Darbeyi başarısız kılan siyasi uzlaşma sürer mi?
Türkiye art arda çok önemli iki gelişmeyi yaşadı. Birincisi çok olumlu bir işaretti: İsrail ve Rusya ile yeniden uzlaşma sağlandı. İkincisi ise her yönü ile olumsuz, karanlık bir girişimdi. Bir grup asker darbe girişiminde bulundu ancak halkın, tüm siyaset ve medya kurumlarının dayanışma ve direnişiyle bu girişim başarısız
Şimdi birbirine zıt sonuçları olsa da bu iki girişimin, Türkiye’de siyasetin kalıcı uzlaşması için zemin yaratıp yaratmayacağı, özellikle darbenin demokrasiyi hangi yönde etkileyeceği tartışma konusu oldu. Umutlar siyasetin uzlaşı öncelikli yeni bir dili kullanması yönünde. İlk işaretler de bu yönde; ancak Türkiye’de artık her şey Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararıyla sonuçlandığı için o kararı görmek şart.
Anımsatmak gerekirse Rusya ve İsrail ile varılan uzlaşmadan sonra, TBMM eski Başkanı, AKP kurucusu Cemil Çiçek, uzlaşmaya atfen “Sıra içerideki dostlarımızı artırmakta” diyerek önemli bir açılım yaptı.
Çiçek’in açıklamaları geniş yankı buldu, Başbakan Binali Yıldırım da o günden sonra defalarca konuştu. Yıldırım “İçeride ve dışarıda dostluk çemberini genişleteceğiz” dedi. Bu sözler önemliydi, çünkü AKP’nin ‘içerde de dostları artırma’ politikasına geçeceğinin işareti gibiydi. Şöyle ki, eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan bu politikaya karşı çıksaydı Yıldırım bu sözleri bir kere söylemiş olsa dahi yinelemezdi. Malum Erdoğan beğenmediği sözler edenleri Başbakan da olsa ters köşeye yatırmaktan hiç çekinmedi. Önceki Başbakan Ahmet Davutoğlu döneminde bu birkaç kez yaşandı. Ters köşeye yatırılan Davutoğlu anında dönüş yaptı. Bu kez ise sessiz kalan Erdoğan en azından ‘dolaylı destek’ vermiş oldu.
O nedenle bu sessizlik anlamlıydı çünkü Erdoğan liderliğindeki AKP 14 yıllık iktidarında temel politikasını ötekileştirme, sürekli savaşacağı, tabanına hedef göstereceği bir ‘politik düşman’ yaratma üzerine kurdu. Bu ‘düşmanlar’, kimi zaman 12 yıl birlikte yol aldıkları eski dostları bugün ‘FETÖ’ (Fethullahçı Terör Örgütü) dedikleri Gülen Cemaati, kimi zaman Gezi göstericileri, kimi zaman çözüm sürecini birlikte götürdükleri PKK/HDP oldu. Muhalefet ve medya da bundan nasibini aldı zaman zaman. Ancak toplumun geniş kesimi kendisini dışlanmış hissetse de bu politikanın AKP’ye hep seçim kazandırdığı bir gerçek. O nedenle ki Türkiye’de bugün toplum çok bölünmüş, morali düşük, bezgin ve umutsuz.
Darbe girişimi de tüm bunların üstüne tuz biber ekledi. Başarısız olsa da demokrasiye ve ülkenin itibarına büyük darbe vurdu. Buna karşın, darbenin önlenmesinde -haklarını teslim etmeli- AKP’nin hep ‘öteki’ gördüğü muhalefet ve medya direnişinin de büyük payı oldu. Yani AKP zor gününde bu ‘düşmanlarını’ karşısında değil, yanında buldu. Zora düştüklerinde kendilerini savunacak ne yargı ne de polis bırakılmış olsa da muhalefet bunu yine de yaptı.
Darbe girişimi üzerine Başbakan Binali Yıldırım ilk önce muhalefet liderleri Devlet Bahçeli ile Kemal Kılıçdaroğlu’nu aradı, ikisinden de destek aldı. Medya ise darbe girişimi boyunca hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hem Yıldırım’a bütün olanakları sundu, muhalefete konuşma hakkı tanıdı.
Darbe girişiminin ertesi günü Genel Kurul’da yapılan özel oturumda TBMM Başkanı İsmail Kahraman da Başbakan Yıldırım da bu hakları teslim etti. Kahraman, “Gönlümüz, birlik ve beraberliğimizin aynı şekilde devam etmesinin sağlanmasıdır. Bir arada olduğumuzun şuuru içindeyiz, öyle olmaya devam edeceğiz” dedi. Başbakan Yıldırım medyaya, muhalefete teşekkür edip şöyle devam etti: “Nasıl kenetlenebildiğimizi bütün dünyaya bugün gösterdik. Bugün bir milattır. Yeni bir sürecin de başlangıcıdır. Bugün oluşan birliktelik ruhuna sımsıkı sahip çıkacağımızın sözünü milletimiz huzurunda veriyorum. Diyorum ki; inadına demokrasi, inadına millî irade, inadına barış, inadına kardeşlik”.
Muhalefet liderleri Kılıçdaroğlu ve Bahçeli de konuşmalarında demokrasi ve hukuk vurgusu yaptılar, söz konusu darbe olduğunda hükümetlerin yanında yer almayı görev bildiklerini anlattılar. HDP Grup Başkanvekili de benzer ifadeler kullandı. Darbe girişimine karşı siyasetin aldığı bu tavır ve TBMM’deki tablo Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da çok memnun etti, ilk kez Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’ye ‘teşekkür’ amaçlı telefon açtı.
Bu olumlu gelişme ve söylemlere karşın, talebi üzerine sokaklardan çekilmeyen halka her gün hitap eden Erdoğan muhalefetle ve medyanın tavrına cılız atıflar yapıyor. Kimi yörelerde Aleviler veya başka azınlık kesimlerine gösterilen tepkilere değinmiyor, meydandakilerin, “İdam isteriz” sloganını onaylar tarzda konuşuyor.
Bu nokta önemli çünkü idam cezasını yeniden getirip getirmemek siyasetin evrileceği yöne dair önemli bir işaret olacak. AB hedefi için AKP kadrolarının da desteği sonucu kaldırılan idam cezasına dönüş için Anayasa değişikliği şart. AKP oyları da buna yetmiyor CHP ve HDP’nin desteği ise olasılık dışı. O cezayı kaldıran partilerden olan MHP bu kez aksini yapsa dahi referandum zorunlu olacak. AKP bunu göze almayabilir düşüncesiyle, ‘sloganları geçiştiriyor’ denebilir. Umalım ki böyledir zira bu ısrarda devam edilmesi Türkiye’nin Avrupa hedefinin bitmesi anlamına gelecek. Bunun da toplumun geniş kesiminde, ‘işin sonu nereye varır’ kaygısını artıracağı kesin. Hem de aynı kesimler, bazı direniş noktalarında askerlere uygulanan kırbaçlı şiddet, bir erin kafasının kesildiği yönündeki iddia, tekbir çeken eli silahlı kişiler, bazı illerde Alevi mahallerine yönelik provokatif yürüyüşler, Erdoğan’ın bir danışmanın ‘halkı silahlandırma’ önerisi nedenleriyle ‘bunlar mı demokrasi savunucusu’ diyerek tedirginlik yaşarken...
Tedirginlik o kadar büyük ki konu, 18 Temmuz’da Bakanlar Kurulu sonrası basın toplantısı düzenleyen ve muhalefete bir kez daha teşekkür eden Başbakan Yıldırım’a soruldu. Yıldırım şunları dedi: “Provokasyon riski her zaman vardır, her kesimden beklenebilir. Vatandaşlarımızı her türlü provokasyona karşı uyanık olmaya davet ediyoruz. Kılık kıyafet farkını düşünecek gün değil bugün. Bugün bir olma, beraber olma günüdür. Vatandaşlarımızdan istirhamımız, bir araya gelmek, tek Türkiye haykırmasını bütün dünyaya duyurmak.”
Yıldırım’ın sözleri önemliydi ama darbe girişiminin sıcaklığını hala sürdürüyor. Binlerce gözaltı, tutuklama, kamu görevinden uzaklaştırma yaşanıyor. Tamamen iktidar tarafından yönetilen bu süreç, yarın nasıl devam edecek belirsiz. Demokraside ilerleme mi, otoriterlikte yükseliş mi; muhalefete itibar mı edilecek, baskılanmaya devam mı edilecek?
Soruların yanıtı da siyasetin bugünkü birlikteliğinin ne yöne evrileceği, yineleyelim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavrına bağlı. O tavrı beklerken umutlu siyesilerin başında gelen Cemil Çiçek’e kulak verelim.
Çiçek Al-Monitor’un, “Açıklamalarınız nasıl bir etki yarattı, umutlu musunuz?” sorusuna özetle şu yanıtı verdi: “Talebim bugünlük veya mevsimlik değil Türkiye’nin her zamanki ihtiyacıdır. Bu coğrafya zordur, kavgalı toplumlar her yandan kaşınabilir. O nedenle ülkenin huzur ve birliğine kast edenler hariç, ayrı siyasi görüşte, inançta, düşüncede olsa bile herkesin herkesle barışık, dost, saygılı olması lazım. Medeni demokratik toplumlar böyledir. Benim söylediğimi Başbakan Binali Bey de söylüyor. Umutlu olmaya mecburuz. ***ret edersek başarırız. Gördüğüm, herkes bu noktada bir beklenti içinde. Putin, Netanyahu, Merkel ile konuşuyorsam, Türkiye’deki siyasi parti liderleri ile de konuşurum. Bakınız, konuşulduğu zamanlarda çok da iyi işler yaptık. 2002’de AB projesi için dört-beş yılda çıkarılmayacak yasaları, muhalefetteki CHP ile uzlaşarak bir buçuk ayda çıkardık. Şimdi daha çok mecburiyet var. Uzlaşma bir iman zafiyeti, ideolojik sapma değil, tam tersi birlikte yaşamak için şart.”
Umut veya umutsuzluk kişiye göre değişir ama içeride dostların sayısını artırmak da demokrasiye yönelik tehditleri bertaraf etmek de demokratik ortamın geliştirilmesine, medyanın özgürleşmesine, hukukun üstünlüğünün sağlanmasına bağlı. AKP bu konularda sürdürdüğü tavırdan vazgeçerse neden umutlu olunmasın ki?