Karşılaştırmalı veya kültürlerarası yaklaşımlar, halk kültürünün birçok ülkedeki birlik ve benzerliğini vurgularken, ulusal yaklaşımlarda dikkat, bir ülke üzerindeki folklor geleneklerinin ayırt edici özelliklerinde toplanmıştır. Ulusal kuram doğrultusunda çalışan bir halk kültürü uzmanı veya halkbilimci, bir atasözünde milletinin duygusal, düşünsel, sezgilerinin damgasını görürken, karşılaştırmalı kuramları kullanan bur halkbilimciyse, bu deyimin bir düzine dilde yer aldığını belirtir ve çalışmalarını onlar üzerinde yoğunlaştırır.
Halk kültürüne duyulan ilgiyle, ulusal ruhun uyanması çoğunlukla birlikte olmuştur. Finlandiya ve İrlanda gibi küçük ülkeler, kültürel bağımsızlıklarını, kendi asıl dillerini canlandırarak, bu dillerde aktarılan destanlarını, efsanelerini ve eskiyi anlatan öyküleri bıkıp usanmadan toplayarak ortaya koymuşlardır.
Bu bağlamda halkbilimi, bir bakıma 19.ve 20.yy da Avrupa’ nın genel sosyal şartlarına bağımlı olarak kurulmuştur ve halkbiliminin belirli dönemlerinde meydana gelen gelişmeler yine sosyal hayatta ortaya çıkmıştır esaslı değişiklikleri yansıtmaktadır.
Halkbiliminin 19. yy başlarında bağımsız bir bilimsel disiplin olarak ortaya çıkışı dönemin yaygın felsefi akımı olan romantizm ve yine ondan esinlenilmiş siyasi bir akım olarak yükselen romantik milliyetçilikle yakından ilgilidir. O dönemde romantizmin en yaygın olarak kullanılan kavramı halk zihni veya milli ruhtur. Ve ulusal birliğin varlığını çağrıştırıp derlenip toplanmasının gerekliliğini vurgulamaktadır. Bu yönüyle, yani milli ruhun ortaya konulması bakımından da hemen hemen bütün sosyal ve beşeri disiplinlerin araştırmalarını yönlendirici bir özellik kazanmıştır.
Burada ayrımına varılması gereken şey ise, romantizmin duyguya, klasisizmin ise akla hitab ettiğidir. Klasisizimde toplumlararası aynı estetik anlayış varken, bu romantizmde değişebilir ve burada işin içine bireysellik girer. Örneğin kişi kendini başka bir kültürden farklı görüyorsa bu romantizmdir ve kültürünün içeriğini ve özeliklerini araştırarak bunları tespit eder. Yani, toplumun ruhunun topluma ait olan eserlerden tespit edildiğini savunur. Herder, romantik görüşün etkisinde kalarak bu metodu Alman Edebiyatı’ na uygulamıştır. “Ortak ulusal ruh” kavramını ortaya atarak derlemeler yapmış, türkü ve masalları derlemiştir, bu konuda bir adım öteye giderek, türkülerin sadece sözlerini değil müziklerini de derlemiştir ve böylece halk müziği önem kazanmıştır. Türkülerin sözleriyle beraber müziklerini derlemesinin sebebini, anonim eserin, meydana geldiği ortam/şartlar, eseri anlatan kişi/sanatkar ve eseri dinleyenlerce oluşturulduğunu düşünmesidir. Bu teori sonradan “performans teori” adını alacaktır.
Örneğin, Almanlar üzerinden devam edersek, meşhur halk şarkıları olan Nibelungen’ deki Roma baskısından kurtulmalarını anlatan epik tarafları kutsal miras olarak görmüşler, onlarda tarihi geçmişlerini bulmuşlardır. Hâlbuki klasik metinde bu tarz bir uyum yoktur. Bu bakımdan Herder’ in çalışmalarını halk biliminin bağımsızlığı konusundaki ilk adımlar olarak görebiliriz. Sadece metinleri derlememiş, onlarla ilgili görüşler ve açıklayabilmek için yöntemler ortaya koymuştur. Hareket noktası ulusal teoridir. Metinler incelenirse, ortak Alman ruhunun bulunabileceğini savunmaktadır. Yani bizim şu anda Alman örneğimizdeki gibi, eğer bir toplum kendi özelliklerini kaybederek bu noktaya gelirse bu dönemlerde halk metinlerine dönülmelidir. Çünkü kaybedilenler oradadır (Biz de milli mücadele döneminde aynı şeyi yaparak “milli edebiyat” ı oluşturmuşuzdur). Bunun etkisi o kadar geniş oluyor ki insanlar derlemeler yapmaya başlıyor. İşte, hepimizin bildiği Alman Grimm Kardeşler bu derlemeleri yapanların en önemlilerinden, derledikleri masallar üzerine araştırmalar yapıp teoriler üretiyorlar. Sadece masallar değil, çeşitli konular üzerinde araştırmalar yaparak halk eserlerindeki milli ruhu arıyorlar. Çünkü bu eserler bir kişinin değil halkın ürünü. Halktan topladıklarını düzenleyerek yayımlıyorlar, fakat bu teknik yanlış bulunuyor çünkü doğrusu halktan toplanan verinin, yanlış bir söyleniş veya aktarım olduğu düşünülse bile ona dokunulmaması yanlış da doğru da halkın mirası ve yaptıkları bu müdahale yüzünden eleştiri alıyorlar.
Bu dönemde çok yoğun olarak başlayan sözlü kültür ürünlerinin yoğun olarak derlenip değerlendirilişinde temel amaç her araştırmacının mensup olduğu milletin milli ruhunun zenginliğini ortaya çıkarmaya yönelik olduğunu görürüz.
İdealist romantik felsefeye göre, dünya tarihi başarılı milli kültürlerle vardır ve bir anlam taşır, bu şekilde meydana getirilen doktrine göre her milletin milli ruhu uzun bir süreç sonunda kendi kendini geliştirir ve hakim güç olarak bunu tüm insanlığa aktarıp mal eder. Almanların ideali, en büyük sıkıntıları olan ulusal birliklerini sağlayıp, Fransız ve İngilizler gibi sömürge sahibi olmaktı. Bu sebeple de köklerine inme ihtiyacı hissettiler ve diğer sosyal ve beşeri bilimleri de bu tarih felsefesi tezini doğrulayacak malzeme arayışına ve bulunanların da bu doğrultuda yorumlanışına gitmişlerdi. (milli ruh – dünyanın hakim gücü olmak.) Bu dönemde ortaya önce mukayeseli filoloji ve Hint-Avrupa Filolojisi okulu çıkmıştır. Bunların amacı dilbilimsel olgulardan hareketle Avrupalı ve Asyalı bazı milletlerin akrabalığını oluşturmaktır. Buna göre aralarına dilbilimsel olarak benzerlikler bulunan bu milletler ortak bir atadan gelmiştir ve bir dil ailesi oluşturmaktadırlar. Bu ortamda dilbilimi oldukça gelişerek halkbilimi çalışmalarında geliştirilen kuramları da doğrudan etkilemiştir.
Fakat bir yandan, Almanya’ nın özlediği güce sahip olan İngiltere ve Fransa’ da geliştirilen diğer erken dönem halkbilimi ve antropoloji kuramları alman kuramlarına şiddetle karşı çıkıp eleştirmişlerdir. Bunun sebebinin kendi liglerine Almanları sokmak istememeleri olduğu ***et açıktır. Bu milletler sömürge anlayışlarını şu şekilde haklı gösteriyorlardı; onlara göre sömürgecilik ilkel kültüre sahip ilkel halklara yardım etmek ve onların gelişim süreçlerini hızlandırmak adı altında yapılan bir çeşit sosyo-kültürel evrim süreciydi, yani sömürgecilik bir tür sosyal araç olarak gösteriliyordu. Bu tür baskıcı ve sömürgeci ortam halkbiliminin doğuşuna zemin hazırlamıştır. Aynı dönemlerde, farklı bölgelerde vurgulamada farklılıklar olsa da yaygın halk alışkanlıklarına duyulan ilgi ile milliyetçilik duygusu arasındaki bağ pek çok ülkede tutarlılık göstermektedir. Bu sebeple kültürler arası kuramların yanı sıra ülkeden ülkeye değişen ve ülke ihtiyaçlarına göre şekillenen ulusal kuramlar ve yapılanışlar da mevcuttur.