Araştırma dört yıl önce yapılmış… Ancak ben henüz daha yenisine rastlamadım. Bahçeşehir Üniversitesi'nden bir ekip ülkemize sığınmış olan Suriyeli çocukların durumlarını araştırmış. (BAU'nun web sitesinden, 'Haberler' sekmesinden araştırma sonuçlarına ulaşmak mümkün)
Bilenler için tekrar olursa kusura bakmasınlar. Aslında sık sık tekrarlanmasında, yeni araştırmalarla mevcut durumun daha da derinlemesine incelenmesinde yarar var. Çünkü rakamlar bize ciddî toplumsal sorumluluklar yüklüyor. Hem Suriyeli kardeşlerimizin hem de onları bağrına basmış tüm Türkiye vatandaşlarının geleceği ve selameti adına…
Konuyu Doç. Dr. Serap Özer'in koordinasyonunda bir ekip araştırmış. New York Üniversitesi'nden Doç. Dr. Selçuk Şirin, Norveç Kamu Sağlığı Enstitüsü'nden Dr. Brit Oppeda da danışman olarak görev almışlar.
Kaba hatlarıyla özetleyelim:
Ülkemizde 3 milyondan fazla Suriyeli sığınmacının var olduğu biliniyor. Bunların en az 2 milyonunun çocuk olduğu tahmin ediliyor.
Bu çocukların yüzde 74'ü ailesinden birini kaybetmiş. Yani 4 kişiden 3'ü yetim ya da öksüz. Yüzde 79'u askerî çatışmaya tanıklık etmiş.
Çocuklara sormuşlar: “Hayatınızdaki sizin dışınızda birine yönelik fiziksel ya da silahlı bir darbeye şahit oldunuz mu?”… Yüzde 59'u “Evet” demiş…
Çocukların yüzde 44.3'ü stres veren olaylardan 5 veya daha fazlasını yaşamış. Yüzde 18.8'i bu olaylardan 7 veya fazlasını yaşamış… Çapraz sorularla yürütülen bölümün sonunda elde edilen verilere göre, Suriyeli çocukların yüzde 35'i Travma Sonrası Stres Bozukluğu sınırının üzerinde; yüzde 49'u Depresyon ölçeğinde klinik olarak anlamlı düzeyde “yüksek”; yüzde 36'sı ise “çok yüksek” puan alıyormuş…
Bilim insanları bu rakamların ortalama ülkelerdeki nüfusta rastlananın 10 katı olduğunu; mesela Vietnam'dan dönen ABD'li askerlerin oranından daha yüksek olduğunu tespit ediyorlar. Özetle çocukların yüzde 45'i klinik manada depresyonda.
Mevcut resim üç aşağı beş yukarı bu…
Bu çocukların yüzde 70'inin okullarda değil, dilini bilmedikleri bir ülkenin sokaklarında olduklarını belirten hocalar, bu durumun her türlü kötülüğün kol gezdiği, yeni teröristlerin devşirildiği, suç oranının ciddi boyutlara ulaşabildiği ortamlar için müsait koşulları sağladığını iddia ediyorlar.
Pakistan Afganistan sınırındaki mülteci kamplarından Taliban'ın çıktığını, Boko Haram'ın ise Afrika'daki mülteci kamplarından beslendiğini ileri süren analistler, eğer önlem alınmazsa DAEŞ'in de bu ortamdan yararlanmak için fırsat kollayacağının altını çiziyorlar.
Peki ne yapmak lazım? “Niye geldiler? İyi ki geldiler. Keşke gelmeselerdi. Bize onlara kollarımızı açmak yakışır. Ucuz emek olarak kullanılmalarının önüne geçilmesi lazım. Bizim işsiz vatandaşlarımızın problemleri daha da artacak. Geri gönderelim. Çok daha fazla sahip çıkalım. Hayır biz kendi halkımızın çıkarlarına öncelik verelim. Vatandaşımız olsunlar. Olmasınlar.” türünden bu insanlar açısından hiçbir işe yaramayan, 'dipsiz kuyu' tartışmalarına çeşitli ortamlarda tanık oluyoruz.
Bu toptancı tartışmaları bir kenara bırakıp yukarıdaki araştırmada hal-i pürmelalleri iyice belirginleşen bu çocukların bir an önce bilim, ilim, irfanın ışığında, onlar için en uygun eğitim ve öğrenim ortamına kavuşmaları ve ruhsal sağlıklarını ciddiyetle ele alacak sistemlerin devreye sokulması için birlik ve beraberlik duygusu içinde çözüm yolları üretmeliyiz.
Mesele sadece devletin değil milletin meselesidir. Çünkü yanlış hesap Bağdat'tan dönebilir ve milletin ödeyeceği bedel devletinkini kat be kat aşabilir… Batılı'nın küçümsediği, kendi halkından mümkün olabildiğince uzak tutabilmek için elinden geleni yaptığı, denizlerde can veren yüzlerce mülteci için sadece seyirci kalmayı tercih ettiği, kapılarını sonuna kadar Suriyeli göçmenlere açan Türkiye'yi de “Eh onlar bu işi sevdi, hepsini onlar sahiplensin” diyerek yorganı başının üstüne çektiği şu garip dünyada, insanlığa ders veren Türkiye, bu işten alnının akıyla çıkabilmelidir. Milletiyle, devletiyle…