15 Temmuz Cuma gecesi, bu ülkenin her vatandaşı için bir kabustu. Önce kimse inanamasa da sosyal medyaya, televizyon kanallarına yansıyan haberlerle gerçekten bir darbe girişimi yapıldığını idrak ettik.
Darbeler tarihinde ilk kez, gelişmeleri an be an, hatta canlı yayında izledik… 80’lerin mantığıyla yapılan darbe girişiminin başarıya ulaşamamasının en kritik faktörü, dijital çağda olmamızdı.
O akşam kalabalık bir aile yemeğindeydim. Büyükler neler olup biteni anlamaya çalışır, kendi darbe tecrübelerini hatırlarken çocukların yüzündeki şaşkın ifadeye takıldım: 100 yaşına varmamış cumhuriyette, 2016 yılında hala askeri darbe yapılıyor; çocuklarına bir kez daha silah gücüyle yönetimi yaşatmaya hazırlanıyordu. Helikopterler, savaş uçakları alçaktan uçar ve bombalarken çocuklar korkuyla titriyor; son bir yıldır Güneydoğu’da Kürt halkının yaşadığı ‘işgal’ havası İstanbul ve Ankara’yı esir alıyordu.
İç savaş çıkmış gibiydi
Sivillerin sokağa çıkmasıyla şimdiye kadar okuduğumuz, tecrübe ettiğimiz darbelerin ötesinde, bir iç savaş manzarası ortaya çıktı. Tankların sivilleri ezdiği ve helikopterlerin halkı taradığı görüntülerin üzerine, Meclis binasının bombalanmasını neredeyse canlı izlemek, dehşeti katmerledi.
Gece yarısında TRT’de spikere zorla okutulan bildiriyi dinlerken bir an, zaman ve mekan kavramını yitirdim… Bu çağda Türkiye’nin hala demokrasiyi sindirememesine, askerin içinde hala zorla, şiddetle yönetme girişiminde bulunmadan medet umacak güçlerin olmasına, zaten demokrasiden adım adım uzaklaşan ülkenin yuvarlandığı karanlık çukura lanet ettim.
Neyse ki darbe girişimi engellendi…
Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Allah’ın bir lütfu’ dediği darbe girişiminden büyük zaferle çıksa dahi, hala tedirginlik hakim. Darbeciler bertaraf edilmiş olsa da dengelerin ne kadar kırılgan olduğunu, toplumda hep yüceltilen askerin, kendi vatandaşına, seçilmişlere namluyu çevirmesiyle ülkenin bir anda yangın yerine dönebileceğini hep birlikte müşahade ettik.
Bu girişim başarılı olsaydı, neler yaşanabileceğini ancak hayal edebiliriz. Başarılı olmadığı için şanslıyız. Fakat bu, maalesef ülkenin daha demokratik bir geleceğe adım attığı anlamına gelmiyor.
Nedenlerini tane tane sıralayalım…
•Yüzlerce sivil can verdi… Bu arada emir alan, ne yaptığının bile farkında olmadığı ortaya çıkan bazı erler, sokağa çıkma çağrılarına uyan bazı gruplarca sabahın ilk saatlerinde linç edilerek öldürüldü.
Başbakan Yıldırım, cumartesi öğlen yaptığı açıklamada, “Milletimin bütün fertlerinin, bayraklarıyla meydanlara koşan, bu paralel terör örgütü çetesine karşı dimdik ayakta duran bütün vatandaşlarımın alnından öpüyorum” diyecekti. Ancak yetkililer, halkı şiddet olaylarına karşı itidale davet etmedi.
Diyanet İşleri, darbeye karıştığı iddia edilen askerlerin cenazelerinde yurttaşlara verdiği hizmeti düzenlenmeyeceğini açıkladı. Zorunlu askerlik görevini yapan gariban çocukları da bu torbaya dahil edildi. Türkiye bir demokrasi olsaydı, linç girişiminde bulunanlar yakalanıp adalete teslim edilirdi… Ölüye azami saygı gösterilir, ailelerin yas tutmasına izin verilirdi.
•Darbe girişimi sonrası yıllardır peş peşe yapılan ‘operasyonlar’zincirine yeni bir halka eklendi. Ancak Ergenekon, Balyoz, KCK, FETÖ gibi davaların, hak ve hukukun yerini bulmasına hizmet etmesindense adalet hissini örselediği, toplumu karpuz gibi yarıla yarıla bugüne getirdiğini unutmamalı… İktidar, kendi atadığı üst düzey yöneticileri şimdiye kadar ayırt edemediyse, gerçek faillerin yakalandığına nasıl güveneceğiz?
•Darbe girişimine karıştığı suçlamasıyla soruşturulan ve gözaltına alınanların evrensel hukuk ilkeleri doğrultusunda yargılanıp yarglanmayacağına dair endişeler büyük. Tutuklanan askerlerin soyulmuş görüntüleri, insan hakları ihlallerine işaret ediyor. Öte yandan sokağa çıkan, hatta Meclis’i basmaya kalkan gruplar ‘idam’ çığlıkları atarken Erdoğan’ın “Demokrasi çerçevesinde haktır” diyerek idam talebine olumlu yaklaşması, demokratik kültürden hızla uzaklaşıldığını gösteriyor… İdamın gündeme getirilmesi, “Hapishanelerde besleyelim mi” şeklinde ‘Evrenvari’ yorumların yapılması, ‘Demokratik cumhuriyette böyle mi olur’ sorusunu akıllara getiriyor. Meclis’te bağımsız bir araştırma komisyonunun kurulup, olaylara dair soruşturma yapmasının önü açılması, demokrasinin şartı…
• Hükümetin darbe girişimi operasyonları, orduyla sınırlı kalmadı. 19 Temmuz itibariyle bakanlıklar ve kamu kurumlarında toplam 49 bin personel açığa alınmıştı. Şimdi bu vatandaşların hepsi ‘darbeci’ mi? Öyleyse, bu konuda herhangi bir belge, bilgi var mı? ‘Darbeci’damgasıyla yaşamak zorunda kalan, ekmeğinden olan onbinlerce insan ne olacak? Üniversitelerin dekanlarına uzanan ‘temizlik’ harekatıyla nereye varılacak? Acaba ‘Cemaat’e yönelik’ denilen temizlik operasyonu, tüm AKP muhaliflerinin temizliği anlamına mı gelecek? Bu sorular da ‘demokrasi bayramı’nın gereği…
Demek ki sokak, park herkese lazımmış
• Bugüne dek sivil toplum örgütlerinin sokağa çıkma çağrılarını şiddetle bastıran, muhalefet partilerinin sokak çağrılarını açıkça ötekileştiren iktidarın, her gün sokaklara çağrı yapmaya devam etmesi, ilginç…
Tamam, olağanüstü bir durum sözkonusuydu, ciddi bir tehlike atlatıldı ve demokrasiye sahip çıkmak herkesin hakkı. Lakin demokratik kültürden beklenen, hukuk devleti ve demokrasinin güçleneceği güvencesini vermekti. Ancak yetkiler, şiddeti olumlayan açıklamalar yaptı. Mesela Cumhurbaşkanının danışmanı, ‘meşru müdafa’ için ruhsatlı silah alımını kolaylaştırılacağını söyledi. 10 Ekim Anıtı yıkıldı, Alevi mahallelerine yürüyüşler yapıldı ama hükümetten ses çıkmadı.
İlk geceden itibaren camilerden günlerce okunan selalar, seküler bir cumhuriyetten ziyade İslami rejimlere has uygulamaları akla getirdi.
Erdoğan’ın sokak çağrıları ve Taksim’de kitleleri toplama ***reti, şunu dedirtti: Demek ki demokrasi herkese lazımmış! Demek ki sokağa çıkma hakkı önemliymiş. Demek ki Gezi’de ve sonrasında defalarca anlatılan‘toplanabilecek meydanlar, parklar’ talebi, herkes için geçerliymiş…
Ancak Erdoğan, Taksim ve Gezi’yi kendisinin zafer meydanına çevirmeye kararlı görünüyor. Darbe girişiminin üzerinden henüz 48 saat geçmemişken “Gezi’de isteseler de istemeseler kışla yapacağız”sözünü tekrarlaması, kafaları karıştırdı: Hedef, darbe girişiminde bulunanlar mıydı? Yoksa kent hakkı, özgürlükler için toplanan milyonlar mı?
• Cemaat ile bağlantılı olsun olmasın, muhalif bir takım web sitelerinin ve yayınların darbe girişiminden 24 saat geçmeden engellenmesi, akıllara türlü sorular getiriyor. Darbe girişimi, özgür basının herkese lazım olduğunu bir kez daha hatırlatmışken, intikamcı, toptancı basın düşmanlığı, demokrasiye ve özellikle vurgulanan ‘demokrasi nöbeti’ne hiç yakışmıyor.
•Darbe girişiminin komuta kademesinin, Diyarbakır ve Şırnak’taki operasyonların başında olan isimler olduğu kamuoyuyla paylaşıldı. Rus jetlerini vuran pilotlar da, Roboski katliamında Hava Kuvvetleri Komutanı olup Erdoğan’dan madalya alan da ‘darbeciler’ arasında sayılıyor…
Suriye’deki cihatçı yapılanmalar nedeniyle Türkiye hakkında suçlamaların ayyuka çıktığı, sokağa çıkma yasaklarındaki insan hakkı ihlallerinin uluslararası camiada gündeme getirildiği bir ortamda, acaba tüm sorumluluk ‘darbeciler’e mi yüklenecek? Öyleyse, bu ülkeyi şimdiye kadar darbeciler yönetiyordu da biz mi farkında değildik?
Suruç’un yıldönümü: Kaos büyüyor
Bugün, onlarca çocuğun öldürüldüğü Suruç katliamının yıldönümü. Suruç’tan sonra başlayan ve bugüne dek süren sokağa çıkma yasağı operasyonlarında, çocuklar dahil olmak üzere, binlerce insan hayatını kaybetti. Hala tam sayıyı bilemiyoruz.
Suruç davasında, tıpkı Roboski katliamı, Gezi’de öldürülenler, 10 Ekim ve devamındaki katliamlar gibi, cezasızlık hüküm sürüyor.
Darbe girişimini tartışırken, bugünlere nasıl gelindiğini anlamak, sorgulamak gerekiyor.
Tabii gerçekten daha güçlü bir demokrasi istiyorsanız…