Hatay Reyhanlı’da olağan bir gelişme olarak yaşanan patlamanın ardından bir milletvekili, halkın Suriyeliler içinde kimin mazlum sığınmacı kimin cihatçı katil olduğunu bilmemenin tedirginliğini yaşadığını söylemiş. Doğru, ama biraz eksik. Halk, kendi hemşehrileri içinde parmakla gösterebileceği yüzlerce kişinin IŞİD’e katıldığını bilmenin tedirginliğini de yaşıyor. Yani Suriyeliler sorunu cihatçılar sorunundan ibaret olmadığı gibi, cihatçılar sorunu da Suriyelilerden ibaret değil
Dört ay önce Reyhanlılı işçilerle yaptığımız görüşmeleri aktardığımız, “Reyhanlı savaşı bekliyor: Belki gene bir bomba patlar” başlıklı bir yazı yazmıştık.
Beklenen bombalardan ilki patladı. İki cihatçı hazırladıkları bomba düzeneğini bir elektrik süpürgesi içine yerleştirmeye çalışırken yaşanan patlamada öldü. Yanlarında bir adet susturucu ve tabanca da bulundu.
Bu iki cihatçının Nusra Cephesi ile bağlantılı olabileceği ve daha önce Antakya’da bir ÖSO komutanına yönelik gerçekleşen saldırıyla da ilgileri olabileceği yazıldı. Sendika.Org’un ilgili haberindeyse birkaç ay önce Reyhanlı’da susturuculu tabanca ile gerçekleştirilen bir suikast girişimine dikkat çekildi.
Suriyeli sığınmacılar arasında kendilerini kamufle eden cihatçıların, bombalı eylemlerini ve iç çatışmalarını da Türkiye’ye taşıdığı artık tecrübeyle sabitti.
Bu dönemde Tayyip Erdoğan, Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verileceğini açıklayınca, haklı itirazlar yükseldi. Suriyeli sığınmacıların sorunlarını çözecek olan şey vatandaşlık değil mültecilik haklarının tanınmasıydı. Vatandaşlık projesi ise gidecek yeri kalmayan cihatçıların Türkiye’ye yığılıp kalacağı ve iktidarın gizli ajandasında bir “yedek ordu” olarak kullanılacağı yönündeki endişeleri besliyor.
Ancak “Suriyelileri istemiyoruz” sloganı etrafından yükselen şoven bir histeri ve ikiyüzlülük yer yer haklı tepkileri bulandırdı, bastırdı, çarpıttı ve tartışmanın hakkıyla yapılmasını güçleştirdi.
Reyhanlı’da ilçe merkezini ve sınır köylerini kapsayan bazı gözlem ve görüşmeleri aktararak, çok söylenen “Suriyelileri istemiyoruz” yalanına ve az sorulan “TC vatandaşı IŞİD’lileri ne yapmak istiyoruz” sorusuna dikkat çekmeye çalışalım.
Suriyelileri istemediğimize emin miyiz?
Türk milletinin cesaretini farklı kavramlarla ifade eden Aziz Nesin, Suriyeli sığınmacı meselesine ilişkin tartışmaları da izleyip bir şeyler yazsaydı keşke. Suriyeli misafirlerimize aşk derecesinde yakınlık gösteren milletimizin Suriyelileri istemediğini iddia eden anketlere, siyasi demeçlere, politik analizlere karşı bir şeyler deseydi.
Milletimiz Suriyelileri çok sevdi. Kopmaz bağlar kurdu. Mezhepçi ve şoven kışkırtmalara, particiliğe vs. prim vermedi.
AKP’lisiyle CHP’lisiyle, Sünnisiyle Alevisiyle, Türküyle Kürdüyle Arabıyla, erkekler erkekliklerinin; ev sahipleri ev sahipliklerinin; patronlar patronluklarının; esnaf esnaflığının gereğini yaptı.
Kadınların “başlık parası” karşılığında mal gibi satılmasının eleştirildiği Kibar Feyzo filminin çekildiği Hatay’ın Reyhanlı ilçesine bağlı Harran köyünde Suriyeli kadın pazarı kuruldu.
İHD’nin Şubat 2013 tarihli raporunda 70 “aracı”dan biri olan Abdülkadir Demir’in ifadelerine göre, sadece o bölgede Türkiyeli alıcılara ulaştırılan kadın sayısı daha o tarihte 3000’di.
Yurdumuzun dört bir yanında gelen erkekler Çanakkalelisiyle, Bayburtlusuyla bu pazardan ikinci, üçüncü eşlerini satın aldı. Başka “kullanım amacı” olanlar var mı; satıcılar “hayır” diyemiyor, [çünkü] “takip etmemiz mümkün değil.”
90 bin yerli 110-120 bin Suriyeli nüfusunun bulunduğu Reyhanlı’nın içinde de “Suriyeli ikinci eş” çok yaygın. Nikahsız evlilikler dışında, halihazırda TC vatandaşı olan yeter sayıda erkeğin “talebi”, 14-15 yaşındaki kız çocukları dahil çok sayıda Suriyeli kadını yutan bir “**** pazarı” da oluşturmuş. Olay elbette Reyhanlı ya da Hatay’la sınırlı değil.
“Suriyelileri istemiyoruz” derken, erkekler biraz daha düşünsün!
Ya ev sahiplerinin fedakarlıkları! Dolgun kiralar karşılığında ahırdan kömürlüğe bütün boş yapılar Suriyeli kardeşlerimize “ev” olarak sunuldu. Parası olmayanlara çık git denmedi, evin kızları ne güne duruyordu.
“Suriyelileri istemiyoruz” derken, ev sahipleri biraz daha düşünsün!
Ya işverenlerin fedakarlıkları! Sigorta müfettişlerine yakalanıp da ceza öderim demedi işverenler. Suriyelilerin işsiz kalmaması için inşaattan tekstile, tarımdan gündelik işlere pek çok sektörde kapılar Suriyelilere açıldı. On yaşındaki çocuklara marangoz atölyeleri dahil ağır işlerde “meslek öğrenme” şansı tanındı.
“Suriyelileri istemiyoruz” derken, patronlar biraz daha düşünsün!
Ya esnafın fedakarlıkları! Askeri malzeme, kamp malzemesi yetiştirmek için, olağanüstü bir çaba sarf ettiler. Kim demiş bizim memlekette mezhepçilik var diye! IŞİD’in tedarikçisi mınnınalardan biri çıkmadı mı? Reyhanlı yolunda cihatçı ve silah taşıyan TIR’ların, otobüslerin sahipleri tek bir mezhepten mi?
“Suriyelileri istemiyoruz” derken, esnaf biraz daha düşünsün!
Arada Suriyelilerin dövüldüğü, kurşunlandığı, karşılıklı kavgaların yaşandığı olmuyor değil. Ama biliyorsunuz olaylar hep “kız meselesi” ile başlıyor. Yani “aşk” var.
Yani “Suriyelileri istemiyoruz” diye bir şey yok. İstiyoruz ama işimize geldiği gibi. Ülkelerini yıkalım, hükümetimize duacı olsunlar. Taciz tecavüz edelim, ses çıkarmasınlar. Dövelim karşılık vermesinler. Ucuza ve sigortasız çalışsınlar, iyi kira versinler, yolumuzu kirletmesinler, kendilerini patlatsınlar ama bizden uzak patlatsınlar…
Suriyeli sığınmacıların önemli bir bölümü savaştan kaçıp gelen ve cihatçı organizasyonlarla doğrudan bağı olmayan insanlar. Ancak bu aşağılanma ve dışlama sürdükçe Suriyeli sığınmacılar ile cihatçılar arasındaki mesafenin giderek kapanacağından ve cihatçıların sığınmacılar içindeki tabanını ciddi ölçüde genişleteceğinden de kimsenin kuşkusu olmasın. Hatay’ın sınır ilçelerindeki Suriyeliler arasında Nusra’nın giderek popülerleşmekte olduğu da akıllarda tutulsun; “Suriyelileri istemiyoruz” siyasetinin sonuç olarak “cihatçıları istiyoruz”a çıkacağı, içerideki cihatçı varlığını çoğaltacağı da…
Peki yerli IŞİD’lileri ne yapacağız?
Cihatçılar konusunda endişe duymakta samimi isek, ki olmalıyız, sorunun artık Suriyelileri ya da diğer yabancı uyruklu cihatçıları aştığını, ciddi sayılarda Türkiyeli cihatçının yetiştiğini hesaba katmalıyız.
Yani Suriyelilere vatandaşlık vermesek, bütün Suriyelileri Türkiye’den atsak, sınırları kapatsak, bunlar da bizim cihatçı sorunumuzu çözmeyecek. Çünkü doğuştan TC vatandaşı binlerce kişi, cihatçı örgütlerin teorik pratik eğitiminden geçti ve Türkiye’yi de basit lojistik üssü olarak değil, doğrudan örgütlenme ve eylem alanı olarak belirledi.
Biz yalnızca Reyhanlı’dan bazı aktarımlar yapacağız. İlçede Suriyeli nüfus içinde Nusra etkisi öne çıkarken, TC uyruklular IŞİD’in belirgin bir örgütlülüğü var.
Sınır köylerini bizzat görmeden önce, IŞİD varlığına ilişkin iddialar, bir yakıştırma ve abartma olarak algılanabiliyor. Tedirgin yurttaş, görünüşe aldanıp cihatçı olduğunu düşündüğü herhangi birini IŞİD’li diye yaftalayabilir çünkü. Kaldı ki bu konuda çok özenli olmayan muhalif basın da farklı cihatçı örgütler söz konusu olduğunda bile “IŞİD” demekten imtina etmiyor.
Ancak gören gözler, iddianameler, istihbarat notları, IŞİD’in kendi belgeleri ve örgüt şeması, Reyhanlı’daki Türk vatandaşı nüfus içinde apaçık bir IŞİD örgütlenmesi olduğunu ortaya koyuyor.
Gören gözler ve gezilecek yerler
Reyhanlı-Suriye sınırında Bükülmez, Kuşaklı ve Beşaslan köylerine giderseniz, Bükülmez’de bir noktadan sonra asker tarafından diğer köylerde de gençler tarafından durdurulursunuz.
Bükülmez’de asker Nusra kontrolündeki Atme kampı ile Türkiye arasındaki fiili geçiş kapısını korumaktadır. Peki Kuşaklı ve Beşaslan’da ne oluyor?
Kaçakçılıkla iştigal eden bu iki sınır köyü Suriye’den sökülüp getirilen ev ve fabrika gereçlerinin satıldığı, kaçak IŞİD petrolünün Türkiye’ye akmakta olduğu zamanlar mini petrol boru hatlarının döşendiği, sakin sakin otlayan sığırların yanında lüks araçlara ve masraf edilmiş evlere rastlayabileceğiniz şirin köyler.
Seyahat özgürlüğümüzü kullanarak yöneldiğimiz bu köylerden Kuşaklı’da arabamızı gençler durduruyor. “Hayırdır, nereye?”; “Geziyoruz.”; “Burası gezilecek yer değil ki!”
Oradan alacağımızı alıp Beşaslan’a yöneliyoruz. Köy girişinde yine gençler bekliyor. Bir ses, “Necla çaktırmadan bak!”, “Ne var ki?”, “IŞİD.”
Aracımız köy yolunda usulca ilerler, ben de “Zaten IŞİD de yol ortasında bizi bekliyordu! Bizimki neyi gördü de neye benzetti acaba?” diye düşünerek etrafa bakınırken, ön cephesine IŞİD’in bayrağı işlenmiş halde pırıl pırıl bir motor karşımıza çıkıyor. Siyah zemin üstüne beyaz, üst tarafta tevhid yazısı, altta da peygamberin mührü.
Üstümüzde 10 civarında gencin gözü olduğu için telefonla görüntü alamıyoruz, yaka kameramız olmadığına hayıflanıyoruz. Ancak yolda hiçbir sorun yokmuş gibi geçen jandarma aracı içimizi rahatlatıyor! Eminiz görüntüler devletimizde mevcuttur.
Bize eşlik eden ilçe sakinlerinden biri aynı işaretin köyde bir evin içinde duvara işlenmiş olduğunu söylüyor.
Köyde birkaç tanıdıkla sohbet ediyoruz. Ülkenin çok kötü bir dönemden geçtiğini ama köyde “şükür hiçbir sorun olmadığını” söyleyip bizi yolluyorlar.
Reyhanlı’da ilçe merkezinde, konuya hakim ve güvenilir ilçe sakini A.D. ile görüşüyoruz. Müstear ad kullanılması kaydıyla başlıyor anlatmaya:
“Reyhanlı merkeze bugüne kadar, benim bildiğim 5 IŞİD’linin taziye çadırı geldi. Evli olanların eşleri Suriye’de kaldı.”
“Biri Harranlı D. ailesinden. Y. ailesinden iki kardeş, bunlar ailece gitmiş. Ş. ailesinden bir kişi. Y. ailesinden bir kişi.”
“Reyhanlı’dan IŞİD’e katılım şu anda 300 civarında. Beşaslan ve Horlak Köyü’nden ciddi katılım var. Beşaslan’dan 12 kişi gidip savaşıp geri geliyor ama ifadeleri bile alınmıyor. Geri gitme durumları var.”
“Kobanê’de savaşıp, yaralanıp gelen bir genç, Türk subaylar tarafından eğitildiklerini vs anlatıyor. Anlattıklarını bilemem ama şunu biliyoruz; Kobane’ye savaşmaya gitti, yaralanıp geldi. Soruşturma var mı, ifade alan var mı, yok.”
Bu gezi ve sohbetler üzerine, IŞİD’in Reyhanlı nüfusuna kayıtlı “sınır emiri” İlhami Balı’nın, “Antep emiri” Yunus Durmaz ile görüşme kaydında, Durmaz’ın yeni intihar saldırıları ile ilgili olarak “Biz göndereceğimiz kardeşleri Hatay’dan çıkarabiliriz” dediğinin 10 Ekim iddianamesinde yer aldığı açığa çıkıyor.
Sonra yine aynı soruşturma dosyasına eklenen MİT raporunda, MİT’in Türkiye’deki yerli IŞİD örgütlenmesini nokta nokta bildiği ve “Reyhanlı selefi-tekfiri grubu” dahil 29 yerli IŞİD grubunun devlet tarafından bilindiği öğreniliyor.
Suriyelileri yollayarak cihatçı tehlikesini ortadan kaldırabileceğini düşünenler için geçmiş olsun.
Cihatçı sorununu çözmek için Suriyeli sığınmacılar sorunu ile yabancı cihatçı sorununu ayrıştırmak gerektiğinin ve Türkiyeli cihadizm gibi bambaşka ve çok daha tehlikeli bir meseleyle karşı karşıya olduğumuzun farkında olanlar için de kolay gelsin.