DİVÂNÜ LÛGATİ’T-TÜRK’ÜN HALK BİLİMİ AÇISINDAN ÖNEMİ
Dr. Muharrem Kaya
Kâşgarlı Mahmud’un XI. yüzyılda yazdığı, Türk kültürünün en önemli hazinelerinden biri olan bu eser, ansiklopedik bir sözlüktür. Yazılma amacı ise Türkçe’nin Arapça kadar zengin olduğunu göstermek ve Türklerin hüküm sürdüğü yerlerde Türkçe öğrenmek isteyenlere yardımcı olmaktır. Bu yüzden, kitabın yazıldığı dönemde Türkçe’de yaşayan kelimeler, gerek Türkçe cümle içinde kullanılarak gerekse ansiklopedik bilgiler verilerek Arapça açıklanmıştır. Bu açıklama bölümleriyle, Divânü Lûgati’t-Türk, yalnız bir sözlük olmaktan çıkmış, Türk tarihi, coğrafyası, etnolojisi, mitolojisi, folkloru, dili, edebiyatı üzerine tanıklarıyla bilgi veren bir ansiklopedi haline dönüşmüştür. Eser edebî örneklere yer vermesi açısından bir edebiyat antolojisi özelliği kazanmıştır. Türk kültürüyle ilgili pek çok malzeme bulunduğundan dolayı bu eserin Türkoloji’nin temelini attığı da iddia edilmiştir.[2]
Bu çalışmada ele alınan Divânü Lûgati’t-Türk’te bulunan halkbilimi unsurları, Türk halkbiliminin konuları, derlenen malzemelerin arşivlenmesi üzerine çalışma Kültür Bakanlığı Millî Folklor Araştırma Dairesi Başkanlığı (bugünkü adıyla Kültür Bakanlığı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü) tarafından 1976 yılından beri uygulanan Türk Folklor Arşiv Kılavuzu’ndaki madde başlarına göre sıralanacaktır.[3]
Divânü Lûgati’t-Türk’teki halkbilimiyle ilgili unsurlara geçmeden önce bu eserdeki unsurların çeşitli konu başlıkları altında kitaplar oluşturacağını, hatta oluşturduğunu belirtmek gerekir. Mesela bu eserdeki atasözleri üzerine dört kitap hazırlanmış[4], şiirlerle ilgili üç kitap hazırlanmıştır.[5] Bu sebeple Divânü Lûgati’t-Türk’teki halkbilimi unsurları sınıflandırılmış ve döneminin kültür özellikleri çerçevesinde değerlendirilmiştir.[6]
DİL, ANLATIM
Bilindiği üzere halk etimolojisi “bir dildeki bazı kelimelerle, özellikle o dile girmiş olan bir kısım yabancı kelimeleri, ses yapıları ve anlam unsurları bakımından değişikliğe uğratarak, onları eskisinden az çok farklı yeni birer ses ve anlam yapısına sokma olayıdır.”diye tanımlanır.[7]
Bu çerçevede Kalaç (:Burada kal, ordunun izinden gitme, Zülkarneyn gidicidir; aç kal anlamında.) (III, 415-12), Türkmen (I, 353-3, III, 412-8), Altun Kan (I, 91-13, III, 416-8), Kazvin (III, 149-6), Kaz Suwı (:Kaz Suyu) (III, 151-1), Ordu Kent (I, 124-13, 343-17), Uygur (I, 111-16), Çiğil (:Bu ne çamurlu yer.) (I, 393-25) kelimeleri Zülkarneyn ve Şu arasında geçen olaylara dayalı olarak açıklanırlar. Aynı adlandırma ve açıklama tarzı Oğuz Kağan destanında ve Dede Korkut Kitabı’nda da görülür. Oğuz Kağan, destanda, yararlılık gösteren beylerine yaptıkları işe göre (daha sonra kavim adı olan) adlar verir. Aynı şekilde, bir şaman olarak kutsal Dede Korkut da gençlere, yaptıkları yiğitliklere göre ad verir.
Divânü Lûgati’t-Türk’teki kelime hazinesi ve ağız özellikleri üzerinde pek çok araştırma yapılmıştır. Eserde, Türk harfleri, fiil, fiil çatısı, öznenin biçimleri, zaman, yer, gereç adları yapma yolları, yapım ve çekim ekleri, Türk dillerinin ağız ve şive farklılıkları üzerine bilgiler vardır. Bu eser hakkında hazırlanan bibliyografyalar incelendiğinde yapılan yayınların daha çok dil özellikleri üzerine olduğu görülecektir. Bu sebeple, bu eserin Türkçe’nin en eski sözlük[8] ve gramer kitabı olduğunu belirterek,dil konusunu uzmanlarına bırakıyoruz.
Birkaç erkek adı olarak şunları sıralayabiliriz: Abı (I, 86-21), Alp Aya (III, 208-24), Atış (I, 60-19), Beglen (I, 444-4), Bektur (I, 455-21), Çuglan (I, 444-5), Ervüz (I, 96-21), Kalalduruk Kapan (I, 415-3), Katmış (I, 460-21), Komuk(I, 383-24), Kuluç (III, 358-19), Kutan (I, 415-4), Nizamettin İsrafil Togan Tigin ((I, 111-20), Otamış (I, 96-21), Tutuş (I, 367-16), Tekiş (I, 368-12),Tutuk (I, 380-26), Utuş (I, 60-20). Cariye adı olarak da Kümüş (I, 371-12) (:Gümüş), As (I, 80-16), Kaçaç (II, 285-2) örneklerini verebiliriz. Ayrıca kadınlara oyuncak anlamında oxşagu (I, 138-15) denir. Açıklaması da şöyledir: Çünkü onlarla oynanır ve oyalanılır. Oynaş sözü de oyundan gelir. Altun Tarım (I, 396-9) ise büyük kadınların ungunudur. Kaz (III, 149-6, 150-2) da Efrasiyab’ın kızının adıdır. Efrasiyab’ın kızlarına verilen ungun ise Katun’dur (I, 410-4)
ÂŞIK,TEKKE EDEBİYATI
Âşık edebiyatı, Anadolu’da XVI. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Fakat bu âşıklık geleneğinin temelini şamanlar oluşturmuşlardır. Divânü Lûgati’t-Türk’ün yazıldığı XI. yüzyılda, din değişikliğinin etkisi ve toplumda işbölümünün artmasıyla, şamanlar, şairlik özelliklerini saraylarda, konaklarda, köy odalarında hünerlerini sergileyen şairlere bırakmaya başlamışlardır. Ama Divânü Lûgati’t-Türk’te sadeceÇuçu (III, 238-7) adlı bir Türk şairinin adına yer verilir.
Edebî terim olarak, şiir, kaside anlamında koşug (I, 376-7); koşma, türkü, şiir, gazel, şarkı anlamında ır, yır (III, 3-25, III, 131-4); şiir, türkü koşmak anlamında yır koşmak (II, 14-9) ve yır koşulmak (II, 135-19); söz dizmek, sözü nazmetmek, şiir söylemek anlamında söz tizmek (II, 9-9); şiirin ölçüsü anlamında köğ (III, 131-3); ırlamak, şarkı söylemek anlamında köglemek (II, 255-10) yer alır.
ANLATMALAR
Şu destanının özetini Türkmen (III, 412-18) maddesinde buluruz. Burada Zülkarneyn’in (Büyük İskender), Hakan Şu ile savaşı anlatılır.
Ulışdı (I, 188-18), ödhlek (I, 102-17), yunçıdı (III, 103-5), yunçığ (III, 41-11), alp (I, 41-16), kürküm (I, 486-9), kurtuldı (II, 234-14), telindi (II, 147-26), kewretti (II, 334-25), irteldi (I, 245-6), ögreyük (I, 156-15) kelimelerini açıklarken kullanılan Alp Er Tunga ile ilgili dörtlükler, vezin, kafiye düzeni ve anlam itibariyle bir araya getirilerek bir bütün oluşturulmuştur. Fakat ortaya çıkan şiir, bir destandan öte bir ağıt özelliği gösterir. Alp Er Tunga destanı diye bir metin elde yoktur. Fakat, Kâşgarlı Mahmut’un, İranlıların Efrasiyab adını verdikleri Şehnâme kahramanına, Türklerin Alp Er Tunga dediklerini yazması (III, 149-6), Şehnâme’den Efrasiyab’la ilgili bölümlerin birleştirilerek bir Alp Er Tunga destanı oluşturulmasını sağlamıştır. Ayrıca Alp Er Tunga’ya İranlıların Efrasiyab demesi hakkında bilgiye Kutadgu Bilig’de de rastlarız.[9]
Çeşitli yer ve boy adlarının oluşumunun belirtildiği efsanelerin sayısı ise halk etimolojisi başlığı altında belirttiğimiz gibi bir hayli fazladır.
Hikâye karşılığı olarak Divânü Lûgati’t-Türk’te ötkünç (I, 161-9), ötkü (I68-20) kelimeleri bulunur. Günümüzde kullanılan öykü kelimesi de bu kökten türetilmiştir.
Bir edebî terim olarak köğ ( III, 131-11) kelimesi “bir şehir halkı arasında meydana çıkarak bir sene içerisinde gülünen şey, gülmece” anlamında fıkra karşılığında eserde yerini almıştır. Maalesef buna bir örnek verilmemiştir.
ANONİM ŞİİRLER
Divânü Lûgati’t-Türk’teki şiirlerle ilgili makale, kitap, lisans tezleri yazılmıştır.[10] Fakat bunlar arasında şiirleri konularına göre sınıflandıran ve inceleyen Ali Ulvi Elöve bir hayli başarılıdır. Ali Ulvi Elöve, Divânü Lûgati’t-Türk’te taradığı dörtlük ve beyitleri, kafiye, hece sayısı, durak ve konuları açısından sınıflandırmıştır. Dörtlükler konuları açısından ağıtlar, destanlar, kahramanlık şiirleri, eğlence ve av şiirleri, sevgi şiirleri, pastoral şiirler ve ahlakî şiirler olarak yedi bölüm oluşturur. Beyitler de kahramanlık, sevgi, pastoral ve ahlakî şiirler olarak dört bölümde ele alır.
Eserde 149 dörtlük, 79 adet beyit vardır. Ayrıca 9 dörtlük de ikişer defa kullanılmıştır. 136 dörtlükte aaab şeklinde kafiye düzeni görülür. 9 dörtlük, mısraları kendi aralarında kafiyelendirilmiştir. 3 dörtlükte 2. ve 4. mısra kendi aralarında kafiyeli, 1. ve 3. mısra kafiyesizdir. Tek dörtlükte ise kafiye yoktur. 4+3 duraklı dörtlükler bir hayli fazladır, fakat 3+3, 4+4, 5+5 duraklı dörtlükler de vardır. 9 dörtlükte mısra sayıları ve durak yerleri farklıdır. Kafiyeler genelde yarımdır, tam kafiye de kullanılır. Redifler ise sıkça kullanılır.[11] Kısa söyleyişlerin ve sık tekrarların olduğu bu şiirler, bize, Divânü Lûgati’t-Türk’ün yazıldığı dönemde, Türk halk şiiri geleneğinin güçlü olduğunu gösterir. Çünkü sözlü edebiyat, eserlerin sürekli tekrarlanmasına dayanır; bu ise halk şâirinin belleğinde rahatlıkla yer edebilecek, tekrar unsurlarının bol olduğu, kısa anlatıma sahip şiirlerle sağlanır. Kâşgarlı Mahmut, bunları bizzat halk şâirlerinden derlediği için bu durumu daha iyi görebiliyoruz.
Konuşma süresi kısıtlı olduğu için bu şiirlerden sadece iki örnek vermek istiyorum. Birincisi tabiat, ikincisi ise bir aşk şiiri.
Türlüğ çeçek yarıldı Türlü çiçek açıldı
Barçın yadhım kerildi İpek yaygı serildi
Uçmak yeri körüldi Cennet yeri görüldü
Tumluğ yana kelgüsüz (I, 119-4) Kış artık gelmeyecek
Kışın soğukluğunu ve hayatı zorlaştırdığını, baharın ise tabiatı güzelleştirdiğini anlatan şiirler bir hayli fazla, bu da iklimin edebî eserlere yansımasının bir örneğidir.
Kizlep tutar sewüklük Gizleyip tutar sevgiyi
Adhrış küni belgürer Ayrılık günü belirir
Başlığ közüğ yapsama Yaralı gözünü kapatma
Yaşı anın sawrukar (II, 172-10) Yaşı onun fışkırır
Nasıl yaralı göz, yaşını saklıyamazsa, gizlenen sevgi de ayrılık günü belli olur.[12]
KALIPLAŞMIŞ SÖZLER
Divânü Lûgati’t-Türk’te atasözü karşılığında saw (II, 20-6, III, 154-13, 441-20) kelimesi kullanılmıştır. Eserdeki atasözleri üzerine pek çok çalışma yapılmıştır.[13] Abdülahad Nuri’nin eserindeki atasözleri sayısı 251, Brockelmann’da 264, Necib Âsım’da 290, Ferit Birtek’te 291, Ali Ulvi Elöve’de 266’dır. Bunun sebebi ise bazı araştırıcıların bazı deyimleri veya söz gruplarını atasözü olarak almasıdır. Mesela Ferit Birtek’in aldığı yeti başlığ yil büke (III, 227-7) (: Yedi başlı ejderha) sözünün atasözü olmadığı açıktır.[14]
Divânü Lûgati’t-Türk’teki atasözlerinin bir kısmı bu güne kadar gelememiştir, bir kısmı küçük değişikliklerle günümüze gelebilmiştir, bir kısmı ise aynen kullanılmaktadır. Sözge süçünse bulun barır (II, 150-24) (:Lafa dalan tutsak olur), yer basrukı tağ, budhun basrukı beg (I, 466-14) (:Yer baskısı dağ, insanların baskısı da bey’dir) atasözleri bugün şartların değişmesi sebebiyle kullanılmamaktadır. Demokrasiye önem verilen bir çağda yönetilenlerin ezilmesini çağrıştıran ikinci atasözünü kullanan günümüzde pek çıkmazdı herhalde. Aş tatığı tuz yogrın yemes (III, 31-22) (:Aşın tadı tuz, tuz çanakla yenmez) bugün, aş tuz ile, tuz oran ile; kurtga büdhik bilmes, yerim tar der (III, 259-18) (:Kocakarı oyun bilmez, yerim dar der) günümüzde genişletilerek, oynamasını bilmeyen kız, yerim dar demiş, yerimi bollatmışlar, yenim dar demiş şeklinde küçük değişikliklerle yaşamaktadır. Koş kılıç kınka sığmas (I, 359-4) (:İki kılıç bir kına sığmaz), küz keliği yazın belgülüğ (III, 160-19) (:Güzün gelişi yazdan bellidir) aynen günümüzde de kullanılmaktadır.
Edebî terim olarak balu balu (III, 232-20) ninni karşılığında kullanılır. Kadınların çocukları uyutmak için böyle söyledikleri belirtilir fakat bir ninni örneği verilmez.
Bilmece karşılığında kullanılan kelimeler ise şunlardır: tabuzgu, tubuzgu neng (I, 489-2), tabuzguk (I, 502-13, II 164-25), tapzuğ (I, 462-5), tapzuguk(I 462-6). Bilmece sormak anlamında ise tabızmak (II 164-25), tabuzmak (II, 86-8), tapuzmak (I 462-6). Tıpkı ninni maddesinde olduğu gibi bilmece maddesinde de maalesef eserde, örnek yer almamıştır.
Eserde şu küfür unsurları da karşımıza çıkmaktadır: Çocuklara söğüldüğü vakit “yinğdegü=sümüklü” (III, 387-19) ya da “sengregü=burnundan irin gibi sümük akan hastalıklı at” (III, 387-19) denir.