Memlük Devleti yazı serisinin birinci bölümüdür.
Memlûk Devleti, kölelikten gelen Memlûkler'in kurduğu bir askeri aristokrasi devletidir. Kâhire merkezli kurulan bu Türk devletinin dini Sünni İslam idi ve halkının büyük bir kısmını Araplar oluşturmaktaydı. Arapça kaynaklarda adı sıklıkla “Ed-Devlet’üt-Türkiyye" yani Türk Devleti olarak geçse de literatürde isimleri Memlûk Devleti olarak kalmıştır. Resmî dili Arapça olsa da ordu ve devlet dili olarak Türkçe benimsenmişti. 1250-1517 yılları arasında hüküm sürecek olan Memlûkler, bir taraftan Moğolları durdurmuş diğer taraftan Haçlı Seferleri sonucunda Ortadoğu’da kurulan devletleri ortadan kaldırmışlardır. Bu sebeplerden dolayı olmalı ki İbn Haldûn, Memlûkler'in Allah’ın büyük bir lûtfu olduğunu söylemiştir. [1] Memlûk Devleti’nin siyasi egemenliğine ise Osmanlı Sultanı I. Selim son verecektir.
Memlûk Devleti’nde saltanat değişikliği soya bakılmaksızın gerçekleşmesine rağmen iktidar, Bahrî Memlûklerive Burcî Memlûkleri olmak üzere iki döneme ayrılmıştır. Biz yazımızı 3 bölümde sunacağız; ilk bölümde “memlûk” kelimesinin etimolojik ve terimsel anlamlarına ve Bahrî Memlûkleri dönemine göz atacağız. İkinci bölümde Burcî Memlûkleri dönemini anlatarak Memlûk Devleti'nin siyasi tarihini noktalayacağız. En son bölümde ise Memlûkler’in siyasi, sosyal ve kültürel hayatına ilişkin bir yazı ile yazı dizimizi sonlandıracağız.
Memlûk Kelimesinin Etimolojik ve Terimsel Anlamı ile İslam’daki Yeri
Memlûk kelimesi, Arapça “me-le-ke” fiil kökünden türemiş bir ism-i mef’ul’dür ve sözlükte “köle”, “birinin malı olan” anlamlarına gelmektedir. [2] Çoğulu “Memlûkûn” ve “Memâlik”tir. Kelime kaynağını muhtemelen Kur’an’dan almaktadır. Kur’an’ın birçok ayetinde [3] “cins ayırt etmeksizin” köleleri ifade etmek için kullanılır. Yine bu manada Kur’an’da geçen “abd” [4] kelimesi, daha sonraları siyahi köleler için kullanılagelmiştir. [5] Hz. Muhammed’in hadislerinde de bu kelimeler Kur’an’daki anlamlarıyla kullanılmışlardır.
Memlûk kelimesi sonraları ise İslam tarihinde “hükümdar veya emirlerin muhafız birliklerinde görev yapan özel sosyal ve hukuki bir statüye sahip asker” anlamında kullanılarak yeni bir anlam kazanmıştır. Hakimiyetlerini güçlendirmek amacıyla İslam tarihinde ilk defa “memlûk” kullananlar Abbasi halifeleridir. Devlet içerisindeki İran nüfuzunu kırmak ve ona karşı dengeleyici bir güç unsuru oluşturmak amacıyla halife El-Me’mûn (813-833) zamanında ilk kez “memlûk” kullanılmaya başlanılmıştır.
Memlûklerin Mısır’a Gelişi
Memlûk Devleti’nin kurulması 1250 tarihinde olsa da ortaya çıkışları ve Mısır’a gelişleri daha eski tarihlerde gerçekleşmiştir. Abbasi Devleti içerisindeki Türk askerlerin ve emirlerin giderek nufüzu artmış bu bağlamda onlara geniş iktalar tahsis edilmiştir. Giderek bölge valileri de Memlûk orduları kurmuşlar ve nitekim başarı gösteren Türk kumandanlar çeşitli vilayetlere vali olarak atanmışlardır. Tolunoğlu Ahmet (868-884) ve Ihşid Muhammed bin Togaç (939-946) bu bağlamda Mısır’da memlûk askerlerinin de desteğiyle birer devlet kurmuşlardır. [6] Memlûk askerlerinin Mısır’daki etkinlikleri Fatımîler ve Eyyubîler dönemlerinde de artarak devam etmiş, elit ve askerî bir sınıf oluşturmuşlardır.
Eyyûbiler Devrinde Memlûklerin Nüfuzunun Artması
Selâhaddin Eyyûbi’nin ölümünden sonra (1193) varisleri devleti aralarında paylaşmışlardır. Mısır, Şam, Halep, Baalbek ve diğer merkezlerde Eyyûbî ailesinden gelen hükümdarların hakimiyeti altında bir takım emirlikler ortaya çıkmıştır. Çok geçmeden bu beylikler siyasî bir rekabet içerisine girip asker sayısını hızla arttırmaya giriştiler. Nitekim bu amaç doğrultusunda Kıpçak coğrafyasından ve Maverâünnehr’den çok sayıda Memlûk getirerek onları asker olarak yetiştirmişlerdir. Kısa bir süre sonra da bu Türk memlûkler Eyyûbî hükümdarlarının vazgeçilmez güçleri olmuşlar ve bunun neticesinde onlarda siyasî meselelere müdâhil olmuşlardır. Bu müdâhil olmanın neticesinde memlûkler, 267 yıl boyunca Mısır merkezli bir devlete hükmedeceklerdir.
SİYASÎ TARİH
Bahrî Memlûkleri 1250-1382 (El-Memâlik’ül Bahriyye)
Bahrî Memlûkler adlarını Nil Nehri üzerindeki Ravza Adası’nda bulunan kışlalarından almışlardır.[7] Bu kışlaya yerleştirilen memlûkler, Kıpçak ülkesi ve Maverâünnehr gibi Türk bölgelerinden satın alınarak getirtilmiştir. Eyyûbî ordusunun önemli güçlerinden olan Bahrî Memlûkler, Eyyûbî hükümdarı Necmeddin Eyyûb’ün ölümünden sonra Fransa kralı IX. Louis’nin önderliğindeki Haçlı ordusunu 9 Şubat 1250 tarihinde mağlup etti. Yapılan muharebe sonucunda IX. Louis esir düştü. Necmeddin Eyyûb’ün Türk asıllı karısı Şecereddür ve Bahrî Memlûklerinin bu başarılarını takdir etmek yerine Necmeddin'in oğlu Turan Şah, Bahrî Memlûklerin elindek iktaları elinden aldı ve Şecereddür’den mücevherlerini ve mallarını istedi. Nitekim bu sorunlar sebebiyle Turan Şah, Bahrî emiri Baybars El-Bundukarî ve beraberlerindeki emirlerin suikasti sonucunda öldürüldü. Turan Şah’ın öldürülmesinden sonra yerine tarihte az rastlanan bir şekilde annesi Şecereddür tahta çıktı. [8] Fakat bu durum diğer Eyyûbî emirliklerindeki emirlerin ve Abbasi halifesinin hoşuna gitmedi. Hatta Suriye Eyyûbî emirleri Mısır’ı ele geçirmek amacıyla harekete geçmişlerdi. Bunun üzerine Şecereddür, Bahrî Memlûkleri emirlerinden Atabek’ül-Asâkir İzzeddin Aybek ile evlenerek 31 Temmuz 1250’de sultanlığı ona devretti. Böylece Memlûkler Devleti resmen kurulmuş oldu. Ancak diğer Eyyûbî meliklerinin itirazı üzerine Aybek tahtan çekildi ve yerine Melikü’l-Eşref Musa tahta çıktı. Buna rağmen sorun çözülmedi ve Suriye Eyyûbîleri Mısır üzerine yürüdüler. Yapılan mücadeleyi Aybek kazandı ise de Abbasî halifesinin araya girmesi ve Moğol tehlikesinin belirmesi üzerine iki taraf arası anlaşma yaptı. Moğol tehlikesini bahane ederek tekrar tahta çıktı. Mısır Eyyûbîleri ile yaptığı anlaşma doğrultusunda Hama ve Musul Eyyûbîlerinin kızları ile siyasî evlilikler yapmak istemesi üzerine Aybek, eşi Şecereddür tarafından öldürtülmüştür (10 Mart 1257). Aybek’ten sonra yerine küçük yaştaki oğlu Nureddin Ali onun naipliğine ise Kıpçak Türklerinden Kutuzgetirildi. Daha sonra ise Kutuz, Moğol tehlikesi karşısında tahtta güçlü bir sultanın olması gerektiğini söyleyerek 11 Kasım 1259’da tahta çıktı.
Mısır’da bu olaylar olurken Orta Asya’nın steplerinden doğan yeni bir güç Ortadoğu’ya ulaşıyordu: Moğollar.Hülagü komutasında Bağdat’a giren Moğollar kısa sürede Halep, Humus, Şam, Hama ve Suriye’deki diğer önemli şehirleri ele geçirdiler. Suriye’de üst üste başarılar kazanan Hülagü, Kutuz’u itaate davet etti ise de Kutuz kendisine gelen dört Moğol elçisini öldürterek Suriye yönüne hareket etti. Bu sıralarda Moğol İmparatorluğu’nda yaşanan taht değişikliği üzerine yerine Ketboğa Noyan’ı Dimaşk (Şam) naibi tayin ederek doğuya doğru hareket etti. Kutuz, Baybars’ı öncü kumandanı tayin ederek Gazze’ye hareket etmesini istedi. [9] Bu durumu haber alan Ketboğa Ayn-ı Calud denen yere mevzilendi. Kısa bir süre sonra Memlûk ordusu da Ayn-ı Calud çayırına geldi. 3 Eylül 1260 Cuma sabahı başlayan savaş neticesinde Moğollar bozguna uğratıldı. Akşam olduğunda öldürülenler arasında Moğol kumandanı Ketboğa Noyan da vardı. Bu savaş Moğol ilerleyişini durdurduğu gibi, Moğolların “durdurulamaz” tezini de çürütmüştür. Ayn-ı Calud savaşından sonra Suriye’ye doğru yürüyüşüne devam eden Memlûkler, Moğolların elinden Dimaşk, Halep, Hama, Humus ve Nablus’u tekrar aldılar. Böylece Suriye Eyyûbîleri de Memlûk Devleti’ne bağlandı. Ancak Sultan Kutuz’un söz verdiği halde, Halep’e Baybars’ı naip olarak atamaması ikilinin arasını açtı. [10] Suriye’deki işlerini hallettikten sonra Kutuz Kahire’ye doğru yola çıktı. Yanında Baybars ve arkadaşları bulunduğu halde Mısır’ın başlangıcındaki El-Kusayr’e vardı. Yapılan av sırasında Baybars, Kutuz’u öldürdü. Tahta çıkan Baybars’a orada bulunan emirler de biat ettiler. Ordunun başında Kahire Kalesi’ne giren Baybars, hiçbir direnişle karşılaşmadan 25 Kasım 1260 tarihinde tahta çıktı. Saltanatının ilk üç yılında Suriye’deki bazı sorunlarla uğraşan Baybars’ın hem iç hem de dış politika da çok işine yarayacak bir iç gelişme meydana geldi. Abbasî halifesi El-Mustâsım’ın 1258 yılında Moğollar tarafından acımasız bir şekilde öldürülmesi sonucunda Abbasî halifeliği sona ermiştir. Abbasi hanedanından bir kişi, kendisini Mısırlı fakihlerden oluşan bir heyete kabul ettirerek 13 Haziran 1261’de El-Mustansır adını alarak halife oldu. Baybars da geleneklere uyarak, göstermelik olarak halifeye biat etti. Buna karşılık halife de onu Mısır, Suriye ve o sıralarda Hülagû’nün elinde bulunan Diyarbakır ve Fırat’ın doğusunda kalan toprakların sultanı ilan etti. [11] Ancak El-Mustansır’ın halifeliği çok kısa sürecekti. Kaybetmiş olduğu toprakları geri almak üzere gönderilen halife de, 18 Aralık 1261 tarihinde savaşı kaybetti ve öldürüldü. El-Mustansır’ın yanında bulunan ve Abbasî soyundan gelen Ebu’l-Abbas Ahmed ise Kahire’ye dönmeyi başardı ve nesebinin doğrulanması üzerine El-Hâkim adıyla halife seçildi. [12] Nitekim kırk yıl halifelik tahtında kalacak olan El-Hâkim’in soyundan gelenler, halifeliğin Osmanlı’ya intikâline kadar Memlûk sultanlarının hakimiyeti altında ümmetin liderliğini yapacaklardı. Bu andan itibaren büyük bir dini destek sağlayan Baybars, mesaisini Moğollar’a ve Haçlılar ile yapılacak olan mücadelelere harcayacaktı. Memlûkler, Sultan Baybars döneminde Haçlılar’a karşı başarılı oldular.
Daha önceden belirtildiği gibi Memlûkler, Şecereddür’ün saltanatında XI.Louis önderliğindeki Haçlı ordusunu yenilgiye uğratmış ve Louis esir alınmıştı. Ancak ellerinde Akka, Dimyat, Antakya, Kerak gibi birçok önemli şehri bulundurmaktaydılar. 1265’te Celile, 1268’te yaklaşık 170 yıldır Haçlılar’ın elinde bulunan Antakya ve Yafa, 1271’de Kerak (Hısnü’l-Ekrad) Sultan Baybars tarafından Memlûk sınırlarına dahil edileceklerdir. [13] Sultan Baybars’ın bu fetihleri sonucunda Haçlıların elinde, Akdeniz kıyı şeridinde irili ufaklı çok az kaleleri kaldı. Ayrıca Çukurova’daki Ermeni Krallığı üzerine de yürüyen Baybars, başkent Sis’i (Kozan) de yakıp yıktı.
Baybars Moğollarla girişeceği mücedelede ise yanında Altın Orda Devleti’ni bulacaktı. Çünkü Ayn-ı Calud savaşının hemen öncesinde Hülagü’yü doğuya gitmesine sebep olan taht mücadelesinde, Altın Orda Hükümdarı Berke Han, Arıg Böke’yi desteklemişti. Buna karşılık Hülagü ise Kubilay’ı desteklemiş idi. Kubilay’ın Han olması üzerine yalnız kaldığını hisseden Berke Han dindaşları olması ve Hülagü’yü durduran yegane güç olması sebeplerinden dolayı Memlûklerle ittifak kuracaktı. Baybars ilk iş olarak Moğolların (İlhanlılar) 1265, 1269 ve 1271 yıllarındaki saldırılarını geri püskürttü. Nitekim karşı saldırı olarak da 1277 yılında İlhanlı hakimiyeti altında bulunan Anadolu’ya bir sefer düzenledi. Mısır’dan yola çıkan, Sultan Baybars’ın önderliğinde güneyden Anadolu’ya giren Memlûk ordusu ile Moğol ordusu Elbistan ovasında karşılaştı. Moğol ordusunu Takavun ve Toku Noyan yönetmekte idi. Ayrıca Moğol ordusunda Ermeni, Gürcü ve Anadolu Selçuklu askerleri de bulunmaktaydı. [14] 18 Nisan 1277 tarihinde yapılan savaşı Memlûkler kazandı ve Moğollardan yaklaşık 6700 kişi öldürüldü. [15] Savaş sırasında Anadolu Selçuklu askerlerinden birçoğu isteksizlik gösterdi ve hatta bazıları Memlûkler safına geçti. Hülagü’nün ölümünden sonra yerine geçen Abaka Han ise bunu duyunca çok sinirlendiği gibi Anadolu Selçuklu halkı üzerinde büyük bir baskı oluşturdu. Bazı kaynaklara göre Erzincan’dan Kayseri’ye kadar İlhanlılar tarafından Anadolu’da 500.000 müslüman öldürüldü. [16] Baybars savaşı kazandıktan sonra yürüyüşüne devam ettiği gibi Kayseri’ye gelip Anadolu Selçuklu Sultanı olarak taç giydi. Ancak Anadolu Selçuklu devlet adamlarının savaştan önce verdikleri sözlerde durmaması ve Abaka’nın Anadolu’ya doğru ilerlemesi sonucunda Baybars geri dönmek zorunda kaldı. Bu sefer Anadolu’da kalıcı bir Memlûk hakimiyeti kurulmasına olanak sağlamadı. Sultan sefer sonucunda Şam’a döndü. Kısa bir süre sonra da rahatsızlandı. 30 Haziran 1277 Perşembe günü vefat etti.
Sultan Baybars’ın üçü erkek olmak üzere on çocuğu vardı. Erkek çocuklarından Berke Han’ın –Arapçalaşmış ifadesiyle Baraka Han– daha iki yaşındayken (1264) veliaht olduğu duyurulmuştu. Baybars’ın ölümü Berke Han Kahire’ye gelene kadar gizli tutuldu ve Berke Han Kahire’ye gelerek Memlûk Sultanı oldu. Ancak Berke Han’ın genç emirleri destekleyip, yaşlı emirleri görevden uzaklaştırması Memlûk emirleri ile arasını açtı.Kalavun ve Sungur gibi tecrübeli emirlerin baskıları neticesinde Berke Han tahttan çekildi. Memlûkler, Berke Han’ın yerine tahta kardeşi olan Baybars’ın diğer oğlu Sülemiş’i geçirdiler. Sülemiş bu sıralarda yedi yaşında olduğu için bir Atabeg’in atanması lazımdı. Sülemiş’e Atabeg olarak Emir Kalavun atandı. Ancak bir süre sonra Kalavun, Sülemiş’in yaşının küçüklüğünü bahane ederek işlerin yolunda gitmeyeceğini söyledi. Neticede Sülemiş, Kerak’a sürüldü ve Kalavun, Sultan ilan edildi (26 Kasım 1279). [17]
Sultan Kalavun’un tahta çıkmasıyla beraber Memlûk Devleti yeni bir döneme girmiştir. 100 yıl boyunca Kalavun Hanedanı mensupları devleti yöneteceklerdir. Saltanatı’nın ilk yıllarını iç sorunları halletmekle geçiren Sultan Kalavun, bu sorunu hallettikten sonra İlhanlıların Suriye’ye yaptıkları iki saldırıyı püskürtmüştür. Haçlılar ile olan mücadeleye devam edilmiş, Antakya Haçlı Kontluğu’nun son kalıntısı olan Lazkiye şehri ve ayrıca Trablusşam, Cübeyl, Beyrut gibi önemli mevziler onun döneminde fethedilmiştir. Sultan Kalavun Akka’yı da almak için yapılan hazırlıklar sırasında ise vefat etti (10 Kasım 1290).[18] Yerine geçen oğlu el-Eşref Halil babasının bıraktığı yerden Haçlılar ile olan müdahaleye devam etti. Memlûkler Haçlıların elindeki son büyük kale olan Akka önlerine geldiler. Ezici bir askeri güce sahip olan Memlûkler 17 Haziran 1291 günü Akka’yı ele geçirdiler. Bu zafer sonrasında Haçlılarda yaşanan telaşı ve Memlûklerin faaliyetini tarihçi Ebulfida şu sözlerle anlatır;
“Akka’nın fethinden sonra, Allah Suriye sahilinde kalan Frenklerin yüreklerine dehşet saçmıştı. Bu yüzden onlar da Sayda, Beyrut, Sur ve tüm diğer şehirleri telaşla boşalttılar. Böylece sultan, bu kalelerin hepsini kolayca ele geçirip hemen yıktırdı; bu kadar büyük bir talih daha önce kimseye nasip olmamıştı. Bu fetihlerle kıyı topraklarının tamamı yeniden Müslümanların eline geçti ki, hiç beklenmedik bir başarıydı bu. Bir zamanlar Şam’ı, Mısır’ı ve daha birçok memleketi fethetmelerine ramak kalmış Frenkler, tüm Suriye’den ve sahil bölgelerinden işte böyle kovuldular. İnşallah buraya bir daha asla ayak basamazlar.” [19]
Sultan el-Eşref Halil’in bu fetihleri sonucunda Haçlılar tamamen Suriye’den temizlenmiş oldu. Daha sonra Ermeniler üzerine de yürüyen Sultan onlardan Behisni, Maraş ve Tel-Hamdun’u aldı. Bütün bu siyasi başarılarına rağmen el-Eşref Halil’in daha veliahtlık döneminde bazı emirlerle arası açılmıştı. Hükümdarlığı döneminde de devam eden bu soğukluk kendisinin ölümüne sebep olacak olan suikaste kadar gitti (12 Aralık 1293).
Sultan el-Eşref Halil’in katlinden sonra Memlûk Devleti’nde on yedi yıl sürecek olan bir kargaşa ve huzursuzluk dönemi başladı. Bu on yedi yıl içerisinde taht beş kez el değiştirdi. Bu dönem Sultan Kalavun’un oğullarından Muhammed’in üçüncü kez tahta çıkmasıyla son bulacaktı. Tahta çıktıktan sonra kontrolü eline alan Sultan, İlhanlılar’ı yendi ve Moğol tehlikesini bertaraf etti. Sultan Muhammed’in bu üçüncü saltanatı sırasında iç politikada da çok önemli başarılar sağlandı. İzlediği siyaset neticesinde Sultan kendisini öyle güvende hissediyordu ki, 1320 ve 1332 yıllarında iki defa hacca gitti. Sıkı bir mutlakiyet sistemi kuran Sultan Muhammed, sultanlığı babadan oğula geçer hale getirmek için çalıştı ve bu konuda oldukça da başarılı oldu; onun soyundan gelenler 1382’ye kadar kesintisiz şekilde hüküm süreceklerdi. Ülkedeki imar faaliyetlerine de oldukça büyük önem veren Sultan’ın döneminde yapılam camii, medrese, han, hamam ve sarayların çoğu bugün hala Mısır ve Suriye’de ayakta durmaktadır. İktisadi durumda bu iyi gelişmelere ayak uydurdu ve ülke onun döneminde zenginleşti. Memlûklu sultanları arasında en uzun süre hükümdar olan Sultan Muhammed, 4 Haziran 1341 tarihinde Kahire’de öldü. Sultan Muhammed’den sonra tahta geçen oğulları ve torunları çok küçük yaşlarda tahta oturdukları için diğer emirlerin gölgesinde birer kukla sultan olarak hüküm sürdüler. Bu siyasi çekişmelerin neticesinde yirmi yıl gibi bir süre zarfında dokuz kez taht değişikliği yaşanmıştır. Onun soyundan gelen 12 sultan, Sultan Muhammed’in tahtta kaldığı süre kadar hüküm süremeyeceklerdi. [20]
Sultan Muhammed’in ölümüyle beraber Memlûk Devleti yeni bir safhaya girdi. Bu dönemde Bahri Memlûkleri güçlerini kaybedecek ve yerlerini Burcî Memlûklerine bırakacaklardı. Sık sık yaşanan saltanat değişikliği ülke ekonomisini oldukça kötü etkilemiş, ayrıca 1349 yılında yaşanan büyük veba salgını da ülkeyi derinden sarsmıştır. İlerleyen yıllarda da bu kargaşa dönemi devam etmiştir. Emirler arasındaki çekişmeler askerler arasında da yaygınlaşmış hatta sokaklarda birbirleriyle çarpışmaya varacak düzeye gelmiştir. [21] Neticede iktidara 1382 yılında Burcî Memlûkleri geçecekti...