Ülkemizin hemen her ilinde Karadenizli esnaflara sıkça rastlarız. Kayseri ilimizde de yerleşmek isteyen esnaf grubu başarılı olamamıştır. Şöyle ki: İşlek çarşılara dükkan açan Karadenizli esnafın işleri yolunda gider. Bizim Kayserili esnaf kara kara düşünür. Çareler aramaya başlar ve aralarında şu karara varırlar. Sabah çevremizdekiler Karadenizli esnaftan beziryağı isteyeceklerdir. Akşama kadar 20-30 kişi beziryağı ister. ( O yıllarda aydınlanmada beziryağından gaz yağına geçilmektedir) Bizim Karadenizli esnaflar bütün sermayelerini beziryağına aktarırlar. Bir sonraki gün hiç kimse beziryağı istemez. Durumu anlayan Karadenizli esnaflar bir ipte iki cambaz oynamayacağını anlayarak “bize burada ekmek yok” der, Kayseri’yi terk ederler.

İstanbul’a giden bir Kayserili ne satıldığını anlayamadığı bir dükkana, dikkati çeker bir şekilde bakmaya başlar. Kuşkulanan dükkan sahibi: -Ne bakıyorsun aptal aptal, diye sorar.
Kayserili:
-Hiç! Burada ne satılıyor diye merak ettim. Dükkan sahibi:
-Eşşek başı satılıyor der. Kayserili bu münasebetsizliğin altında kalır mı hiç. Belli… belli… görülüyor, der. Hepsi satılmış bir tane kalmış!

Öğretmen okula yeni gelen öğrencilerden memleketlerini sorarken sıra Kayseriliye gelince:
-Manisalıyım, diye atar... Bu öğrencinin Kayserili olduğunu bilen arkadaşları gülüşürler. Bunun sebebini soran öğretmene çocuklardan biri:
-Arkadaş yalan söyledi. O Manisalı değil, Kayserili. Öğretmen Kayserili öğrenciye:
-Neden Manisalıyım diyorsun? Kayserili öğrenci gayet ciddi cevabı kondurur:
- Övünmek gibi olmasın diye efendim.

Kasabamızda kış bitimi gençler dışarıya çalışmaya giderler. Süleyman Eryılmaz’ın çocukları –iki oğlu- da çalışmaya gider. Sonbahar geldiğinde geri gelirler. Komşular: -Nasıl senin oğlanlar bir şeyler getirdi mi? İşleri iyi miymiş? Gibi göz aydın ederler. Süleyman Eryılmaz, yaz boyunca işlerin de kendine kalması oğullarının da tatmin edici bir şeyler getirmemesi üzerine: - Ne olacak gurbete giden bi mot, bi got getiriyor

Padişah II.Ahmet döneminde Erzurum korkunç bir sel felaketine uğrar. Sadrazam padişahın huzuruna çıkar ve olayı haber verir. Allah sizi korusun hünkarım bir acı haber vereceğim. Erzurum şiddetli bir sel felaketine uğradı, şehir çok zarar gördü, çok sayıda insan ve hayvan can verdi. Padişah şöyle konuşur: -Cenab-ı Hak Kayserili kullarımı bu gibi felaketlerden korusun. Aradan bir süre geçtikten sonra acı bir haberi daha padişaha verir: -Devletlüm bugün Üsküp şehri yangınla mücadele verdi. Şehrin yarısı yandı, zarar çok fazla. Padişah yine üzgün bir tavırla şöyle konuştur: -Üsküplü kullarımın kederini canı gönülden paylaşıyorum. Allah Kayserili kullarımı bu gibi felaketlerden korusun. Her felaket haberinden sonra padişahın Kayserili kullarını koruması veziri-azamı hayrete düşürür, sonunda dayanamaz ve sorar. Padişah, vezirine şu açıklamayı yapar: -Erzurum sel felaketine uğrayabilir ama bunun etkisi geçince halk yerli yerine döner, eski hayatını yaşamaya başlar. Her vilayet için aynı şeyi düşünebiliriz ama Allah göstermesin Kayseri’de bir felaket ortaya çıkarsa Kayserililer yurda dağılır ve tüm halkın işlerini ellerinden alırlar. İşte asıl felaket o zaman olur, der