Eski Yunancada ve Batı dillerinde, ‘ Türkçedeki kahramanlık temalı ve olağanüstü motifli halk anlatıları olan destan terimine karşılık olarak epique, epope, epic, legende gibi terimleri kullandığını görüyoruz.
Şükrü Elçin destanı; bir boy, ulus (kavim) veya millet hayatında tam estetik hüviyet kazanmamış eser sayılan efsanelerden sonra nazım şeklinde ortaya çıkan en eski halk edebiyatı mahsullerinden biridir. Sözlü geleneğe bağlı bu anonim mahsuller, zaman ve mekân içinde cemiyetin iradesini elinde tutan “Kahraman-Bilge” şahsiyetlerin menkıbevi ve hakiki hayatları etrafında teşekkül etmiş uzun, didaktik hikayelerdir. Kopuzlarla terennüm ettiği ; cemiyetin ortak hayat görüşü ile ülkülerini aksettiren bu eserlerin teşekkülü büyük hadiselerin için bir ‘yaratma zemini’ ile savaş, din değiştirme, göç, kuraklık vb. gibi büyük hadiselerin millet vicdanında birtakım sarsıntılara sebep olması lazımdır’ şeklinde tanımlamaktadır. (Oğuz, 2011: 157)
Destanlar yaşadıkları dönemin zihniyetini ve kültürel özelliklerini yansıtırlar. Şekil bakımından destanlar kafiyeleniş bakımından mani ve koşma şeklinde yazılırlar. Destanlar manzum, mensur ve manzum-mensur şeklinde yazılırlar. Muhteva açısından toplumun yaşamış olduğu derin olayları etkilenerek bir kahraman çevresinde oluşan anlatılardır. Destanlar epik anlatımlardır yani kahramanlık hikâyelerini anlatırlar. O dönemin büyük felaketlerini kendine has anlatım üslubuyla verilmektedir. Destan bir nazım şeklinde öte bir nazım türüdür. Anonim halk edebiyatında görülmekle birlikte Âşık Edebiyatı döneminde de görülmektedir. Destanlar oluşum açısından sözlü şiir geleneği çerçevesinde ortaya çıkmışlardır. Ağızdan ağıza yayılarak yazılanı belli olmayan anonim ürünlerdir. Çeşitli olayları belli bir durum veya hareketi kurmaca çevresinde oluşturmuşlardır. Dönem içerisinde bu gerçeklik azalmaya başlayarak tarihsel gerçekliği yerini kurmaca olan edebî özellik yer alır. Yaşanmış olan olaylar efsanevî olaylar ile harmonize edilerek gözler önüne serilebilir. Destanlar olayın kahramanı “tip” özelliği göstermektedir. Bu tipler İslamiyet Öncesi Anonim Halk Edebiyatında “ Alp Tipi” olarak karşımıza çıkar. Ana kahraman çevresinde olay örgüsü kurulmakla birlikte ana kahraman dışındaki yan kahramanlar ana kahraman olan Alp tipi çevresinde oluşmaktadır. Örneğin Oğuz Kağan Destanının Uygur Türk alfabesiyle yazılmış olan nüshasında Irkıl Ata ve Oğuzun Oğulların bu ana kahraman tipi olan Alp tipinin yardımcı kahramanları niteliğindedir. Türk destanlarında mekan genellikler o dönemde yazılan mekan adları geçmekle birlikte genellikle belirsizdir. Zaman mevsimler belirtilirken belirli bir tarih verilmezler. Bunları tasnif edilirken kullanılan dönem yazı dili ve özelliklerine göre tasnif edilirler. Tarihin edebiyata yardımcı bir ilim olması hasediyle tarihten yardım alınarak yapılan hesaplamaları da göz önüne almak gerekmektedir. Şunu tarihi kaynaklardan alınarak Oğuz Kağan Destanının bir Hun destanı olduğunu söyleyebiliyoruz. Âşık Edebiyatı döneminde görülen İslamiyet’ten sonra yazılan Türk destanların da ise daha çok yazılanı belli olan hatta günlük olayları bir gazete mahiyetinde de kullanıldığını görürüz. Yaprak destan adını verdiğimiz bu destanlarda bir gelinin cinnet geçirerek intihar etmesi olayı bile konu olarak işlenmektedir. Anonim halk edebiyatı türlerinden biri olan destan da ise daha çok kollektif olayların yer aldığını tespit edebiliriz.
Destanlar yazılış şekli olarak iki şekilde ele almak daha doğru olunacaktır. Destan doğal ve yapay olmak üzere iki şekilde tasnif edilebilmektedir. Doğal destanların yazanı belli değil iken yapay destanların belli bir yazanı vardır. Doğal destanlar yazılı ortama geçirilmesi bakımından toplumun belli bir birikimi ile ortaya çıkıyorken yapay destanlar belli bir yazarın oluşturmuş olduğu kültürel birikim ile ortaya çıkarılırlar. Türk destanlarının ve halk edebiyatının ulusal ölçü birimi ise hece ölçüsüdür. Genellikle epope olması durumundan mütevellit –yani uzun anlatılar, manas gibi- kullanılan uyak şekli yarım kafiyelidir.
Dünya ve Türk Edebiyatındaki doğal destanlar şunlardır: Sümer Destanı; Gılgamış, Hint Destanları ; Ramayana ve Muhabharata, Japon Destanı; Şinto, İran (Fars) Destanı ; Şehnâme (Firdevsî), Rus Destanı; İgor, Fin Destanı ; Kalevala, Yunan Destanı ; İlyada ve Odysseia, İspanyol Destanı ; Le Cid, Fransız Destanı ; Chanson De Roland, Alman Destanı; Nibelungen, İngiliz Destanı ; Beowulf destanları doğal destanlara verilebilecek örneklerdendir. Türk Edebiyatında günümüze kadar gelmiş olan doğal destanlar ise Hunlarda ; Oğuz Kağan Destanı, Sakalarda ; Alp Er Tunga ve Şu Destanı, Göktürklerde ; Bozkurt ve Ergenekon Destanı, Uygurlarda; Türeyiş ve Göç destanlarıdır. İslamiyet sonrası ortaya çıkan destanlar da mevcuttur. Bu destan şu şekilde verilebilir: Karahanlı Dönemi ; Saltuk Buğra Han Destanı, Kıpçak ; Manas, Tatar-Kırım Dönemi; Timur ve Ediğe, Selçuklu-Beylikler ve Osmanlı Dönemi; Seyit Battal Gazi Destanı , Danişmend Gazi Destanı, Köroğlu Destanıdır.
Dünya Edebiyatındaki yapay destanlar şunlardır: “Latin Edebiyat; Aeneis (Vergilius), Fransız Edebiyatı; Henriade (Voltaire), Portekiz Edebiyatı; Os Lusiadas (Camoens), İngiliz Edebiyatı; Kaybolmuş Cennet, İtalyan Edebiyatı; Kurtarılmış Kudüs (Tasso), Çılgın Orlando (Ariosto), İlahi Komedya (Dante)”dir.
Türk Edebiyatındaki yapay destanlar şunlardır: Genç Osman Destanı (Kayıkçı Kul Mustafa), Üç Şehitler Destanı (Fazıl Hüsnü Dağlarca), Çanakkale Destanı (Mehmet Akif Ersoy), Kuvay-ı Milliye Destanı (Nazım Hikmet Ran), Selçuknâme (Yazıcıoğlu Ali) ve Oğuznâmelerdir.
Yukarıda vermiş olduğumuz destanları daha çok şekilde sıralamak mümkün olmakla beraber mühim derecesine ve tarihî süreç içerisindeki önemine göre doğal ve yapay destanlar bu şekilde sıralanabilir ve bu şekilde tasnif edilebilmektedir. Bu destanlar yazılış amacı daha önce belirtmiş olduğumuz amaçları aynen kendilerine görev edinirler.
Türk destanlarının ortaya çıkışıyla ilgili Türk edebiyatının mümtaz ve bilge şahsiyeti olan M. Fuat Köprülü hocadan naklen şu söylenebilir: “Milli Destan’ın doğması için, bir kavmin medeniyet bakımından epey aşağı bir seviyede olması ve hayatının birtakım büyük sarsıntılara uğraması, çok büyük hadiselerle karşılaşması lâzımdır. O zaman o kavmin içinden yetişen halk şâirleri bu vak’ aları ayrı ayrı ‘Parça Episode’ ler halinde terennüm ederler. Göçler, sonra meydana çıkan bâzı hadiseler, bütün mazisini şâirlerinin şifâhi rivâyetlerinden öğrenen bu halk arasında yeni birtakım ‘Parçalar’ ın daha meydana gelmesiyle yahud bu gibi muhtelif menkıbeleri bir ‘Kahraman’ etrafında toplayan yeni ‘Dâire (cycle)’ ler ortaya koymasına sebep olur. Sonraları bu kavmin medenî seviyesi yükselerek, muhtelif âmiller tesiriyle, siyasi ve ictimaî bir birlik ihtiyacı da meydana çıktığı zaman ‘Destanî’ bir ruha malik olan bir halk şâiri ve bu dağınık parçaları ‘Dâireler’ halinde toplar; bu dâireleri de birbirine bağlayarak umumî ‘Milli destanı’ vücuda getirebilir. Böyle olmakla beraber bu kavim, bu ‘Destan’ devrini geçtikten sonra da halk arasında yaşayan ve kısmen vaktiyle halk arasında yaşayıp sonradan kitaplara geçmiş olan parçaları birbirine kaynaştırarak birleştirir. ‘Milli Destan’ ı ilmî usullerle toplayıp diriltmek imkânı da vardır. Meselâ Finlilerin ‘Kalevala’sını ‘Lönnort’ işte bu şekilde toplayıp ortaya koymuştur. “ (Oğuz, 2011 :159)
Destanların belirli bir anlatıcıları vardır, bu anlatıcılar şehir şehir gezerek destanlarını icra ederler. Bu icracıları ilk olarak kam, ozan, baksı, oyun adını alan birçok görevi üstlenmiş olan ama asıl olarak da görevlerinin din adamı olduğunu bildiğimiz kopuz adını verdikleri telli sazlarla icra ederlerdi. Bu icracılar destanları anlatarak sözlü şiir geleneğinin taşıyıcıları olmuşlardır. Destan anlatıcıları Türk toplulukları içerisinde saygı duyulan sözünün kesilmediği ve dillerinin kıvrak olduğu kişilerdir. Ozan adını verebileceğimiz bu icracılar kimsenin önüne diz çökmez hükümdara dua eden, mühim kişilere ad koyan kutsal özellikleri olan kişilerdir. Dede Korkut ( Dedem Korkut veya Ata Korkut) adını verdiğimiz bu ozan bir ozana ait tüm özellikleri üstünde bulundurmaktadır. Bu 12 hikâyede de destan anlatıcısının özellikleri yoğun bir şekilde tespiti mümkündür.
Bir diğer bahis ise zihniyet meselesidir. Zihniyet Arapça bir kelime olmakla birlikte kelime anlamı anlayış demektir. Edebî olarak şunları söyleyebiliriz ki destanların zihniyeti veya edebî eserlerin zihniyetleri o dönemle alakalı çeşitli siyasi, ekonomik, siyasi, dinî, sosyal, eğitim, kültürel, coğrafyasını gözler önüne sermektedir.
Destanlar ve zihniyet hâdisesi ile alakalı söylenebilecek şeyler bunlar ile mürekkeptir. Destanlar bir milletin kültürel hafızası olmakla birlikte gelenek-görenekler bakımında birer kültürel kodlardır geleceğe dair kurulacak olan kültürel hayatın sosyal besleyicisidir.