Eski Türk edebiyatının en önemli kaynaklarından biri de mitolojidir. Mitoloji daima insan, hayvan, eşya, varlık, zaman ve mekân kategorilerinde şâirin en önemli baş­vuru alanlarından biri olmuştur. Araştırmacıların ortak kanaatine göre Divan şiirinin mitolojik karakteri çoğunlukla Iran mitolojisinden gelmektedir. Divan şâirlerini de­rinden etkileyenŞehnâme, İran mitolojisini toplayan en önemli kaynaklardan biri olmuştur. Bu eser vasıtasıyla Divan şiirinde de İran mitolojik kahramanlarına pek çok göndermeler yapılmıştı. Tanpınar'a göre Divan şiiri mitolojisini "doğrudan doğ­ruya Şehnâme'den, Büyük Masallardan ve Arap kültüründen almıştı" Fakat Divan şi­irinin mitolojik arka plânını sadece Iran ve Arap'a bağlamak da yanlış olacaktır ka­nâatindeyiz. Iran ve Arap kültürü olduğu kadar, Hint, Çin, Ortadoğu'nun başka mil­letleri, Yunan ve Anadolu'da daha önce yaşamış diğer milletlerin mitolojilerinin de Divan şiirinin derin içyapısında izleri vardır. Iran mitolojisinden alınmış olan mitolo­jik figürlerin bazıları -derin bir incelemeye tabi tutulduğunda- Hint'e hatta Çin'e ka­dar uzanmakta, bir mitolojik figürün hangi millete ait olduğu kesin olarak belirlene­memektedir. Meselâ, Ali Nihat Tarlan, Divan şiirinde çok kullanılan, Iran mitolojik kahramanı Cemin İran'a değil, Hint'e âit olduğunu söylemekte ve bununla ilgili önemli değerlendirmelerde bulunmaktadır. Fakat mitolojik figürlerin kökenleri dik­kate alınmaksızın, yüzeysel bir bakışla Divan şiirinin Iran mitolojisinden önemli öl­çüde etkilendiği söylenebilir, etkilenmiştir de. Ahmet Talat Onay'a göre Türk şâirle­ri şiirlerinde Iran esâtirî kahramanlarını kullanmıştı. Fakat şâirlerimiz Türk kahra­manlarını "kimisi hunhar, kimisi ayyaş Iran hükümdârlarına" benzetmekten imtina etmemişlerdi. Hâlbuki bu memdûhu övmek değil, aksine memdûha (övdüğü kişiye) hakaret etmekti: "Türk erlerini Iran kahramanlarına benzetmekle memdûha en bü­yük hakaretler yapıldığının kimse farkına varmamıştır." Şüphesiz bu çok büyük bir iddiadır. Osmanlı şâirinin "bu dünya iki sultana çok, bir sultana az" diyen bir Cihan­gir'i överken, onu, daha önce cihan hükümdârlığı kavgası veren büyük şahsiyetler­le kıyaslaması normaldir. Bu kıyasın her zaman tam yerinde kullanılmaması, işin esasındaki niyete zarar getirmiş olabilir. Fakat bu mesele de, bazı terimlerin tasavvufî anlamda mı, yoksa gerçek anlamda mı kullanıldığı meselesinde olduğu gibi izaha ve araştırmaya açık bir konudur. Zira Divan şâirleri ne zaman Iran mitolojik karak­terlerini şiirlerinde bir benzetme unsuru olarak kullanmışlarsa, kendi padişahlarını Iran şahlarından daima üstün konumda tutmuşlar, Iran şahlarını ise aşağılamışlardır.
Divan şâirlerinin, Şehnâme'yi esas kaynak olarak kullanması meselesi ise ayrı bir inceleme konusudur. Divan şiirinde bazı mazmun, telmih vb. atıflarda kaynak olarak Şehnâme gösterilmesine rağmen, bu atıfların çoğunu Şehnâmede bulmak mümkün olmamaktadır. Mesela, Cem'in şarabı bulması hikâyesi Şehnâme’de yok­tur. Câm-ı cihan-nümâ klasik şiirimizde her zaman Cem'e ait olarak gösterilir, oy­sa bu sihirli obje Şehnâme’de Keyhüsrev'e ait olarak anlatılır. Şehnâme’de Kahra­man adında bir kahramandan bahsedilmez vb. Bu durumda Divan şiirinin mitolo­jik arka planı için başka kaynaklara müracaat gerekmektedir. Bu kaynakların en önemlilerinin başında da Taberî Tarihi (Tarih-i Taberî) gelmektedir. Taberî, Şehnâ­me'nin anlattığı pek çok hikâyeyi anlatmakta fakat farklılıklar görülmektedir. Di­van şiirinin mitolojik karakteri için bu eserin ayrıca incelenmesi önemli sonuçlar ortaya çıkaracaktır.
Burada, adı en çok geçen İran hükümdâr ve kahramanlarının genel kullanım tarzlarına değinmek istiyoruz. Toplam altı madde altında topladığımız bu tasnifte, bu şahısların Divan şiirinde nasıl yer aldıklarına göz gezdirmiş olacağız.
a. İnsanlık tarihine ün salmış büyük birer cihangir olan bu pâdişahlar, meşhur oldukları sıfatlarıyla anılırlardı. Şairler, bu sıfatların fazlasıyla övdüğü kişide de olduğunu söyler, övdüğü kişileri, İran hükümdârlarıyla kıyaslayarak yü­celtirlerdi:
Fuzûlî, Kanunî'yi övdüğü bir kasidesinde Cemşid, Dârâ, İskender, Hüsrev, Keyhüsrev gibi büyük İran hükümdârlarının bütün özelliklerinin Kanûnî'de de olduğunu söylemektedir:
Ser-ver-i Cemşid-şân Dârâ-yı İskender-nişân
Husrev-i sâhib-kırân Keyhüsrev-i nusret-karîn
b. Divan şiirinde bu şahıslar genellikle karşılaştırmalar yapmak amacıyla zikre­dilmişlerdir. Divan şiirinde İran hükümdârlarının bir kıyas malzemesi olarak kullanışı büyük bir çoğunlukla bu kategoriye girmektedir. Tabii bu beyitle­ri okur ve yorumlarken; İran ve Turan gibi iki ezelî rakibi göz önüne almak gerekmektedir. Şehnâme'nin yarısından fazlası Turan ve İran savaşlarına ay­rılmıştır. Bu iki millet arasındaki o büyük rekabet Şehnâme'nin her satırında hissedilir. İslam'dan sonra ise Türkler bu sefer İran'ın batısına geçmiş (Ana­dolu'ya) bu sefer iki millet (veya devlet) arasındaki rekâbet başka alanlara kaymıştır. Şâirlerin bu rekabette tarafgir oldukları açıktır. Bu tür kıyaslama­larda, Türk şâiri Türk hükümdarını destekler ve artık cihan hükümdarlığının kendilerine geçtiği söyler ve kendi padişahını İran şahlarını küçümseyerek yüceltmiş olur. Bâkî, bir beytinde, Kanûnî'yi birinci mısrada İran hükümdâr­larının sahip olduğu sıfatlarla överken, ikinci mısrada bu hükümdarları Kanûnî yanında olabildiğince aşağılar ve Kanuni'nin en aciz kulunun bile Cem, en basit bir kölesinin bile Hakan olduğunu söyler:
Husrev-i Cem-azâmet dâver-i Hâkân-satvet
Belki en kem kulı Cem abd-i hakîri Hâkân
(Bâkî)
c. Divan şairleri dünyanın geçiciliği, hayatın nihâyeti, servet ve şöhretin hiçli­ği bahislerinde bu büyük hükümdârları anarlar ve dünyanın bunlara bile kalmadığını, onların da nihayet ölüp gittiğini, böylesine büyük varlık ve ser­vetlere sahip olanların topraklara karıştığını, böylesi bir dünyanın hiçbir şe­yine aldanmamak gerektiğini vurgulamaya çalışırlardı.
Yahya Bey, insana seslenerek, yüce makam ve mevkilerdeyim diye sevinilmemesini, zira bastığımız yerlerin bir zamanlar Kayser'lerin sarayları, Dârâ'dan arda kalmış harap yerler olduğunu söylemektedir:
Sevinme mansıb-ı âlîde zîrâ basdugın yirler
Türâb-ı kasr-ı Kayserdür harâb-ı dâr-ı Dârâdur
(Yahyâ Bey)
d. Şâirler kendilerini bu mitolojik şahıslarla kıyaslarlar. Bu tür beyitlerde âşık, büyük Iran pâdişahlarınm o muhteşem servetlerine zerre kadar ihtiyacı olma­dığını söyler, bu arada bu Iran hükümdârları meşhur oldukları nitelikleri ve eşyâlarıyla anılırken, âşık kendisini o muhteşem hazine veya kıymetli emtia­nın tam zıddı olan basit bir şeye sahip olarak nitelerdi. Meselâ Dârâ tacı, Kay­ser ise Kasr'ıyla bahis konusu edilirken âşık kendisine bir örümcek ağının gölgeliğini yeter görmekte ve bunu kendisinin sarayı kabul etmektedir:
Mesîhî, sevgilinin köpeklerinin yal içtikleri tasları (kapları) Cem'in kadehine de­ğişmeyeceklerini söylemekte ve bu kapları, Cem'in kadehinden de Tac'ından da üstün tutmaktadırlar:
Seg-ı kûyun sifâli bana yegdür
Şarâb-ı kevser ile câm-ı Cemden
(Mesîhî)
e. İran'ın bu efsanevi hükümdârları nâdir de olsa bazı şairler tarafından, savaş meydanının yenilmez cengaverleri olarak değil de, değişik bir kıyasla aşk meydanında büyük savaşlar veren, yılmadan mücadele ederek her tehlike ve mihneti göze alan âşıkınbir simgesi olarak kullanılmıştır. Bu tür bir teş­bihte, Dârâ veya başka bir İran sultanı savaş meydanında nasıl yenilmez bir karakter ve asla pes etmeyen büyük bir cihangir iseâşık-şâir de aşk, mari­fet, söz (sühan) vs. meydanında, o meydanın hakkını layıkıyla veren ve kor­ku nedir bilmeyen kahramanıdır.
Sûretâ gerçi gedâ şeklin urındum ammâ
Mesned-i memleket-i ma'rifete Dârâ'yem
f. Bazen de şâirler, İran hükümdârlarını, meşhur oldukları sıfatlarıyla anar ve bu sıfatları tabiattaki çeşitli varlıklarla kıyaslayarak, o varlıkları yüceltmiş olurlardı.
Bâkî bir beytinde, İlkbahar'ın debdebe ve şa'şaasını saltanat tahtı şeklinde ta­savvur ederek, bu taht ve saltanat meydanında çemeni, taht-ı Cemşîd'e; lâleyi ise tâc-ı İskender'e benzetmektedir:
Saltanat bâr-gehin kurdı yine fasl-ı bahâr
Taht-ı Cemşîd çemen tâc-ı Sikender lâle
(Bâkî)