“Suriyeli vatandaşlar” konusuna takıldı kaldı Türkiye gündemi. Konunun bence en önemli boyutu, vatandaşlığın neden şimdi, birden gündeme geliverdiği. Geçen haftalarda, birden gündeme geliveren “özel güvenlikçiler yasa tasarısını” bir anımsayalım. Bu tasarı, “Türkiye vatandaşı olmayanların, özel güvenlik firmalarında çalışabilmesine” imkân tanımayı öngörüyordu. Ayrıca, özel güvenlikçilerde, eğitim şartı da aranmayacaktı. Bu tasarının, Suriye’deki savaştan “emekli” olacaklara, Türkiye’de legal bir hayata geçme şansı tanıyabileceğini daha önce dile getirmiştim.
Ankara’da bir projeler pişiyor ve politik bakımından, giderek artan dozda olduğu gibi, şeffaflıktan uzak tavırlar söz konusu. Olan bitenin arka perdesinde, gene bir hesaplar var.
Biz, işin “Ankara aklı” bölümüne değil, sosyal kısmına bakalım.
Metropoll’ün Nisan ayı verilerine göre, Türkiye’de kamuoyunun, yüzde 82,9’u, Suriyeli mültecilerin vatandaşlığına karşı. Bu oran, Kasım 2014’te yüzde 81,2 imiş. Suriyeli mültecilere vatandaşlığı onaylayanlar ise, Kasım 2014’te yüzde 13,9 iken, Nisan 2016’da yüzde 9’a düşmüş. AKP seçmeninin, diğer parti seçmenlerle aynı fikri paylaştığı bir konu varsa, o da bu mesele: AKP’ye oy verenlerin yaklaşık yüzde 80’i, Suriyeli mültecilere vatandaşlık verilmesine karşı. İronik biçimde, Suriyelilere vatandaşlığa en az karşı çıkanlar, yüzde 68 oranı ile HDP seçmenleri.
İşsizlik gerçek bir sorun
Suriyeli mültecilerle ilgili en büyük sorun algısı, gene Metropoll’ün Nisan’daki araştırmasına göre, yüzde 31,1’lik oranla, “işsizliği arttırdıkları” düşüncesi. Türkiye’de gençler arasında, neredeyse yüzde 20’ye varan işsizlik oranı göz önüne alındığında, “işsizlik gerçeği ve kaygısı”, haklı yere toplumun endişe kaynaklarından biri. Toplumun yüzde 13,4’ü de, “Suriyeli mülteciler yüzünden maaşların/gelirlerinin düştüğünü” düşünüyor. İki oranı birleştirince, toplumda yaklaşık yüzde 45’lik bir ekonomik tehdit algısı var.
7 Haziran 2015 seçimleri öncesinde de, işsizlik ve ekonomik kaygılar, halkın başlıca meseleleri idi. Bu dönemden sonraysa, terör saldırıları ve askeri operasyonlar derken, güvenlik kaygıları, ekonomik meselelerin yerini aldı. Ancak, “Suriyelilere vatandaşlık”, tam da bu iki büyük kaygının orta yerine bomba gibi düşüveriyor: bir yandan ekonomik, öte yandansa, güvenlik endişelerinin kesiştiği bir mayınlı alan bu.
Suriyeli mültecilere yönelik kamuoyu düşünceleri arasında, “dilencilikten duyulan rahatsızlık” (yüzde 19) ve “güvenlik ve terör saldırılarında artış” da (yüzde 18) söz konusu. Ve “rahatsızlık duymayanların” oranına bakalım: sadece yüzde 4,9.
Toplumun yüzde 71’i de, “Açalım kapıları, Avrupa Birliği’ne gitsinler” gibi sert bir söyleme destek veriyor.
Ortada, gerçek bir toplumsal sorun var; toplumun tüm kesimlerini kapsayıcı, gerçekten “iyi niyetli” ve ortak kamu yararını gözeten, toplumu yatıştırıp dengelerini gözeten, çok zeki ve ilkeli politikalar benimsemesi gerekiyor Türkiye’nin. Ve tam tersi yapılıyor.
Milliyetçilik coşturulmuşken
Türkiye’de Suriyeli mülteciler, şimdiye değin negatif anlamda politize edilmemişti. “Misafirlerimiz” söylemi, bir yandan 3 milyonu aşkın Suriyelinin Türkiye’ye, geçici bir süre misafirliğe geldiği izlenimini yaratıyordu. Bir yandan da, Türkiye’de halkın, “kapılarını açan soylu ev sahibi” ruh haline girmesini sağlıyordu. Her iki algı da, “tahammül” üzerine kuruluydu. Şimdi, birden “Suriyeli vatandaşlar” projesi, üstelik de, Türkiye’nin “orijinal vatandaşlarına” değil, Kilis’te, Arapça tercüme ile “yeni vatandaş adaylarına” açıklanınca, psikolojik dengeler şaştı. AKP tabanı açısından da, kendilerini “by-pass” edip, vatandaşlık projesinin ilk kez, doğrudan Suriyelilerle paylaşılması büyük bir şok. Demek, siyaset, aşırı iktidar müptelalığından kendi tabanına yabancılaşınca, böyle büyük taktik hataları söz konusu olabiliyor.
Türkiye’de yaklaşık bir yıldır, “PKK ile savaş” algısı üzerinden, milliyetçiliğin körüklendikçe körüklendiğini unutmayalım. Üstelik, MHP tabanının desteğinin alınması ve MHP’nin bir “muhalefet partisi” olma sıfatını tamamen yitirmesi, işlevsizleşmesi için de, milliyetçi söylem sömürüldükçe sömürüldü. “Şehitlik” her söylemde efsaneleştirildi; iyiden iyiye bir toplumsal kült, “şehitlik mertebesi”, “şehadet” tapınma vesileleri haline getirildi. PKK ile uzaktan yakından alakası olmayan sıradan Kürt vatandaşlara karşı saldırılara göz yumuldu. “Kürt Türkiye vatandaşları” üzerinden bir tehdit algısı yaratılmasına da…
Milliyetçilik de, her ne kadar İslamcılıkla sentezlenmeye çalışsa, ortaya “Türk-İslam sentezi” çıkıyor en fazla. Türkçü kısmı bu ideolojinin, en az İslamcılık-hatta geçen asra uzanan kökleriyle daha çok ağır basıyor. Bu nedenle de, “Suriyelilere vatandaşlık projesi” hem topluma, hormon gibi zerk edilip duran milliyetçilik galeyanını infiale çevirecek; hem de, devletin bugünkü politik çatısını oluşturan iktidar ve aşırı ulusalcıların zımni ittifakının kaçınılmaz sonu olan, “büyük kav***ı” hızlandıracak bir adım. Her halükarda, Türkiye, bir “sona” doğru gidiyor; bu son da, aniden hızlandırılmış bir film gibi final sahnelerine doğru ileri sarmaya başladı.
Yazı boyu, “Suriyeli mülteciler” dedim, ama bu insanların, Türkiye’de aslında, evrensel olarak tanınabilecek resmi bir statüsü yok. İsimleri, resmi belgelere göre de, “misafir”. Oysa, kendilerine, uluslararası anlaşmalarla da tanınan “mülteci” resmen statüsü verilse, Avrupa Birliği ile geçtiğimiz aylarda gerçekleştirilmeye çalışılan örnekte olduğu gibi dış kaynakların da desteğiyle, Türkiye’de insanca yaşama imkanı tanıyacak projeler gerçekleştirilse, çok daha hümanist ve zeki tavırlar benimsenmiş olurdu.