gelmektedir. Arapça’da ise, zülkarneyn; çift boynuzlu manasına gelmektedir.

Oğuz bir ünvandır, makamdır, tor inancının ifadesidir, ölüm ve dönüşümün ifadesidir, tor yüksek yerler yüksek makamlar inancının ifadesidir, ışık ülkesinin, ruhsal enerjinin, yüce yaradan’ın ışığının, yüksek makamının ifadesidir. Oğuz boyları ve oğuz soyu, bu inancı taşıyanlardan doğanların ve süre gelenlerin ifadesidir.
Oğuz Kağan; kendi döneminde, başına giydiği, boynuzları olan başlıkları ile ünlüdür.

Toros dağlarının adı tur oz·dan gelir. Oz/oguz öküz (boğa) demektir ve toros dağlarının diğer adı Binboğa Dağları’dır. (tarih kitapları)
Mitolojide erkek kahramanların başında boğa boynuzu vardır. İngiltere’de savaşçı İskoçların, Vikinglerin başında da boğa boynuzu vardır. Dünyanın yuvarlak olduğu bilinmediği devirlerde “dünya öküzün boynuzları üzerindedir” denirdi! Aslında dünyanın yuvarlak olmadığı anlamında kullanılmamıştır. Çok ezoterik bir mana içerir. Öküzün boynuzları arasında olması dünyanın, öküzün çekim alanında olduğu anlamını taşımaktadır. Tekrar doğuşun, yenilenmenin dünyası anlamına gelmektedir. Öküzün boynuzları arasındaki dünya, tekrar doğuşun, yenilenmenin, oz yani manyetik çekimin, ruhsal çekimin, ruhsal gücün, tanrısal gücün, ruh enerjisinin, kevser planının ve tüm yüce yaradan enerjisinin etkisi anlamına gelir. Fakat bazı zihniyetler dünyanın yuvarlak olduğu ya da olmadığı ile karıştırmışlardır. Öküz hareket edince deprem olur manası ile kafa karıştırmışlardır. Oysaki öküz boynuzu ile dünya yuvarlaklığı arasında bir bağ yoktur. Dünya zaten yuvarlaktır, öküzün boynuzları altında olmak başka bir manaya gelmektedir, daha derin, daha içsel, daha ezoterik ve daha gizli ilimleri içerir.
Oğuz/oz inanışı bilinen en eski inanıştır, tüm doğayı kucaklar ve sonraki tüm inanışlara zemin olmuştur.
Oz, bilimsel bir terim olarak da kullanılır. Magnetik ağırlık anlamındadır. Magnetik yani mıknatıs, manyetik alan anlamına gelir.
Oz değeri, manyetik çekim gücü anlamındadır. Etki etme gücü anlamındadır.
Dağlara çıkarak tapınmalar Anadolu’da M.Ö. onbinlere rastlar, Şanlıurfa Göbeklitepe’deki kazılardan bunu görmek mümkündür. Kutsal yerlerin dağlara inşaası, semavi dinlerin dağlarda vahiy yoluyla alınması, insanların yazın dağlara çıkması da bunun göstergesidir.
İnsanoğlunda hep yükseğe çıkma kaygısı vardır, inancı vardır. Mayalar, Aztekler, İnkalar, Eski Mısır, Rodos, Babil de bunları görmek mümkündür, yüksek yapılar, dağı andıran tepe misali yapılar yer almıştır.
Göklerde ne aranmıştır? Anadolu’ya neden torların, boğaların, ışıkların ve yüksek yerlerin ülkesi denmiştir. Kutsal sayılan birçok yerler Anadolu’da yer almaktadır. Toros Dağlarından (binboğa dağları), Efes Meryem ana, Antakya St.Pierre, Ağrı dağı, Arafat dağı bunlara sadece küçük birer örnektir.
Okhs kelimesi eski yunanca bir kelimedir, İngilizce de ox olarak bilinir, oğuz kelimesi ile aynıdır ve eski mısırda tekrar doğuşun, ölüm ve dönüşümün, yenilenmenin simgesi de ankh’dır.
Toltek, aztek, maya ve inka anlatılan hikayelerinde, oğuz hikayeleri yani dedekorkut hikayeleri ile çok benzerlik taşımaktadır. Aynı çocukları doğduklarında, bir kahramanlık ismi verilmesi için onun bir eylem gerçekleştirmesi gerektiği ile aynıdır. Ve anlatılan efsane hikayelerinde, Dedekorkut Boğaç han hikayeleri benzerlik taşımaktadır.
M.S. 6500’lerde Çatalhöyük’ten güneye bakınca, adını kutsal boğadan alan Toros Dağları’nın gözlenebilmesinin de bir anlamı olmalıdır. Dikkat çekici bir başka ayrıntı da boğa türbesi olarak adlandırılabilecek, boğa başları ve resimleriyle bezeli özel odalarda, boğa başlarının da Toros Dağları’na bakar biçimde düzenlenmiş olmasıdır. Çatalhöyük, dağ ile boğanın, boğa ile inancın özdeşleştiği bir coğrafyadır. Burada boğanın kendisi kutsaldır ve Çatalhöyük’te boğanın kurban edildiğine dair en ufak bir iz bulunamamıştır.
Görülüyor ki, Anadolu eski uygarlıklarında gelenek görenek, adetler, kullanılan semboller, kabartmalar, kayalara çizilen resimler ve özellikle de kelimeler, dünya üzerindeki bütün uygarlıklarla benzerlik taşımaktadır. Hatta farklı kıtalarda olması buna engel olmamıştır. Bunun nedeni tek kaynaktan yayılmış olma ihtimali çok güçlüdür. Çünkü ışıkların ülkesi Mu ve Atlantis, izleri Anadolu’dan özellikle de geçiş yolu olan Antakya üzerinden gerçekleştiyse bu çok güçlü bir seçenektir.
Mu ve Atlantis’in batışı bir son değil, bir başlangıçtı. Ve iki medeniyetin izlerini tüm dünyada rastlamak mümkündür. Ve Anadolu yani torların ülkesinin insanları da bu soydan geldiği, ya da etkilendiği de diyebiliriz. Irtibat yeri olarak da dağların, yani yüksek yerlerin kullanılmış olma ihtimali çok yüksektir, çünkü dağlar birer vortekstir veya vahiy kanalı ile ya ilahi akış yöntemi ile almaları da mümkündür. Çünkü tüm kutsal yerler dağlara yani yüksek yerlere inşa edilmiştir. Antakya da bu iki medeniyetin geçiş yeri yani köprü olarak kullanılmıştır. Medeniyetler şehridir ve tekrardoğuşun burada en çok rastlanmasının nedeni de budur. Çünkü toprak dönüşüm ve ölümün simgesidir, toprağa dönüş ve topraktan tekrar gelmedir. Medeniyete geri dönüştür, boğaların diyarına, boğaların dünyasına yeniden dönüştür.
Mu ve Atlantis’in yeniden doğuşudur, ölümün ve dönüşümün simgesidir, torların ülkesi, ışıkların ülkesidir.
Boğa’nın, Oğuz’un, öküz’ün açılımının aslında birlik olduğu anlayabiliriz. Güç kudret sahibi, ruh enerjisine sahip maddesel bedeni kullanan, ölüm ve tekrardoğuşlar zinciri içerisinde olan insan ırkı, tüm adamların birliği, bütünlüğü, çıkış Noktası, bitiş değil başlangıç, son değil, sonsuzluk anlamındadır.
Bu yüzden boğa figürü her uygarlıkta ve her devirde özellikle kullanılmış ve her zaman gizli bir anlam içermiştir. Tekrardoğuşun, yenilenmenin ve ölümün son olmadığı başlangıç olduğu ve dönüşümün sembolü olarak karşımıza her daim çıkmıştır. Kartal, öküz yani boğa ve aslan ölümsüzlüğün, geri dönüşümün, dönüşümün ve tekrardoğuşun simgesel ifadeleri olarak her zaman kullanılmışlardır.
Hezekiel 1:10: “yüzlerinin benzeyişi ise, onlarda insan yüzü, sağda dördünün aslan yüzü, solda dördünün öküz yüzü, dördünün de kartal yüzü vardı.”
Yüksek yerler inancı tetikleyen unsurlar olmaya devam ediyorlar. Mayalar, İnkalar, eski mısırlılar, Tibet ve daha nice eski uygarlıkların yüksek yer tutkusu ve yüksek yerlere kutsal merkezler inşa etmeleri, vahiy sisteminin yüksek dağlarda vuku bulması ve en sonunda da Şanlıurfa Göbeklitepe’de bulunan ve elle yapılmış olan tepenin 12 bin yıl önce yapıldığının kanıtlanması bunu açıkça ortaya koymaktadır.
Antakya’da kutsal sayılan tüm türbe, ziyaret yerlerin, kilise ve mağaraların yüksek yerlerde inşa edilmiş olması da bu gerçeği tamamen doğrulamaktadır. Yüksek yerlere çıkma, oralarda ibadet edilmesi, insanlık kadar eski olmaktadır neredeyse.
Yüksek yerler ülkesi Anadolu’nun ismi de torların ülkesi anlamına gelmektedir. Torların ülkesi, boğaların ülkesi, yüksek yerlerin ülkesi, ışıkların ülkesi Anadolu.
Yüksek yerlerde yaradana kavuşma isteği, daha yakın olma isteği mi arandı binlerce yıl. Yüksek yerlerin enerjisi mi alınmak istendi yoksa oralardaki gizemin kokusunu mu duymak istendi?
Bunu her ne kadar tahmin etmeye çalışsak da, yüksek yerlere çıktığımızda, gerçek dünyayla ilişkimizin ne kadar kesildiği, huzur bulduğumuz da bir gerçek.